“Evlerinizde
vakarla-oturun (evlerinizi karargâh edinin), ilk câhiliye (kadınları)nın
süslerini açığa vurması gibi, siz de süslerinizi açığa vurmayın; namazı
dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah’a ve elçisine itaat edin. Ey Ehl-i Beyt,
gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz
kılmak ister. Evlerinizde okunmakta olan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti
hatırlayın. Şüphesiz Allah lâtiftir, haberdâr olandır”
(Ahzâb 33-34).
Kamusal Alan: Devletin alanı, toplumun alanı, ev-dışı alan.
Özel Alan: Ev-içi alan. Ev, âile ve mahrem-hayat alanı.
Modern
dönemde, “ekinin ifsâdı” tamamlandı. Neslin ifsâdı ise “kadın” üzerinden
yapılıyor. Kadın üzerinden yapılan neslin ifsâdı ilk başta, kadının “kamusal
alan” denilen ev-dışına çıkma isteği ile ilgilidir.
Aslında kadının sürekli olarak kamusal alan
çıkmak ve ev-dışında çalışmak için ne zamânı, ne dermânı, ne de fermânı vardır.
Kadının iş-yeri evidir.
Kadınlar ve
kızlar şu sözle kandırılıyor: “Kadın, yüzyıllar boyunca erkek tahakkümü altında
yaşamıştır”. Modern kadın işte buna takmıştır. İyi de Allah öyle yaratmış ve Tevbe
Sûresi 34. Âyetle de bunu tescillemiş. Hadi Allah’ı, dîni, kitabı takmayanları
anlıyorum da, size ne oluyor ey müslüman kadınlar ve kızlar!. Neyi niye kabûl
edemiyorsunuz, neye katlanamıyorsunuz ve neden tahammül edemiyorsunuz?. Modernizme
meftûn, râm ve hayrân olmuş olanların kışkırtmalarına kapılıp da neyin
mücâdelesini veriyorsunuz?. Kamusal alanda kiminle ve neyle mücâdele edeceksiniz?.
Allah kadınlara “oturun evlerinizde” diyor ve
zorunlu yada geçici hâller dışında kamusal alan dâhil dışarılarda dolaşıp
durmanızı istemiyor. Çünkü bu durumu “câhiliye” olarak görüyor. Fakat modern
kadın dinlemiyor da fıtratına ve doğasına aykırı şeyleri istiyor, özlüyor ve
yapıyor.
Kadın
evden dışarı adımını attığı anda kapitâlizmin kucağına düşer. Kadın evden
dışarı çıktığında ya zulmeder yada zulme uğrar. Bu nedenle kadın gerçekten de
ev-merkezliliğe uygundur ve kadının yeri evidir. Tabi bu hiç dışarıya
çıkmayacak anlamında değildir. Alış-veriş, sağlık, kendisinin yada çocuklarının
eğitimi ve bir hava değişimi için vs. dışarıda bulunacağı zamanlar olacaktır
elbette. Ev, kadının hapis-hânesi değil, doğal-hânesidir.
Ne
oldu?. “Bu ne yobazca sözler, bu zamanda öyle şey mi olur?” mu diyorsunuz.
Kadının sürekli olarak ev-dışında çıkması ve “kamusal alan” deyip durması zaman
ile değil, mekân ile ilgili bir şeydir. Evet; modern mekânlarda kadının evde
tutulması kolay değil. Apartman denilen modern hapis-hânelerde kadın elbette
duramıyor ve kendini her fırsatta dışarıya ve kamusal alana atıyor, atmak
istiyor. Çünkü apartman dâireleri “yuva” değildir ve insan ve kadın doğasına da
uygun değildir. Oysa eskiden böyle değildi.
Meselâ Osmanlı-Anadolu evleri şöyleydi:
Büyük bir avludan girilen büyük âilelerin yaşadığı mekânlardı buralar. 3-5
âilenin ki, bu kişiler kardeşler, anne-babalar-büyük atalardan oluşan büyük
âilelerdi. Ortak kullanılan mutfak, banyo ve tuvaletlerden başka, her âilenin
ayrı odalarının olduğu, çocuklar büyüdüğünde ayrı odalarının bulunduğu, alt
katı banyo-tuvalet-mutfak-depo vs. olarak kullanılan ve büyük avlusu olan
evlerdi. Erkekler sabah erkenden işlerine giderken, büyük atalar torunlarla
yada kendilerine has işlerle uğraşırlar ve câmiye gidip-gelirlerdi ve
zamanlarını bu şekilde geçirirlerdi. Kadınlar ise, bu evlerin arka
taraflarındaki meyve ağaçlarının olduğu ve sebzelerin yetiştirildiği bahçelerle
ilgilenirlerdi. Yine evlerin bâzılarında tavuk-inek-koyunun bulunduğu ahırlar
vardı. Kadınlar bunların günlük bakımlarıyla ilgilenir; yüksekçe duvarlarla
çevrilmiş olan ve bir çeşit tesettür-mahremiyet görevi gören bu büyük avlularda
kışlık ürünlerini (salça, turşu, bulgur, pekmez, kurutmalık, tarhana vs.)
hazırlarlar, ağaçlarına-bahçelerine-hayvanlarına bakarlar, yemeklerini büyük
tencerelerde hazırlarlar, komşularıyla çay-kahve içerler, sohbet ederler ve
günlerini dolu-dolu yaşarlardı. Bu nedenle kadınlar çarşı-pazar hâricinde sık-sık
dışarıya çıkıp bir yerlere gezmeye gitme isteği duymazlardı. Basit çarşı-pazar
işlerini, -zâten çarşı-pazarda çalışan- eşler karşılardı. Bu avlular, onların
hayatlarını büyük ölçüde doldururdu ve tüm komşular da bir-birlerini iyi tanır
ve her konuda yardımlaşır, dertleşir, paylaşırdı.
Modern kentlerde ise bu tarz şeylerin
yaşanması mümkün değildir. Apartmanlar insanları birbirinden koparıyor. Eskiden
3-5 sokak ileride oturanlar bile “komşu” olurken, şimdi aynı kattaki yan
dâirede oturanlarla bir komşuluk ve tanışıklık yok. Zâten pek de karşılaşılmıyor.
Uzun yıllar aynı katta oturup da birbirlerini tanımayanlar var. Bir keresinde
sokağımızdaki yan apartmandan bir cenâze çıkmıştı ve mahallenin eski sâkinleri,
kimin öldüğünü anlayamamıştı.
Mekânın ve kadının
değişimi, Dünyâ’nın değişimidir. Dünyâ mekânı, an îtibârıyla çok saçma bir hâle
gelmiştir. Ne plân, ne estetik, ne rûh ve ne de huzur var. Saçma bir kentleşme
ve mekân var. Böyle saçma alanlarda saçmalıktan başka bir şey olmayacağı
bellidir. İşte doğal ortamından sürekli olarak uzaklaşan kadın da ev-dışına
çıkınca saçmalamaya başlar ve hâli, tavırları, hareketleri ve konuşmaları
değişmeye başlar. Modern mekânlar ve kamusal alan, insanların karakterini
bozuyor, onları mâneviyattan koparıyor ama en çok da kadınları olumsuz anlamda
etkiliyor. Kadının en doğru ve faydalı davranışları ev-içinde olabilir. Dışarı
çımasıyla başlayan süreçte kadının ne hâle geldiği ve getirildiğine bir
baksanıza!. Hem zulmediyor hem de kendisine zulmediliyor. Nereden baksanız
tutarsızlık, nereden baksanız ahmakça..
Hakkıyla yapılan ev-hanımlığı, “kadının
çalışması”ndan ve kamusal alanda bulunmasından üstündür. Kadının (mecbûren yada
isteyerek) ev-hanımlığını bırakıp dışarıya çıkmaya ve çalışmaya başlaması, daha
düşük bir makam ve mevkîyi kabûl etmesi demektir. Allah’ın kadınlara verdiği
makam ve mevkî yerine, modern sistemin kadınlara önerdiği makam ve mevkîyi
tercih etmek elbette “daha düşük bir makâmı ve mevkîyi kabûl etmek”, “attan
inip eşeğe binmek” demektir.
Kadın “görünür” oldukça İslâm “görünmez”
olur. Bu nedenle İslâm medeniyetinde kadın çok da fazla görünmez. Kadının;
başörtüsü-cilbab, bahçe ve ev olarak üç farklı tesettürü vardır. İslâm
medeniyetinde kadın (ev-içinde yada ev-dışında) bu üç tesettürün ardındadır.
Baş-örtüsü kadının ev-içi ve ev-dışındaki tesettürü, ev kadının ve âilenin
tesettürü, bahçe de evin tesettürüdür. Apartman denilen mahremiyetin
sıfırlandığı mekânlarda İslâm-merkezli bir tutum ve davranış göstermek ne kadar
da zordur.
Eğitim
görmek ve ilim öğrenmek adına ev-dışına çıkmak ama dışarıdan eve bir türlü
dönememek ve dönmek de istememek modern bir sapkınlıktır. Eğitim, etkileşim,
tanışma, paylaşma vs. falan diyerek kadınları ve kızları tahrik edenler sâdece
feministler değil, modernizm ile İslâm’ı yâni hak ile bâtılı sentezleyen ve
sentezlemek isteyen ama bunu bir türlü başaramadıkları için çelişkili sözler
edip duran bizim mahallenin öne çıkan ablaları da bunu yapıyor. Bir-yandan “kızlar-kadınlar
okusun, çalışsın, üretsin, kamusal alana çıksın” vs. derken, diğer yandan da “kadın
annelikten vazgeçemez” diyerek insanlık târihindeki en çelişkili, anlamsız ve
ahmakça sözü söylüyorlar. İkisi bir-arada olmaz kardeşim!, geçin bunları ve
vazgeçin bunları söylemekten. İlim ve eğitim ev-merkezli olarak da yapılabilecek
şeylerdir. İşin amel-eylem tarafı ise ya çok özel şartlar için yada sâdece
erkekler için uygundur.
“Yuvayı
dişi kuş (kadın) yapar, kadın yuvayı yapmak için dışarıdan dal taşımalı” sözleriyle
kadınları kışkırtmayın. Yuvayı yapmak için dalları taşırsın kısa süre içinde ama
yıllar-boyu dal taşımak için sürekli olarak yuva-dışına çıkıp durulmaz ki!.
Yuvada kalıp yumurtaları ve civcivleri sıcak tutmak da vardır ki dişi kuşun
asıl görevi budur. Demek ki dallarlı taşıyıp yuvayı yaptın mı, oturacan kıçının
üstüne.
Şu da var ki, bir kadının-kızın, örgün eğitim
sistemine dâhil olması ve sonunda sabahtan akşama kadar her gün ev-dışında çalışmaya
başlaması, fıtratına ve doğasına yapılan en büyük zulümdür. İnsanlık târihinin
en a-normâl davranışı budur. Ya ufacık süt bebelerini ve anne şefkatine muhtaç
olan çocukları birilerine bırakıp da nasıl ev-dışında çalışmaya
gidebiliyorsunuz ve kamusal alan denilen yere çıkmak için can atıyorsunuz?. Siz
aklınızı mı yitirdiniz?. Bebeklerinizle, çocuklarınızla ve ev ile ilgilenmek
sizin için nasıl olur da “cennet” olmaz da “cehennem” olur?. Bunun açıklaması
ancak, bir sendrom ve travma hâli ile yapılabilir.
Allah
kadınları yüksek derece merhâmet ve vicdan sâhibi olarak yaratmıştır. Çünkü
kadının ana-görevi çocuk doğurmak ve onları yetiştirmek ve büyütmektir. Kamusal
alana çıkıp duran ve ev-dışında çalışan kadınların çocukları elbette bundan
mahrûm kalmaktadır. Üstelik çalışan
kadınların çocukları “ana-dil”den yâni “anne dili”nden de yoksun kalırlar.
Çocukların ve gençlerin acâyip-acâyip konuşmalarının bir sebebi de budur.
Allah’ın, kadınları ev-merkezli olarak
yarattığının bir delîli de, kadınların fizîki yapılarıdır. Kadınlar çocuğunu
ayağında sallamak, emzirmek, yemek hazırlamak, örgü örmek, arkadaşlarıyla
çay-kahve içmek vs. için oturmak zorundadırlar. Kadınların fizîki yapıları uzun
süre oturabilecek şekildedir. Kanımca kadınların kalçalarının büyük ve genişçe
olmasının bir nedeni de budur. Erkekler öyle değildir. Erkek biraz otursa kemikleri
kıçına batmaya başlar ve hemen kalkmak ister. Çünkü erkek dışarıda çalışacaktır
ve evin ihtiyaçları için uzun süre ayakta olacaktır Fakat kadın büyükçe bir
mâbâda sâhip olduğu için uzun süre rahatça oturabilir. Allah bu-şekilde kadını
ev-merkezli olarak yaratmış, sonra da “oturun evlerinizde” demiştir.
“Özellikle
müslüman kadının, kamusal alanda çalışma durumunun erkeklerin çalışma
şartlarıyla aynı kriterlerde olmaması gerektiğini” söylüyorlar. Böylece sanki
kadınlara kolaylık sağlamış olacaklar. Oysa kadının ev-dışında çalışması baştan-sona
yanlıştır ve zararlıdır. Zâten kendileri de, “kadının çalışma hayâtına katılması
özel alandaki anne ve eş rôllerine zarar vermektedir. Ayrıca kadınların eril
egemenliği altındaki iş hayatında yükselmek için erkek değerlerini benimsemeleri,
kadınların kendi değerlerinden ödün vermeleri anlamına gelmektedir” diyorlar. Ee,
o zaman niçin kadınları kamusal alana çıkmaya ve ev-dışında çalışmaya
yönlendiriyorsunuz. Kadın hangi ortamda ve ne şekilde çalışırsa-çalışsın yine
de başta kendisi olmak üzere birilerine zarar verecektir. O-hâlde kadınların çalışması hem kendilerine, hem âilelerine,
hem topluma hem de dîne ve fıtrata karşı yapılan bir zulümdür. 80 milyonluk ülkeye en fazla 10-15 bin kişilik çalışan kadın gerekir ki bunlar da yarı-zamanlı
çalışma şeklinde olmalıdır. Üstelik çalışacak bu kadınlar, önünde engeli
olmayan kadınlardan seçilmelidir. Yâni çalışacak olan kadınlar ya bir-nedenle evlen(e)memiş,
ya erken evlenip çocukları evlenip evden ayrılmış yada çocukları
olmamış kişilerden olacaktır. Aksi-hâlde dediğimiz ve apaçık bir şekilde görüldüğü
gibi, Dünyâ çalışan kadınlar tarafından ifsâd olacaktır ki bu ifsâd zâten
yayılmaya başlamıştır bile.
Dünyâ
adâletsiz ve eşitliğin olmadığı bir yer hâline gelmiştir. Bu adâletsizlik en
çok da ekonomik alanda kendini göstermektedir. Bu durum geçim zorluğu ortaya
çıkardığı için “kadının çalışmasına daha doğrusu çalışmaya mecbur bırakılmasına”
neden olmaktadır. Fakat bu adâletsizlik “kadının çalışması” ile değil,
“çalışmaması ile aşılabilecek” bir durumdur. Çünkü kadın ucuz iş-gücü oluyor ve
ücretlerin belli bir seviyenin altında kalmasına neden oluyor. Kadın ucuz emek ve iş-gücü
olarak kullanıldığı için ücretler de düşük kalmaktadır.Bu durum tâğutların ve onları
izleyenlerin işine gelse de büyük zulümlere neden olmaktadır. O-hâlde kadın
kamusal alandan ve iş-hayâtında çekilecek ve böyle olunca da ücretler mecbûren
iki katına çıkacaktır. Kadın iş-hayâtından çekilse emin olun ki çok kısa bir
süre sonra asgarî ücret iki katına çıkacaktır. Buna mecbur kalacaklardır.
Kadının
özel alanı evidir. Kamusal alan kadının hiç-bir şeyine uygun değildir ve kadına
ev-dışında, evde edinebileceğinden -olumlu anlamda- daha fazla bir şey de
katmaz. Kamusal alana çıkan kadın ya zulmeder yada zulme mâruz kalır. Bu nedenle
“kamusal alana çıkmak için mücâdele etmek” denilen şey ne kadar da absürttür. Hele
ki evden tüm Dünyâ’ya ulaşılabilen bir zamanda. Fikirlerini, düşüncelerini ve
bilgilerini yaymak ev-içinden de çok kolaydır. Buna rağmen “kamusal alana çıkacam” diye bir yerlerini
yırtmak anlaşılabilir değildir. Bu durum olsa-olsa modernizme meftûn, râm ve
hayrân olmanın bir sonucu ve göstergesi olabilir.
Ey
özel alanları olan evlerinden ayrılıp da kamusal alana çıkan ve bunun için
olanca gücüyle mücâdele eden ve edilmesini şiddetle savunan kadınlar!. Allah
aşkına; kamasal alana çıktınız da ne yaptınız?. Sanki Dünyâ-çapında bir fikir
ve düşünce mi ürettiniz?, hârika iller yapıp da Dünyâ’yı mı değiştirdiniz?.
Ev-içinde yapılamayacak olan neyi yaptınız ki!. Kamusal alanda yâni ev-dışında
yapıp da evde yapamadığınız ne var?. Sanki meselâ Rachel
Corrie gibi canınızı da ortaya koyarak büyük ses getiren eylemlerde mi
bulundunuz?. Hayır!, siz kandırıldınız ve annelikten, ev-hanımlığından
uzaklaştırıldınız. Ev-dışına ve kamusal alana çıkmaya alıştırıldığınız için
ev-dışına ve kamusal alana çıkmayı iyi ve üstün bir şey zannediyorsunuz.
Fakat
şunu iyi bilin ki ey kadınlar!; modern, kapitâlist, feminist, lâik, seküler ve
demokratik kamusal alanda kendinizi Allah’ın emrine göre gerçekleştiremezsiniz.
Zâten Allah sizden böyle bir şey beklemiyor. Kamusal alanda ancak kendinizi
kaybedersiniz. Sonunda da başlarsınız modernizmin her türünü kutsamaya..
Dindar
kadınları kamusal alana alıştıran ve onları dışarı-dışarıya iteleyenler muhâfazakâr
partiler olmuştur. Çünkü onlar da seküler-demokratik partilerdir ve parti yâni
demokrasi bir “çoğunlukçuluk”tur. Kadınlar da işte çoğunluk oluştursunlar ve
çoğaltsınlar diye onları kamusal alana atmışlardır. Böylece seküler projelerini
onlar üzerinden gerçekleştirmek istiyorlar. “Kadın kolları” falan diyerek kadınları
evden çıkarmakta ve geri de eve sokmamaktadırlar. Evleri bok götürürken, çocuklar
açlıktan kıvranırken, kadınlar orada-burada yâni kamusal alanda çeşitli gereksiz
işler için koşturmaktadır. Ne kadar da absürt ve boş şeylerdir bunlar. Üstelik
kamusal alana kök salan kadınlar “üstün kadınlar” olarak görülmekte ve bu
kadınlar sanki “Allah’ın râzı olduğu kadın” gibi gösterilmektedir.
Günümüzde
kadınlar kamusal alanı öyle bir doldurmuşlar ki, erkeklere yer kalmıyor. Çıkın
bakın, sabahın köründe bir otobüs durağına, durakta otobüs bekleyen insanların
üçte ikisi kadın. Ya senin çocuğun yok mu, evde yapacak işlerin yok mu?. Ne
işin var karanlıkta yollarda, kamusal alanda.
Bir
de “baş-örtüsü ve tesettürlü olduktan sonra kamusal alan çıkmakta, ev-dışında
çalışmakta ve erkekler içinde olmakta sorun olmaz” diyen câhiller var. Zorunlu
hâllerde ve geçici durumlar için kamusal alan çıkılabilir tabi ama kamusal
alanı kutsal bir mekân olarak görmek, baş-örtülü ve tesettürlü olunsa dâhi çok
büyük bir sorundur. Kamusal alana baş-örtülü ve tesettürlü olarak, günün çoğunu
orada geçirecek şekilde çıkmak doğru değildir ve kadın için sorundur.
Şu da
var ki, Allahsız modern sistem, kadınları “Allah’ın emrettiği baş-örtüsü”yle
kabûl etmez ve edemiyor. Bu nedenle de modernleştirilmiş baş-örtüsü ve tesettür
ortaya çıkmıştır. Peki ne uğruna?, kamusal alan çıkabilme ve kamusal alana
dâhil olabilme uğruna. Allah’ın emri sâdece saçın örtülmesi değildir hattâ aslında
Allah’ın “baş-örtüsü takın” diye bir emri de yoktur. Çünkü baş-örtüsü zâten
vardır. Allah baş-örtüsünü bağlama şeklini düzenliyor ve baş-örtüsünün sâdece
başları örten bir örtü olmadığını söylüyor.
Baş-örtüsü
emrinin verildiği zamanlarda aynen günümüzde olduğu gibi kadınlar
baş-örtülerini, amacına uygun olmayan şekillerde modaya göre bağlıyorlardı.
İşte Allah bu bağlama-şeklini değiştirip düzenlemiş ve: “Baş-örtülerinizi
boyunlarınızda birleştirdikten sonra göğüslerinizin üzerine salın” demiştir.
Fakat modernler zâten işte bu belirlemeye ve Allah’ın emrettiği şekilde baş-örtüsü
takmaya karşı çıkmışlardır. Lâikler baş-örtüsüne tümden karşı çıkarken, sekülerizm
ise “Allah’ın emrettiği şekilde kullanılmasına” karşı çıkıyor. Bu nedenle de
baş-örtüsünün ancak dünyevileşmiş ve modernleşmiş şeklini kabûl edebiliyorlar. Kamusal
alanda da işte bu dünyevileşmiş ve modernleşmiş olan baş-örtüsünü görmek istiyorlar.
Modern müslüman kadınlar*kızlar da bunu, “kamusal alana çıkabilmek için”
seve-isteye kabûl ediyor ve baş-örtülerini kamusal alana uygun şekilde
bağlıyorlar. Fakat şu kesin ki, baş-örtüsünün “Şûle-baş” denilen bu
bağlanış-şekli zinhar Allah’ın emrettiği bağlama-şekli değildir.
Modernlerin
kamusal alan dâhil olmak için belirlediği ve kabûl ettiği baş-örtüsü bağlama ve
tesettür kıyâfeti kullanma-şekli budur. Bunu kabûl eden kızlar-kadınlar,
modernlerin belirlediği ve kabûl ettiği;
vücut hatlarını belli eden dar, içi gösteren ince ve çıplaklığı gösteren
kısa ve de çok parlak ve gösterişli olan -sözde- tesettür kıyâfetleri
(elbise-libas değil) giymeyi kabûl ediyorlar. Zâten Allah’ın emrettiği
giyim-şeklini de çok ilkel, sıradan ve ezik gördükleri için, tam da Allah’ın
emrettiği gibi giyinen kadın ve kızları “kezban” olarak görüyorlar. Oysa asıl
“kezzibân” kendileridir.
Müslüman
kadınlar Allah’ın emrettiği şekilde olan kıyâfetleri giymeyi “kabûl edilemez”
olarak görmeye başlamışlardır. Çünkü tesettürün “göstermemek için” olduğunu
bilmiyorlar ve modernleşmiş kıyâfetleri “göstermek için” kullanıyorlar. Zâten
modern kıyafetler de tümüyle gösteriş içindir. Zîrâ kamusal alanda görünmek ve
göstermek olmazsa-olmazdır. Çünkü modernler böyle istiyor ve ancak böyle olursa
-sözde- tesettürü ve baş-örtüyü kabûl edebiliyorlar. Oysa Allah bunu kabûl etmemiş
ve değiştirmiştir.
Modern kadının âile içerisindeki kimliğini
muğlaklaştırmıştır. Çalışıp para kazanan ve çeşit-çeşit giyinip dolaşan kadınları
gören diğer kadınlar, kendilerini ezik ve aptal gibi hissetmektedirler. Böylece
“kadın hem bir anne hem de çalışan, yazan ve gerektiğinde hakkını savunmak için
mücâdelesini verecek güçte olmalıdır” gibi sözlere hemen kanıyorlar. Oysa bu
söz çok yanlıştır zîrâ kadına Allah’ın yüklemediği işleri yüklemek, kadına yapılan
büyük bir zulümdür.
Kadının çalışması ve kamusal alana çıkması,
“babanın işe, annenin işe, çocukların kreşe ve ana-okuluna gitmesine,
yaşlıların da huzur-evlerine hapsedilmesine ve huzursuzluk içinde yaşamasına neden
olmaktadır. Kreşlerin ve huzur-evlerinin
bu kadar çoğalmasının nedeni kadının kamusal alan diye tutturmasından başka
bir şey değildir. Öyle ki artık parti ve belediye seçimlerinde adaylar “her
mahalleye bir kreş açacağım” vaâdleri yapmaktadır. Aslında bu vaâd, âilenin ve
toplumun ne kadar da bozulduğunun bir göstergesi olmasına rağmen, insanlar bununla
övünecek kadar şaşırmıştır.
Kamusal
alan çıkan ve buna alışan kadınlar ve kızlar ev-hanımlığından iğrenmeye
başlıyor. Bu durum daha ileride evlenmeyi, çocuk bakmayı, ev işleri yapmayı vs.
dehşet verici görmelerine neden oluyor. Evlenmiş ve çocukları olmuş kadınlar
bunun çâresini kamusal alana çıkmayı ve ev-dışında çalışmayı terk etmekte değil
de, -haksızlık ve şerefsizlik yaparak- gariban kadınları üç kuruşa çalıştırmakta
ve kendi yapmaları gereken işleri onlara yaptırmakta buluyorlar. Nerden baksan
tutarsızlık, nerden baksan zulüm..
Ey
kadınlar!; hem evde hem de dışarıda bir işte çalışmayı nasıl kabûl edebiliyorsunuz?.
Evin işleri zâten çok ağır oluyor, bir
de ev-dışında bir işte çalışmak sizin için zulümdür. İşte burada kadınların
isteklerinden ziyâde, sistemin, kadınları dışarı çekmek tuzağı ve plânı vardır.
Çünkü öyle bir durum ortaya çıkmıştır ki artık erkeğin tek-başına çalışarak
kazandığı paranın aslâ yetmeyeceği yada yetmeyeceği sanılan bir dünyâ kurulmuştur
ve kadın daha rahat bir hayat için anneliği fedâ etmek zorunda ve durumunda
kalmaktadır. Oysa bu bir kısır-döngü oluşturmakta ve kadın iş-gücü, ücretlerin
daha çok azalmasına neden olmaktadır. Bu tuzağı fark etmek ve bundan kurtulmak
şarttır.
Mutlu
âilenin formülü şudur: “Kadınlar erkekler karşısında “haddini” bilecek; erkekler
de “emânet”e (kadın) ihânet etmeyecek”.
En iyi ve ideâl kadın “ayaklarının üzerinde durmasını
bilen kadın” değil, “.ötünün üstünde oturmasını bilen kadın”dır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Şubat 2024
Ben İslami değerlere önem veren bir kızım ve sırf çalışmadığım için ne değer gördüm ne de evlenebildim. Toplum da maalesef erkekler dahil kadınları bu hale getiriyor. Sorun yok Allah’ın rızası bize yeter.
YanıtlaSilAllah senden râzı olsun. Allah katında değerli olmak önemli. Allah sana yollarını açsın, nîmetlerini lutfetsin.
Sil