“Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir
dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız ve tanışmanız için sizi halklar ve
kabîleler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerîm)
olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvâca en ileride olanınızdır.
Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır” (Hucûrat 13).
Modernizm ile birlikte,
din-merkezli anlayışlar ve yorumlar yerine, insan/akıl-merkezli anlayışlar ve
yorumlar gündemdedir. Bu yorumlar modernizmin zorlamasıyla, “dîni modernizme
uydurma” yolundadırlar. Artık dînin özünden bahsetmekten nerdeyse utanılacak
bir duruma gelinmiş ve dînin özü yerine, modern/post-modern yorumlarla
sentezlenmiş yeni dîni anlayışlar oluşturulmuştur. Bu yeni anlayışa, -aslında o
da modern bir yorum ve anlayış olan- ırk-merkezli “milli İslâm’cılık”, “Türk İslâm’cılığı”,
“Anadolu İslâm’cılığı” gibi “İslâm’cılık” adı altında yeni görüşler eklenmektedir.
Bu bağlamda vatan-millet telâkkisiyle bu düşünceyi araştırıp savunanlar da oluyor.
Tabi bu düşünce biçimi, İslâm’ı evrensellikten çıkarıp, yerelliğe iten ve ırka
hapseden bir anlayış olmakla sonuçlanıyor.
İslâm hiç kimsenin babasının
malı değildir. Buna benim de mensup olduğum Türk kavmi de dâhil. İslâm öyle
ırka-millete bakmaz. Takvâya bakar. Baştaki âyette söylendiği gibi, takvâca
üstün olanlar “insanlar arasındaki üstünler”dir. O hâlde ırk, liberâl, ılımlı,
çoğunluklu, demokrasi, siyâsal (?), millî İslâm’cılık yerine, “takvâ İslâm’cılığı”nı
savunuyoruz.
“Türk Müslümanlığı” denilen
ve gündem edilen şey, Ahmed Yesevi tasavvufunun modern şeklinden başkası
olmayacaktır. Fakat bu, Kur’ân/sünnet-merkezli hakîki İslâm’a karşı bir bâtıl bir
din olmaktan aslâ kurtulamayacaktır. Zîrâ tasavvuf, İslâm-dışı bir felsefî
sistemdir. Ahmet Yesevi’nin dîni, zâten şu-andaki Türkiye Cumhuriyeti’nin dînidir.
Türkiye Cumhuriyeti, İslâm dînini silip, yerine Yeseviliği getirmiştir. Daha
doğrusu getirmeye çalışmıştır. Tasavvuf dîni, İslâm’a uymak için değil, onu dönüştürmek
için yola çıkmış çıkarılmış bir şirk düşüncesidir. Nâmık Kemal Zeybek bunu
şöyle ifâde eder:
“Türkler İslâm ve öteki dinlere
girdiklerinde ‘öz inançlarını’ koruyarak yeni girdikleri din içinde bunu
sürdürmüş ve ‘kendilerine göre’ girdikleri dîni de dönüştürmüşlerdir”.
Mehmet Aydın bu konuda şöyle der:
“Hicaz’dan Anadolu’ya bakınca Suud’lu bir âlim, bizim müslümanlığın
önemli bir kısmının halk tasavvufunun etkisiyle özden uzaklaştığını söyler.
Buradan oraya bakınca da o müslümanlığın ne kadar lafzî, ne kadar dar ve ne
kadar kültür fukarâsı olduğu öne sürülür. Bütün bunların temelinde açıkça ifâde edilen veyâ edilmeyen şu kanaat vardır: ‘Biz
onlardan farklıyız ve bizim müslümanlık, onlarınkine nisbetle daha çok İslâm’dır’.
‘Modern Târihte İslam’ adlı ünlü eserin müellifi Wilfred Centwell Smith, bu eserde adını
vermediği bir Türkün şu görüşünü iktibas ediyor: ‘Angilikanizm nasıl bütünüyle
İngiliz tarzında bir Hristiyanlık ise, biz de bizim olan, (yeni) toplumumuzla
ilgili, onunla entegre olmuş bir ‘Türk İslâm’ı’ inşâ etmek arzusundayız.
Angilikanizm ne İtalyan’dır, ne de Rus. Buna rağmen kimse onu hristiyanlık
olmamakla suçlamıyor. Biz niçin kendimize âit olan bir İslâm’a sâhip olmayalım?’.
Smit’e göre böyle bir tutum İslâm târihinde yenidir. Türklerin
dışında kalan müslümanlar açısından da şok edicidir. Hâlide Edip Adıvar’ın
da benzer bir duygu içinde ‘biz İslâm dünyâsının protestanları olacağız’ dediği
kayıt edilmektedir.
Kanaatim odur ki, ‘Türk müslümanlığı’ (yahut ‘Türk
İslâm’ı’) söylemi (veyâ fikri) tâ başından bêri ideolojik bir boyutu
-dolayısiyle bir anlamda değer koyucu bir özeIliği- içermektedir. ‘Türkleşme,
İslâm’laşma ve muâsırlaşma’nın Türk düşünce gündemine oturduğu günlerdeki
‘İslamlaşma’, modern bir proje idi.
Müslüman bir toplumun müslümanlaşması,
İslâm’ın özellikle Türk milliyetçiliği ve çağdaşlaşma karşısında yeniden
tanımlanması ve yorumlanması zorunluluğunu ortaya çıkarıyordu”.
Allah aşkına!; milli İslâm’cılığı,
Türk İslâm’cılığını hangi dille-kültürle şekillendirip oturtacaksınız?. Türkün
dili-kültürü için son 90 yıldaki dil ve kültürü söyleyecekseniz hiç bu işe
girmeyin derim. Zîrâ o zaman o İslâm’cılık “Türk İslâm’cılığı” değil, basbayağı
“batı İslâm’cılığı” olur. Fransız-İngiliz-İsviçre İslâm’cılığı. Her-şeyimizi
onlardan aldık ya!. Bahsettiğiniz Türk İslâm’cılığını öz Türk-dili ile
yapamazsınız. Çünkü Türkçe’de en çok kullanılan kelimeler olan “hiç” Farsça, “şey”
Arapça’dır. Bunları çıkardığınızda Türkçe’yi doğru düzgün konuşamazsınız bile.
Bu dili kullandığınızda da olan şey Türk Müslümanlığı olmaz, Arap ve Fars-Îran müslümanlığı
olur. Dîni Türk’e özgün kılacaksanız, o zaman Türk olmayan her-şeyi de çıkarıp
atarak yapmalısınız bunu. Çünkü isim “Türk dîni/Müslümanlığı”.
Yapılmak istenilen şey İslâm
değil, şeytanın arzusunu, tâğutların modern isteklerini kolayca yerine getirebilecekleri
bir alan açmak ve “mallaşmış bir zihin” inşâ etmek. Zamânında Celâleddin Rûmi’nin,
Moğollara karşı halkı pasifleştirmesi gibi. Bahsedilen Milli-Türk İslâm’cılığının
târihi de yenidir zâten. En geride Yahyâ Kemâl’e kadar gider. O hâlde millî İslâm’cılık,
Türk İslâm’cılığı da “modern İslâm’cılık” olacaktır. Bu durumda “modernizmi mıh
gibi Türkiye’de yerleştirmek”le sonuçlanır bu işin sonu.
Papa II. Baschalis
tarafından söylenen; “Müslümanlar eşittir Türkler” ifâdesi vardır. Fakat bu,
“Türklük (yada diğer bir ırk) eşittir Müslümanlık” anlamında gelmez. Zîrâ
müslümanlık aslâ bir ırkla alâkalı olmak zorunda değildir ve zâten hiç-bir
ırkın kapasitesi İslâm’ı kuşatmaya yetmez. Zîrâ bu “İslâm’ı sınırlandırmak
anlamına gelir. Oysa İslâm hiç-bir şekilde sınırlandırılamaz.
Bırakın Türk İslâm’cılığını,
Osmanlı devleti bile bir İslâm’cılık kuramadı. İslâm’cılık sâdece câmi, köprü,
kervansaray yaptırmak değil ki. Kevâkibi, Osmanlı için;
“Güzel câmiler yaptı, iyi devlet-adamları
ve iyi komutanlar yetiştirdi, iyi şiirler yazdılar, iyi şairler yetiştirdiler.
Fakat ilmî noktada Osmanlı ne yapmıştır ki” diye sorar.
Her yörenin kendine has
doğal bir müslümanlık-şekli vardır fakat müslümanlığı bir ırka hasretmek
yanlıştır. Zîrâ daha hemen o anda diğer ırkların müslümanlıklarını
ister-istemez ötekileştirmeye başlarsınız ve böylece başkalaşma ve çatışma
kaçınılmaz olur.
Türk İslâm’ı, “kökü dışarıda
ve ithâl” diye tanımladığı diğer İslâm düşüncelerini, sûni sınırların dışından
geldiğinden dolayı “öteki” olarak görür. Hâlbuki Türkiye’ye göre İslâm da ithâldir.
Çünkü sınırların ötesinden gelmiştir. Mısır, Pâkistan ve Îran’dan gelen İslâm
modellerini (siyâsal İslâm) “ithâl” olarak gösterenler, Türk müslümanlığının da
ithâl olduğunu bilmelidirler. Birilerinin önerileri ve gündeme getirmeleri ile
popüler olmuştur bu. M. Ali Kirmâni, bu konuda yazdığı bir yazıda bundan şöyle
bahseder:
“Ortadoğu Forumu Başkanı Daniel Pipes, gerçek
çatışmanın İslâm’ın farklı versiyonları arasında yaşandığını ileri sürmüştür.
Terörizme karşı sürdürülen mücâdelede hedefin, İslâm Dîni’nin kendisi değil,
siyâsal versiyonu olduğunu belirten Pipes’e göre, bu mücâdelede başarılı
olabilmek için öncelikle siyâsal İslâm ortadan kaldırılmalı, ikinci aşamada yapılacak
iş, en güzel örneğini ‘Türk Müslümanlı’ğının oluşturduğu İslâm’ın modern
versiyonunu inşâ etmek olmalıdır; zîrâ Türkiye seküler ve demokratik yapısıyla
gerçekten İslâm dünyâsında eşsiz bir örnektir”.
Türkler;
gök-tanrı (sâdece göklerin tanrısı); şamanizm-toyonizm; budizm; mûsevilik;
hristiyanlık; maniheizm; zerdüştizm; ve en nihâyet İslâm dînini seçerek târih
boyunca çeşitli dinlere girip çıkmışlardır. İslâm’a girdiklerinde ise; şiilik,
mistisizm-tasavvuf ve sünnilik düşüncelerine daha sıcak bakmışlardır ve bir
türlü Kur’ân ve Sünnet merkezli bir düşünce ve yaşayışa yönelmemişlerdir. Din
değiştirmede zorlanmamaları “demokrasi dîni”ni de kolayca benimsemelerine neden
olmuştur. Zîrâ Türkler din konusunda biraz “gevşek”tir. Bu durumun farkına
varan batı, “Türk Müslümanlığı” teorisi üzerinden İslâm’ı yozlaştırmak
istemektedir. Fakat unuttukları şey şudur ki; İslâm’ın evrenselliği bir “ırk
İslâmı”na zinhar izin vermez. İslâm Özkan:
“Millî bir din yaratma, İslâm’ın
evrenselliğini devletin millîliğiyle manipüle etme, seküler devletin
kullanabileceği şekilde bir din anlayışı yaratmak olduğu görülür” der.
Irk dîni yada “halk İslâmı”,
vahyi ve Peygamber örnekliğini (sünnet) büyük ölçüde göz-ardı eder ve bâtıl da
olsa “halkın dîni anlayışı” üste çıkar. Allah “ırk dîni” yâni “halk İslâmı”
yerine, vahiy ve onun pratik şekli olan sünnet-merkezli evrensel bir dîni yâni
İslâm’ı önerir ve emreder. Zîrâ ancak bu şekilde zulümlerin ve
adâletsizliklerin önüne geçilebilecektir. Ahmet Yaşar Ocak bu “halk İslâmı”nı
şöyle tanıtır:
“Halk İslâm’ı terimiyle bizim burada anlatmak istediğimiz, bir inanç ve
bir sosyâl hayat-tarzı olarak yorumlanan ve yaşanan, İslam’ın kitâbî
esaslarına “belli ölçüler içinde” sâdık kalmakla berâber, daha ziyâde
geleneksel yaşantının belirlediği, kısmen hurâfelerle karışık bir
müslümanlık-tarzıdır. Bu müslümanlık-tarzı ortodoks ve heterodoks İslâm
yorumları temelinde şekillenir. Türk halk müslümanlığının da; biri ortodoksiye,
öteki heterodoksiye dayanan iki boyutu vardır”.
İslâm demek Kur’ân demektir.
Osmanlı’nın Kur’ân-merkezli, -yarım kalmış bir-kaç tefsir çalışması hâricinde-
bir çalışması bile yoktur. Türkler bu yönden kısırdır zâten. Daha yeni-yeni bir
çıkış var fakat o da maalesef “modern merkezli” çalışmalardır. Zîrâ Türkler,
İslâm’ı ana-kaynakları olan Kur’ân ve sünnetten değil, yukarıda söylendiği
gibi, kadim dinleri şamanizmi Îran-Horasan tasavvufuyla sentezleyerek ve yanına
da genelde sözde İslâmî uydurma sözleri ve hurâfeleri ekleyerek edindikleri bir
inançtır. Bunu günümüzde modern eklemelerle zenginleştirmektedirler.
Türk müslümanlığı da
Osmanlıcılık-Türkçülük akımlarıyla birlikte düşünülen ve cumhuriyet ile
birlikte hayâta aktarılmak istenen fakat başarılamayan bir düşünce olmasıyla
moderndir. Cumhuriyete yada en geride Nâmık Kemâl ve Yahyâ Kemâl’e kadar gidebilecek
bir düşünüştür. Din-merkezli değil, ırk/kavim/millet-merkezli bir anlayıştır ki
ilahi olmaktan çok sekülerdir. Batı’da Fransız Devrimi’yle başlayan bu oluşum,
Osmanlı’da tanzimat ile birlikte düşünülmeye başlamıştır ve şimdilerde yeniden
körüklenmek istenmektedir.
Bu bağlamda, hem bir “ırk
müslümanlığı”ndan, hem de bir Millî-Türk İslâm’ından bahsetmek abesle iştigâl
etmektir.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn
Görmüş
Hazîran 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder