“Biz
göğü, yeri ve ikisi arasındaki varlıkları oyun olsun diye yaratmadık. Eğer bir
oyun, bir eğlence edinmek dileseydik, bunu herhâlde kendi katımızdan edinirdik.
Yapacak olsak böyle yapardık” (21/Enbiya Sûresi 16-17. âyetler).
1-Ekonomik/İktisâdi Sorun
“Mal
ve nîmetler sizden yalnız zengin olanlar arasında dönüp duran bir kudret aracı
olmasın” (59/Haşr Sûresi
7. âyet).
İnsanlar maddî bir Dünyâ’da maddî bir
bedenle yaşadıkları için maddîyatın konusu olan ekonomiden bağımsız olamazlar.
Bu-yüzden de maddîyata ulaşmak için gerekli işleri/çalışmaları yapmalıdırlar.
Fakat buradaki esas sorun şudur ki; insanlar gayretlerinin karşılığını tam
olarak alamıyorlar. Adâletsiz/eşitsiz bir gelir-dağılımı var. Oysa Allah, tabiat
ile bize çeşitli nîmetleri bedâvaya adâletli ve eşit bir şekilde sunuyor. “O, yer-yüzüne, denge ve dayanıklık sağlayan
dağları yerleştirdi. Onda bereketler yarattı. Ve onda, azıklarını dört-günde
takdir edip düzenledi. İsteyip duranlar için eşit miktarda olmak üzere” (41/Fussilet
Sûresi 10. âyet). Hattâ bir
araştırmaya göre doğa, hiç çalışılmasa bile kişi başına 800 dolar değer
üretiyor. Hem de bu değer Allah tarafından garantilidir. Ne biter ne eksilir. Bu
yüzden bir mü’min, “yarın ne olacağım” diye endişelenmez/endişelenmemelidir. En
başta Allah’a güvenerek, çalışarak, paylaşarak, isrâf etmeyerek/dengeli
tüketerek ve hakkımızı arayarak, yaşamamız için gerekli olan ihtiyâcı
karşılayabiliriz. Açlığın, yoksulluğun asıl nedeni Dünyâ’daki rızıkların
yetersizliği değil, adâletsiz/eşitsiz bir gelir/değer dağılımıdır. Bunun önüne
geçmenin yolunu Kur’ân bize şu âyetlerle bildiriyor…
“Yüzlerinizi
doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, âhiret
gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere îman eden; mala olan sevgisine
rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene
ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahitleştiklerinde
ahitlerine vefâ gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı
zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru
olanlardır ve müttakî olanlar da bunlardır” (2/Bakara Sûresi 177. âyet).
“Sana
neyi infâk (paylaşma) edeceklerini sorarlar. De ki: Hayır olarak infâk
edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda
kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir” (2/Bakara Sûresi 215. âyet).
“Ve
sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: 'ihtiyaçtan artakalanı'. Böylece
Allah, size âyetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz” (2/Bakara Sûresi 219. âyet).
“Ey
îman edenler, kazandıklarınızın iyi olanından ve sizin için yerden
bitirdiklerimizden infâk edin. Kendinizin göz-yummadan alamayacağınız bayağı
şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki, şüphesiz Allah, hiç bir şeye ihtiyâcı
olmayandır, övülmeye lâyık olandır. Şeytan sizi fakirlikle korkutuyor ve size
çirkin hayâsızlığı emrediyor. Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol
ihsan (fazl) vâdediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir” (2/Bakara Sûresi 267-268. âyetler).
“İnfâk
edilenler, Allah yolunda kapanıp kalmış, yer-yüzünde dolaşamaz olmuş yoksullar
içindir. İffet ve onurları yüzünden, câhiller bunları zengin kişiler sanır. Sen
onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ve yırtıklık ederek insanlardan bir şey
istemezler. Nîmet ve imkândan infâk ettiğiniz her şeyi Allah çok iyi
bilmektedir” (2/Bakara Sûresi
273. âyet).
“İnananlar!
Birbirinizin malını karşılıklı rıza ile yapılan ticâretle de olsa haksızlık ve
hile ile yemeyin. Birbirinizi öldürmeyin. Allah size Rahimdir” (4/Nîsa Sûresi 29. âyet).
“İnananlar!
Kendiniz, ananız, babanız ve yakınlarınız aleyhinde dâhi olsa Allah için
tanıklık ederek adâleti gözetin. İster zengin, ister fakir olsun, Allah her iki
gruba da bakar. Öyleyse, kişisel çıkar ve duygularınıza uyarak taraflı
davranmayın. Gerçeği çarpıtırsanız veya tanıklık etmekten çekinirseniz,
bilesiniz ki Allah yaptıklarınızı haber alır” (4/Nisa Sûresi 135. âyet).
“Ey
îman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal-okları ancak Şeytan’ın
işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa
erersiniz” (5/Mâide
Sûresi 90. âyet).
“De
ki: Ana-babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, âileniz,
kazandığınız paralar, bozuk gitmesinden korktuğunuz iş ve hoşlandığınız evler
Allah ve elçisinden ve O'nun yolunda çaba göstermekten daha sevgili ise, Allah
emrini getirinceye kadar bekleyiniz. Allah yoldan çıkmış toplumları doğruya
iletmez” (9/Tevbe Sûresi
24. âyet).
“Sizden,
fazîletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret
edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoş-görsünler. Allah'ın
sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir” (24/Nûr Sûresi 22. âyet).
“Öyle
adamlar ki, ne ticâret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru
namazı kılmaktan ve zekatı vermekten tutkuya kaptırıp alıkoymaz; onlar,
kâlplerin ve gözlerin inkılâba uğrayacağı (dehşetten allak-bullak olacağı)
günden korkarlar” (24/Nûr
Sûresi 37. âyet).
“Ey
insanlar, siz Allah'a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiç
bir şeye ihtiyâcı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır” (35/Fâtır Sûresi 15. âyet).
“İşte
sizler böylesiniz; Allah yolunda infâk etmeye çağrılıyorsunuz; buna rağmen bâzılarınız
cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse, artık o, ancak kendi nefsine cimrilik
eder. Allah ise, Ğaniy (hiç bir şeye ihtiyâcı olmayan)dır; fakir olan
sizlersiniz. Eğer siz yüz çevirecek olursanız, sizden başka bir kavmi getirip değiştirir.
Sonra onlar, sizin benzeriniz de olmazlar” (47/Muhammed Sûresi 38. âyet).
“Ey
îman edenler, sizi acı bir azaptan kurtaracak bir ticâreti haber vereyim mi?
Allah'a ve Resulü’ne îman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda
cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. O da sizin günahlarınızı
bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki
güzel konaklara yerleştirir. İşte 'büyük mutluluk ve kurtuluş' budur” (61/Saf Sûresi 10-11-12. âyetler).
“İnsan;
ne zaman Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir keremde bulunsa, nîmetler
verse: 'Rabbim bana ikrâm etti' der. Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa,
hemen: 'Rabbim bana ihânet etti' der. Hayır; aksine, siz yetime ikrâm
etmiyorsunuz. Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Mirâsı,
sınır tanımaz (helâl, haram aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz. Malı 'bir yığma
tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz” (Fecr Sûresi 15-20. âyetler).
“(Mal,
mülk ve servette) Çoklukla övünmek sizi tutkuyla oyalayıp kendinizden geçirdi. Öyle
ki (bu,) mezarı ziyâretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü” (102/Tekâsür Sûresi 1-2. âyetler).
“Hayır;
eğer siz kesin bir bilgiyle bilmiş olsaydınız, cehenneme doğru yuvarlanmakta
olduğunuzu görürdünüz” (102/Tekâsür
Sûresi 5-6. âyetler).
“Dîni
yalanlayanı gördün mü? İşte yetimi itip-kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen
odur. Vay haline o namaz kılanların/duâ edenlerin ki, namazlarından/dualarından
gaflet içindedir onlar. Riyâya sapandır onlar/gösteriş yaparlar. Ve onlar,
kamu-hakkına/yardıma/zekâta/iyiliğe engel olurlar” (107/Maun Sûresi 1-7. âyetler).
Allah
rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin
altında bulunanlara vermiyorlar ki onda eşit olsunlar. Şimdi bunlar Allah'ın nîmetini
inkar mı ediyorlar?”
(16/Nâhl Sûresi 71. âyet).
İşlerimizi-ticâretimizi dosdoğru bir
şekilde yapmamız insanlar arasında güven sağlaması için şarttır. Peygamberimiz,
ıslak hurmaları kuru hurmaların altına koyup satan bir kişiye şöyle demiştir:
“Hepsini bir yere koy da halk ne sattığını görsün, aksi hâlde
yaptığın aldatma olur. Aldatan bizden değildir”.
Evet; Kur’ân’da ekonomik/iktisâdi
sorunlar ve çözüm-yolları bu şekilde gösteriliyor. Demek ki Kur’ân’ın bu
önerilerini/emirlerini ne kadar uygularsak ekonomik/iktisâdi yâni geçim ile
ilgili dertlerimiz o kadar garantiye alınıyor. Allah’a ne kadar güvenirsek, ne
kadar gayret edersek ve hakkımızı ararsak açlıktan/yoksulluktan o kadar emîn
oluruz.
Unutmayın… İhtiraslarınız ihtiyaçlarınız
değildir.
2-Güvenlik Sorunu
Açlıktan/susuzluktan güven içinde olan
insan doğal olarak hâyâtın diğer alanlarında da güven içinde olmak isteyecektir.
Bunun için ilk yapılması gereken şey; Allah’ın her yerde her zaman bizimle
birlikte olduğunun bilincine varmak ve
Allah’ın hep bizim iyiliğimizi istediğini unutmamaktır. Unutmayalım ki,
Allah’ın kullarına zulmetme ihtimâli bile yoktur. “Size gelip çatan her musîbet ellerinizin kazandığı yüzündendir. Allah
bir-çoklarını da affediyor” (42/Şuârâ Sûresi 30. âyet). Evlerimiz,
bineklerimiz, işimiz, aşımız vs. bize güven vermeli. Ve biz bunun için
elimizden geleni yapmalıyız. Fakat; El Hâfız, El Kayyum, El Mü’min, El Rahim,
El Veli olan Allah gibi hiç-bir şeyin ve hiç kimsenin koruyamayacağı bilinci,
gerçek bir koruma kalkanıdır. Mülkün gerçek sâhibi olan Allah gibi bir koruyucu
yoktur. Bu bilinç ve âhiret-inancı bizde meleke hâline geldiğinde artık refleks
şeklindeki korkularımız hâriç, hiçbir şeyden haşyet-vâri bir korku duymayız.
Allah Kur’ân’da bize kimlerin güvende olduğunu şu âyetlerle bildiriyor:
“Kâbe'yi
halk için bir odak-noktası ve bir güven yeri kıldık” (2/Bakara Sûresi 1425. âyet).
“Bir
iş hakkında insanlarla istişâre et/danış. Karârını verdiğin zaman da artık
Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever” (3/Âl-i İmran Sûresi 159. âyet).
“Îman
edip de îmanlarını her-hangi bir zulümle kirletmeyenler var ya, güvende
olma/güvenilir olma işte onların hakkıdır; doğruyu ve güzeli yakalayanlar da
onlardır” (6/En-am
Sûresi 82. âyet).
“Göklerin
ve yerin gizli bilgileri Allah'a âittir. Tüm iş ve oluş O'na döndürülür. O hâlde
O'na kulluk et, O'na dayanıp güven. Rabbin, yapmakta olduklarınızdan habersiz
değildir” (11/Hud Sûresi
123. âyet).
“Yoksa
Allah'ın azâbından; hepsini saracak bir belânın gelivermesinden veya farkında
değillerken kendilerine ansızın kıyâmetin gelivermesinden güven içinde
midirler?” (12/Yusuf
Sûresi 107. âyet).
“Allah
bir şehri örnek verdi: (Halkı) güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı her yerden
bol-bol gelmekteydi; fakat Allah'ın nîmetlerine nankörlük etti, böylece Allah
yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı” (16/Nâhl Sûresi 112. âyet).
“O
hiç ölmeyecek diriye, o Hayy olana dayanıp güven, O'nu överek tespih et.
Kullarının günahlarından O'nun haberdar olması yeter!” (25/Furkân Sûresi 58. âyet).
“Siz,
her yüksekçe yere bir anıt inşâ edip (yararsız bir şeyle) oyalanıp eğleniyor
musunuz?. Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz?. Tutup
yakaladığınız zaman da zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?. Artık Allah'tan
korkup-sakının ve bana itaât edin” (26/Şuârâ Sûresi 128-131. âyetler).
“Allah'a
dayanıp güven, çünkü sen apaçık gerçeğin üzerindesin” (27/Neml Sûresi 79. âyet).
“Görmediler
mi ki, çevrelerinde insanlar çarpılıp götürülürken Harem'i güven içinde tuttuk.
Hâlâ bâtıla inanıp Allah'ın nîmetine nankörlük mü ediyorlar? (29/Ankebût Sûresi 67. âyet).
“Allah'a
dayanıp güven. Vekil olarak Allah yeter” (33/Ahzab Sûresi 3. âyet).
“İnkârcılara
ve iki-yüzlülere uyma, eziyetlerine aldırma ve Allah'a güven; koruyucu olarak
Allah yeter” (33/Ahzab
Sûresi 48. âyet).
“Âyetlerimiz
hakkında eğri ile doğruyu birbirine katanlar bize gizli kalmazlar. Şimdi,
ateşin içine atılan mı hayırlıdır, kıyâmet günü güven içinde gelen mi?
Dilediğinizi yapın. O, yapıp ettiklerinizi iyice görmektedir” (41/Fussilet Sûresi 40. âyet).
Peygamberimizin de en büyük hayâllerinden
biri, bir kadının yalnız başına yolculuğa çıkıp, Sana’dan Hadramevt’e kadar
(Arap yarımadasının bir ucundan diğer ucu) başına hiçbir şey gelmeden güven
içinde yolculuk yapabilecek bir güven-ortamı oluşturmaktı. Bu hayâlini
gerçekleştirmiştir.
Evet; biz ne kadar “emin” ve “edeb” sâhibi
biri olursak, korkularımızdan da o kadar emin oluruz.
Edeb bir tâc imiş nûr-i Hüdâ’dan; Giy ol
tâcı emin ol her belâdan…
“Allah
barış/güvenlik yurduna çağırır ve kimi dilerse/kim dilerse dosdoğru yola
yöneltip-iletir” (10/Yûnus
Sûresi 25. âyet).
3-Gıdâ ve Sağlık Sorunu
İnsanlar için diğer bir sorun helâl ve
temiz gıdâ sorunudur. Sağlıksızlığın başlıca sebebi helâl ve temiz gıdâlar ile beslenemeyişimizdir.
Ayrıca kötü/kirli hava ve çevre şartları da sağlık sorunlarının baş-nedenlerinden
biridir. Helâl ve temiz gıdâ Kur’ân’ın üzerinde çok durduğu bir konudur. Çünkü
haram ve pis gıdâlarla beslenen toplumlarda, zihinsel ve eylemsel hareketlerde
sapmalar olur. İnsan yediklerine göre eylem üretir çünkü. Günümüzde
tükettiğimiz gıdâlar çok büyük oranda hem helâl değildir hem de temiz (tayyib)
değildir. GDO (Geni Değiştirilmiş Organizmalar) denilen bu gıdâlar bizi belki
fizîken doyurabilir fakat biyolojik olarak doyurmaz/doyurmuyor. Bu sebeple kendimizi
sürekli aç durumda hisseder ve sürekli yemek isteriz. Yaşamak için yemek
yerine, yemek için yaşamaya başlarız. Bu da bizim bir çeşit yemek kölesi hâline
gelmemize sebep olur. Allah bize yiyip-içtiğimize dikkat etmemizi Kur’ân’da
defaatle şöyle bildirir:
“Ey
îman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz/helâl olanlarından yiyin; eğer
sâdece O’na kulluk ediyorsanız, Allah’a şükredin. O’na karşı diliniz, bedeniniz
ve malınızla, kulluk borcunuz olan şükrü yerine getirin. Allah size sadece
ölmüş (murdar hayvan)ı, kanı, (hem etinin hem tabiatının pisliğinden dolayı)
domuz etini ve Allah’dan başkası yâni putlar ve şahıslar adına kesileni haram
kıldı. Fakat kim de mecbur kalırsa, istekli olmayarak ve sınırı aşmadan sırf
ölmemek için yerse ona hiçbir günah yoktur. Allah çok bağışlayıcıdır, çok
merhametlidir” (2/Bakara
Sûresi 172-173. âyetler).
“Ölü
hayvan (leş), (çıkmış) kan, domuz eti, Allah’dan başkası adına boğazlanan;
henüz canı çıkmadan yetişilip şartlarına uygun tarzda kesilenler dışındaki
boğulmuş, (taş veya sopa vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp
ölmüş, başka bir hayvan tarafından boynuzlanma netîcesinde ölmüş ve yırtıcı
hayvanlarca parçalanmış; bir de dikili putlaştırılmış taşlar için boğazlanmış
hayvanların etlerini yemeniz ve fal-oklarıyla kısmet (şans) aramanız size haram
kılındı. İşte bunları yapmak, Allah’a itaâtsizliktir. Bu-gün küfre
sapanlar/inkârcılar dîniniz(i ortadan kaldırıp sizi kendilerine çevirmek)ten
ümidi kestiler, artık onlardan korkmayın, benden korkun! Bu-gün dîninizi
hükümleriyle kemâle erdirdim, size nîmetimi tamamladım, sizin için din olarak
(hayat-tarzı olan) İslâm’ı beğenip seçtim. İşte dindeki bu yasaklara uymakla
beraber kim açlıktan çâresiz kalırsa, günaha meyletmeksizin/istek duymaksızın
bu sayılan haram etlerden yiyebilir. Çünkü Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhâmet
edicidir. Kendilerine hangi şeylerin helâl edildiğini sana sorarlar. De ki: Bütün
iyi ve temiz olanlar size helâl kılındı. Alıştırarak Allah’ın size
öğrettiğinden kendilerine öğrettiğiniz avcı hayvanların kendilerine değil, size
tutuverdiklerinden öldürseler bile yiyin ve üzerine bunları salarken Allah’ın
adını anın, besmele çekin. Allah’ın emrine uygun yaşayın/aykırı davranmaktan
sakının. Şüphesiz ki Allah hesâbı çok çabuk görendir. Bu-gün size iyi ve temiz
olanlar helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin İslâm’a uygun yiyeceği
avladığı ve kestiği size helâl ve sizin kestiğiniz yiyeceğiniz de onlara
helâldir. Mü’minlerden nâmuslu/iffetli kadınlarla sizden önce kendilerine kitap
verilenlerden nâmuslu hür kadınlar, -(siz) nâmuslu/iffetli, zinâya sapmamış ve
(onları) gizli dost da edinmemiş olarak- kendilerine mehirlerini ver(ip nikâh
ed)ince (size helâldirler). Kim ilâhî hükümlere inanmayı kabûl etmez/inkâr
ederse, onun bütün ameli boşa gitmiştir. O âhirette de zarar ve ziyâna
uğrayanlardandır”
(5/Mâide Sûresi 3-5. âyetler).
“Ey
îman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı temiz (yiyecek ve giyecek) şeyleri
(kendinize) haram edip yasaklamayın ve sınırı da aşmayın. Çünkü Allah, sınırı
aşanları sevmez. Allah’ın size temiz ve helâl olarak verdiği
rızıklardan yiyin. Kendisine îman ettiğiniz Allah’dan korkun, helâllerden
kendinizi men etmeyin, yasaklarından da sakının” (5/Mâide Sûresi 87-88.
âyetler).
“Ey
îman edenler! Şarap/içki, kumar, tâzim edilen dikili taşlar, şans (fal) okları
ve zarları, Şeytan ve kötü insana âit murdar (pis) işlerdir; artık bunlardan
kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla sâdece
aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak
ister. Artık bunlardan tamâmen vazgeçtiniz değil mi?” (5/Mâide Sûresi 90-91.
âyetler).
“Onlara
temiz/hoş şeyleri helâl, kendilerince helâl saydıkları veya amel olarak pis ve
murdar şeyleri de haram kılar. Onların sırtından ağır yükü ve üzerlerinde olan
zincirleri zor teklifleri kaldırır. Artık ona inanan, ona hürmet eden, ona
yardım eden ve onunla berâber indirilen nûra (Kur’ân’a) uyanlar var ya, işte Dünyâ
ve âhirette kurtuluşa erenler sâdece onlardır” (7/A’raf Sûresi 157. âyet).
“Size
rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz/helâl olanlarından yiyin, bu hususta
azgınlık etmeyin. Sonra gazâbım üzerinize iner. Kimin de üzerine gazâbım
inerse, hiç kuşkusuz o, uçuruma düşmüş helâk olmuştur. (20/Ta-ha Sûresi 81. âyet).
“Ey
Resûller! Temiz/helâl şeylerden yiyin ki sâlih amel işleyesiniz. Çünkü ben yaptıklarınızı
hakkıyla bilenim. (23/Mü'minun
Sûresi 51. âyet).
Peygamberimiz de yiyeceğine-içeceğine dikkat
ederdi ve insanlara da bunu tavsiye ederdi. Bâzı yiyecekleri de tavsiye
etmiştir ki bunlardan bazıları şunlardır: Bal-şerbeti, çörek otu, acve hurması,
kust-u hindi (bir çeşit şifalı bitki), sütlü çorba, bal vs. Ayrıca kan
aldırmayı (hacamat) da tavsiye etmiş ve kendisi de uygulamıştır.
Zihnin/aklın sağlam olması için önce
yediğimize-içtiğimize dikkat etmemiz gerekir. Ne kadar doğal gıdâyla beslenip
sağlıklı olursak, düşüncelerimiz ve eylemlerimiz de o oranda sağlıklı
olacaktır. Ne yerseniz onu işlersiniz. Çünkü insan yediğidir.
4-Ahlâk/Edeb Sorunu
İnsanların hattâ insanlığın en büyük
sorunlarından biri de ahlâk yokluğu ve bundan doğan olumsuz ahlâk-dışı
düşünceler/sözler/eylemlerdir. Bu durumun en büyük sorumluları inançlı fakat
pasif durumdaki “iyi”lerdir. Bu pasif iyilik aktif iyiliğe dönmedikçe de
değişiklik olmayacaktır. “Bir topluluk
kendisini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez” (13/Ra’d
Sûresi 11. âyet). İşte bu değişikliğe birey olarak kendimizden başlamamız
gerekmektedir. Daha sonra âile, cemaat, sokak, mahalle, ilçe, il vs.. diye
küresel bir ahlâkî değişime doğru gidilmelidir. Bunu yapmadığımız/yapamadığımız
müddetçe ahlâksızlıktan doğan sorunlar/dertler başımızdan eksik olmayacaktır.
Bu konuda da yine “en doğru yola ulaştıran” Kur’ân’ı merkeze koymalıyız. Kur’ân-ı
Kerim ahlâk konusunda peygamberimizi örnek göstererek şu âyetlerle ufkumuzu
açar…
“Rabbimiz,
içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara âyetlerini okusun, Kitabı ve hikmeti
öğretsin ve onları arındırsın. (Böylece ahlâk onlarda meleke hâline gelsin)
Şüphesiz, Sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet sâhibisin” (2/Bakara Sûresi 129. âyet).
“Öyle
ki size, kendinizden, size âyetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap
ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik” (2/Bakara Sûresi 151. âyet).
“Allah'a
verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar (ve bu şekilde ahlâksızlıklarını
ortaya koyanlar) var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur; Allah kıyâmet
günü onlarla hiç konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir.
Onlar için acı bir azap vardır” (3/Âl-i İmran Sûresi 77. âyet).
“Andolsun
ki Allah, müminlere kendilerinden, onlara kendi âyetlerini okuyan, onları
arındıran ve onlara kitab ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle büyük
bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık (ahlâksızlık)
içindeydiler” (3/Âl-i
İmran Sûresi 164. âyet).
“Ey
îman edenler! Şeytan’ın adımlarını tâkip etmeyin Kim Şeytan’ın adımlarını tâkip
ederse, şunu bilsin ki o, edepsizlikleri ve kötülüğü (ahlâksızlığı) emreder.
Eğer üstünüzde Allah'ın lütuf ve merhâmeti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse
temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir” (24/Nûr Sûresi 21. âyet).
“Gittiğiniz
yerlerde kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer
size, "Geri dönün!" denilirse, hemen dönün Çünkü bu, sizin için daha
temiz bir davranıştır. Allah, yaptığınızı bilir” (24/Nûr Sûresi 28. âyet).
“Mü'minlere
söyle: Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar.
Bu, onlar için daha temizdir. Gerçekten Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır.
Mü'min kadınlara söyle: Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve
ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni
hâriç. Baş-örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar.
Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da
kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin
oğullarından ya da kız-kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya
da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyâcı olmayan (arzusuz
veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini
tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin
diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah'a tevbe edin ey mü'minler,
umulur ki felah bulursunuz” (24/Nûr Sûresi 30-31. âyetler).
“(Ey
Peygamber) Gerçekten senin için kesintisiz bir ecir vardır. Çünkü sen muhteşem bir
ahlâk üzeresin”
(68/Kalem Sûresi 3-4. âyetler).
“Hem
günah çeken bir kimse, başkasının günahını çekmeyecek; yükü ağır basan, onun
yüklenilmesine çağırsa da ondan bir şey yüklenilmeyecek, isterse bir yakını
olsun. Fakat ancak o kimseleri sakındırırsın ki, gaybda Rablerinin korkusunu
duyarlar, namazı dürüst kılarlar. Temizlenen de sırf kendisi için temizlenir.
Nihâyet dönüş Allah'adır” (35/Fâtır
Sûresi 18. âyet).
Bir ahlâk âbidesi olan Peygamberimiz
(s.a.v.) de ahlâk ile ilgili şu sözleri söylemiştir:
“Din, güzel ahlâktır”.
“Sizin îmanca en güzeliniz, ahlâkça en güzel olanınızdır”.
“Mü’minlerin îman yönünden en fazîletlisi ahlâkça en iyi
olanıdır”.
“Şüphesiz güzel ahlâk, güneşin buzu erittiği gibi günâhları
eritir”.
“Bir insan az ibâdet etse de, güzel ahlâkı sâyesinde en
yüksek dereceye kavuşur”.
“Sizden biri öfkelendiğinde ayakta ise otursun. Öfkesi geçerse
ne âlâ!Yoksa uzanıp yatsın”.
Ya Resûlullah, en çok neden korkmalı ve endişe etmeliyim?
diye sordum. Resûlullah (asm) dilini tuttu ve ''İşte bu!'' diye buyurdu.
“Hangi hâlde bulunursan-bulun Allah’tan kork. Yaptığın kötü
bir işin arkasından bir iyilik yap ki, o, onu yok etsin. İnsanlara güzel ahlâkla
muamele et, iyilikle davran”.
“Kuvvetli kimse güreşte başkalarını yenen değil, öfke
hâlinde nefsine hâkim olandır”.
“Küçüklerimize şefkat, büyüklerimize saygı göstermeyen
bizden değildir”.
“Her duyduğunu söylemesi kişiye günah olarak yeter”.
“Hiç kimse öfkeli iken iki kişi arasında hüküm vermesin”.
“İnsanlar içinde aklen en olgun olanı, ahlâken en güzel
olanıdır”.
Evet, ahlâk; yaratılışa uygun davranış
sergilemektir ki insanı hem korur, hem saygınlaştırır, hem disipline eder, hem
mütevâzi kılar, hem de Allah’ın sevdiği ve razı olduğu bir kul hâline getirir. Ahlâksızlara
karşı sergilenecek en etkili şey, ahlâklı sözler ve eylemlerdir.
5-Cehâlet Sorunu
İnsanlığın en büyük belâlarından biri
olan cehâlet daha çok “câhil bırakılmak”la ilgilidir. Tağutlar insanları geçim
sıkıntısı ve hastalık gibi dertlere müptelâ ederek, onların okul bitirmiş olsa
bile câhil kalmalarına neden oluyorlar. Kur’ân’a göre câhil, okuma-yazma
bilmeyen, hesaptan-kitaptan anlamayan biri değil, kendini bilmeyen biridir.
Kendini kaybetmiş olanlara câhil der Kur’ân. Uyanmasının önüne geçen faktörler
de çok olunca, artık cehâletten kurtulması ya çok gayret etmesine ya da cehâletten
kurtulma yolunda olan kişi ve gruplar ile temâsa geçmek yoluyla olacaktır. Kur’ân-merkezli
bir okuma ile ancak cehâletten kurtulunabilir. Kur’ân okuma ile Kur’ân merkezli
okuma farklı şeylerdir. Sürekli Kur’ân okuyup da (aslında okudukları Kur’ân
değil mushaftır) câhil kalan insanlar da vardır. Allah Kur’ân’da cehâletin
kötülüğünü bize şu âyetlerle bildirir ve sakındırır:
“Allah'ın
(kabûlünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehâlet nedeniyle kötülük yapanların,
sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini
kabûl eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (4/Nisa Sûresi 17. âyet).
“Sen
af (veya kolaylık) yolunu benimse, örf ile emret ve câhillerden yüz çevir” (7/A’raf Sûresi 199. âyet).
“Allah'ın
izni olmadıkça hiç-bir kimsenin îman etmesi mümkün değildir. Akıllarını güzelce
kullanmayanları Allah pislik/rezillik içinde bırakır!” (10/Yûnus Sûresi 100. âyet).
“(Yusuf)
Dedi ki: “Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden (zîna)
bana daha sevimlidir. Kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara
(korkarım) eğilim gösterir, (böylece) câhillerden olurum” (12/Yusuf Sûresi 33. âyet).
“Sonra
gerçekten Rabbin, cehâlet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe
eden ve ıslah olanlar(la berâberdir). Şüphesiz Rabbin bundan sonra
bağışlayandır, esirgeyendir” (16/Nâhl Sûresi 119. âyet).
“O
çok merhâmetli Allah'ın (has) kulları onlardır ki, yer-yüzünde tevâzu ile
yürürler ve câhil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin)
"selam" derler (geçerler)” (25/Furkân Sûresi 63. âyet).
“Gerçek
şu ki, biz emânetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu
yüklenmekten kaçındılar ve sorumluluktan dolayı korkuya kapıldılar; Nihâyet onu
insan yüklendi. Lâkin o da câhil ve zâlim biri olup çıktı” (33/Ahzab Sûresi 72. âyet).
“De
ki: Ey câhiller, bana Allah'ın dışında bir başkasına mı kulluk etmemi
emrediyorsunuz?” (39/Zümer
Sûresi 64. âyet).
Peygamberimizin cehâlet ile ilgili hadisleri
şu şekildedir:
“Her kişinin dostu aklıdır; düşmanı da cehâletidir”.
“Câhillerin kâlplerini arzular yerinden oynatır, boş ümitler
rehin alır ve tuzaklar avlar”.
“İnsanlar içinde aklen en olgun olanı, ahlâken en güzel
olanıdır”.
“Tavırları güzel ve sempatik bir adamdan size bir haber
gelirse, siz asıl onun aklının güzelliğine bakınız; çünkü bu insan, aklının
düzeyine göre yapıp ettiklerinin karşılığını görecektir”.
“Akıl, ayıpları örten bir perdedir. Fazîlet, açık bir
güzelliktir. O hâlde yaratılışından gelen karakter bozukluklarını, erdemlerinle
ört. Hevânı aklınla öldür. O zaman insanların sana yönelik dostlukları devâm
eder ve sana sevgi gösterirler”.
“Allah ile kullar arasındaki hüccet (kanıt) peygamberdir.
Kullar ile Allah arasındaki hüccet ise akıldır”.
“Akıl mü'minin kılavuzudur”.
“Ey Ali! Cehaletten daha çetin bir yoksulluk ve akıldan daha
faydalı bir mal yoktur”.
Evet; cehâlet bizim başımıza gelen bütün
kötülüklerin nedenidir. İnsanlar en çok belâya, akıllarını en fazla kullanmayıp
câhil kaldıklarında mâruz kalmışlardır. Rahman ve Rahim sâhibi Rabbimiz merhâmet
ederek elçilerini göndermiş ve bizi bu pislikten kurtarmıştır. Tüm peygamberler
cehâleti/bâtılı yok etmek için gönderilmiştir. Bu konuda insanlara düşen şey
ise, Allah’ın kitabını ve elçilerini dinleyip tâkip etmektir.
“Hayır,
biz hakkı bâtılın üzerine fırlatırız da o, onun beynini parçalar. Bir de
bakarsın o yok olup gitmiştir. Yakıştırdığınız niteliklerden ötürü yazıklar
olsun size!” (21/Enbiya
Sûresi 18. âyet).
6-İletişim(sizlik) Sorunu
İletişim insan olmanın en güçlü
göstergesidir denilebilir. Allah bütün varlıkla konuşur, hepsine kendi dillerinde
vahyeder. Allah’ın, varlıkla/kullarıyla konuşması kendi özellikleri üzerinden
olur. Meselâ bal-arısına vahy eder ve der ki: “Rabbin bal-arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları
çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin
sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü
renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifâ vardır. Şüphesiz düşünen
bir topluluk için gerçekten bunda bir âyet vardır” (16/Nâhl Sûresi 68-69.
âyetler). Her varlığa bu şekilde kendi özelliklerine göre vahyeder. İnsana da
vahyetmiştir ve insanlık târihinde bu iletişim sürekli devâm etmiştir. Allah
insanla diğer varlıklara göre farklı şekillerde de konuşur.. “Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer
için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde-arkasından veya bir
elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O,
yücedir, hüküm ve hikmet sâhibidir” (42/Şûra Sûresi 51. âyet).
Allah insanlarla konuşurken genelde baskıcı
bir dil kullanmaz. Yumuşak söyler ve elçilerine de yumuşak sözle konuşmalarını
buyurur: “İkiniz Firavun'a gidin, çünkü
o, azmış bulunuyor. Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya
içi titrer-korkar” (20/Ta-ha Sûresi 44. âyet). Peygamberlerin tamâmı çok nâzik
konuşurlardı. İnsanlarla olan iletişimleri onların asli görevleriydi. O yüzden
bu işi en iyi bir şekilde yapmaya gayret etmişlerdir. Elçileri örnek alması
gereken bizlerin de dînî/dünyevî her konuda insanlarla ve diğer canlılarla
iletişime geçmemiz ve konuşurken en güzel ifâdelerle konuşmamız gerekir. Bunun
için gayret göstermemiz gerekir.
Allah Kur’ân’da iletişim/konuşma
örneklerini şu âyetlerle verir:
“Rabbin
kesin olarak şunları emretti: Ancak kendisine ibâdet edin, anne ve babaya
iyilik edin. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın
onlara "öf" bile deme ve onları azarlama. İkisine de tatlı ve güzel
söz söyle. İkisine de acıyarak tevâzu kanatlarını indir. Ve şöyle de: Ey Rabbim!
Onların beni küçükken terbiye edip yetiştirdikleri gibi, sen de kendilerine
merhâmet et” (17/İsrâ
Sûresi 23-24. âyetler).
“(Ey
Resûlüm! Kullarıma söyle ki, sözün en güzelini konuşsunlar (ki kimsenin kâlbi
kırılmasın.) Çünkü Şeytan aralarını bozar. Gerçekten Şeytan insanın apaçık
düşmanıdır” (17/İsrâ
Sûresi 53. âyet).
“Onlar
ki, boş (sözden) ve faydasız işten yüz çevirirler” (23/Mü’minün Sûresi 3. âyet).
“Onlar
ki, yalan şâhitlik etmezler, boş-söz konuşanlara rastladıkları vakit vakarla,
efendice oradan geçip giderler. Onlar boş söz işittikleri zaman, ondan yüz
çevirirler” (28/Kasas
Sûresi 55. âyet).
“İnsanlara
yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yer-yüzünde yürüme. Çünkü
Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. Yürüyüşünde orta bir yol tut,
sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı
gerçekten eşeklerin sesidir” (31/Lokman Sûresi 18-19. âyetler).
“İnsan
hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen (dediklerini yazan bir) melek
bulunmasın” (50/Kaf
Sûresi 18. âyet).
“Öğüt
(sâdece bazılarına) fayda verse de hatırlatmaya devam et” (87/Âlâ Sûresi 9. âyet).
Peygamberimizin insanlarla olan
konuşmaları ve iletişimi ise şöyleydi:
Eve girildiğinde âile efradına selâm
verilmesi tavsiye edilerek:
“Âilenin yanına girdiğinde selâm ver ki sana ve
ev-halkına bereket olsun”.
Eşlerin birbirlerine sevgi ve muhabbet
içerisinde olmaları tavsiye edilerek:
“Bir müslüman eşine sevgiyle baktığı, eşi de
aynı şekilde ona baktığı zaman Allah her ikisine de rahmetle bakar”.
“Kim haksızken tartışmayı bırakırsa, cennetin kıyısında onun
için bir köşk yapılır. Haklı olduğu hâlde bırakırsa, cennetin ortasında onun
için bir köşk yapılır. Kimin de ahlâkı güzel olursa, ona cennetin en üstünde
köşk yapılır”.
“Âhir-zamanda yalancı deccâller olacaktır. Sizin
ve babalarınızın duymadıkları hadîsleri size sunacaklar. Dikkat edin ve
onlardan uzak durun da sizi şaşırtıp saptırmasınlar”.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem
buyurdu:
“İnsan sabaha erişince organları, dili susturup şöyle
derler: Hakkımızda Allah’tan kork! Çünkü biz seninle berâberiz, doğru olursan
biz de doğru oluruz, eğri olursan biz de eğri oluruz”.
“Kim bana iki bacağı arası ile iki dudağı
arasını garanti ederse, ben de ona cenneti garanti ederim”.
“Kişinin, kanıtsız ve dayanaksız söz söylemesi
ne kötüdür”.
“Allâh'ı zikretmeksizin çok konuşmayın! Allâh'ın
zikri dışında çok söz söylemek kâlbi katılaştırır. Katı-kâlpli olanların ise
Allâh'tan en uzak kimseler olduğunda şüphe yoktur”.
Evet, bir iletişim yoksa; başta Rabbimiz;
eşlerimiz; çocuklarımız; ana-babamız; âilemiz; komşularımız; arkadaş/dostlarımız
ve bütün insanlarla hattâ hayvan-bitki-dağ-taş ile de iletişimimiz yok
demektir. İletişimin olmadığı yerde sevgisizliğin, kinin, düşmanlığın, açlığın,
yoksulluğun-yoksunluğun, acının, öfkenin tefrikanın ve her-türlü yolsuzluğun ayyuka
çıkması kaçınılmaz olur. Hâlbuki Allah bize diller vererek ve bu dili
kullanarak çok büyük bir nîmet vermiştir. Bu nîmeti en iyi şekilde kullanmak
farzdır.
Sesimizi değil, sözümüzü yükseltmeliyiz.
Yerine göre üslubun sertleşmesi gereken yerler olsa da, tatlı-dil yılanı bile
deliğinden çıkarır.
7-Tefrika Sorunu
Tefrika konusu dinler târihinin de
insanlık târihinin de en önemli konusudur. Mevcut kötü durumların çoğunun
sebebi geçmişte meydana çıkan tefrikaların sonucudur. Başta asr-ı saadet dönemi
olmak üzere tüm olumlu yönetimler ve gidişatlar, tefrikalar nedeniyle son
bulmuş ve kaos başlamıştır. Neredeyse her türlü şiddetin arkasında tefrikalar
yatmaktadır. Kur’ân bu fitneyi defaatle vurgulamış ve çeşitli âyetleriyle
insanları uyarmıştır. Ama ne yazık ki bu uyarılara kulak asmayan insanlar
tefrikayı başlatmış ve sürdürmüşlerdir. Peygamberimiz ve ondan sonra gelen sâlih
kişiler de bu tefrikalarla uğraşmak zorunda kalmışlardır. Şeytan en çok da bu
tefrika konusunda insanları kandıra-gelmiştir. Bütün ilâhi kitaplarda tefrikayı
ber-taraf etmek ya da tefrikanın oluşmasını önlemek için vahiyler inmiştir. İlâhi
kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de bu konu şu âyetlerle dile getirilir…
“Kendisine
apaçık deliller geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın.
Onlar için kıyâmet günü büyük bir azap vardır” (3/Âl-i İmran Sûresi, 105. âyet).
“Ey
îman edenler! Allah’tan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkun. Sakın siz müslüman
olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin. Hepiniz topluca sımsıkı Allah’ın ipine
sarılın, parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın size olan nîmetini hatırlayın. Hani
siz birbirinize düşman idiniz. Allah gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nîmeti
sâyesinde kardeşler olmuştunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken,
oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, doğru yolu bulasınız diye size
âyetlerini böyle açıklıyor” (3/Âl-i İmran Sûresi, 102-103. âyetler).
“Onların
gönüllerini birleştiren Allah’tır. Eğer sen yer-yüzünde bulunan her şeyi
verseydin yine onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların
aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O Aziz’dir, hüküm ve hikmet sâhibidir” (8/Enfal Sûresi 63. âyet).
“Sen
onları derli-toplu sanırsın, halbûki kâlpleri darmadağınıktır” (59/Haşr Sûresi 14. âyet).
“Siz
beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder,
kötülükten vaz-geçirmeye çalışırsınız ve Allah’a inanırsınız” (3/Âl-i İmran Sûresi 110. âyet).
“İçinizden,
insanları hayra çağıracak, iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacak bir
topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kendisine
apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın.
Onlar için kıyâmet günü büyük azap vardır” (3/Âl-i İmran Sûresi 104-105.
âyetler).
“İşte
böyle. İnkâra sapanlar bâtıla uydular, îman edenler ise Rabblerinden gelen
Hakk’a uydular”
(47/Muhammed Sûresi 3. âyet).
“Müminler
ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan
korkun ki, size merhâmet edilsin” (49/Hucurat Sûresi 10. âyet).
“Siz
gerçekten inanıyorsanız Allah’tan korkun, aranızı düzeltin, Allah’a ve
peygamberine itaât edin” (8/Enfâl
Sûresi 1. âyet).
“Kendisinin
adını öne sürerek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan korkun ve akrabalık
bağlarını kesmekten sakının” (4/Nîsa Sûresi 1. âyet).
“Sizin
yegâne dostunuz Allah’tır, O’nun Peygamber’idir ve Allah’ın emirlerine boyun
eğerek namaz kılan, zekât veren müminlerdir” (5/Mâide Sûresi 55. âyet).
“Mümin
erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileri (dostları ve
yardımcılarıdırlar.) Onlar iyiliği emreder, kötülükten men-ederler. Namazı
dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah’a ve Peygamber’ine itaât ederler.
İşte Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz ki Allah Aziz’dir, hüküm ve hikmet
sâhibidir” (9/Tevbe
Sûresi 71. âyet).
“Hepiniz
Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanıp ayrılmayın” (3/Âl-i İmran Sûresi 103. âyet).
“Allah'a
ve Resûlüne itaât edin. Birbirinizle çekişmeyin, aksi taktirde zaafa düşer,
kuvvet ve devletinizi elden kaçırırsınız” (8/Enfâl Sûresi 46. âyet).
“Ey
îman edenler, eğer bir fâsık size bir haber getirirse onu etraflıca araştırın.
Yoksa cehâlet sonucu bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize
pişman olursunuz”
(49/Hucurat Sûresi 6. âyet).
Peygamberimiz de bu konuda çok hassas
davranmış ve bu konuya çok önem vermiştir. Bu noktada şunları söylemiştir:
“Hamd olsun o Allah’a ki bizi İslâm dîni ile aziz etti. Îman
ile şereflendirdi. Muhammed hürmetine bizi rahmetine nâil kıldı. Dalâletten kurtardı.
Dağınık iken onun sâyesinde bir-araya getirdi. Kâlplerimizi birbirine
ısındırdı. Düşmanlarımıza karşı muzaffer kıldı. Memleketler ihsân etti. Bizi
birbirini seven kardeşler hâline getirdi. Ey Allah’ın kulları! Bu nîmetlerden
dolayı Allah’a hamd ve senâ ediniz”.
“Rûhum kudret elinde bulunan Allah’a yemin
ederim ki, îman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de
hakkıyla îman etmiş olamazsınız”.
Efendimiz bir gün yere bir çizgi çizerek
“bu Allah yoludur” buyurdular. Yine bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler
çizdikten sonra “Bunlar da yollardır, bu yolların her birisinde insanları o
yola çağıran birer Şeytan bulunur” buyurdular ve:
“İşte bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona
uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah’ın yolundan ayırmasın”
buyurur.
“Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise
nifaktan”.
“Fâsığa ikram eden kimse İslâmiyet’in
yıkılmasına yardım etmiş olur. Fâsığa yardım eden de fasıklardan olur”.
“Bir mü’min diğer bir mü’min için birbirine
kenetlenen tuğlalar gibidir. Birbirinden kuvvet alır”.
“Bir kimseye şer olarak bir müslüman kardeşine
hakaret etmesi kâfidir. Ola ki Allah-u Teâlâ’nın bir veli kulunu hor görmüş
olursun. Bu da senin helâk olmana vesile olur”.
Demek ki kurulmaya çalışılan bir yapı çok
sağlam temellere oturmalı, yapı kurulduktan sonra da disiplin elden
bırakılmamalı ve hak sistem sürekli güncellenmelidir. Fitnecilere fırsat
verilmemelidir. Aksi-hâlde çeşitli tefrikalar çıkacak ve insanlar yukarıda
saydığımız çeşitli dertlere dûçar olacaklardır. Bu duruma düşüldükten sonra düzeni
tekrar eski durumuna getirmek ya çok zor olur ya da uzun bir zaman eski hak
düzene dönülemez. Tefrikayı kendimizden başlayarak; âile, eş-dost, çevre,
devlet-millet süreciyle bitirip adâletli bir düzene çevirmeliyiz. Bunun için de
ne gerekiyorsa yapmalıyız. Çünkü bu durum, dikkatli bakılırsa çok olumsuz bir
durumdur. Bu olumsuzluğu Kur’ân: “Fitne/baskı
ve bozgunculuk, adam öldürmekten daha kötüdür” (2/Bakara Sûresi 191. âyet)
diyerek dile getirir.
Tefrika girmeden bir millete düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Hazîran 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder