5 Mayıs 2024 Pazar

Hedefi Büyük Tutmak

 

“Allah, dinden Nûh’a tavsiye ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrâhim’e, Mûsa’ya ve Îsâ’ya tavsiye ettiğimiz, ‘Allah’ın dînini hayâta egemen kılın ve bu konuda görüş ayrılığına düşmeyin’ direktifini sizin için bir hayat-düsturu olarak ön-gördü. Fakat kendilerini çağırdığın bu düstur, Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir” (Şûrâ 13).

 

Mü’minler; kâlplerinde “kerîm hedefler”e yönelik ajandaları olan kişilerdir. Fakat bütün hedefler, “Allah’ı râzı etme hedefi”ne göre “tâli hedefler”dir:

 

Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara içinde ebedî kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetmiştir. Allah’tan olan hoşnutluk ve rızâ ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur” (Tevbe 72).

 

Modern müslümanlar İslâmî hedeflerini kaybetmişlerdir. Çünkü modern müslümanlar İslâm’ın bir hedefinin olmadığını zannediyorlar. Zîrâ müslümanlar post-modernite ile birlikte, İslâm’ın büyük hedeflerinden ve ideâllerinden vazgeçerek, batı-merkezli, kişisel gelişim ve mutluluk (haz) odaklı bireysel amaçları ve rahatlığı seçtiler. Artık müslümanlar da dâhil herkesin hedefi,, konfor içinde mutlu-huzurlu uzun bir hayat sürmektir. Lâkin bu hedef “büyük bir hedef” değildir.

 

İnsanın ne olduğu, hedefinden belli olur. İnsanın hedefi ne ise, dîni de odur. Lüks ve sefahat içinde yaşayanlar, tatmine ulaştıkları ve artık bir ideâlleri ve hedefleri kalmadığı için, “yüce hedefler” uğruna yaşamaktan vazgeçtiler. Çünkü büyük amaçları/hedefleri olmayanlar, mecbûren hazların peşine düşmeye ve hazları düşlemeye başlarlar. Günümüzde olduğu gibi, yüce hedeflerden yoksun ve kopuk olan insanlık, haramlarla teselli bulmaktadır.

 

İnsan, büyük hedefler için yaratılmış bir varlıktır. Varlığın kendisi bu büyük hedefe uygun olarak yaratılmıştır. Bu büyük hedef “tevhid”tir. Tevhid, “Allah’ın sözünün ve yasalarının, tüm kâinatta olduğu gibi Dünyâ’da ve insanlar arasında da hâkim olması”dır. Kâinât muhteşem düzeni ve nizâmıyla kusursuz bir şekilde deverân eder. Allah bu düzenin ve nizâmın, insanlar arasında; sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, hukûkî, kânûnî, askerî, siyâsi vs. tüm alanlarda da hâkim olmasını ister. Bunun için de vahiyler indirir ve peygamberler gönderir. Böylece insanın en büyük hedefi, “göklerde tek ilah olduğu gibi yeryüzünde de tek ilah olarak” tevhidi sağlamak olmuştur.

 

Allah “amaç”ı ve “hedef”i de yaratandır. “Bir amaç ve hedef ortaya Koyan”dır. Bu nedenle “Allah’ın amacı-hedefi” olmaz. Amaç ve hedef bizim amacımız ve hedefimizdir ki bu hedef en büyük hedeftir. Bu hedeften şaşmak ve kopmak hedefi küçültmek anlamına gelir.

 

İslâm, uzak-doğu dinleri gibi salt soyut “düşünce dîni” değildir. Aksine İslâm, “somut”a dönük büyük hedefi ve hedefleri olan bir din’dir ki bu hedefe, ilk önce iç-âlemlerin inşâsı ve hâkimiyeti, sonra da dış-âlemin inşâsı ve hâkimiyeti ile ulaşılabilir. Çünkü tevhid ancak böyle sağlanabilir. İslâm sâdece mânâya değil, maddeye de hâkim olmayı hedefleyen bir din’dir. Zâten böyle bir hedefi olan tek din İslâm’dır. Zîra bu hedefe sâdece hak din tâlip olabilir ki Allah katındaki tek hak dînin İslâm olması bu nedenledir. Zîrâ ikisine birden hâkim olmadığında, ikisi birden yozlaşır. Müslümanların hedeflerinin küçük olmasının nedeni, İslâm’ı kâlplere hapsederek hedef küçültmüş olmalarıdır. Oysa İslâm’ın tüm emir ve yasakları büyük hedefler içeriri. Meselâ İslâm’da zekâtın hedefi, “zekât alacak” ve “zekât verecek” bir kimsenin kalmamasıdır.

 

İnsanın düşüncesi, amaçladığı hedef ile şekillenir. Hedefi olmayanın ise, zâten düşüncesi de yoktur. İslâm’ı hayâta hâkim kılma amacı ve hedefi olmadığında, Dünyâ bir oyun ve oyalanma alanı olur. Artık kim daha çok tüketirse en çok o haz içinde yaşar.

 

Modernizm, bilerek bir güvensizlik ortamı oluşturur. Böylece insanlar kendilerini güvensiz hissettiklerinden dolayı bencilleşirler ve bencil hedefler peşinde koşmaya başlarlar. Böyle insanların olduğu bir dünyâda meselâ mutluluk “büyük hedef” olur. Fakat mutluluk bir amaç-hedef değil, bir sonuçtur. Amaç ve hedef, Allah’ın rızâsını kazanmaktır. Allah’ın rızâsını kazananlar mutlu olurlar.

 

Allah Kur’ân’da; “namazlarınızı titizlikle yerine getirin”, “yalvara-yalvara duâ edin”, “ana-babanıza ‘öf’ bile demeyin” vs. gibi emirler verir. Peki bu emirleri %100 olarak değil de, %90 olarak yerine getirdiğimizde, yaptıklarımız kabûl edilmez ve boşa mı gider?. Şöyle ki; teori, -bâzı sınırlı zamanlar hâriç- hiç-bir zaman %100 pratiğe dökülemez. Kur’ân’ın gösterdiği “ulaşılabilir olan” bir “hedef” vardır. Fakat o hedefe bir-anda ulaşılamadığı gibi, çokları ulaşamaz da. O-hâlde İslâm; o hedefe ulaşma yolunda tüm güçle samîmi bir şekilde gayret sarf edip-etmemeye bakar. Fakat bir de “tevhid” vardır ki, ya %100 olur, yada %0. Tevhid yâni “şirksizlik”, yarım-yamalak olacak şey değildir. Tevhid %100 olmadığında Allah’ın yardımının ulaşması söz-konusu bile olmadığı gibi, azâbı her yönden kuşatır bizi.

 

Cennet büyük bir hedeftir ve yarış sâdece onun için olur. Ona, büyük “tevhid hedefi” için çalışanlar ulaştırılır. Âhiret bilinci ve “cennet hedefi” ile yaşamayanlar, sürekli olarak modern hayâtın üst seviyesi için hayâl kurarlar. Bu aslında şeytan, nefs ve tâğutun dürtmesinin bir sonucudur. Fakat insan madde ile aslâ mutmain olmaz. Zîrâ insan salt maddeden ibâret değildir. Madde “kesin tatmin edici” olmadığı için bu tatminsizlik ve eksiklik yine sürekli olarak madde ile desteklenmek ve tamponlanmak zorunda bırakır insanı. Böylece hayat “tatminsizliği tamponlamak”la ziyân olur gider. Çünkü kâlpler ancak Allah’ın zikri-Kur’ân ile tatmin olur.

 

İslâmî hedefler küçülürken dünyevî hedefler büyümüştür. Zâten dünyevî hedefler büyüdüğü için İslâmî hedefler küçülmüştür. 90 öncesi ile 90 sonrası, sanki M.Ö. ile M.S. gibi farklılaştı. 90 öncesi insanlar “küçük dünyevî hedefler” ile mutlu olabilirlerken, 90 sonrasında yaşayan insanlar, “sonsuz dünyevî hedefler” edindiler ve bu hedeflere ulaşamadıkları ve ulaşamayacakları için buhrandan-buhrâna, girmekte, bunalımdan-bunalıma sürüklenmektedirler.

 

Din, insanların sâdece rûhu için değildir. İnsanın sâdece rûhunu değil, bedenini de kurtarmayı hedefler. Böylece hem ruhlar hem de bedenler kölelikten kurtulacaktır. Bunun için de ilk-önce iç-âlemlerin inşâsı ve  nurlandırılması, sonra da dış-âlemin inşası ve nurlandırılması şarttır. Böylece iç ve dış-âlemin ikisine de hâkim olunacaktır. Bu hâkimiyet sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, hukûkî, kânûnî, askerî, siyâsi vs. tüm alanlarda da hâkim olunca ve Allah’ın sözüne göre olduğunda göklerde de yerde de ilah Allah olacak ve tevhid gerçekleşmiş olacaktır. Tevhid gerçekleşince de adâletsizlik, eşitsizlik, vicdansızlık, merhâmetsizlik, haksızlık, ahlâksızlık, küfür, şirk, nifak, fitne, fesad ve zulüm bitecek ve insanca ve İslâmca bir hayat ortaya konacaktır. İşte bu “büyük hedef” ve “ideâl”dir. Mü’minler işte bu büyük hedef merkezinde düşünmeli, konuşmalı, yazmalı ve hareket etmelidirler. Bizim büyük hedefimiz budur. Mü’minler bu büyük hedefe ulaşmaya ve hedefi gerçekleştirmeye çalışmalıdırlar. İmtihan ve hesap, işte bunun için çalışıp-çalışılmadığı ile ilgili olacaktır.

 

Tabi bunun için sağlam bir îmâna ve güvene sâhip, dirâyetli, ehliyetli, liyâkatli, kararlı, azimli, fedâkâr, gayretli bir toplum, bir ülke ve devlet, İslâmî bir tolum, kardeşlik ve paylaşma şarttır. Zâten cihadın her türlüsü de ancak böyle bir toplum ve devlet olduğunda hakkıyla ortaya konulabilecektir. Birilerinin zannettiğinin aksine, İslâm’ın devlet talebi vardır ve Allah mü’minleri böyle bir devlet kurmaları için hem teşvik eder hem de yardım vaâdi verir:

 

“Allah, içinizden îman edenlere ve sâlih amellerde bulunanlara vâdetmiştir: Hiç-şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidâr sâhibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidâr sâhibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibâdet ederler ve bana hiç-bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fâsıktır” (Nûr 55).

 

“Bir vakit Mûsa halkına: Ey halkım! demişti, Allah’ın size bahşettiği nîmetleri hatırlayın ki O, aranızdan peygamberler çıkarmış, sizi Melikler kılmış (kendi-kendinizin efendisi yapmış) ve Dünyâ’da başka hiç kimseye göstermediği lütfunu size göstermişti” (Mâide 20).

 

“Onlar o mü’minlerdir ki, eğer kendilerine yer-yüzünde bir iktidar mevkî verirsek namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler; iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar” (Hacc 41).

 

“Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mîrasçılar kılmak istiyoruz” (Kasas 5).

 

“Andolsun, biz Zikir’den sonra Zebur’da da: Şüphesiz Arz’a sâlih kullarım vâris olacaktır diye yazdık” (Enbiyâ 105).

 

“Uğrumuzda cihad edenleri, kesinlikle bize ulaştıran yollara erdiririz. Hiç kuşkusuz Allah iyi işler yapanlarla berâberdir” (Ankebût 69).

 

 

“Resûlünü, hidâyet ve hak dinle gönderdi ki o hak dîni, bütün dinlere üstün kılsın. Şâhid olarak Allah yeter” (Fetih 28).

 

Allah mü’minlere şöyle bir hedef ve müjde verir:

 

“Ey iman edenler!. Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticâreti size göstereyim mi?. Allah’a ve Resûlüne îman eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi zemîninden ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah’tan yardım/zafer ve yakın bir fetih. Mü’minleri bununla müjdele!” (Saff 10-13).

 

İslâm’ın, Kur’ân’ı hayâtın alanında merkeze alma hedefi vardır. Böyle bir hedef olmadan yapılan Kur’ân araştırmaları ve incelemeleri hedefi küçültür ve okuyanların gözünde Kur’ân nesneleşir.

 

Küçük hedefler içindeyken büyük hedefler doğrultusunda yaşayamazsınız. Bu nedenle hedeflerinizi büyütmeniz gerekir. Büyük hedefi sağlayacak olan tek şey ise İslâm’dır. Çünkü İslâm dünyevî küçük hedeflerle yetinmez ve dünyevî ve uhrevî büyük hedeflere yöneltir. Bunu sâdece İslâm yapabilir. Diğer batıl din ve inanışlar ise ya sâdece dünyevî yada sâdece uhrevî hedefler ortaya koyabilir.

 

İster dünyevî isterse uhrevî olsun, hedefi büyük tutmak çok önemlidir. Çünkü insan hedefi kadar çabalar ve ona ulaşabileceği kadar motive olur. İnsanın herhangi bir konuda ulaşabileceği zirve, ilk-başta koyduğu hedef kadardır. Tabi bu hedef uçuk-kaçık ve abartılı olmamalıdır ama “en iyisi” olmasa da “kötüsü” de olmamalı ve “iyisi” olmalıdır. Hedefi küçük tuttuğunuzda ve o hedefe ulaştığınızda hattâ o hedeften biraz daha ileriye gittiğinizde bile büyük hedefe varmadığınız için hedeflediğiniz şey “en iyisi” olmaz. Meselâ bağlama çalmaya özendiniz ve bir bağlama alıp çalmaya başladınız. Fakat hedefi küçük tuttunuz ve “şöyle bir tıngırdatsam yeter” dediniz. Bu hedefe ulaşırsınız ve hattâ o hedefi geçebilirsiniz de, ama hedefi büyük tutmadığınız için hedefinize vardığınızda ve hedefi biraz geçtiğinizde bile aslında bağlamayı çok da iyi çalmıyor olursunuz. Üstelik hedefi küçük tuttuğunuz için de artık çalışma şevkiniz de kırılmıştır. Motivasyonunuz bitmiştir çünkü. Hedef ne kadar büyük ise, motivasyon da o kadar büyük olur. Bu yüzden tüm hedefi büyük tutmalı ve o büyük hedefe ulaşabildiğiniz kadar ulaşmaya çalışmalısınız. Allah’tan büyük istemekten de korkmayın. Çünkü En Büyük Olan’dan “büyük şeyler” istenir.

 

Yüce hedefler üzere olmak önemlidir. Çünkü yüce bir hedef-amaç üzere olmayanlar, ya hazzın kuşatması, yada ölümü düşünmenin buhrânı içinde yaşamak zorunda kalırlar.

 

Şeytan “boş adam”ı hedef alır. Çünkü “hedef”i olmayanlar şeytanın hedefi olurlar.

 

Basit insanların ana-hedefleri, mü’minlerin vazgeçtiği dünyevî hedeflerdir.

 

Hayâtınıza anlam katan bir şey yoksa, bir hedef, ideâl ve amacınız yoksa; siz bir hayvansınız. Hattâ hayvandan da aşağı..

 

Bir müslümanın, Dünyâ’nın altını üstüne getirmek isteği, hedefi ve görevi, “Dünyâ’yı sükûnete kavuşturmak” içindir.

 

Küresel lâik-seküler-kapitâlist-liberâl-demokratik şirk ve zulüm sistemlerine karşı, içlerinde bir öfke ve isyân besleyip büyütmeyen ve hakkın ve adâletin yegâne şartı olan bir İslâm Devleti-Medeniyeti hayâli ve tevhid hedefi olmayanlar, ya câhildir, yada…

 

Mü’minler, hedefleri küçültmekten vazgeçerek ve kurtularak, büyük hedeflerin hayâlini kuran ve ikâmesi için çalışanlardır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mayıs 2024

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder