20 Mayıs 2024 Pazartesi

Körlük Üzerine

 

“Kör olanla (basîretle) gören bir değildir” (Fâtır 19).

 

Kur’ân’a göre kör, “gönül-gözü kör olan”dır. Kur’ân’ın: “..sağırdırlar, kördürler, konuşamazlar” dediği sınıfa körler ve özürlüler girmez. Bu nedenle Peygamberimiz, bir kör yâni âmâ olan Abdullah İbn-i Mektum’u 8 kez Medîne’ye vâli atadı. Abdullah İbn-i Mektum, kör olmasına rağmen, Peygamberimiz’in teşvikiyle Kadisiye Savaşı’na katılmıştır. Peygamberimiz başka bir savaşta da bu kişiyi, “gördüğünü göremeyen nice ‘gören’lerin yerine” kendi siyâsal makâmına vekil olarak bırakmıştır. Kör olarak savaş-alanına gönderilen İbn-i Mektum bir yanda, sâdece düz taban olduğu için, günümüzde askerden muaf tutulan kişiler bir yana. Bu “özürlüye iki farklı bakış”tır.

 

Tirmizi de, bir rivâyete göre doğuştan, bir rivâyete göre ise sonradan kördü, ama bunu kimse bilmez, çünkü bu kişi ilmiyle ön-plâna çıkmıştır, zâten İslâm-aklı ve ahlâkı bu kusurlara odaklanmaz.

 

İnsanlık-târihinde hiç-bir zaman, modernizmde olduğu oranda; sisteme, ideolojilere, modern-bilime, teknolojiye vs. körü-körüne, câhilce ve ahmakça bir bağlanma olmamıştır. Modernizme olan bağlılık, târih-boyunca yaşanan en yoğun ve körü-körüne olan bağlılık-şeklidir. Zâten modernizm de hayâtiyetini körlükten ve körü-körünelikten alır. Yürürlükteki bâtıl, insanlar ona inanmaya ve uymaya devâm ettiği için geçerliliğini sürdürür. Bâtıl, hayâtiyetini, ona körü-körüne inananlar olduğu müddetçe sürdürebilir.

 

İnandığınız şeyin ne olduğunu bilmiyorsanız, o inanç körü-körüne olan bir inanç ve bağlılıktır. Bir şeye olan körü-körüne ve aşırı bağlılık, o yapının günahlarını-kötülüklerini görmeyi blôke eder, bu blôkasyon kişiyi o şeye daha çok bağlar. Lâkin sünnetullah ve imtihan gereğince, bir şeye, kişiye, düşünceye, hizbe vs. “körü-körüne taraftar olmak”, bir zaman sonra o şeye, kişiye, düşünceye ve hizbe “körü-körüne düşman olmak”la sonuçlanır. Allah, hak yola bağlanıp da gereğini yerine getirmeyenleri başka yollara sokarken, bâtıl yola körü-körüne bağlananları ise bir zaman sonra bağlandıkları o şeye düşman eder. Cezâ böyle olur. Zîrâ cezâ kendi türünden olur.

 

Bu neden böyledir?. Çünkü kör inat, insanı olmadık te’villere götürür. Körü-körüne bağlılık, kişiyi, bağlı olduğunun lehine aşırı yoruma zorlar. Aşırı yorum haddi aştığı için tersine inkılâp eder ve tam-aksi bir te’vili ortaya çıkarır. Zâten kör ve körü-körünelik olunca göz-ardı etmek kaçınılmaz olur.

 

Modern müslüman, “gözü açılmış” fakat gönlü/kâlbi kararmış/körelmiş kişidir. Dîne gözü açıkken Dünyâ’ya kör olan müslümanlar, iş değişince Dünyâ’ya gözleri açılmış ama bu sefer de dîne karşı körleşmişlerdir. Dîni vahiy-merkezli değil de Dünyâ ve dünyevilik-merkezli yorumlamalarının nedeni budur. Dünyâ’ya ve dünyevî olana meftûn, râm ve hayrân olmuş çağımız müslümanı, doğrulardan rahatsız oluyor. Öyle ki, körü-körüne aşırı bağlı olduğu yapıyı eleştirmek için “doğru” bir söz söylenince bile rahatsız oluyor ve yüzünün rengi atıyor.

 

İslâm’dan gayrı her şey körü-körüne olan inancın konusudur. Fakat kör olana körü-körüne bağlı olanlar, bağlı oldukları şeyi aydınlık ve kendilerini de aydın zannederler. Onları; “bakın bu yol sûnî aydınlatıcılarca geçici olarak aydınlatılmış bir yoldur, gerçek aydınlık İslâm’dadır” deseniz sizi câhil ve yobaz görürler. Bunlara ne delil, ne ispât ne de akıl-mantık etki etmez. Çünkü inanmayacak olana delil yetmez; körü-körüne inanacak olana da hurâfe yetmez. Bâtılın bâtıl olduğunun net olarak görülmesini engelleyen şey, insanların ona körü-körüne körce inanmasıdır. Böyleleri Dünyâ’da “kör” olarak yaşayacakları gibi âhirette de kör olarak haşredileceklerdir:

 

“Kim bunda (Dünyâ’da) kör ise, o, âhirette de kördür ve yol bakımından daha şaşkın bir sapıktır” (İsrâ 72).

 

“Âhirete inanmayanlara gelince; biz onlara kendi yaptıklarını süslemişiz, böylece onlar, körlük içinde şaşkınca dolaşırlar” (Neml 4).

 

“Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyâmet günü kör olarak haşredeceğiz. O da (şöyle) demiş olur: Ben görmekte olan biriyken, beni niye kör olarak haşrettin Rabbim?. (Allah da) der ki: İşte böyle, sana âyetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unuttun, bugün de sen işte böyle unutulmaktasın” (Tâ-hâ 124-126)

 

“Hayır!; onların âhiret konusundaki bilgileri ard-arda toplanıp pekiştirildi, hayır, onlar bundan bir kuşku içindedirler; hayır, onlar bundan yana kördürler” (Neml 66).

 

Aşırı bağlılıklardan kaynaklanan körlükleri, yaşanacak “aşırı acılar ve  musîbetler” açabilir ancak:  “O pek acı azâbı görünceye kadar ona inanmazlar” (Şuârâ 201).

 

Dînî olana, hiç sorgulamadan-araştırmadan, yâni körü-körüne körce bağlanmak nasıl dogma ise; lâik-seküler-demokratik-liberâl-kemalist-kapitâlist-konformist sistemlere de hiç sorgulamadan körü-körüne bağlanmak dogmadır. Bu-bağlamda lâik, seküler, demokrasi körü-körüne bağlanılmış olan modern dogmalardır. Demokrasi; “körler”in ve “sağırlar”ın birbirini ağırlamasıdır.

 

Milliyetçilik de öyle; Allah katında diller, renkler, ırklar vs. arasında fark görülmezken ve bunlara “âyet” denirken, herkes kendi ırkını ve milliyetini öne çıkarmakta ve övmektedir. Çünkü merkeze din yoktur ve ırk vardır. Dînî değerler yitirildiğinde, kör bir milliyetçilik başlar. Oysa din yüzeysel bir şey değildir, din üstün-körü geçiştirilecek bir şey değildir. Yüzeysel olan, dînin dışındaki şeylerdir. Zîrâ din dışındaki her-şey “dünyâlık”tır ve dünyâlık olanlar geçicidir.

 

İnsanı en çok ve çabuk körleştiren şey 2S, 2Ş VE 1C diye formüle edilen, servet-siyâset, şehvet-şöhret ve cehâlettir. Bunlar insanın aklını, zihnini, kâlbini ve gözünü kör eder de olmayacak şeyler yaptırır. Meselâ makam ve mevkiye erişerek bir koltuk kapmış olanları o koltuktan ayırmak çok zor olur ve onlar da o koltuktan ayrılmak istemezler. Körü-körüne bağlı olunan şeyler böyledir çünkü. Çok fenâ alıştırır kişiyi. Öyle ki, babaları dâhil hiç kimseyi tanımazlar.

 

Gece saat 3’de, pineâl bezinden salgılanan melatonin hormonunu pik yapar ve en yüksek seviyeye ulaşır. Bu hormon salgılandığı için gözlerimizi ister-istemez kaparız. Körlerde de bu bezden aynı salgı salgılanır. Yâni körlerin de uykusu gelir. Gözlerimizi kapattığımız için uyku gelmez, uykumuz geldiği için gözlerimiz kapanır. Zâten bâzen ne kadar istesek ve gözlerimizi kapalı tutsak da uyuyamayız. 

 

Bir insanın yürek-gözü kör olmuşsa o kişiye karanlığı “aydınlık” diye yutturabilirsiniz.

 

Gözlerin kamaşmasıyla oluşan körlük “aydınlık” ve “aydınlanmak” değildir.

 

Aşkın gözü kördür çünkü aşk şehvetin bir sonucu olarak gözleri kör eder.

 

“Var”ı saymaya kalkarsanız “yok”a sıra gelmez, bu nedenle işe “yoktan” başlamak nankörlüktür.

 

Körlüğün sonu nankörlüktür. Nankör; ahlâkî kâfirdir. Nan=ekmek; kör=görmeyen yâni “ekmeği görmeyen” demektir. Yediğine-içtiğine ve kendisine yapılan iyiliğe ve yardıma körlük edenler nankörlerdir. En büyük nankörlük ise Allah’ın nîmetlerine karşı yapılan nankörlüktür:

 

“Gerçek şu ki, Biz insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman, ona sevinir. Eğer onlara kendi ellerinin takdim ettikleri dolayısıyla bir kötülük isâbet ederse, bu durumda insan bir nankör kesiliverir” (Şûrâ 48).

 

Peygamberimiz; “Dünyâda kör olmaktan değil, âhiret de kör kalkmaktan korkun” der. Zîrâ Dünyâ’daki baş körlüğü ölünce biter, ama âhirette kör kalkmanın sonu ebedî perişanlık ve pişmanlıktır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mayıs 2024

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder