25 Mayıs 2024 Cumartesi

İslâm’ı Seyreltmek

 

“Onlara âyetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda, bizimle karşılaşmayı ummayanlar, derler ki: ‘Bundan başka bir Kur’ân getir veyâ onu değiştir’. De ki: Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyân edersem, gerçekten ben, büyük günün azâbından korkarım” (Yûnus 15).

 

Bir şeyi seyreltmek, onun özünden ve “sek”liğinden tâviz vermekle olur. Tâviz: “Uzlaşmaya varabilmek için hak, istek veyâ savlarının bir bölümünden, karşı taraf yararına vazgeçme, ivaz, ödün” anlamındadır.

 

İslâm “sek olan”dır. Saftır ve özdür. Bu nedenle “İslâm’ı saflaştırmak ve özüne döndürmek” sözü yanlıştır. Çünkü İslâm zâten saftır, özdür, “sek”tir. Müslümanların dînî düşüncelerini ve amel ve eylemlerini özüne döndürmekten ve saflaştırmaktan bahsedebilirsiniz ama İslâm’ın seyreltilmesi söz-konusu değildir. Hattâ Peygamberimiz -kanımca- vahyi biraz yorum katarak iletmeyi düşünmüş olmalı ki, Allah o’nu hemen uyarmış ve tehdit de ederek şöyle demiştir:

 

“Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman seni dost edineceklerdi. Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin. Bu durumda, biz sana, hayâtın da kat-kat, ölümün de kat-kat (acısını) tattırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın” (İsrâ 73-75).

 

“Öyleyse yalanlayanlara itaat etme. Onlar istediler ki, sen onlara yumuşak davranasın edesin de onlar da sana yumuşak davransınlar” (Kalem 9).

 

İslâm’ın özü olan vahiy seyreltilemez, çünkü o sektir, sek kalacaktır. Sulandırılması söz-konusu değildir. Çünkü Kur’ân değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez, hattâ böyle bir şey düşünülemez bile. Allah Kur’ân’ı korumuştur ve kıyâmete ve son saate kadar Kur’ân hep aynı kalacaktır, sözleri ve âyetleri sapasağlam olduğu için hiç değişmeyecektir.

 

Fakat Kur’ân ve İslâm’ın, (zinhar özünden ve ilkelerinden ödün verilmeyecek ve aslâ özü ve ilkeleri seyreltilmeyecek şekilde) hayâta uygulama noktasında hafif bir esneme payı vardır. Bu esneme, “mâ’ruf örfe ve hayâtın değişik ve farklı yönlerine uygun olsun diye”dir. Hayâtın değişik yönleri, coğrafya, iklim, dil, üretim-tüketim şekilleri noktasındadır. Meselâ haram olmamak ve helâl-temiz olmak koşuluyla insanla alışkın olduğu şeyleri yiyebilir, sarhoşluk vermeyen şeyleri içebilir. İnsanlar İslâm’ın temel ilkelerini ve evrensel mesajını kendi bildikleri şeyler ile idrâk edip açıklayabilirler. Yine, farklı zorunluluk durumları, temel ilkelere aykırı olmayacak ve geçici yâni İslâm’a uygun hâle getirene kadar farklı düşünme, söylem, davranış, beslenme, giyinme vs. için esneme payı vardır. Fakat bunlar İslâm’ı seyreltmek demek değildir.

 

Sünnet de, “vahyi, vahiy-merkezli olarak hayâta uyarlamak, adapte etmek ve alıştırmak” demektir. Sünnet, meselâ, trafodaki yüksek enerjiyi her sokağa ve mahalleye gerektiği oranda düşürerek ve azaltarak göndermek ve her eve elektrik sağlamak gibidir.

 

İş uygulama noktasına gelince tam olarak kitaptaki gibi olmaz. Çünkü kitaptaki ideâl olandır. Zâten Sünnet de, en ideâl uygulama ve en güzel örnekliktir: (Ahzâb 21). Kur’ân masa-başında okunan ve uygulanan bir Kitap değildir. Masa-başında okunur ama uygulama hayâtın tam ortasında olur. Üstelik tam olarak masa-başında belirlendiği gibi olmaz da özüne aykırı olmayacak şekilde zemine uygun hâle gelir. Bu ister-istemez böyle olur ki Allah da buna bir şey demez. Zâten peygamberlerin gönderilmesinin nedeni de budur. Peygamberler, “vahyi ete-kemiğe büründürüp hayatta yaşanabilir kılmanın örneği olsunlar” diye seçilip gönderilmişlerdir. Fakat merkezde hep Kur’ân vardır ve Kur’ân’’a bir aykırılık durumu söz-konusu olduğunda Kur’ân’a göre düzeltmek esastır.

 

Uygulama noktasında Allah bize Peygamberimizi “en güzle örneklik” olarak göstermiştir ki bu örneklik “sek bir örneklik”tir. Sünnet, seyreltmenin de son noktasıdır, daha fazla seyreltme yapılamaz. Bu yüzden hayatta amel-eylem aşamasında Sünnet’e mugâyir bir seyreltme olmaz.

 

Çayı demli içemeyenlere, kahveyi sâde içemediği için kahveyi sütlü-şekerli yapmak tâviz değildir. Çay ve kahve içmek için bir kolaylaştırmadır. 

 

Bu İslâm’da da vardır, olabilir. Meselâ anlamını bildikten ve gereğini yaptıktan sonra, bâzı harfleri söyleyemediği için Kur’ân’ı tam olarak telaffuz edememek sorun değildir. Nasıl okuyabiliyorsa öyle okur.

 

İslâm’ın seyreltilmesi, özünü, saflığını ve sekliğini bozacak, ilkelerine zarar verecek şekilde olan seyreltmedir. Şeytana ve nefislerine söz geçiremeyenler sürekli olarak peygamberlerden vahyin seyreltilmesini ve kabûl edebilecekleri şekle sokmasını istemişlerdir. Tabi peygamber bunu zinhar kabûl etmedikleri için de mücadele başlamıştır. 

 

İslâm’ın ve peygamberlerin karşısında hep, İslâm’ın seyreltilmesini isteyenler ve bununla mücâdele edenler olmuştur. Fakat bu istek modernizm ile bambaşka ve çok yoğun bir hâle gelmiştir. Zîrâ modernizm ile mekân çok değişmiş, insan zihin, söylem ve eylem olarak çok değişmiştir. Modernizme meftûn, râm ve hayrân olanlar -ki buna müslümanlar da dâhildir- çeşitli yollarla ve etkili söylemlerle İslâm’ı seyreltmeye çalışmaktadırlar. Üstelik insanların çoğu da şeytanın, nefsin ve tâğutların etkisi, kuşatması ve baskısı nedeniyle bunu istediği için, özellikle sisteme göbeğinden bağlı olanlar tarafından vahye çok yoğun bir saldırı vardır ve bu nedenle mücâdele çok çetindir. 

 

Günümüzde -sözde- müslümanlar içinde, modernizme meftûn, râm ve hayrân olmuş olan, modernizmin ağır kuşatması ve baskısının etkisiyle ezik hâle gelmiş olan târihselciler, modernistler, bilim ve teknoloji-perestler, ekonomiye tapanlar,  güce ve güçlüye eğilenler, lâik seküler, demokratik, kapitâlist, liberâl, komünist, sosyâlist, milliyetçi, kemâlist, feminist, modern, post-modern vs., İslâm’ı İslâm düşmanlarından öğrenen kâfir, müşrik ve münâfıklar, İslâm’ı seyreltmek için kıçlarını yırtmaktadırlar. Ama nâfile.. Çünkü Kur’ân’ı Allah korumaktadır. Allah Kur’ân’ı sekliğine, saflığına, özüne ve ilkelerine hâlel getirtmez. Bu nedenle de Kur’ân ile uğraşıp duranlar onu seyreltemeyecekleri için yenilmeye mahkûmdurlar. Onlar ancak câhil, samîmi, ciddî ve gayretli olmayan müslümanları ayartabilirler.

 

Bu kâfir, müşrik ve münâfıklar Kur’ân’ı seyreltmeyi nasıl yapmaya çalışıyorlar?. Aşırı araştırma, inceleme ve yorumlamayla. Fakat aşırı yorumla ancak aşırtı boş yorumlar ortaya çıkar. Kur’ân ise sek hâliyle olduğu gibi aynen durur. Çünkü onu tek harfini bile değiştiremezler. Allah, kâfir ve müşrikler istemese de nûrunu ve nîmetini tamamlayacaktır.

 

Aşırı inceleme, incelenen şeyde mutlakâ bir hatâ açığa çıkarır. Zîrâ “aşırı inceleme”, o şeyi “parçalayarak bütününden koparmak” demektir. Aşırı incelenen ve parçalarına ayrılan şey “o” olmaktan çıkar. Artık araştırıp incelediğiniz şey “o” değildir. Modern insan eşyâyı bu şekilde ifsâd etmiştir. Çünkü iş-başına her geçtiğinde bunu yapar.

 

Parçalanan şey eksiktir. Çünkü “parça” eksiktir. Parçaların tamâmı bütün olmaz. Fakat bu Kur’ân için geçerli değildir. Çünkü Allah Kur’ân’ı bütünlüğü ile korur. Bu yüzden onu ne kadar araştırsanız, inceleseniz, parçalarına ayırsanız da bütünlüğünden koparmış olmazsınız ve o sek hâliyle aynen ilk indiği gibi hiç değişmeden durur.

 

Evet; İslâm ve Kur’ân “sek”tir, lafzen hiç seyreltilemez. Sünnet ise, “vahyin başkalaşmayacağı, tadının bozulmayacağı ve değişmeyeceği şekilde pratiğe ve uygulamaya hazır hâle getirmek” demektir. İslâm sâdece bilgi ve bilmek değil, uygulamak da demek olduğu için Sünnet vardır vr Sünnet, Kur’ân’ı, “Allah’ın izin verdiği ölçüde esnetme ve seyreltme örnekliği”dir ki Allah bu örnekliğe “en güzel örneklik” demektedir.   

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mayıs 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder