5 Mayıs 2024 Pazar

Hiç Amel Edenlerle Etmeyenler Bir Olur Mu?

 

“…De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’. Şüphesiz, temiz akıl-sâhipleri öğüt alıp-düşünürler” (Zümer 9).

 

“Îman edip sâlih amellerde bulunanlar; ne mutlu onlara. Varılacak yerin güzel olanı (onlarındır)” (Ra’d 29).

 

Din, ilim ve ameldir. İnsan rûhu, ancak ikisi birlikte olursa mutmain olur. Yoksa “amelsizce” bilmekle ve “bilgisizce” amel etmekle hiç-bir yere varılamaz.

 

Bilenlerle bilmeyenler elbette bir olmaz. Çünkü bilmek insana bir anlam katar, ferâset kazandırır, bakış-açısı verir, özgüven sağlar, insanın bilgisi ve bilinci arttıkça olayları ve olguları hemen kavrama ve idrâk etme yetisi gelişir. Tabi bilmek aynı-zamanda görmeyi de sağladığı için insan bilince ve göründe sâdece mûcizeleri, iyilikleri ve güzellikleri vs. değil, kötülükleri, çirkinlikleri, adâletsizlikler, haksızlıkları, acıları, ahlâksızlıkları, şirki, küfrü, nifakı, fitneyi, fesatlıkları ve şerefsizlikleri daha kolay ve çok olarak bilmeye ve görmeye başlar. Bu da bilen ve gören kişiye acı verir. O-hâlde bilmek ve dolayısıyla görebilmek, imtihanı zorlaştırır.

 

İşte bu nedenle İslâm’da bilmek tek-başına değildir ve mutlakâ amel-eylem ile birliktedir. Zîrâ İslâm bir sorunu sâdece bilmeyi ve görmeyi-göstermeyi sağlamak için değil, o sorunu çözüp ortadan kaldırmak için vardır. Esâsen bilmek ve görebilmek bile sorunu çözmek içindir. Yoksa İslâm’da “bilmek için bilmek” yoktur. Eğer sorunu çözmeyecekse ve ortadan kaldırmayacaksa, bir derdi, sorunu ve musîbeti bilmenin ve görmenin hiç-bir anlamı, yararı ve faydası yoktur. Amel-eylemden kopuk olan “bilmek için bilmek” hiç-bir anlamı olmayan boş bir oyalanmadır ve şeytan böylelikle insanları oyalayıp aldatmaktadır. 

 

İnsanlık târihi, bilenlerin bildikleriyle âmil olmamalarının târihidir. Bilgi peşinde koşanların en son düşündükleri yada hiç düşünmedikleri şey “yapmak” yâni bildiklerini gerçekleştirmektir. Târih boyunca Dünyâ’da meydana gelen tüm sorunlar, bilenlerin bildiklerini icâbında her-şeyi göze alarak amel-eyleme dökmemesi yüzünden ortaya çıkmıştır-çıkmaktadır.    

 

Îman; “Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve âhiret gününe kayıtsız-şartsız teslim olmak, bunun bilgi ve bilincine ermek ve hayatta da buna göre amelde-eylemde bulunmak” demektir. İslâm ilim ve ameldir yada bilmek ve yapmaktır.

 

Allah; “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” derken, “bilmek için bilmek”ten değil, “amel etmek için bilmek”ten bahseder. çünkü İslâm’da bilmek amel etmek içindir. Bu nedenle de “bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” sözü, “amel edenlerle etmeyenler bir olur mu?” anlamına gelir. Amel edenler amel etmeyenler bir olmaz ve onlardan bâriz şekilde üstün oldukları gibi, amel edenler, bilip de amel etmeyenlerden de üstündürler. Yâni amel edenler bilenlerden de bâriz şekilde üstündürler:

 

Mü’minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) vâdetmiştir; ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır” (Nîsâ 95).

   

“Amel-eylem hâlinde olanlar oturanlardan üstündür” diyor âyet. Bu oturanların içinde “bilmek için oturanlar” da vardır. Çünkü amel-eylem, bilmekten üstündür. Zâten Allah’ın bahsettiği bilme, “amel-eylem ile tamamlanan” yada amele-eyleme yönelten bir bilmedir. Allah Kur’ân’da amel-eylem yapmaya “bilmek” der:   

 

“Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyâma durarak gönülden itaat (ibâdet) eden, âhiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umûd eden (gibi) midir?. De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?. Şüphesiz, temiz akıl sâhipleri öğüt alıp-düşünürler” (Zümer 9).

 

Müslümanları İslâmî anlamda harekete geçirmek için onlarca, yüzlerce ve hattâ binlerce yazılar yazılıyor. Hem de bu yazıların bir-çoğu hârika ifâdeler içeren yazılar. Fakat buna rağmen ortada somut bir şey yok. Bir-türlü ülke ve Dünyâ çapında dikkat çekecek amel ve eylemlerde bulunamıyoruz. Somut bir hareket ortaya konulamadığı için, bir-süre sonra bu güzel yazılar, mevcudu-zulmü normâlleştirmeye başlayacaktır mâzallah. Demek istediğim; sorun güzel yazılar yazamamak, yâni birilerine bir şeyleri anlatamamak değil, “hakkı ortaya koyamamak”tır. Bunun nedeni ise “anlama-anlatma sorunu” değil, “îman sorunu”dur maalesef. O-hâlde îmanlarımızı arttırmanın yoluna koyulmalıyız. Îmanların artması ise, amel-eylem ortaya koymakla olur. Îman ise daha çok da meydanda, “cihad meydanı”nda artar: “Onlar, kendilerine insanlar: ‘Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun’ dedikleri hâlde îmanları artanlar ve: ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir’ diyenlerdir” (Âl-i İmran 173).

 

Müslümanlar öyle bir hâle geldiler ki, artık bir şey hakkında az-biraz mâlûmat edindiklerinde o şeyi tüketircesine tamamladığını zannediyor ve bilince iş bitiyor sanıyor. Geleneksel-muhâfazakâr insanların Kur’ân’ı bir kez hatim ettiklerinde işin bittiğini düşündükleri için hayatları boyunca bir daha ellerine Kur’ân’ı almamaları gibi. İşte müslümanlar İslâm’ı bilmedikleri ama bildiklerini sandıkları için söz, amel ve eylemden çekinir hâle geldiler. Oysa İslâm bunları yapınca bilinen ve tamamlanan tek hak din’dir. Fakat bunu anlayamayan ve anlamak da istemeyenler yüzünden müslümanlar “on numara bireysel müslüman” oldular.

 

Bilenlerle bilmeyenler bir olmaz, âmennâ, fakat amel edenlerle etmeyenler de bir olmaz. Hattâ kanımca, çok da bilmemesine rağmen bildikleri kadarıyla amel edenler, çok bildikleri hâlde amel-eylemin sözünü bile etmeyenlerden kat-kat daha üstündürler. Çünkü amacı gerçekleştirmişlerdir ve sonuca ulaşmışlar yada  bunun için çabalamaktadırlar. Yoksa birileri gibi fil-dişi kulelerde ve kâşânelerinde hiç-bir şeyi kafaya takmadan bilgiyi ve mâlûmâtı çoğaltmakla ömrünü heder etmezler. Sanki Allah’ın ilmini tüketebileceklermiş gibi büyük bir telaş ile ve hiç vakit kaybetmeden bilgilenme peşinde koşmak da nedir?. Neyi bileceksiniz ve neyi keşfedeceksiniz ki!. Peki biriktirip durduğunuz bilgileri nerede ve ne zaman kullanacaksınız?. Hiç-bir zaman kullanmayacaklar ve biriktirdikleri şeyler Dünyâ’da çöpe gideceği gibi, âhirette ateş olacaktır. Hem şeytan o kadar bildi de ne oldu?. Allah’ın apaçık emerine, tüm melekler sorgusuz-sualsiz secde ederken, şeytan etmedi. Neden?. Bilgisini çok ve kendini bir bok zannetti ve bilgisiyle âmil olmadı hattâ bunu düşünmedi çünkü. Oysa bilgi secde etmekle yâni amel ile tamamlanırdı. Melekler de bilgi-sâhibi idiler. Allah’ın bildirdikleri ile yetindikleri ve bilgileriyle âmil oldukları için hemen secde ettiler. Şeytan ise bilgisine dayanarak kendini üstün gördü ve secde etmemek için beş para etmez bir mâzeret uydurdu. İşte modern insanlar ve modern müslümanlar da amel-eyleme dönmedikleri ve bunu düşünmedikleri için bilgi ve mâlûmat peşlinde koşmakla fakat bir türlü amele-eyleme dönüp de secde edememektedir. Oysa Allah bizden bilgi biriktirip durmamızı beklememekte ve Kendi bildirdikleriyle yetinilmesini ve de O’nun bildirdikleriyle amel-eylemde bulunmamızı beklemektedir. Çünkü bilginin bir sonu yoktur ve Allah’ın ilmini ve sözlerini saymaya kalksanız onu tüketemezsiniz:

 

“De ki: ‘Rabbimin sözleri(ni yazmak) için deniz mürekkep olsa ve yardım için bir benzerini (bir o kadarını) dahi getirsek, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, elbette deniz tükeniverirdi” (Kehf 109).

 

“Dediler ki: Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiç-bir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her-şeyi bilen, hüküm ve hikmet sâhibi olansın” (Bakara 32).

 

İşte bu nedenle, Allah rızâsına uygun olarak yapılan en küçük bir amel-eylem; aklın ortaya koyduğu en ileri fakat amele dönmeyen bilgiden üstündür. En doğru ve yeterli bilgi, inancın ışığında ulaşılan ve amele yönelten bilgidir. Bilginin değeri, ete-kemiğe büründüğü kadardır.

 

Yapmanın gücü karşısında  bilmenin gücü çok cılız kalır.

 

Amel ve eylemin zorluğunu göze al(a)mayanlar, “Kur’ân’ı anlayarak okuma”yı hayâtın tek amacı yapıyor.

 

Allah’ın size rûh üflemesini istiyorsanız Kur’ân okuyun; o rûhun hayatta görünür olmasını istiyorsanız, Kur’ân’ı amele-eyleme dökün.

 

Amelden-eylemden yoksun ve kopuk “salt ilmî çalışmalar”la bir şeyin düzeltilemeyeceğinin örneği, “modern-entelektüel İslâmî çalışmalar”dır.

 

Amele-eyleme dökmedikten sonra, Kur’ân’ı, dönüp-dönüp anlamayarak “Arapça okumak”la dönüp-dönüp anlayarak “Türkçe okumak” arasında bir fark yoktur.

 

Amelle yorulmadığımız için, modern müslümanlarda bir “inanç yorgunluğu” oluştur.

 

Bir düşüncenin sağlamasının doğru olarak yapabilmesinin tek yolu, o düşüncenin amel-eylemde nasıl tezâhür ettiğine-edeceğine göre olabilir ancak. Yoksa bir düşüncenin başka bir düşünceyle doğru olarak sınanması zordur. Zîrâ o düşüncenin de sınanmaya ihtiyâcı vardır. O-hâlde amel ve eylemle sınanmamış düşüncelerin “kesin doğruluğuna” güvenilemez.

 

Bizim söylemlerimizin doğruluğu yada yanlışlığı, amele-eyleme dönmediği için açığa çıkmıyor.

 

Biz Kur’ân’ı okuduktan sonra amel-eylem olarak “güzel örneklik” olan Peygamberimiz’i tâkip etmediğimiz için, Dünyâ’ya “güzel örnek” olamıyoruz.

 

Kubbede hoş bir sedâ bırakmak yetmez. Dünyâ’da “devâm eden bir amel” (sadaka-i câriye) bırakmak önemlidir.

 

Mebzûl miktarda tekrarlanıp duran; “Kur’ân bize yeter” sözü, eğer “salt Kur’ân”dan bahsediliyorsa yanlıştır. Kur’ân bilgi ve bilincin kaynağı iken, amel ve eylemin kaynağı ise Sünnet’tir (hadis değil). O-hâlde bize yetecek olan ne salt Kur’ân, ne de salt Sünnet’tir. İkisi birliktedir. Modern zamanlarda müslümanların perişân hâllerinin nedeni, Kur’ân’ı okuyup da Sünnet örnekliği ile amelde-eylemde bulunmamaktır. Kur’ân bize yeter ise neden yetmiyor da perişân ve sefil bir hâlde yaşıyoruz?.

 

En doğru söz Allah’ın sözüdür (Kur’ân), en doğru amel ise Peygamber’in amelidir (Sünnet).

 

Sahih sünnet, “Kur’ân makâmındaki amel”dir.

 

Peki buna rağmen daha ne zamâna kadar kelimeleri süsleyip-püslemeye devâm edeceğiz ve bilmeyi çoğalttıkça-çoğaltacağız?. Ne olursa, başımıza ne gelirse amele-eyleme döneceğiz?.

 

İnsanların “Kitâbî bilgisi”ne değil, “Kitâbî ameli”ne bakın.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mayıs 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder