31 Mayıs 2024 Cuma

Borç Üzerine


“Eğer Allah’a güzel bir borç verecek olursanız, onu sizin için kat-kat arttırır ve sizi bağışlar. Allah Şekûr’dur (şükrü kabûl edip çok ihsân eden), Halim’dir (cezâyı vermekte acele etmeyendir)” (Teğâbün 17).

 

Âyette “Allah’a borç vermek”ten bahsedilir. Peki Allah’a borç nasıl verilir?. Hiç-bir şeye ihtiyâcı olmayan ve her-şeyin ve herkesin O’na muhtâç olduğu, tüm varlığın yaratıcısı ve mâlikü’l mülk olan Allah’a borç vermenin tek bir yolu vardır ve infâk, sadaka:

 

“Size ne oluyor ki, Allah yolunda infâk etmiyorsunuz?. Oysa göklerin ve yerin mîrası Allah’ındır… Allah’a güzel bir borç verecek olan kimdir?. Artık Allah, bunu onun için kat-kat arttırır. Onun için kerîm (üstün ve onurlu) bir ecir vardır” (Hadîd 10-11).

 

“Gerçek şu ki, sadaka veren erkekler ile sadaka veren kadınlar ve Allah’a güzel bir borç verenler; onlar için kat-kat arttırılır ve kerîm (üstün ve onurlu) olan ecir de onlarındır” (Hadîd 18).

 

Din, “deyn”den gelir ve “borç” demektir. İnsan, Hristiyanlığın zannettiği gibi “suçlu” olarak değil, “borçlu” olarak doğar. Ölene kadar da her dâim borca girer. Zîrâ bize hayat veren ve yaşamamızı devâm ettiren her nefesle borcumuz artar. Peki bu borç nasıl ödenecektir?. Miktârı sınırlı olduğu için yaptığımız infâk ve verdiğimiz sadaka bile borcu bir yere kadar karşılar. Peki yaratılmamızın, hayat bulmamızın ve bunca nîmetin borcu nasıl ödenebilir?. Biz borcumuzu bildiğimiz ve düşündüğümüz şekilde ödeyemeyiz. Bu nedenle Allah’a borcumuz silerse ancak biz o borçtan kurtulabiliriz. Peki Allah kimin borcunu siler?. Allah bizden borcumuzu ödemekten çok, borcumuzu îtirâf etmemizi ister. Borçluluk bilinci içinde olup da O’nun emir ve yasaklarına göre yaşadığımızda hem borcumuzu ödemiş oluruz hem de âhirette sonsuz nîmet diyârı olan cennet ile ödüllendiriliriz. Bundan daha büyük bir şey olabilir mi?.

 

Küresel şeytanlar Dünyâ’yı borç ile yönetiyorlar. Çünkü borçluyu yönetmek çok kolay oluyor. İnsanları borçlu duruma düşürmek ise en çok da fâiz ile oluyor. Tabi insanlar fâize, nefislerini, arzularını ve hırslarını dizginleyememenin sonucunda “sâhip olmak hırsı” yüzünden düşüyorlar.

 

Modern dünyâda borçlu olmak “bankalara borçlu olmak” demektir. Artık insanların çok büyük çoğunluğu bankalara borçludurlar. Böylece bankaların modern köleleri hâline gelmişlerdir. Günümüzde köle edinme şekli, fâiz aracılığı ile borçlandırmayla oluyor. Buna göre insanların büyük çoğunluğu, fâiz-merkezli bankalar tarafından köleleştirilmiş durumdadır. Öyle ki, insanlar bankaların kontrôlünden çıkamamaktadırlar.

 

Kime borçluysanız ona “kul” olursunuz. İnsanlar bankaların yâni küresel sermâyedarların ama daha da temelinde nefislerinin kulu hâline gemlilerdir. Şeytan, nefisler ve tâğutlar, insanları fâiz ve borç ile kuklalara döndürmüşlerdir ve istedikleri gibi oynatmaktadırlar. Allah ise fâizi ve dolayısıyla fâizle borçlanmayı yasaklamıştır. Çünkü Allah “sâdece Kendisine” kul olunmasını istemektedir. Mü’minlik “sâdece Allah’a borçlu olmak” ve dolayısıyla “sâdece Allah’a kul olmak” demektir. Üstelik “sâdece Allah’a” kul ve borçlu olunca Allah hem tüm borçları siliyor, hem de âhirette böyle kişileri cennet ile ödüllendiriyor. Bu nedenle Allah’a borçlu olmak güzel bir şeydir.

 

Lâkin insanlar özellikle de modern insan, Allah’tan daha çok bankalara güvendiği için fâizsiz iş yapamaz duruma gelmiştir. Hâlbuki bankalara borçlanacağına Allah’a borç verse yâni tam da O’nun dediği gibi yaşasa ne fâize ne de şeytanlara ve tâğutlara bulaşmayacağı için kimseye borçlanmayacak ve kimseye köle olmayacaktır. Fakat bunu yapabilmek için Allah’a inanmak ve daha da önemlisi O’na güvenmek gerekir. Allah’a güvenmeyen O’na borç ver(e)mez.

 

Modern Dünyâ “borç dünyâsı”dır ve modernizm de bir borç ve borçlanma uygarlığıdır. Mevcut dünyâda sisteme ve sistemi elinde tutanlara ne kadar çok borçlanırsanız o kadar çok önünüz açılır ve bir şeylere sâhip olursunuz. Fakat bu, şeytanın, nefsin, tâğutların ve Allahsız sistemin yönetmesinde, yönlendirmesinde ve kontrôlünde yaşamak demek olacağı için, yaratılış gâyesine yâni fıtrata, doğala, doğaya ve normâle yâni İslâm’a aykırı bir yaşam olacaktır.

 

Modernizm bir borç-borçlanma uygarlığıdır ve hayâtiyetini borç ile sağlar ve devâm ettirir. Bu yüzden tâğutlar, tüm insanları sisteme borçlu hâle getirmek isterler. Düşünsenize; tâğutlardan fâiz ile borç olarak aldığınız parayla, yine tâğutların ürettiği şeyleri satın alıyorsunuz. Fâizi yâni borcu veren ile, borç parayla satın alınan şeyleri üretenler aynı kişiler. Tezgâha bakar mısınız!.   

 

Borç bir alışanlık hâline de gelir ve gelmiştir de. Hiç ihtiyâcı olmasa ve hiç gereği yokken bile (elbette fâiz karşılığında) bankalardan borç alanlar vardır. Çünkü öyle bir hâle gelmiş ki, artık borçlu olmadığında kendini rahatsız hissediyor. Hâlbuki tam tersi olmalı ve borcu olduğunda ödeyene kadar rahat edememesi lâzımdı.

 

Şu da var ki, insanlar artık en yakınları da olsa insanlara değil de bankalara güveniyorlar ve borcu bankalardan alıyorlar. Zâten insanlar da artık birbirlerine borç vermiyorlar. Çünkü bankadan fâiz karşılığında borç alanlar borçlarını günü-gününe öderlerken, birilerinden fâizsiz aldıkları borcu ödememek için bin takla atıyorlar. Borcun üstüne yatmak düşüncesi hâkim oluyor.

 

Modern insan söze değil kredi kartına güveniyor. Eskiden bir söz ile bir mal taksitle alınıp tam zamânında ödenirken, artık kredi kartı olmayanlar neredeyse karnını bire doyuramayacak hâle gelmiştir. Modern zamanlarda, artık sözlerin bir kıymetinin kalmadığı, “söz” ile bir işin yapılmadığı ve zâten sözün resmen de bir geçerliliği olmadığı için, insanlar artık birbirlerine güvenmez olmuşlar, çek-senet-noter-imzâ vs. gibi çeşitli şekillerde işlerini sağlama almaya(!) çalışmaktadırlar. Fakat bu kadar önleme rağmen bunlar da işe yaramamakta, mahkemeler; karşılıksız çekler, ödenmemiş senetler, kredi-kartı borçları ve dâvâları ile neredeyse kilitlenmiş ve tıkanmış hâle gelmiştir. O kadar modern ve resmî “garantiye alma” yöntemleri beş para etmiyor ve bu önlemler -eskiden olduğu gibi- sağlam bir sözün yerini tutmuyor.

 

Borçlu olmak çok kötü hissettirir. Târih boyunca borçlu olanlar -ki genelde fâiz karşılığı borçlanılmıştır- alacaklılar tarafından sıkıştırılmış ve ezik ve zavallı duruma düşürülmüştür. Bâzı rivâyetlere göre İslâm-öncesi Mekke ve çevresinde, kız-çocuklarının diri-diri toprağa gömülmesinin bir nedeni de fâiz ile borçlanmak idi. Çünkü Mekke’nin garibanlarının Mekke zenginlerine borçları vardı; fâiz borcu. Bu zenginler arasında genel-ev işletenler de vardı. Bu fâizciler, borçlarını ödeyemeyenlerin karısını-kızını-kızkardeşini-gelinini fâiz borcuna karşı genel-evlerde çalıştırmak için zorla alıyorlardı. Evin erkeği bu duruma katlanamıyor ve perişân oluyordu. Bu nedenle garibanlar, kızlarını daha olgunluğa ermeden, bâzen de daha da küçükken diri-diri toprağa gömüyorlardı. Aksi-hâlde ileride fâizci pezevenklere kaptıracaklardı onları. Böylece kızlarını diri-diri gömerek, aşağılanmış olmaktan kurtulduklarını düşünerek çok kötü bir iş yapıyorlardı. Kendisine kız-çocuğu müjdelendiğinde üzülmeleri ve suratlarının asılması hep bu kahrolası fâiz borçları nedeniyleydi. Tabi kız-çocuğunun olmasına sâdece borçlu olanlar üzülüyordu. Yoksa durumu kıyak olanların bir-çok kızları vardı. Günümüzde de kız çocuklarının diri-diri “toprağa” gömülmesinin değişik modern versiyonları yaşanmaktadır. Bunu görmek için “ciddî bir bakış” yeterlidir.

 

İşte bu nedenle Kur’ân, borçlunun sıkıştırılmamasını emreder ve hattâ alacaklının duruma göre borcu affedip silmesini tavsiye eder:

 

“Eğer (borçlu) zorluk içindeyse, ona elverişli bir zamana kadar süre (verin). (Borcu) Sadaka olarak bağışlamanız ise, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz” (Bakara 280).

 

İşte Allah’a verilecek olan borç böyle bir borçtur. Yoksa sâdece namaz, oruç ve hac borcu değildir mesele. Allah’a verilecek olan borcun nasıl olduğunu Kur’ân şöyle târif eder:

 

“…Öyleyse ondan (Kur’ân’dan) kolay geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a güzel bir borç verin. Hayır olarak kendi nefisleriniz için önceden takdim ettiğiniz şeyleri daha hayırlı ve daha büyük bir ecir (karşılık) olarak Allah katında bulursunuz. Allah’tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir” (Müzzemmil 20).

 

Yahudilerin ve yahudileşmiş tâğutların bir ülkeye sızmak ve ülkeyi ele geçirmek için uyguladığı kadim taktik, “fâizle borç vermek”tir. Çünkü birini yada bir ülkeyi borçlandırdığınızda, onun işlerine karışmaya hak kazanırsınız ve yönlendirebilirsiniz.  Bu yönlendirme elbette borç verenin çıkarına ve şeytânî plânlarına göre olacaktır.

 

Modern dünyâda adam vurmanın bile “af”fı vardır ama bankaya borçlu olmanın ve borcu ödememenin yada ödeyememenin affı yoktur. Donunuza kadar her-şeyinizi alırlar elinizden.

 

Müslümanlar fâiz olarak ödedikleri paraları, “karz-ı hasen” yâni güzel borç olarak verselerdi, Dünyâ cennete dönerdi. Zîrâ Dünyâ’yı cehenneme çeviren şey fâiz ve borçtur. İnsan nefsini kontrôl edemediğinde fâize ve borca düşer ama fâiz alacak ve borçlanacak bir yer olmadığında, nefisler de avuçlarını yalayacaktır. 

 

Klâsik inançlı insan, “borçluluk bilinci”ne (deyn) göre yaşarken, modern insan, “kredi-borçlanma-fâiz” bilinçsizliğine göre yaşıyor.

 

İslâm’da zekat ve sadaka verilecek ve infâk edilecekler arasında borçlular da vardır. Çünkü onlar “borçlarının köleliği” nedeniyle büyük zorluklar yaşamaktadırlar:

 

“Sadakalar, -Allah’tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (zekât) işinde görevli olanlar, kâlbleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Tevbe 60).

 

Her-şeyden önemlisi, Allah’a olan borçtur. Zîrâ Dünyâ’daki borç bir şekilde ödenir yada borç âhirette mutlakâ ödenir. Allah’a olan borç ise, Dünyâ’dayken ödenmezse âhirette de ödenmez. Cehenneme girmek “borç ödemek” demek değildir. Zîrâ cehennem, “girip, borcu ödeyince bir süre sonra çıkılacak bir yer değildir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mayıs 2024

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder