“Mü'min kadınlara söyle: Gözlerini
(harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa
vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hâriç. Başörtülerini,
yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından
ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da
kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız-kardeşlerinin
oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ-ellerinin altında
bulunanlardan ya da kadına ihtiyâcı olmayan (arzusuz veya iktidarsız)
hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan
başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere
vurmasınlar. Hep birlikte Allah'a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah
bulursunuz” (Nûr 31).
Nûr sûresinin 31. âyetindeki
“humur” kelimesinin “baş-örtüsü” anlamına gelmediği söyleniyor. “Baş-örtüsü
anlamına gelmesi için “humurun rass”, “ressi bi humurihinne” gibi yazılması
gerekir” deniyor. Böyle düşünenler, herhâlde Kur’ân kültürü ile
yoğrulmamışlardır, arap-diline vâkıf değillerdir.
Şöyle ki… Türkçede
kullandığımız, şapka, yazma, eşarp, tülbent, yaşmak, bere kasket vb. gibi
kelimeleri söylerken; baş-şapkası, baş-yazması, baş-yaşmağı, baş-tülbenti vs. olarak
söylemeyiz. Çünkü bu eşyâların baş için kullanıldığı açıktır ve herkes
tarafından bilinir.
İşte “hımar” kelimesi de
arap-dilinde ve kültüründe “baş” için kullanılan örtüyü ifâde eder. Yâni
“hımar” dendiği zaman sâdece “örtü” değil, “baş-örtüsü” akla gelir. Dolayısıyla
bu kelimeye “baş” kelimesinin eklenmesi yukarıdaki gibi komik olur. Ress ve
Hımar kelimeleri yan-yana kullanılamaz.
Aynı-zamanda, aynı
form’a âit olan “hamr” kelimesi içki
anlamına gelir. İçkiye “hamr” denilmesinin nedeni, aklı örtmesinden/beyni
uyuşturmasından dolayıdır. Beyin insanın baş-kısmında bulunduğu için
“hamr”=“örten” kelimesi ile ifâde edilmiştir. Dikkat edilirse “hamr” kelimesi
baş’a atıf yapar. Yâni, “humur”, “hımar”, “hamr” ve formları hep baş’a atıf
yapar, baş’ı ifâde eder ve baş için kullanılır. (“Hayat Kitabı Kur’ân”dan
iktibasla).
Bir
dekolteli ile bir tesettürlü kadını karşılaştırdığımızda; Kur’ân’ın “humur” ve
“cilbab” dediği elbiseleri giyen kadın mı, yoksa dekolte elbiseleri giyen kadın
mı daha medenîdir? (Burada önemli olan “humur” ve “cilbab” adlarıyla anılan
giysilerin kendileri değil, bu giysilerin kapatış şeklidir. Bu kapatış şeklini
sağlayan her kıyâfet-örtü tesettür kıyâfetidir). Giyinmek medeniyet ile
ilgilidir, çıplaklık ise -sanıldığının aksine- ilkellik ve gericilik ile. Hem
de öyle bir gericilik ki, Hz. Âdem-Havvâ’ya kadar giden bir “gericilik”. Onlar
farkına varınca çıplaklıklarından utanmışlar ve en yakınlarındaki ağaç
yapraklarıyla çıplaklıklarını kapatmaya çalışmışlardı. İlk tepkileriydi bu.
“Ey
Âdem-oğulları, (ya da Âdem-kızları) biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise
ve size 'süs kazandıracak bir giyim' indirdik (vârettik). Takvâ ile
kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın âyetlerindendir. Umulur
ki öğüt alıp-düşünürler. Ey Âdem-oğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin
yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten
çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları,
(kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten
şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık” (A’raf 26-27).
Tesettürün
nasıl olacağı basit bir formülle şu şekilde söylenir: “Kısa-dar-ince
olmayacak”. Biz buna bir de; “pahalı” ve “dikkat çekici” olmayacak maddelerini
ekliyoruz. Buna rağmen Zamânımızdaki bâzı ……’lar, neredeyse tesettürü ve örtüyü, “örtünmemek” olarak söyleyecekler.
Doğal-fizîki yapımızda da tesettür vardır:
Göz-kapakları.. Bu da bir çeşit tesettürdür. “Gözleri sakınma”dan bahseder
âyet, “gözü örtme”den: “Mü'min kadınlara
söyle: Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar”
(Nûr 31).
Tüm
varlık hem “örtü”dür, hem de “örtülü”dür. Biz varlığı/eşyâyı anlamak için
örtüsünü aralarız. Tüm kâinât tesettürlüdür, türbanlıdır. Dünyâ da 7 kat
örtü/tesettür içindedir.
İnsanın da ilk
refleksidir örtünme. Lütfi Bergen:
“Âdem’in vahşî olmadığının ilk delîli onun hayâ duygusu ile
örtünmüş bulunmasıdır” der.
Peki Peygamber ve sahabe döneminde “hımar” ne amaçla
kullanılıyordu?. Mustafa Öztürk bu bağlamda şunları söyler:
“Süleyman Ateş; örfte ‘başörtüsü’
anlamında meşhûr olan bu kelimenin nüzûl
döneminde bu anlamıyla kullanıp-kullanılmadığına dâir kesin bir bilgi bulunmadığını ifâde etmekte; ayrıca kelimenin ‘örtü’ şeklindeki genel anlamında kullanılmış olması hâlinde, bunun saçın örtülmesine değil, göğüslerin örtülmesine
yönelik bir emir olacağını’ söyler. Ancak Malik
b. Enes’in el-Muvatta’ adlı eserinde yer alan
bir hadiste, Abdullah b. Ömer’in eşinin, abdest
alırken başörtüsünü çıkarıp suyla başına mesh ettiği kaydedilmiş ve hadisin metninde
‘hımar’ kelimesi kullanılmıştır. Bu eserin hicri 2. asrın ortalarında ve özellikle de Medîne’de te’lif edildiği dikkate alındığında, ‘hımar’
kelimesinin, İslâm’ın erken dönemlerinde de ‘başörtüsü’ anlamında
kullanıldığı söylenebilir”.
Baş-örtüsünün şimdiki örtüş
şeklinden dolayı, bu örtülerin de örtülmesi gerekir. Bu duruma geldi. Kur’ân’da
“baş-örtüsü takın” diye bir emir yoktur. “Baş-örtülerinizi göğüslerin üzerine
gelecek şekilde örtün” emri vardır. Baş-örtüsü eskiden bêri var zâten. Ama
Peygamberimizin döneminde kadınlar bu örtüyü başlarına taktıktan sonra arka
tarafa yâni sırtlarına doğru salıyorlardı ve göğüsler açıkta kalıyordu. Kur’ân,
“bu örtüyü arkaya doğru değil de öne, göğüslerin üzerine doğru salsınlar/örtsünler”
diyor. “Baş-örtüsü takın” denmiyor, çünkü “zâten çok-çok eskiden bêri takılan
ve kullanılan bir örtüdür “hımar” denilen baş-örtüsü. “Taktığınız
baş-örtülerinizi arkaya değil de, göğüsleri de kapatacak şekilde öne doğru
salın” deniyor. Böylece göğüslerin gözükmesi ve belli olması engellenmiş
oluyor. Fakat şimdilerde “sıkma-baş” tâbir edilen örtü, sâdece kafayı örtüyor.
Eğer “dış-elbiseler” kullanılmıyorsa göğüslerin üzeri kapatılmamış olarak
kalıyor ki, baş-örtüsü bu örtme şekliyle amacına ulaşmamış oluyor. Bu örtüş
şekli ile baş-örtüsü/hımar sâdece şekle indirgenmiş bir hâldedir.
Ramazan Kayan:
“Umursamaz, uyuşumcu, uysal bir gençlik ve de uğursuz bir gidişat.
Farzı bilmeyen, tarzı önemseyen kuşakların kaygıları farklı. Evrilen dindarlık,
eğilen dindarların hangi limana demir atacakları belli değil. Bu süreçte
tesettür de modalaşmakta gecikmedi. Tesettürden teşhire geçişte insanımız
zorlanmadı. Kadının zînetini örtmek amacına yönelik olan tesettür, bu-gün
kendisi zînetleşti. Vücûdu örtmesi beklenirken, tesettür üzerinden vücut
gösterisi teşvik görüyor. Tesettürün felsefesi zedelendi. Amacı unutuldu.
Hikmeti kayboldu. İsrâfı teşvik eden, hazları yücelten, arzuları kışkırtan,
tüketimi tahrik eden bir seyirlik ve reklamlık öğeye dönüştü örtü. Kadını
vitrine taşıyan modernizm, bizâtihi kadının varlığına kastetti. Örtü, dürtü
vesilesi oldu. Yine insan sormadan edemiyor: Kıyâfetlerin şıklığı mı yoksa o
kıyâfetlerin içindeki kifâyetsizlerin câzibesi mi daha ilgi çekici?” der.
İnsan ev-merkezli (beytullah) bir formatta yaratılmıştır. Bu durum
kadınlar için olmazsa-olmaz bir durumdur. Evin tesettürü “bahçe” iken, kadının
tesettürü “ev” ve örtüsüdür ve kadın böylece üç tesettürle (Bahçe, ev,
örtü-hımar) birden korunmuş olur.
Ramazan
Yılmaz:
“Örtü, rahatsız edici çeşitli tutum ve davranışlardan
koruduğu gibi,
aynı-zamanda hem güzelliğin bir göstergesidir,
hem de olgun ve vakarlı bir kişiliğin simgesidir. Bu durum, kadınlarda olduğu
gibi, tabiatta da böyledir; ağaçlar, yapraklarıyla ve kabuklarıyla, yapılar
sıva ve boyalarıyla hem daha güzel, hem de dış etkilere karşı daha
korunaklıdır. Yaprakları dökülmüş, kabukları soyulmuş ağaçlar, bir çalıyı andırdıkları gibi, aynı-zamanda dış etkilerle zaman içerisinde kuruyup yok olmaya mahkûmdur. Aynı-şekilde
bir binâ, sıvasız, boyasız ve badanasız ise bir harâbeyi andırmakta ve zamanla yıkılıp gitmektedir” der.
Baş-örtüsü ve tesettür, aynı-zamanda “kadın-erkek
farksızlaşması”nı da engeller. Kadının kadın olduğunu belli eder. Kadın da
kendisinin kadın olduğunu unutmaz.
Unutulmasın ki baş-örtüsünü emreden Allah’tır. “Başkası”nın
emretmesi yada serbest bırakması bir lütuf değildir. Allah’ın emretmesi
yetmiyor mu ki başkasından baş-örtüsü takmak için direktif alınsın. Allah’ın
emrine göre değil de başkasının keyfi için baş-örtüsü takanların taktıkları o
“şey” baş-örtüsü değil, “bir bez parçası”dır ki, baştan ziyâde başka yere
yakışır.
“Bu memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz” diyenler, “bu
memlekete baş-örtüsü getirilecekse onu da biz getiririz” demeye gelmişler ve
getirmişlerdir. Tabi bu baş-örtüsü Allah’ın gönderdiği ve emrettiği değil, “birilerinin”
serbest bırakıp emrettiği baş-örtüsüdür. Takvâ örtüsüyle örtünmedikçe örtülen
hiç-bir şey seni koruyamaz. Modern baş-örtüsü, takvâsız baş-örtüsüdür:
“Ey
Âdemoğulları! Size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbiseler
indirdik. Takvâ elbisesi ise daha hayırlıdır” (A’râf 26).
İslâm düşmanları İslâm’ın kamusal alanda görünür olmasına tahammül
edemezler. İslâm’da kamusal alanda bâriz görünür olan şey ise baş-örtüsüdür.
Baş-örtüsüne düşmanlık bu nedenledir. Onu ancak kendi “çağdaş” şekline soktuktan
sonra zorla da olsa kabûl edebiliyorlar.
Kendilerini -hâşâ- Allah gibi görenler, kendilerinde vehmettikleri
gücü, halkın üzerinde görmek isterler ki bu güç halkın üzerinde en bâriz
şekilde “baş”larda gözükür. Bu nedenle de bu yöneticiler halka fes, şapka,
peruk vs. giydirirler. Gerçek güç-sâhibi olan Allah ise, mü’minlerin/mü’minelerin
başlarında, “âhirete dönük örtüler” görmek ister ki müslümanlar bu örtüleri
yıllarca aynı-zamanda kefen olarak kullandılar. Allah’ın kadınların başlarında
görmek istediği örtü ise baş-örtüsüdür (hımar/humur).
Şeytan’ın ilk hamlesi, Âdem’i ve Havva’yı çıplaklaştırmaktı. Tesettür
(giyinme, soyunma değil) insanın temel ihtiyaçlarındandır.
Bâzı kadınlar-kızlar, baş-örtüsü takarak
takvâdan uzaklaşıyorlar. Baş-örtüsünü amacı dışında takmak takvâdan
uzaklaştırır zîrâ.
Ahmet Kalkan:
“Tesettürdeki
gâye ve hikmet, ulemânın ittifâkı ve ümmetin icmâı ile, kadının yabancı
erkeklere karşı cinsî câzibesini gizlemektir. O yüzden, kadının bileğindeki
altın bileziğin gözükmesine izin vermeyen din, kadını daha süslü gösteren bir
eşyânın, bir aksesuar veya baş-örtüsü ya da giysinin kullanımına da izin
vermez. Nûr Sûresi, 31. âyet, kadının yabancı erkeklere ziynetlerini/süslerini
(ve ziynet yerlerini) göstermesini yasaklar. Hâlbuki şimdiki baş-örtülerin ve
dış giysilerin büyük oranda ziynet/süs unsuru olması, aranacak ilk vasıf
sayılabiliyor, ziyneti örtmesi gereken şeyin kendisi tümüyle ziynet özelliğine
uyuyorsa bu nasıl tesettür olabilir? Tuz yiyeceği kokmaktan korur; tuz kokarsa
o yiyeceğin hâli ne olur?
Yozlaştırılmış,
sulandırılmış, ılımlılaştırılmış dînin baş-örtü versiyonu da böyle oluyor demek
ki. Amerikancı müslümanlığın, düzene uygun demokrat müslümanlığın, fri
takılmanın, özgürleşmenin yansıması bunlar. Dîne karşı din, baş-örtüsüne
karşı baş-örtüsü. İçi boşaltılmış tesettür. Vitrinci, slogancı tavrın
netîcesi. Modern muharref müslümanlığın göstergesi, hakla bâtılın giysideki
koalisyonu.
Balık için su ne ise, tesettür de müslüman hanım için odur.
Hayır,
bin kere hayır! Medine’de Kaynuka-oğullarından yahûdilerin, yüzünü açmak
istedikleri ve onu savunan müslümanın bu zulmü yapanı öldürüp sonra şehid
edilmesine sebep olan ve Resûlullah’ın bu olay akabinde uğrunda savaş verdiği
hanımın örtüsü böyle değildi.
Maraş’ta savaş pahasına savunulan baş-örtüsü bu tip baş-örtüsü
değildi.
Nûr Sûresi 31. âyette mü’min hanımlarının yakalarının üstüne
örtmeleri emredilen “humur/hımâr” bu baş-örtüsü değildir.
Ahzâb
Sûresi, 59. âyette mü’min hanımlara emredilen cilbâb; üstlerine giymeleri
gereken dış elbise, şu çarşı-pazarda boy gösteren bayanların giydiği pardösümsü
giysi değildir, hayır!
Hz.
Âişe annemizin, ensar kadınlarının özelliği olarak anlattığı, baş-örtüsü
emrinin hemen ertesi sabahı, sanki başları üstünde karga var gibi örtüler
içinde sabah namazına gelen kadınların örtüleri değildir bu baş-örtüsü.
Yirminci
asrın ortalarına kadar Dünyâ’nın hiç-bir yerinde ve Osmanlı’da mü’mine
hanımların örtülerinin benzeri değildir bu çeyrek örtüler, namaz örtüsüne
benzemiyor bu baş-örtüler.
Tesettür, kadının kimliğini öne çıkaran bir onurdur. Müslüman hanımın,
toplumda dişiliğiyle değil, kişiliğiyle yer edinmesini sağlayan, kadının
sömürülmesine ve eziyet edilmesine karşı, koruyucu bir kalkandır. Kadının
teniyle, derisiyle değil; insanî özellikleriyle topluma katılma arzusudur. Bir
bilinçtir, bir cihaddır, bir ibâdettir tesettür. Baş-örtüsü kadının
baş-tâcıdır.
Günümüzde
cilbâb, yâni pardösü benzeri dış elbise önemsenmez hâle geldiği gibi,
“baş-örtüsü zulmü” farklı bir tepkiyi aşırılaştırdı; tesettür denince sâdece
baş-örtüsü akla gelmeye başladı. Bazı genç bayanlar da sâdece baş-örtüsüyle
yetinmeye başladı. Giderek artan bir ucûbe olarak boneli, baş-örtülü, fakat
makyajlı; baş-örtülü, ama eteği dizlerine kadar yırtmaçlı; baş-örtülü fakat
üstünde sâdece tişörtlü etekli kıyâfetler boy göstermeye başladı. İslâm
kadınının sâdece tesettürü bile yeterli görmesi mümkün değilken, yâni
aynı-zamanda takvâ elbisesi olan iffet, hayâ, saygın kişilik özelliklerini
kuşanmak; tavır, yürüyüş, konuşma, gülme, aşırı serbest hareket vb.
davranışlarda fitne unsuru olabilecek tüm hususlardan sakınmak mecbûriyetinde
olduğu hâlde, sâdece giysi olarak tesettür konusu bile uygulamada büyük çapta
dejenereye uğramaya başladı. Kala-kala sâdece bir baş-örtüsü kaldı; o da zora
gelinince, sözgelimi üniversite uğruna, öğretmenlik vb. amaçlar için
çıkarılabilecek; pazarlık ve tâviz konusu olabilecek; türbanla, şapkayla,
perukla... değiştirilebilecek bir ucuzluğa düştü.
Baş-örtüsü
dînin emirlerinden bir emirdir. Bir-çok dinî görevin yerine getirilmesiyle
baş-örtüsü İslâm’i bir anlam kazanır. Dînin emirlerini yerine getirmeyen ya
da diğer giysi ve davranışları baş-örtüsünün rûhuyla bağdaşmayan insanının
başında ise o sâdece bir bez parçasıdır.
Baş-örtüsü, “başı gitmeden başından gitmeyecek” kadar değer ifâde
eder.
Sâdece
insan elbise giymez, giysi de insanı giyer, yönetir, yönlendirir. Dış, için
aynasıdır. Dışı İslâm’ın anladığı anlamda temiz olmayanın, içinin de çok temiz
olmasına imkân yoktur. Kıyâfetin insan rûhuna etki ettiği de bir vâkıadır. O
yüzden kadın giysisi giyen erkek artık kadın gibi tavırlar takınır. Bunun tersi
de geçerlidir. O yüzden Peygamberimiz, çok küçük yaştaki çocukların bile karşı
cinsin elbiselerini giyinmelerini yasaklar, hattâ karşı cinsi çağrıştıracak
renklerdeki giysileri de. İşte giysinin insan rûhuna bu etkisi, İslâm’ın uygun
görmediği tarzdaki kıyâfetin îmâna da zarar vermesine sebep olabilecektir.
Aynen gerçek îmânın tam tesettürü, takvâ giysisini zorunlu kıldığı gibi.
Bu
gidişle, korkarım bir-kaç sene sonraki makâlelerin başlığı şöyle olacak:
“Şeffaf Baş-örtüsü Tesettüre Uygun mudur?” Ya da “Açık Göbek Modası Baş-örtülü
Bayanlar Arasında Niye Hızla Yayılıyor?” “Baş-örtülü Kızlardan Oluşan Dans
Grubu Nasıl Ortaya Çıktı?” Gazete haber başlıklarından bâzıları da şöyle
olacak: “Güzellik Yarışmasına Katılmak İsteyen Başörtülüler”, “Başörtülü
Şarkıcı ve Sanatçılar Dernek Kuruyor”.
Kraliçe
Çıplak: Andersen’in meşhûr masalındaki çıplak kralın çıplaklığını göre-göre
kabûllenip dile getirmekten çekinenler gibi oldu insanımız. Başlarındaki taç
kabûl ettiğimiz baş-örtüsü ile kral değilse bile bizim mahallenin kraliçeleri
durumundaki baş-örtülülerin örtüyü istismâr edip yozlaştırmasından dolayı
“kraliçe çıplak!” diye bağırmayı göze alanlar olmazsa bu çıplaklık tüm toplumu
mahvedecektir. “Öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sâdece zulmedenlere
erişmekle kalmaz (herkese yayılır ve hepinizi perişân eder). Bilin ki, Allah’ın
azâbı şiddetlidir” (Enfâl 25).
Ne
mutlu, tesettürünü bayraklaştırıp cihadını ilân eden, hicap bilincine sâhip,
takvâ elbisesini hiç üzerinden çıkarmayan iffet ve hayâ timsâli hanımlara!
Kılık-kıyafet ve yaşayış prensiplerini İslâm’i ölçülere göre tanzim edip
nâmusunu muhâfaza eden edepli gençlere!” der.
Post-modern
zamanlarda kadınların çoğu baş-örtüsünü bir aksesuar olarak kullanmaya başladı.
“Makyajsız çıkmam” diyenler gibi, “baş-örtüsüz çıkmam” diyenler peydah oldu.
Onu bir süs nesnesi olarak, bir imaj olarak kullanıyorlar. Hattâ bâzıları onu
“ârızalı” yerlerini gizlemek için kullanıyorlar. Oysa baş-örtüsü ve tesettür
“ziynetlerin örtülmesi” içindir. Amaç budur yâni. Baş-örtüsü imajın değil,
îmânın bir göstergesidir. Mü’min kadının kimliğinin göstergesidir.
Bir
kadının neden namaz kılmadığı, oruç tutmadığı sorulabilse de sorgulanamaz ve bu
konuda ona baskı yapılamaz. (Fakat tesettür konusunda sorgulama-baskı
yapılabilir).
10 sene arka-arkaya doğum yapan bir kadın; hâmilelik, loğusa hâli,
emzirme durumu ve hattâ aybaşı hâli gibi durumlarda ruhsat kullanarak (mevcut
durumları bir hastalık olarak kabûl ederek) oruç tutmasa da olur. Fakat bu süre
boyunca tesettürsüz dolaşamaz. Bu durumlarda bulunuyorken namazı kısaltsa ya da
cem yapsa da olur, ama bu süreç boyunca tesettürsüz olamaz. Hâmile olma durumu
nedeniyle haccı erteleyebilir, ama tesettürü erteleyemez. Çoluk-çocuk, ev işi
vs.den dolayı Kur’ân okumaya vakit ayıramayabilir ya da ayırmayabilir, fakat
tesettürsüz hâlde bulunamaz. Hattâ şöyle bir durum bile vardır: Bir kadın
bile-isteye ve tasarlayarak birini vahşice öldürse ve bunu îtirâf etse, sonra
da îdam ile cezâlandırılsa ve bu kadın 3 aylık hâmile olsa; 6 ay doğum süreci,
24 ay da emzirme süreci boyunca yâni 30 ay boyunca (Ahkâf 15) îdam edilemez. Bu
süreç bitip çocuk emniyete alınana kadar kadının yaşamı güvence altındadır.
Fakat bu 30 ay boyunca tesettürsüz dolaşamaz, tesettürü bırakamaz. Tüm bu
süreç/süreçler boyunca tesettüre uymak zorundadır. Çünkü tesettür,
kadının dîninin direğidir.
Peygamberimiz: “Kadın, namazını kıldığı, orucunu tuttuğu, nâmusunu
koruduğu ve kocasına itaat ettiği zaman, cennet kapılarının dilediğinden girsin”
der. (Ahmed bin Hanbel, I/191)
Ey kadınlar-kızlar! Dîninizin direği olan baş-örtüsünü “bir parça
bez”e indirgemeyin. Onu “bir parça bez” gibi kullanmayın. Baş-örtüsünü ayağa
düşürmeyin!.
Baş-örtüsü tarz değil farzdır. Baş-örtüsü imajın değil, îmânın bir
sonucu olsun. Baş-örtüsünü yâni hımarlarınızı Allah’ın istediği gibi takın,
şeytanların-tağutların istediği gibi değil. Farklı-farklı çirkin örtme
şekilleri belirleyip kafalarınızı “develerin hörgüçlerine” benzetmeyin.
Peygamberimizi: "Ateş
ehlinden iki sınıf vardır, henüz onları görmedim: Yanlarında sığır kuyruğu gibi
bir şeyler taşıyıp onu insanlara vuran insanlar; giyinmiş, çıplak kadınlar
ki bunlar Allah'a taatten dışarı çıkmışlardır. Bunlar, başkalarını da baştan
çıkarırlar. Başları deve hörgücü gibidir. Bu kadınlar cennete girmek şöyle
dursun, kokusunu dâhi almazlar. Hâlbuki onun kokusu şu şu kadar uzak mesâfeden
duyulur" buyurdular. (Müslim, Cennet 53, (2857), 52, (2128).
Baş-örtüsünün mevcut ılımlı modern çağdaş şekilde zoraki kabûl
edilmesi ya da ses çıkarılmaması baş-örtüsüne verilmiş bir özgürlük değildir.
Zâten o özgürlüğü Allah verdikten sonra başkasından da almanın gereği yoktur. Baş-örtüsü
sorunu; “gerçek rengiyle, kumaşıyla, şekliyle, kamunun %100 alanında, kimsenin
yan-gözle bakamayacağı; takmayanların takanlara göre eksik görüleceği; aynen
bayrak gibi “kutsal” olarak görüleceği, kabûl edileceği ve saygı duyulacağı;
Âlemlerin rabbi Allah tarafından vahyedilen Kur’ân’ın en önemli farzlarından
bir farzı kabûl edilip, onun hakkında saygısızca konuşmanın kânûnen de
yasaklandığı ve baş-örtüsünün kadın için dîninin direği, kadın olmanın alâmet-i
fârikası görüleceği” zamâna kadar devâm edecektir. Baş-örtülü kadın “öteki” olarak görülmekten kurtulana
kadar baş-örtüsü sorunu bitmez. “Ancak böyle bir duruma
gelene kadar” baş-örtüsü özgür olmuş olmayacaktır.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Ekim 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder