“Eğer Allah’a
güzel bir borç verecek olursanız, onu sizin için kat-kat arttırır ve sizi
bağışlar. Allah Şekûr’dur (şükrü kabûl edip çok ihsân eden), Halim’dir (cezâyı
vermekte acele etmeyendir)” (Teğâbün
17).
Âyette
“Allah’a borç vermek”ten bahsedilir. Peki Allah’a borç nasıl verilir?. Hiç-bir
şeye ihtiyâcı olmayan ve her-şeyin ve herkesin O’na muhtâç olduğu, tüm varlığın
yaratıcısı ve mâlikü’l mülk olan Allah’a borç vermenin tek bir yolu vardır ve
infâk, sadaka:
“Size ne
oluyor ki, Allah yolunda infâk etmiyorsunuz?. Oysa göklerin ve yerin mîrası
Allah’ındır… Allah’a güzel bir borç verecek olan kimdir?. Artık Allah, bunu
onun için kat-kat arttırır. Onun için kerîm (üstün ve onurlu) bir ecir vardır” (Hadîd 10-11).
“Gerçek şu
ki, sadaka veren erkekler ile sadaka veren kadınlar ve Allah’a güzel bir borç
verenler; onlar için kat-kat arttırılır ve kerîm (üstün ve onurlu) olan ecir de
onlarındır” (Hadîd
18).
Din, “deyn”den gelir ve “borç” demektir. İnsan, Hristiyanlığın
zannettiği gibi “suçlu” olarak değil, “borçlu” olarak doğar. Ölene kadar da her
dâim borca girer. Zîrâ bize hayat veren ve yaşamamızı devâm ettiren her nefesle
borcumuz artar. Peki bu borç nasıl ödenecektir?. Miktârı sınırlı olduğu için
yaptığımız infâk ve verdiğimiz sadaka bile borcu bir yere kadar karşılar. Peki
yaratılmamızın, hayat bulmamızın ve bunca nîmetin borcu nasıl ödenebilir?. Biz borcumuzu
bildiğimiz ve düşündüğümüz şekilde ödeyemeyiz. Bu nedenle Allah’a borcumuz
silerse ancak biz o borçtan kurtulabiliriz. Peki Allah kimin borcunu siler?. Allah
bizden borcumuzu ödemekten çok, borcumuzu îtirâf etmemizi ister. Borçluluk
bilinci içinde olup da O’nun emir ve yasaklarına göre yaşadığımızda hem
borcumuzu ödemiş oluruz hem de âhirette sonsuz nîmet diyârı olan cennet ile
ödüllendiriliriz. Bundan daha büyük bir şey olabilir mi?.
Küresel şeytanlar Dünyâ’yı
borç ile yönetiyorlar. Çünkü borçluyu yönetmek çok kolay oluyor. İnsanları
borçlu duruma düşürmek ise en çok da fâiz ile oluyor. Tabi insanlar fâize,
nefislerini, arzularını ve hırslarını dizginleyememenin sonucunda “sâhip olmak
hırsı” yüzünden düşüyorlar.
Modern dünyâda borçlu olmak
“bankalara borçlu olmak” demektir. Artık insanların çok büyük çoğunluğu
bankalara borçludurlar. Böylece bankaların modern köleleri hâline gelmişlerdir.
Günümüzde köle edinme şekli, fâiz aracılığı ile borçlandırmayla oluyor. Buna
göre insanların büyük çoğunluğu, fâiz-merkezli bankalar tarafından
köleleştirilmiş durumdadır. Öyle ki, insanlar bankaların kontrôlünden çıkamamaktadırlar.
Kime
borçluysanız ona “kul” olursunuz. İnsanlar bankaların yâni küresel
sermâyedarların ama daha da temelinde nefislerinin kulu hâline gemlilerdir.
Şeytan, nefisler ve tâğutlar, insanları fâiz ve borç ile kuklalara
döndürmüşlerdir ve istedikleri gibi oynatmaktadırlar. Allah ise fâizi ve dolayısıyla
fâizle borçlanmayı yasaklamıştır. Çünkü Allah “sâdece Kendisine” kul olunmasını
istemektedir. Mü’minlik “sâdece Allah’a borçlu olmak” ve dolayısıyla “sâdece
Allah’a kul olmak” demektir. Üstelik “sâdece Allah’a” kul ve borçlu olunca
Allah hem tüm borçları siliyor, hem de âhirette böyle kişileri cennet ile
ödüllendiriyor. Bu nedenle Allah’a borçlu olmak güzel bir
şeydir.
Lâkin insanlar özellikle de modern insan,
Allah’tan daha çok bankalara güvendiği için fâizsiz iş yapamaz duruma
gelmiştir. Hâlbuki bankalara borçlanacağına Allah’a borç verse yâni tam da
O’nun dediği gibi yaşasa ne fâize ne de şeytanlara ve tâğutlara bulaşmayacağı
için kimseye borçlanmayacak ve kimseye köle olmayacaktır. Fakat bunu yapabilmek
için Allah’a inanmak ve daha da önemlisi O’na güvenmek gerekir. Allah’a
güvenmeyen O’na borç ver(e)mez.
Modern Dünyâ “borç
dünyâsı”dır ve modernizm de bir borç ve borçlanma uygarlığıdır. Mevcut dünyâda
sisteme ve sistemi elinde tutanlara ne kadar çok borçlanırsanız o kadar çok
önünüz açılır ve bir şeylere sâhip olursunuz. Fakat bu, şeytanın, nefsin,
tâğutların ve Allahsız sistemin yönetmesinde, yönlendirmesinde ve kontrôlünde
yaşamak demek olacağı için, yaratılış gâyesine yâni fıtrata, doğala, doğaya ve
normâle yâni İslâm’a aykırı bir yaşam olacaktır.
Modernizm
bir borç-borçlanma uygarlığıdır ve hayâtiyetini borç ile sağlar ve devâm ettirir.
Bu yüzden tâğutlar, tüm insanları sisteme borçlu hâle getirmek isterler.
Düşünsenize; tâğutlardan fâiz ile borç olarak aldığınız parayla, yine
tâğutların ürettiği şeyleri satın alıyorsunuz. Fâizi yâni borcu veren ile, borç
parayla satın alınan şeyleri üretenler aynı kişiler. Tezgâha bakar mısınız!.
Borç
bir alışanlık hâline de gelir ve gelmiştir de. Hiç ihtiyâcı olmasa ve hiç
gereği yokken bile (elbette fâiz karşılığında) bankalardan borç alanlar vardır.
Çünkü öyle bir hâle gelmiş ki, artık borçlu olmadığında kendini rahatsız
hissediyor. Hâlbuki tam tersi olmalı ve borcu olduğunda ödeyene kadar rahat
edememesi lâzımdı.
Şu da var ki, insanlar artık
en yakınları da olsa insanlara değil de bankalara güveniyorlar ve borcu
bankalardan alıyorlar. Zâten insanlar da artık birbirlerine borç vermiyorlar.
Çünkü bankadan fâiz karşılığında borç alanlar borçlarını günü-gününe öderlerken,
birilerinden fâizsiz aldıkları borcu ödememek için bin takla atıyorlar. Borcun
üstüne yatmak düşüncesi hâkim oluyor.
Modern insan söze değil
kredi kartına güveniyor. Eskiden bir söz ile bir mal taksitle alınıp tam
zamânında ödenirken, artık kredi kartı olmayanlar neredeyse karnını bire
doyuramayacak hâle gelmiştir. Modern zamanlarda, artık sözlerin bir
kıymetinin kalmadığı, “söz” ile bir işin yapılmadığı ve zâten sözün resmen de
bir geçerliliği olmadığı için, insanlar artık birbirlerine güvenmez olmuşlar,
çek-senet-noter-imzâ vs. gibi çeşitli şekillerde işlerini sağlama almaya(!)
çalışmaktadırlar. Fakat bu kadar önleme rağmen bunlar da işe yaramamakta,
mahkemeler; karşılıksız çekler, ödenmemiş senetler, kredi-kartı borçları ve dâvâları
ile neredeyse kilitlenmiş ve tıkanmış hâle gelmiştir. O kadar modern ve resmî “garantiye
alma” yöntemleri beş para etmiyor ve bu önlemler -eskiden olduğu gibi- sağlam bir sözün yerini tutmuyor.
Borçlu olmak çok kötü hissettirir. Târih
boyunca borçlu olanlar -ki genelde fâiz karşılığı borçlanılmıştır- alacaklılar
tarafından sıkıştırılmış ve ezik ve zavallı duruma düşürülmüştür. Bâzı
rivâyetlere göre İslâm-öncesi Mekke ve çevresinde, kız-çocuklarının diri-diri
toprağa gömülmesinin bir nedeni de fâiz ile borçlanmak idi. Çünkü Mekke’nin
garibanlarının Mekke zenginlerine borçları vardı; fâiz borcu. Bu zenginler
arasında genel-ev işletenler de vardı. Bu fâizciler, borçlarını ödeyemeyenlerin
karısını-kızını-kızkardeşini-gelinini fâiz borcuna karşı genel-evlerde
çalıştırmak için zorla alıyorlardı. Evin erkeği bu duruma katlanamıyor ve
perişân oluyordu. Bu nedenle garibanlar, kızlarını daha olgunluğa ermeden,
bâzen de daha da küçükken diri-diri toprağa gömüyorlardı. Aksi-hâlde ileride fâizci
pezevenklere kaptıracaklardı onları. Böylece kızlarını diri-diri gömerek,
aşağılanmış olmaktan kurtulduklarını düşünerek çok kötü bir iş yapıyorlardı. Kendisine
kız-çocuğu müjdelendiğinde üzülmeleri ve suratlarının asılması hep bu kahrolası
fâiz borçları nedeniyleydi. Tabi kız-çocuğunun olmasına sâdece borçlu olanlar
üzülüyordu. Yoksa durumu kıyak olanların bir-çok kızları vardı. Günümüzde de
kız çocuklarının diri-diri “toprağa” gömülmesinin değişik modern versiyonları
yaşanmaktadır. Bunu görmek için “ciddî bir bakış” yeterlidir.
İşte bu nedenle Kur’ân, borçlunun
sıkıştırılmamasını emreder ve hattâ alacaklının duruma göre borcu affedip
silmesini tavsiye eder:
“Eğer
(borçlu) zorluk içindeyse, ona elverişli bir zamana kadar süre (verin). (Borcu)
Sadaka olarak bağışlamanız ise, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz” (Bakara 280).
İşte Allah’a
verilecek olan borç böyle bir borçtur. Yoksa sâdece namaz, oruç ve hac borcu
değildir mesele. Allah’a verilecek olan borcun nasıl olduğunu Kur’ân şöyle
târif eder:
“…Öyleyse ondan (Kur’ân’dan) kolay
geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a güzel bir borç
verin. Hayır olarak kendi nefisleriniz için önceden takdim ettiğiniz şeyleri
daha hayırlı ve daha büyük bir ecir (karşılık) olarak Allah katında bulursunuz.
Allah’tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir” (Müzzemmil 20).
Yahudilerin ve yahudileşmiş
tâğutların bir ülkeye sızmak ve ülkeyi ele geçirmek için uyguladığı kadim
taktik, “fâizle borç vermek”tir. Çünkü birini yada bir ülkeyi
borçlandırdığınızda, onun işlerine karışmaya hak kazanırsınız ve yönlendirebilirsiniz. Bu yönlendirme elbette borç verenin çıkarına
ve şeytânî plânlarına göre olacaktır.
Modern dünyâda adam vurmanın bile “af”fı vardır
ama bankaya borçlu olmanın ve borcu ödememenin yada ödeyememenin affı yoktur.
Donunuza kadar her-şeyinizi alırlar elinizden.
Müslümanlar fâiz olarak ödedikleri paraları,
“karz-ı hasen” yâni güzel borç olarak verselerdi, Dünyâ cennete dönerdi. Zîrâ
Dünyâ’yı cehenneme çeviren şey fâiz ve borçtur. İnsan nefsini kontrôl
edemediğinde fâize ve borca düşer ama fâiz alacak ve borçlanacak bir yer
olmadığında, nefisler de avuçlarını yalayacaktır.
Klâsik inançlı insan,
“borçluluk bilinci”ne (deyn) göre yaşarken, modern insan,
“kredi-borçlanma-fâiz” bilinçsizliğine göre yaşıyor.
İslâm’da zekat ve sadaka verilecek ve infâk
edilecekler arasında borçlular da vardır. Çünkü onlar “borçlarının köleliği”
nedeniyle büyük zorluklar yaşamaktadırlar:
“Sadakalar,
-Allah’tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (zekât) işinde
görevli olanlar, kâlbleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda
(olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet
sâhibidir” (Tevbe 60).
Her-şeyden
önemlisi, Allah’a olan borçtur. Zîrâ Dünyâ’daki borç bir şekilde ödenir yada borç
âhirette mutlakâ ödenir. Allah’a olan borç ise, Dünyâ’dayken ödenmezse âhirette
de ödenmez. Cehenneme girmek “borç ödemek” demek değildir. Zîrâ cehennem,
“girip, borcu ödeyince bir süre sonra çıkılacak bir yer değildir.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder