3 Şubat 2015 Salı

İnsanların-Müslümanların Ana Sorunları



“Biz göğü, yeri ve ikisi arasındaki varlıkları oyun olsun diye yaratmadık. Eğer bir oyun, bir eğlence edinmek dileseydik, bunu herhâlde kendi katımızdan edinirdik. Yapacak olsak böyle yapardık” (21/Enbiya Sûresi 16-17. âyetler).

1-Ekonomik/İktisâdi Sorun

“Mal ve nîmetler sizden yalnız zengin olanlar arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın” (59/Haşr Sûresi 7. âyet).

İnsanlar maddî bir Dünyâ’da maddî bir bedenle yaşadıkları için maddîyatın konusu olan ekonomiden bağımsız olamazlar. Bu-yüzden de maddîyata ulaşmak için gerekli işleri/çalışmaları yapmalıdırlar. Fakat buradaki esas sorun şudur ki; insanlar gayretlerinin karşılığını tam olarak alamıyorlar. Adâletsiz/eşitsiz bir gelir-dağılımı var. Oysa Allah, tabiat ile bize çeşitli nîmetleri bedâvaya adâletli ve eşit bir şekilde sunuyor. “O, yer-yüzüne, denge ve dayanıklık sağlayan dağları yerleştirdi. Onda bereketler yarattı. Ve onda, azıklarını dört-günde takdir edip düzenledi. İsteyip duranlar için eşit miktarda olmak üzere” (41/Fussilet Sûresi 10. âyet). Hattâ bir araştırmaya göre doğa, hiç çalışılmasa bile kişi başına 800 dolar değer üretiyor. Hem de bu değer Allah tarafından garantilidir. Ne biter ne eksilir. Bu yüzden bir mü’min, “yarın ne olacağım” diye endişelenmez/endişelenmemelidir. En başta Allah’a güvenerek, çalışarak, paylaşarak, isrâf etmeyerek/dengeli tüketerek ve hakkımızı arayarak, yaşamamız için gerekli olan ihtiyâcı karşılayabiliriz. Açlığın, yoksulluğun asıl nedeni Dünyâ’daki rızıkların yetersizliği değil, adâletsiz/eşitsiz bir gelir/değer dağılımıdır. Bunun önüne geçmenin yolunu Kur’ân bize şu âyetlerle bildiriyor…

“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere îman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefâ gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttakî olanlar da bunlardır” (2/Bakara Sûresi 177. âyet).

“Sana neyi infâk (paylaşma) edeceklerini sorarlar. De ki: Hayır olarak infâk edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir” (2/Bakara Sûresi 215. âyet).

“Ve sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: 'ihtiyaçtan artakalanı'. Böylece Allah, size âyetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz” (2/Bakara Sûresi 219. âyet).

“Ey îman edenler, kazandıklarınızın iyi olanından ve sizin için yerden bitirdiklerimizden infâk edin. Kendinizin göz-yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki, şüphesiz Allah, hiç bir şeye ihtiyâcı olmayandır, övülmeye lâyık olandır. Şeytan sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin hayâsızlığı emrediyor. Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vâdediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir” (2/Bakara Sûresi 267-268. âyetler).

“İnfâk edilenler, Allah yolunda kapanıp kalmış, yer-yüzünde dolaşamaz olmuş yoksullar içindir. İffet ve onurları yüzünden, câhiller bunları zengin kişiler sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ve yırtıklık ederek insanlardan bir şey istemezler. Nîmet ve imkândan infâk ettiğiniz her şeyi Allah çok iyi bilmektedir” (2/Bakara Sûresi 273. âyet).

“İnananlar! Birbirinizin malını karşılıklı rıza ile yapılan ticâretle de olsa haksızlık ve hile ile yemeyin. Birbirinizi öldürmeyin. Allah size Rahimdir” (4/Nîsa Sûresi 29. âyet).

“İnananlar! Kendiniz, ananız, babanız ve yakınlarınız aleyhinde dâhi olsa Allah için tanıklık ederek adâleti gözetin. İster zengin, ister fakir olsun, Allah her iki gruba da bakar. Öyleyse, kişisel çıkar ve duygularınıza uyarak taraflı davranmayın. Gerçeği çarpıtırsanız veya tanıklık etmekten çekinirseniz, bilesiniz ki Allah yaptıklarınızı haber alır” (4/Nisa Sûresi 135. âyet).

“Ey îman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal-okları ancak Şeytan’ın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz” (5/Mâide Sûresi 90. âyet).

“De ki: Ana-babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, âileniz, kazandığınız paralar, bozuk gitmesinden korktuğunuz iş ve hoşlandığınız evler Allah ve elçisinden ve O'nun yolunda çaba göstermekten daha sevgili ise, Allah emrini getirinceye kadar bekleyiniz. Allah yoldan çıkmış toplumları doğruya iletmez” (9/Tevbe Sûresi 24. âyet).

“Sizden, fazîletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoş-görsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir” (24/Nûr Sûresi 22. âyet).

“Öyle adamlar ki, ne ticâret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten tutkuya kaptırıp alıkoymaz; onlar, kâlplerin ve gözlerin inkılâba uğrayacağı (dehşetten allak-bullak olacağı) günden korkarlar” (24/Nûr Sûresi 37. âyet).

“Ey insanlar, siz Allah'a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiç bir şeye ihtiyâcı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır” (35/Fâtır Sûresi 15. âyet).

“İşte sizler böylesiniz; Allah yolunda infâk etmeye çağrılıyorsunuz; buna rağmen bâzılarınız cimrilik ediyor. Kim cimrilik ederse, artık o, ancak kendi nefsine cimrilik eder. Allah ise, Ğaniy (hiç bir şeye ihtiyâcı olmayan)dır; fakir olan sizlersiniz. Eğer siz yüz çevirecek olursanız, sizden başka bir kavmi getirip değiştirir. Sonra onlar, sizin benzeriniz de olmazlar” (47/Muhammed Sûresi 38. âyet).

“Ey îman edenler, sizi acı bir azaptan kurtaracak bir ticâreti haber vereyim mi? Allah'a ve Resulü’ne îman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte 'büyük mutluluk ve kurtuluş' budur” (61/Saf Sûresi 10-11-12. âyetler).

“İnsan; ne zaman Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir keremde bulunsa, nîmetler verse: 'Rabbim bana ikrâm etti' der. Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen: 'Rabbim bana ihânet etti' der. Hayır; aksine, siz yetime ikrâm etmiyorsunuz. Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Mirâsı, sınır tanımaz (helâl, haram aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz. Malı 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz” (Fecr Sûresi 15-20. âyetler).

“(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek sizi tutkuyla oyalayıp kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu,) mezarı ziyâretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü” (102/Tekâsür Sûresi 1-2. âyetler).

“Hayır; eğer siz kesin bir bilgiyle bilmiş olsaydınız, cehenneme doğru yuvarlanmakta olduğunuzu görürdünüz” (102/Tekâsür Sûresi 5-6. âyetler).

“Dîni yalanlayanı gördün mü? İşte yetimi itip-kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. Vay haline o namaz kılanların/duâ edenlerin ki, namazlarından/dualarından gaflet içindedir onlar. Riyâya sapandır onlar/gösteriş yaparlar. Ve onlar, kamu-hakkına/yardıma/zekâta/iyiliğe engel olurlar” (107/Maun Sûresi 1-7. âyetler).

Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara vermiyorlar ki onda eşit olsunlar. Şimdi bunlar Allah'ın nîmetini inkar mı ediyorlar?” (16/Nâhl Sûresi 71. âyet).

İşlerimizi-ticâretimizi dosdoğru bir şekilde yapmamız insanlar arasında güven sağlaması için şarttır. Peygamberimiz, ıslak hurmaları kuru hurmaların altına koyup satan bir kişiye şöyle demiştir:

“Hepsini bir yere koy da halk ne sattığını görsün, aksi hâlde yaptığın aldatma olur. Aldatan bizden değildir”.

Evet; Kur’ân’da ekonomik/iktisâdi sorunlar ve çözüm-yolları bu şekilde gösteriliyor. Demek ki Kur’ân’ın bu önerilerini/emirlerini ne kadar uygularsak ekonomik/iktisâdi yâni geçim ile ilgili dertlerimiz o kadar garantiye alınıyor. Allah’a ne kadar güvenirsek, ne kadar gayret edersek ve hakkımızı ararsak açlıktan/yoksulluktan o kadar emîn oluruz.

Unutmayın… İhtiraslarınız ihtiyaçlarınız değildir.

2-Güvenlik Sorunu

Açlıktan/susuzluktan güven içinde olan insan doğal olarak hâyâtın diğer alanlarında da güven içinde olmak isteyecektir. Bunun için ilk yapılması gereken şey; Allah’ın her yerde her zaman bizimle birlikte olduğunun bilincine varmak ve  Allah’ın hep bizim iyiliğimizi istediğini unutmamaktır. Unutmayalım ki, Allah’ın kullarına zulmetme ihtimâli bile yoktur. “Size gelip çatan her musîbet ellerinizin kazandığı yüzündendir. Allah bir-çoklarını da affediyor” (42/Şuârâ Sûresi 30. âyet). Evlerimiz, bineklerimiz, işimiz, aşımız vs. bize güven vermeli. Ve biz bunun için elimizden geleni yapmalıyız. Fakat; El Hâfız, El Kayyum, El Mü’min, El Rahim, El Veli olan Allah gibi hiç-bir şeyin ve hiç kimsenin koruyamayacağı bilinci, gerçek bir koruma kalkanıdır. Mülkün gerçek sâhibi olan Allah gibi bir koruyucu yoktur. Bu bilinç ve âhiret-inancı bizde meleke hâline geldiğinde artık refleks şeklindeki korkularımız hâriç, hiçbir şeyden haşyet-vâri bir korku duymayız. Allah Kur’ân’da bize kimlerin güvende olduğunu şu âyetlerle bildiriyor:

“Kâbe'yi halk için bir odak-noktası ve bir güven yeri kıldık” (2/Bakara Sûresi 1425. âyet).

“Bir iş hakkında insanlarla istişâre et/danış. Karârını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever” (3/Âl-i İmran Sûresi 159. âyet).

“Îman edip de îmanlarını her-hangi bir zulümle kirletmeyenler var ya, güvende olma/güvenilir olma işte onların hakkıdır; doğruyu ve güzeli yakalayanlar da onlardır” (6/En-am Sûresi 82. âyet).

“Göklerin ve yerin gizli bilgileri Allah'a âittir. Tüm iş ve oluş O'na döndürülür. O hâlde O'na kulluk et, O'na dayanıp güven. Rabbin, yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir” (11/Hud Sûresi 123. âyet).

“Yoksa Allah'ın azâbından; hepsini saracak bir belânın gelivermesinden veya farkında değillerken kendilerine ansızın kıyâmetin gelivermesinden güven içinde midirler?” (12/Yusuf Sûresi 107. âyet).

“Allah bir şehri örnek verdi: (Halkı) güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı her yerden bol-bol gelmekteydi; fakat Allah'ın nîmetlerine nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı” (16/Nâhl Sûresi 112. âyet).

“O hiç ölmeyecek diriye, o Hayy olana dayanıp güven, O'nu överek tespih et. Kullarının günahlarından O'nun haberdar olması yeter!” (25/Furkân Sûresi 58. âyet).

“Siz, her yüksekçe yere bir anıt inşâ edip (yararsız bir şeyle) oyalanıp eğleniyor musunuz?. Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı ediniyorsunuz?. Tutup yakaladığınız zaman da zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?. Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaât edin” (26/Şuârâ Sûresi 128-131. âyetler).

“Allah'a dayanıp güven, çünkü sen apaçık gerçeğin üzerindesin” (27/Neml Sûresi 79. âyet).

“Görmediler mi ki, çevrelerinde insanlar çarpılıp götürülürken Harem'i güven içinde tuttuk. Hâlâ bâtıla inanıp Allah'ın nîmetine nankörlük mü ediyorlar? (29/Ankebût Sûresi 67. âyet).

“Allah'a dayanıp güven. Vekil olarak Allah yeter” (33/Ahzab Sûresi 3. âyet).

“İnkârcılara ve iki-yüzlülere uyma, eziyetlerine aldırma ve Allah'a güven; koruyucu olarak Allah yeter” (33/Ahzab Sûresi 48. âyet).

“Âyetlerimiz hakkında eğri ile doğruyu birbirine katanlar bize gizli kalmazlar. Şimdi, ateşin içine atılan mı hayırlıdır, kıyâmet günü güven içinde gelen mi? Dilediğinizi yapın. O, yapıp ettiklerinizi iyice görmektedir” (41/Fussilet Sûresi 40. âyet).

Peygamberimizin de en büyük hayâllerinden biri, bir kadının yalnız başına yolculuğa çıkıp, Sana’dan Hadramevt’e kadar (Arap yarımadasının bir ucundan diğer ucu) başına hiçbir şey gelmeden güven içinde yolculuk yapabilecek bir güven-ortamı oluşturmaktı. Bu hayâlini gerçekleştirmiştir.

Evet; biz ne kadar “emin” ve “edeb” sâhibi biri olursak, korkularımızdan da o kadar emin oluruz.

Edeb bir tâc imiş nûr-i Hüdâ’dan; Giy ol tâcı emin ol her belâdan…

“Allah barış/güvenlik yurduna çağırır ve kimi dilerse/kim dilerse dosdoğru yola yöneltip-iletir” (10/Yûnus Sûresi 25. âyet).

3-Gıdâ ve Sağlık Sorunu

İnsanlar için diğer bir sorun helâl ve temiz gıdâ sorunudur. Sağlıksızlığın başlıca sebebi helâl ve temiz gıdâlar ile beslenemeyişimizdir. Ayrıca kötü/kirli hava ve çevre şartları da sağlık sorunlarının baş-nedenlerinden biridir. Helâl ve temiz gıdâ Kur’ân’ın üzerinde çok durduğu bir konudur. Çünkü haram ve pis gıdâlarla beslenen toplumlarda, zihinsel ve eylemsel hareketlerde sapmalar olur. İnsan yediklerine göre eylem üretir çünkü. Günümüzde tükettiğimiz gıdâlar çok büyük oranda hem helâl değildir hem de temiz (tayyib) değildir. GDO (Geni Değiştirilmiş Organizmalar) denilen bu gıdâlar bizi belki fizîken doyurabilir fakat biyolojik olarak doyurmaz/doyurmuyor. Bu sebeple kendimizi sürekli aç durumda hisseder ve sürekli yemek isteriz. Yaşamak için yemek yerine, yemek için yaşamaya başlarız. Bu da bizim bir çeşit yemek kölesi hâline gelmemize sebep olur. Allah bize yiyip-içtiğimize dikkat etmemizi Kur’ân’da defaatle şöyle bildirir:

“Ey îman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz/helâl olanlarından yiyin; eğer sâdece O’na kulluk ediyorsanız, Allah’a şükredin. O’na karşı diliniz, bedeniniz ve malınızla, kulluk borcunuz olan şükrü yerine getirin. Allah size sadece ölmüş (murdar hayvan)ı, kanı, (hem etinin hem tabiatının pisliğinden dolayı) domuz etini ve Allah’dan başkası yâni putlar ve şahıslar adına kesileni haram kıldı. Fakat kim de mecbur kalırsa, istekli olmayarak ve sınırı aşmadan sırf ölmemek için yerse ona hiçbir günah yoktur. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir” (2/Bakara Sûresi 172-173. âyetler).

“Ölü hayvan (leş), (çıkmış) kan, domuz eti, Allah’dan başkası adına boğazlanan; henüz canı çıkmadan yetişilip şartlarına uygun tarzda kesilenler dışındaki boğulmuş, (taş veya sopa vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, başka bir hayvan tarafından boynuzlanma netîcesinde ölmüş ve yırtıcı hayvanlarca parçalanmış; bir de dikili putlaştırılmış taşlar için boğazlanmış hayvanların etlerini yemeniz ve fal-oklarıyla kısmet (şans) aramanız size haram kılındı. İşte bunları yapmak, Allah’a itaâtsizliktir. Bu-gün küfre sapanlar/inkârcılar dîniniz(i ortadan kaldırıp sizi kendilerine çevirmek)ten ümidi kestiler, artık onlardan korkmayın, benden korkun! Bu-gün dîninizi hükümleriyle kemâle erdirdim, size nîmetimi tamamladım, sizin için din olarak (hayat-tarzı olan) İslâm’ı beğenip seçtim. İşte dindeki bu yasaklara uymakla beraber kim açlıktan çâresiz kalırsa, günaha meyletmeksizin/istek duymaksızın bu sayılan haram etlerden yiyebilir. Çünkü Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhâmet edicidir. Kendilerine hangi şeylerin helâl edildiğini sana sorarlar. De ki: Bütün iyi ve temiz olanlar size helâl kılındı. Alıştırarak Allah’ın size öğrettiğinden kendilerine öğrettiğiniz avcı hayvanların kendilerine değil, size tutuverdiklerinden öldürseler bile yiyin ve üzerine bunları salarken Allah’ın adını anın, besmele çekin. Allah’ın emrine uygun yaşayın/aykırı davranmaktan sakının. Şüphesiz ki Allah hesâbı çok çabuk görendir. Bu-gün size iyi ve temiz olanlar helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin İslâm’a uygun yiyeceği avladığı ve kestiği size helâl ve sizin kestiğiniz yiyeceğiniz de onlara helâldir. Mü’minlerden nâmuslu/iffetli kadınlarla sizden önce kendilerine kitap verilenlerden nâmuslu hür kadınlar, -(siz) nâmuslu/iffetli, zinâya sapmamış ve (onları) gizli dost da edinmemiş olarak- kendilerine mehirlerini ver(ip nikâh ed)ince (size helâldirler). Kim ilâhî hükümlere inanmayı kabûl etmez/inkâr ederse, onun bütün ameli boşa gitmiştir. O âhirette de zarar ve ziyâna uğrayanlardandır” (5/Mâide Sûresi 3-5. âyetler).

“Ey îman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı temiz (yiyecek ve giyecek) şeyleri (kendinize) haram edip yasaklamayın ve sınırı da aşmayın. Çünkü Allah, sınırı aşanları sevmez. Allah’ın size temiz ve helâl olarak verdiği rızıklardan yiyin. Kendisine îman ettiğiniz Allah’dan korkun, helâllerden kendinizi men etmeyin, yasaklarından da sakının” (5/Mâide Sûresi 87-88. âyetler).

“Ey îman edenler! Şarap/içki, kumar, tâzim edilen dikili taşlar, şans (fal) okları ve zarları, Şeytan ve kötü insana âit murdar (pis) işlerdir; artık bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla sâdece aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan tamâmen vazgeçtiniz değil mi?” (5/Mâide Sûresi 90-91. âyetler).

“Onlara temiz/hoş şeyleri helâl, kendilerince helâl saydıkları veya amel olarak pis ve murdar şeyleri de haram kılar. Onların sırtından ağır yükü ve üzerlerinde olan zincirleri zor teklifleri kaldırır. Artık ona inanan, ona hürmet eden, ona yardım eden ve onunla berâber indirilen nûra (Kur’ân’a) uyanlar var ya, işte Dünyâ ve âhirette kurtuluşa erenler sâdece onlardır” (7/A’raf Sûresi 157. âyet).

“Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temiz/helâl olanlarından yiyin, bu hususta azgınlık etmeyin. Sonra gazâbım üzerinize iner. Kimin de üzerine gazâbım inerse, hiç kuşkusuz o, uçuruma düşmüş helâk olmuştur. (20/Ta-ha Sûresi 81. âyet).

“Ey Resûller! Temiz/helâl şeylerden yiyin ki sâlih amel işleyesiniz. Çünkü ben yaptıklarınızı hakkıyla bilenim. (23/Mü'minun Sûresi 51. âyet).

Peygamberimiz de yiyeceğine-içeceğine dikkat ederdi ve insanlara da bunu tavsiye ederdi. Bâzı yiyecekleri de tavsiye etmiştir ki bunlardan bazıları şunlardır: Bal-şerbeti, çörek otu, acve hurması, kust-u hindi (bir çeşit şifalı bitki), sütlü çorba, bal vs. Ayrıca kan aldırmayı (hacamat) da tavsiye etmiş ve kendisi de uygulamıştır.

Zihnin/aklın sağlam olması için önce yediğimize-içtiğimize dikkat etmemiz gerekir. Ne kadar doğal gıdâyla beslenip sağlıklı olursak, düşüncelerimiz ve eylemlerimiz de o oranda sağlıklı olacaktır. Ne yerseniz onu işlersiniz. Çünkü insan yediğidir.

4-Ahlâk/Edeb Sorunu

İnsanların hattâ insanlığın en büyük sorunlarından biri de ahlâk yokluğu ve bundan doğan olumsuz ahlâk-dışı düşünceler/sözler/eylemlerdir. Bu durumun en büyük sorumluları inançlı fakat pasif durumdaki “iyi”lerdir. Bu pasif iyilik aktif iyiliğe dönmedikçe de değişiklik olmayacaktır. “Bir topluluk kendisini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez” (13/Ra’d Sûresi 11. âyet). İşte bu değişikliğe birey olarak kendimizden başlamamız gerekmektedir. Daha sonra âile, cemaat, sokak, mahalle, ilçe, il vs.. diye küresel bir ahlâkî değişime doğru gidilmelidir. Bunu yapmadığımız/yapamadığımız müddetçe ahlâksızlıktan doğan sorunlar/dertler başımızdan eksik olmayacaktır. Bu konuda da yine “en doğru yola ulaştıran” Kur’ân’ı merkeze koymalıyız. Kur’ân-ı Kerim ahlâk konusunda peygamberimizi örnek göstererek şu âyetlerle ufkumuzu açar…

“Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara âyetlerini okusun, Kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. (Böylece ahlâk onlarda meleke hâline gelsin) Şüphesiz, Sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet sâhibisin” (2/Bakara Sûresi 129. âyet).

“Öyle ki size, kendinizden, size âyetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik” (2/Bakara Sûresi 151. âyet).

“Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar (ve bu şekilde ahlâksızlıklarını ortaya koyanlar) var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur; Allah kıyâmet günü onlarla hiç konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır” (3/Âl-i İmran Sûresi 77. âyet).

“Andolsun ki Allah, müminlere kendilerinden, onlara kendi âyetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitab ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık (ahlâksızlık) içindeydiler” (3/Âl-i İmran Sûresi 164. âyet).

“Ey îman edenler! Şeytan’ın adımlarını tâkip etmeyin Kim Şeytan’ın adımlarını tâkip ederse, şunu bilsin ki o, edepsizlikleri ve kötülüğü (ahlâksızlığı) emreder. Eğer üstünüzde Allah'ın lütuf ve merhâmeti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir” (24/Nûr Sûresi 21. âyet).

“Gittiğiniz yerlerde kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, "Geri dönün!" denilirse, hemen dönün Çünkü bu, sizin için daha temiz bir davranıştır. Allah, yaptığınızı bilir” (24/Nûr Sûresi 28. âyet).

“Mü'minlere söyle: Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Gerçekten Allah, yaptıklarınızdan haberdârdır. Mü'min kadınlara söyle: Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hâriç. Baş-örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız-kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyâcı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah'a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz” (24/Nûr Sûresi 30-31. âyetler).

“(Ey Peygamber) Gerçekten senin için kesintisiz bir ecir vardır. Çünkü sen muhteşem bir ahlâk üzeresin” (68/Kalem Sûresi 3-4. âyetler).

“Hem günah çeken bir kimse, başkasının günahını çekmeyecek; yükü ağır basan, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan bir şey yüklenilmeyecek, isterse bir yakını olsun. Fakat ancak o kimseleri sakındırırsın ki, gaybda Rablerinin korkusunu duyarlar, namazı dürüst kılarlar. Temizlenen de sırf kendisi için temizlenir. Nihâyet dönüş Allah'adır” (35/Fâtır Sûresi 18. âyet).

Bir ahlâk âbidesi olan Peygamberimiz (s.a.v.) de ahlâk ile ilgili şu sözleri söylemiştir:

“Din, güzel ahlâktır”.

“Sizin îmanca en güzeliniz, ahlâkça en güzel olanınızdır”.

“Mü’minlerin îman yönünden en fazîletlisi ahlâkça en iyi olanıdır”.

“Şüphesiz güzel ahlâk, güneşin buzu erittiği gibi günâhları eritir”.

“Bir insan az ibâdet etse de, güzel ahlâkı sâyesinde en yüksek dereceye kavuşur”.

“Sizden biri öfkelendiğinde ayakta ise otursun. Öfkesi geçerse ne âlâ!Yoksa uzanıp yatsın”.

Ya Resûlullah, en çok neden korkmalı ve endişe etmeliyim? diye sordum. Resûlullah (asm) dilini tuttu ve ''İşte bu!'' diye buyurdu.

“Hangi hâlde bulunursan-bulun Allah’tan kork. Yaptığın kötü bir işin arkasından bir iyilik yap ki, o, onu yok etsin. İnsanlara güzel ahlâkla muamele et, iyilikle davran”.

“Kuvvetli kimse güreşte başkalarını yenen değil, öfke hâlinde nefsine hâkim olandır”.

“Küçüklerimize şefkat, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir”.

“Her duyduğunu söylemesi kişiye günah olarak yeter”.

“Hiç kimse öfkeli iken iki kişi arasında hüküm vermesin”.

“İnsanlar içinde aklen en olgun olanı, ahlâken en güzel olanıdır”.

Evet, ahlâk; yaratılışa uygun davranış sergilemektir ki insanı hem korur, hem saygınlaştırır, hem disipline eder, hem mütevâzi kılar, hem de Allah’ın sevdiği ve razı olduğu bir kul hâline getirir. Ahlâksızlara karşı sergilenecek en etkili şey, ahlâklı sözler ve eylemlerdir.

5-Cehâlet Sorunu

İnsanlığın en büyük belâlarından biri olan cehâlet daha çok “câhil bırakılmak”la ilgilidir. Tağutlar insanları geçim sıkıntısı ve hastalık gibi dertlere müptelâ ederek, onların okul bitirmiş olsa bile câhil kalmalarına neden oluyorlar. Kur’ân’a göre câhil, okuma-yazma bilmeyen, hesaptan-kitaptan anlamayan biri değil, kendini bilmeyen biridir. Kendini kaybetmiş olanlara câhil der Kur’ân. Uyanmasının önüne geçen faktörler de çok olunca, artık cehâletten kurtulması ya çok gayret etmesine ya da cehâletten kurtulma yolunda olan kişi ve gruplar ile temâsa geçmek yoluyla olacaktır. Kur’ân-merkezli bir okuma ile ancak cehâletten kurtulunabilir. Kur’ân okuma ile Kur’ân merkezli okuma farklı şeylerdir. Sürekli Kur’ân okuyup da (aslında okudukları Kur’ân değil mushaftır) câhil kalan insanlar da vardır. Allah Kur’ân’da cehâletin kötülüğünü bize şu âyetlerle bildirir ve sakındırır:

“Allah'ın (kabûlünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehâlet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabûl eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (4/Nisa Sûresi 17. âyet).

“Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, örf ile emret ve câhillerden yüz çevir” (7/A’raf Sûresi 199. âyet).

“Allah'ın izni olmadıkça hiç-bir kimsenin îman etmesi mümkün değildir. Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah pislik/rezillik içinde bırakır!” (10/Yûnus Sûresi 100. âyet).

“(Yusuf) Dedi ki: “Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden (zîna) bana daha sevimlidir. Kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) câhillerden olurum” (12/Yusuf Sûresi 33. âyet).

“Sonra gerçekten Rabbin, cehâlet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden ve ıslah olanlar(la berâberdir). Şüphesiz Rabbin bundan sonra bağışlayandır, esirgeyendir” (16/Nâhl Sûresi 119. âyet).

“O çok merhâmetli Allah'ın (has) kulları onlardır ki, yer-yüzünde tevâzu ile yürürler ve câhil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) "selam" derler (geçerler)” (25/Furkân Sûresi 63. âyet).

“Gerçek şu ki, biz emânetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve sorumluluktan dolayı korkuya kapıldılar; Nihâyet onu insan yüklendi. Lâkin o da câhil ve zâlim biri olup çıktı” (33/Ahzab Sûresi 72. âyet).

“De ki: Ey câhiller, bana Allah'ın dışında bir başkasına mı kulluk etmemi emrediyorsunuz?” (39/Zümer Sûresi 64. âyet).

Peygamberimizin cehâlet ile ilgili hadisleri şu şekildedir:

“Her kişinin dostu aklıdır; düşmanı da cehâletidir”.

“Câhillerin kâlplerini arzular yerinden oynatır, boş ümitler rehin alır ve tuzaklar avlar”.

“İnsanlar içinde aklen en olgun olanı, ahlâken en güzel olanıdır”.

“Tavırları güzel ve sempatik bir adamdan size bir haber gelirse, siz asıl onun aklının güzelliğine bakınız; çünkü bu insan, aklının düzeyine göre yapıp ettiklerinin karşılığını görecektir”.

“Akıl, ayıpları örten bir perdedir. Fazîlet, açık bir güzelliktir. O hâlde yaratılışından gelen karakter bozukluklarını, erdemlerinle ört. Hevânı aklınla öldür. O zaman insanların sana yönelik dostlukları devâm eder ve sana sevgi gösterirler”.

“Allah ile kullar arasındaki hüccet (kanıt) peygamberdir. Kullar ile Allah arasındaki hüccet ise akıldır”.

“Akıl mü'minin kılavuzudur”.

“Ey Ali! Cehaletten daha çetin bir yoksulluk ve akıldan daha faydalı bir mal yoktur”.
             
Evet; cehâlet bizim başımıza gelen bütün kötülüklerin nedenidir. İnsanlar en çok belâya, akıllarını en fazla kullanmayıp câhil kaldıklarında mâruz kalmışlardır. Rahman ve Rahim sâhibi Rabbimiz merhâmet ederek elçilerini göndermiş ve bizi bu pislikten kurtarmıştır. Tüm peygamberler cehâleti/bâtılı yok etmek için gönderilmiştir. Bu konuda insanlara düşen şey ise, Allah’ın kitabını ve elçilerini dinleyip tâkip etmektir.  

“Hayır, biz hakkı bâtılın üzerine fırlatırız da o, onun beynini parçalar. Bir de bakarsın o yok olup gitmiştir. Yakıştırdığınız niteliklerden ötürü yazıklar olsun size!” (21/Enbiya Sûresi 18. âyet).

6-İletişim(sizlik) Sorunu

İletişim insan olmanın en güçlü göstergesidir denilebilir. Allah bütün varlıkla konuşur, hepsine kendi dillerinde vahyeder. Allah’ın, varlıkla/kullarıyla konuşması kendi özellikleri üzerinden olur. Meselâ bal-arısına vahy eder ve der ki: “Rabbin bal-arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifâ vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir âyet vardır” (16/Nâhl Sûresi 68-69. âyetler). Her varlığa bu şekilde kendi özelliklerine göre vahyeder. İnsana da vahyetmiştir ve insanlık târihinde bu iletişim sürekli devâm etmiştir. Allah insanla diğer varlıklara göre farklı şekillerde de konuşur.. “Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde-arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yücedir, hüküm ve hikmet sâhibidir” (42/Şûra Sûresi 51. âyet).

Allah insanlarla konuşurken genelde baskıcı bir dil kullanmaz. Yumuşak söyler ve elçilerine de yumuşak sözle konuşmalarını buyurur: “İkiniz Firavun'a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor. Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar” (20/Ta-ha Sûresi 44. âyet). Peygamberlerin tamâmı çok nâzik konuşurlardı. İnsanlarla olan iletişimleri onların asli görevleriydi. O yüzden bu işi en iyi bir şekilde yapmaya gayret etmişlerdir. Elçileri örnek alması gereken bizlerin de dînî/dünyevî her konuda insanlarla ve diğer canlılarla iletişime geçmemiz ve konuşurken en güzel ifâdelerle konuşmamız gerekir. Bunun için gayret göstermemiz gerekir.

Allah Kur’ân’da iletişim/konuşma örneklerini şu âyetlerle verir:

“Rabbin kesin olarak şunları emretti: Ancak kendisine ibâdet edin, anne ve babaya iyilik edin. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara "öf" bile deme ve onları azarlama. İkisine de tatlı ve güzel söz söyle. İkisine de acıyarak tevâzu kanatlarını indir. Ve şöyle de: Ey Rabbim! Onların beni küçükken terbiye edip yetiştirdikleri gibi, sen de kendilerine merhâmet et” (17/İsrâ Sûresi 23-24. âyetler).

“(Ey Resûlüm! Kullarıma söyle ki, sözün en güzelini konuşsunlar (ki kimsenin kâlbi kırılmasın.) Çünkü Şeytan aralarını bozar. Gerçekten Şeytan insanın apaçık düşmanıdır” (17/İsrâ Sûresi 53. âyet).

“Onlar ki, boş (sözden) ve faydasız işten yüz çevirirler” (23/Mü’minün Sûresi 3. âyet).

“Onlar ki, yalan şâhitlik etmezler, boş-söz konuşanlara rastladıkları vakit vakarla, efendice oradan geçip giderler. Onlar boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler” (28/Kasas Sûresi 55. âyet).

“İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yer-yüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir” (31/Lokman Sûresi 18-19. âyetler).

“İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen (dediklerini yazan bir) melek bulunmasın” (50/Kaf Sûresi 18. âyet).

“Öğüt (sâdece bazılarına) fayda verse de hatırlatmaya devam et” (87/Âlâ Sûresi 9. âyet).

Peygamberimizin insanlarla olan konuşmaları ve iletişimi ise şöyleydi:

Eve girildiğinde âile efradına selâm verilmesi tavsiye edilerek:

“Âilenin yanına girdiğinde selâm ver ki sana ve ev-halkına bereket olsun”.

Eşlerin birbirlerine sevgi ve muhabbet içerisinde olmaları tavsiye edilerek:

“Bir müslüman eşine sevgiyle baktığı, eşi de aynı şekilde ona baktığı zaman Allah her ikisine de rahmetle bakar”.

“Kim haksızken tartışmayı bırakırsa, cennetin kıyısında onun için bir köşk yapılır. Haklı olduğu hâlde bırakırsa, cennetin ortasında onun için bir köşk yapılır. Kimin de ahlâkı güzel olursa, ona cennetin en üstünde köşk yapılır”.

“Âhir-zamanda yalancı deccâller olacaktır. Sizin ve babalarınızın duymadıkları hadîsleri size sunacaklar. Dikkat edin ve onlardan uzak durun da sizi şaşırtıp saptırmasınlar”.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:

“İnsan sabaha erişince organları, dili susturup şöyle derler: Hakkımızda Allah’tan kork! Çünkü biz seninle berâberiz, doğru olursan biz de doğru oluruz, eğri olursan biz de eğri oluruz”.

“Kim bana iki bacağı arası ile iki dudağı arasını garanti ederse, ben de ona cenneti garanti ederim”.

“Kişinin, kanıtsız ve dayanaksız söz söylemesi ne kötüdür”.

“Allâh'ı zikretmeksizin çok konuşmayın! Allâh'ın zikri dışında çok söz söylemek kâlbi katılaştırır. Katı-kâlpli olanların ise Allâh'tan en uzak kimseler olduğunda şüphe yoktur”.

Evet, bir iletişim yoksa; başta Rabbimiz; eşlerimiz; çocuklarımız; ana-babamız; âilemiz; komşularımız; arkadaş/dostlarımız ve bütün insanlarla hattâ hayvan-bitki-dağ-taş ile de iletişimimiz yok demektir. İletişimin olmadığı yerde sevgisizliğin, kinin, düşmanlığın, açlığın, yoksulluğun-yoksunluğun, acının, öfkenin tefrikanın ve her-türlü yolsuzluğun ayyuka çıkması kaçınılmaz olur. Hâlbuki Allah bize diller vererek ve bu dili kullanarak çok büyük bir nîmet vermiştir. Bu nîmeti en iyi şekilde kullanmak farzdır.

Sesimizi değil, sözümüzü yükseltmeliyiz. Yerine göre üslubun sertleşmesi gereken yerler olsa da, tatlı-dil yılanı bile deliğinden çıkarır.

7-Tefrika Sorunu

Tefrika konusu dinler târihinin de insanlık târihinin de en önemli konusudur. Mevcut kötü durumların çoğunun sebebi geçmişte meydana çıkan tefrikaların sonucudur. Başta asr-ı saadet dönemi olmak üzere tüm olumlu yönetimler ve gidişatlar, tefrikalar nedeniyle son bulmuş ve kaos başlamıştır. Neredeyse her türlü şiddetin arkasında tefrikalar yatmaktadır. Kur’ân bu fitneyi defaatle vurgulamış ve çeşitli âyetleriyle insanları uyarmıştır. Ama ne yazık ki bu uyarılara kulak asmayan insanlar tefrikayı başlatmış ve sürdürmüşlerdir. Peygamberimiz ve ondan sonra gelen sâlih kişiler de bu tefrikalarla uğraşmak zorunda kalmışlardır. Şeytan en çok da bu tefrika konusunda insanları kandıra-gelmiştir. Bütün ilâhi kitaplarda tefrikayı ber-taraf etmek ya da tefrikanın oluşmasını önlemek için vahiyler inmiştir. İlâhi kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de bu konu şu âyetlerle dile getirilir…

“Kendisine apaçık deliller geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Onlar için kıyâmet günü büyük bir azap vardır” (3/Âl-i İmran Sûresi, 105. âyet).

“Ey îman edenler! Allah’tan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkun. Sakın siz müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin. Hepiniz topluca sımsıkı Allah’ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın size olan nîmetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz. Allah gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nîmeti sâyesinde kardeşler olmuştunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, doğru yolu bulasınız diye size âyetlerini böyle açıklıyor” (3/Âl-i İmran Sûresi, 102-103. âyetler).

“Onların gönüllerini birleştiren Allah’tır. Eğer sen yer-yüzünde bulunan her şeyi verseydin yine onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O Aziz’dir, hüküm ve hikmet sâhibidir” (8/Enfal Sûresi  63. âyet).

“Sen onları derli-toplu sanırsın, halbûki kâlpleri darmadağınıktır” (59/Haşr Sûresi 14. âyet).

“Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vaz-geçirmeye çalışırsınız ve Allah’a inanırsınız” (3/Âl-i İmran Sûresi 110. âyet).

“İçinizden, insanları hayra çağıracak, iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kendisine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Onlar için kıyâmet günü büyük azap vardır” (3/Âl-i İmran Sûresi 104-105. âyetler).

“İşte böyle. İnkâra sapanlar bâtıla uydular, îman edenler ise Rabblerinden gelen Hakk’a uydular” (47/Muhammed Sûresi 3. âyet).

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki, size merhâmet edilsin” (49/Hucurat Sûresi 10. âyet).

“Siz gerçekten inanıyorsanız Allah’tan korkun, aranızı düzeltin, Allah’a ve peygamberine itaât edin” (8/Enfâl Sûresi 1. âyet).

“Kendisinin adını öne sürerek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan korkun ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının” (4/Nîsa Sûresi 1. âyet).

“Sizin yegâne dostunuz Allah’tır, O’nun Peygamber’idir ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namaz kılan, zekât veren müminlerdir” (5/Mâide Sûresi 55. âyet).

“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileri (dostları ve yardımcılarıdırlar.) Onlar iyiliği emreder, kötülükten men-ederler. Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah’a ve Peygamber’ine itaât ederler. İşte Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz ki Allah Aziz’dir, hüküm ve hikmet sâhibidir” (9/Tevbe Sûresi 71. âyet).

“Hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanıp ayrılmayın” (3/Âl-i İmran Sûresi 103. âyet).

“Allah'a ve Resûlüne itaât edin. Birbirinizle çekişmeyin, aksi taktirde zaafa düşer, kuvvet ve devletinizi elden kaçırırsınız” (8/Enfâl Sûresi 46. âyet).

“Ey îman edenler, eğer bir fâsık size bir haber getirirse onu etraflıca araştırın. Yoksa cehâlet sonucu bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz” (49/Hucurat Sûresi 6. âyet).

Peygamberimiz de bu konuda çok hassas davranmış ve bu konuya çok önem vermiştir. Bu noktada şunları söylemiştir:

“Hamd olsun o Allah’a ki bizi İslâm dîni ile aziz etti. Îman ile şereflendirdi. Muhammed hürmetine bizi rahmetine nâil kıldı. Dalâletten kurtardı. Dağınık iken onun sâyesinde bir-araya getirdi. Kâlplerimizi birbirine ısındırdı. Düşmanlarımıza karşı muzaffer kıldı. Memleketler ihsân etti. Bizi birbirini seven kardeşler hâline getirdi. Ey Allah’ın kulları! Bu nîmetlerden dolayı Allah’a hamd ve senâ ediniz”.

“Rûhum kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, îman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de hakkıyla îman etmiş olamazsınız”.

Efendimiz bir gün yere bir çizgi çizerek “bu Allah yoludur” buyurdular. Yine bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizdikten sonra “Bunlar da yollardır, bu yolların her birisinde insanları o yola çağıran birer Şeytan bulunur” buyurdular ve:

“İşte bu benim dosdoğru yolumdur, siz ona uyunuz. Başkaca yollara gidip de onlar sizi Allah’ın yolundan ayırmasın” buyurur.

“Devlet ittifaktan doğar, devletsizlik ise nifaktan”.

“Fâsığa ikram eden kimse İslâmiyet’in yıkılmasına yardım etmiş olur. Fâsığa yardım eden de fasıklardan olur”.
     
“Bir mü’min diğer bir mü’min için birbirine kenetlenen tuğlalar gibidir. Birbirinden kuvvet alır”.

“Bir kimseye şer olarak bir müslüman kardeşine hakaret etmesi kâfidir. Ola ki Allah-u Teâlâ’nın bir veli kulunu hor görmüş olursun. Bu da senin helâk olmana vesile olur”.

Demek ki kurulmaya çalışılan bir yapı çok sağlam temellere oturmalı, yapı kurulduktan sonra da disiplin elden bırakılmamalı ve hak sistem sürekli güncellenmelidir. Fitnecilere fırsat verilmemelidir. Aksi-hâlde çeşitli tefrikalar çıkacak ve insanlar yukarıda saydığımız çeşitli dertlere dûçar olacaklardır. Bu duruma düşüldükten sonra düzeni tekrar eski durumuna getirmek ya çok zor olur ya da uzun bir zaman eski hak düzene dönülemez. Tefrikayı kendimizden başlayarak; âile, eş-dost, çevre, devlet-millet süreciyle bitirip adâletli bir düzene çevirmeliyiz. Bunun için de ne gerekiyorsa yapmalıyız. Çünkü bu durum, dikkatli bakılırsa çok olumsuz bir durumdur. Bu olumsuzluğu Kur’ân: “Fitne/baskı ve bozgunculuk, adam öldürmekten daha kötüdür” (2/Bakara Sûresi 191. âyet) diyerek dile getirir.

Tefrika girmeden bir millete düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

Hârûn Görmüş
Hazîran 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder