18 Mayıs 2024 Cumartesi

Monoteizm ve Tevhid

 

 

“Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler ..” (Zümer 67).

 

Monoteizm “tek-tanrıcılık” olarak bilinir. Bu inançta tanrının tek ve bir olduğu düşünülür. Monoteizm veyâ tek-tanrıcılık, “tek bir tanrının varlığına yada Tanrı’nın birliğine duyulan inanç” olarak tanımlanır. Monoteizm kelimesi Yunanca mono (tek) ve theoi (tanrı) sözcüklerinden meydana gelmiştir. Tek-tanrıcılık öncesinde bu düşüncenin unsurları Atenizm, antik Çin dîni ve Yahvizm gibi erken dinlerde bulunur.

 

Tevhid Lûgatta: “Birleme. Bir Allah’tan başka İlâh olmadığına inanma. Lâ ilâhe illallah sözünü tekrarlama” diye geçer. Fakat bu tanım, “canlı” bir tanım değildir. Sanki sâdece bir tanımlama yapmak için söylenmiş bir söz gibidir. Sâdece sözde kalan tanımlar tevhidi anlatamaz. Tevhid, sâdece sözde olan değil, “hayatta görünür kılınan”dır. Hattâ hayatta görünür olmadığında tevhid olmaz. Bakın, şu-anda Dünyâ’da tevhid yoktur, yâni tevhid yürürlükte değildir. Zîrâ tevhid, tasavvurlara hapsedilemez. Tevhid, tasavvur ve hayâtın ikisinin birlikte olduğu anda ortaya çıkar. Bu bağlamda tevhid, sözde olanın hayâta dönüştürülmesidir. Tevhid, Allah’ın sâdece sözde ve gökte kalması değil, yeryüzünde de hâkim olmasıdır. Tevhid, Allah’ın göklerde istisnâsız ilah olduğu gibi, yeryüzünde de ilah olduğunu bilmek, kabûl etmek ve o ilahlığı yeryüzünde hâkim kılmak demektir: “Göklerde ilah ve yerde ilah O’dur. O, hüküm ve hikmet sâhibidir, bilendir” (Zuhrûf 84).

 

Monoteizm ile tevhid aynı şey gibi görülmekte ve söylenmektedir. Peki öyle midir?. Bir noktada aynı yerde buluşsalar da ortaya çıkış ve sonuç noktasında aynı şey değildirler ve aynı tutum içinde de değillerdir. Çünkü tevhide göre Allah katındaki tek hak din İslâm’dır. İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’den, son peygamber olan Peygamberimiz Hz. Muhammed’e kadar gönderilen tüm peygamberler “İslâm peygamberleri” oldukları gibi, onlara Allah tarafından indirilen tüm vahiyler de, İslâm’ı oluşturan ve ortaya koyan bilgi ve bilinç kaynaklarıdır.

 

Tevhid, türedi bir şey değildir ve sonradan oluşturulmuş bir sentez değildir. İlk insan “ilk İslâm peygamberi”dir ve ilk peygamber, tevhidin ilk eridir. Ne zaman ki insan varsa İslâm da olmuştur ve ne zaman ki İslâm varsa tevhid de vâr olmuştur. O-hâlde ilk ve esas olan İslâm ve tevhidtir. Monoteizm ise sonradan ortaya konan bir sentez düşüncedir. Çünkü tevhide göre ilk başta bir-çok tanrı vardı da sonraları insanlar bunu monoteizm bağlamında teke indirmiş falan değildir. Tevhide göre her zaman tek bir İlah vardır ve Allah -hâşâ- sonradan popülerleşen, ilahlardan bir ilah değildir. Allah’tan başka hakîki bir ilah yoktur ve ilah zannedilen diğerleri, insanların kuruntularından başka bir şey değildir. Üstelik o kuruntular da, (şeytanın, nefsin ve tâğutun çıkarlarına, isteklerine ve hedeflerine uygun olmadığı için) tevhide aykırı düşüncelerle ortaya çıkmış ve zamanla çoğalıp sayısı artmış olan zırvalıklardır. Zâten indirilen tüm vahiyler ve gönderilen tüm peygamberler, lâ ilâhe illallah düsturuyla bâtıl olan ilahları iptâl edip “tevhidi yeniden hâkim kılmak” içindir. İmtihan işte bu noktada devreye girmektedir ve insanların tevhidi mi yoksa şirki mi hâkim kılmak için çalışacaklarına bakılmaktadır.

 

Monoteizme göre de tek bir ilah vardır ama bu tek ilah en başından bêri tek ilah değildir. Çünkü ilk başta insanlar tarafından tapılan ve saygı duyulan binlerce ilah vardı ve sonra monoteizm düşüncesi ile bu ilahlar teker-teker iptâl edilip tek bir ilahta karar kılınmasıyla o teke indirilen ilaha tapılmaya başlanmıştır. Tabi böyle oluca da o tek ilahı “tek ve en büyük ilah” yapan da, kuruntuları çeşitli şeylerini lahı olarak atayan insanlardır. Yâni eskiden bir-çok ilah üreten insanlar, sürekli didişip duran bu ilahlardan sıkılınca, monoteizm bağlamında diğer ilahları ilahlıktan çıkararak tek biri ilahta karar kılmışlardır. Buna da tek-tanrıcılık yada monoteizm denmektedir.

 

Monoteizm denen tek-tanrıcılığın 4.000 yıl kadar önce eş-zamanlı olarak Mısır, Bâbil ve Hint toplumlarında ortaya çıkmaya başladığı ifâde edilmektedir. Mısır kralı Akhenaton’un tek-tanrıcılığı olan Atonizmi monoteizmin (M.Ö. 14. yüzyılın ortası) ilk târihsel ifâdesi olarak kabûl edilebilir. Ancak bu din ve inanç kralın ölümüyle ortadan kalktığı için, bu ilk monoteizmin varlığını uzun süre devâm ettirememiştir. Tek-tanrı inancına doğru atılan ilk adım, Mısır’ın XVIII. sülâle firavunlarından IV. Amenofis tarafından (MÖ. 1370- 1350) atılmış, bir başka ifâde ile adı geçen Mısır firavunu Mısır dîninde bir reform yapmak istemiştir. “Atonisme” adı verilen bu yeni din bütün eski Mısır tanrılarının reddi ve Mısır’ın eski Güneş tanrıları olan Ra ile Aton’un birleştirilerek, tek bir tanrı hâlinde yüceltilmesi esâsına dayanıyordu. Fakat IV. Amenofis’in ölümünden sonra, bu din terk edilerek yeniden çok-tanrılı sisteme dönülmüştür.

 

Güneş tanrısı Aten’in şerefine söylenen ilâhilerde, diğer bütün tanrıların ve onlara özgü dînî tören şekillerinin ret ve terk edilmesi görülür. Bunun, çok-tanrıcılıktan tek-tanrıcılığa bir seyir olduğu ve insanların tek-tanrıcılığa yâni monoteizme zaman içinde ulaştığı söylenir. Fakat çözülebilmiş en eski yazılı belgelere sâhip çok-tanrıcı putperest bir toplum olan Sümerlerde, çok-tanrıcılığın tek-tanrıcılıktan sonra ortaya çıktığı görülür. Çünkü tek-tanrıcılığın çok-tanrıcılıktan daha eski belgeleri bulunmuş ve görülmüştür.

 

Monoteizmin Akhenaton ile başladığını söylediğinizde ve buna inandığınızda, monoteizmin teorisi bağlamında, Akhenaton’dan önceki zamanlarda gönderilmiş ve yaşamış olan peygamberlerin, meselâ Hz. Yûsuf, Yâkub, İshâk, İsmâil ve İbrâhim’in muvahhid değil de çok-tanrıcı yada en azında ilkel monoteist olduğunu söylemiş olursunuz. Zâten bunu söyleyenler vardır ve Kur’ân’da Hz. İbrâhim’in çok-tanrıcılıktan monoteizme vardığını söylerler ki bu apaçık bir iftirâdır. İlgili âyetler şöyledir:

 

“Böylece İbrâhim’e, -kesin bilgiyle inananlardan olması için- göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: ‘Bu benim rabbimdir’. Fakat (yıldız) kayboluverince: ‘Ben kaybolup-gidenleri sevmem’ demişti. Ardından Ay’ı, (etrâfa aydınlık saçarak) doğar görünce: ‘Bu benim rabbim’ demiş, fakat o da kayboluverince: ‘Andolsun’ demişti, ‘eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum’. Sonra Güneş’i (etrâfa ışıklar saçarak) doğar görünce: ‘İşte bu benim rabbim, bu en büyük’ demişti. Ama o da kayboluverince, kavmine demişti ki: ‘Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım’. Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim (En-âm 75-79).

 

Bu âyetler Hz. İbrâhim’in putperestlikten monoteizme yâni tek-tanrıcılığa dönmesini değil, insanlara, ilah diye taptıkları tanrıların sahte olduğunu yâni gerçek İlah olan Allah olmadığını göstermektedir. Böyle olduğu için, Allah bize, aynı ve benzer bir tebliğ ve dâvet metodunu kullanmayı ve Hz. İbrâhim’i izlemeyi emreder:

 

“De ki: Rabbim gerçekten beni doğru yola iletti, dimdik duran bir dîne, İbrâhim’in hanif (muvahhid) dînine… O, müşriklerden değildi” (En-âm 161).

 

“Gerçek şu ki, İbrâhim (tek-başına) bir ümmetti; Allah’a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhidti ve o müşriklerden değildi” (Nâhl 120).

 

Monoteizm ortaya çıktığı andan îtibâren hızlı bir şekilde benimsenmiştir. Özellikle Mısır, Hint ve Bâbil toplumlarında eş-zamanlı ortaya çıkmıştır. Fakat birilerine göre monoteizmin de bir gün sonu gelecektir. Şöyle derler: “Monoteizm yaklaşık olarak 4.000 yıl önce ortaya çıkmıştır ama bu sonuna kadar böyle gidecek değildir. İnsanlar nasıl ki akılları ve mantıkları geliştikçe saçma bir inanç-biçimi olan çok-tanrıcılıktan ve putperestlikten uzaklaşarak tek-tanrıcılığa yâni monoteizme ulaştılarsa, daha sonra da felsefe ile metafiziğe ve sonunda da pozitivist bilim ile tanrısızlığa ulaşacaklar ve tanrı ve din fikri böylelikle bitecektir”. Süreç -sözde- böyle işlemeye devâm eder ve sonunda da gelinen yerde Auguste Comte’un “üç hâl yasası” devreye girer ve 1-Teolojik aşama; 2-Metafizik aşama; 3-Pozitivist aşama sınıflandırmasına ulaşılır. Böylece dinlerin de süreç içinde gelişen beynin bir fonksiyonu olduğu yâni dinlerin de “maddî bir durumun sonucu olduğu” açığa çıkar ki sürecin sonunda teoloji, pozitivizme döner ve artık Allah’tan, âhiretten, cennet ve cehennemden, vahiyden, peygamberlerden, dinden ve ölüm-ötesinden bahsetmek imkânsızlaşır. Auguste Comte’un “üç hâl kânunu”nda ilerleme; teolojik, metafizik ve pozitivist” aşamalar şeklindedir. Tüm bu aşamalardan sonra tanrı ve din diye bir şeyin kalmayacağı öngörülür. Fakat meydana gelen iki dünyâ savaşı Comte’un “üç hâl kânunu” da çöpe atmıştır.

 

Monoteizm bir sentezdir ve çok-tanrıcılıktan tek-tanrıya ulaşma serüvenidir. Fakat tevhid bir sentez değildir. O hep vardır. Çünkü tevhid %100 tevhittir. Tevhid; animizm, atalara tapma, totemizm, naturâlizm, fetişizm vs.den sonra ulaşılmış bir şey değildir. İnsanlar tevhide uymadıklarında bu söylediğimiz bâtıl din, düşünce ve inançlar ortaya çıkmıştır. Yâni çok-tanrıcılıktan monoteizme doğru bir gidiş değil, tevhidten putperestliğe doğru bir sapış vardır ve tüm zamanlarda bu böyle olmuştur. Peygamberlerin ardı-sıra gelmelerinin nedeni de, bozulan tevhidin yeniden ikâme edilmesi içindir. Şinâsi Gündüz bu konuda şunları söyler:

 

“Monoteizm içeren her inanışın tevhid kavramıyla nitelendirildiği dikkati çekmektedir. Bâzı batı’lı din-bilimcileri tarafından İslâm, teo-sentrik yâni tanrı-merkezli bir din olarak nitelenir. Esâsen bu niteleme çok da doğru değildir. Zîrâ müslümanlarca tevhid kavramıyla ifâde edilen İslâm’ın Allah inancının sıradan bir tanrı-merkezlilik olmadığı açıktır. Bu nedenle İslâm’ın tevhid-merkezli bir din olarak nitelenmesi daha doğru olacaktır. Tek-tanrı inancı yalnızca İslâm’da değil, diğer bir-çok dinde de mevcuttur. Örneğin dünyâ-dinlerine baktığımızda başta Yahudilik ve Zerdüştilik olmak üzere bir-çok dînin tek-tanrıcı bir geleneğe sâhip olduğunu görürüz. Hattâ her ne kadar teslis ile ifâde edilmiş olsa da Hristiyanlığın tanrı inancı da tek-tanrıcı yâni monoteist bir yapı arz-eder. En azından teslise inanan bir Hristiyan, bunu bu şekilde değerlendirir.

 

Yahudilikte tanrı birdir; her-şeyi yaratan ve insana yapıp-ettiklerinin hesâbını soracak olan bir tanrının varlığına inanma yahudi âmentüsünün temelini oluşturur. Ana-gövde yahudi geleneğinin tanrı inancı buna göre şekillenmiştir. Bâzı araştırıcılarca, yahudi kutsal metnindeki bâzı ifâdelerden hareketle târihsel süreçte belirli bir dönemde mutlak bir monoteizmden ziyâde bir çeşit henoteizmin, yâni bir-çok tanrının varlığının kabûllenilmesiyle birlikte tapınma bağlamında içlerinden birinin ön-plâna çıkarılmış olduğu tartışılmaktadır.

 

Bir diğer tek-tanrıcı gelenek olarak ön-plâna çıkan Hristiyanlığın tanrı düşüncesi de oldukça tartışmalıdır. Baba, Oğul ve Kutsal Rûh üçlemesine dayalı teslis öğretisine yer veren Hristiyanlık, ısrarla kendisinin monoteist bir gelenek olduğu kanaatini dillendirir. Hristiyan gelenek, teslisi tek-tanrıcılıkla açıklamakta ve teslis akîdesinden hareketle kendisini tek-tanrıcı olmamakla suçlayanları ön-yargılı olmakla ithâm etmektedir. Hristiyanlık, Tanrı’nın bir olduğunu ancak üç uknumla ifâde edildiğini ifâde etmektedir. Tanrı Baba’dır, Tanrı Oğul’dur ve Tanrı Kutsal Rûh’tur inanışının tanrının birliğine aykırı olmadığı kanaatindedir.

 

Her monoteist yada tek-tanrıcı geleneği İslâm’ın Allah inancıyla eş-değer saymak ve bunları İslâm’ın tevhid kavramıyla ifâde etmek kanaatimizce yanlıştır. Kur’ân gerek Yahudiliğin gerekse Hristiyanlığın tanrı tasavvurunu “lâ ilâhe illallah” öğretisine dayalı Allah inancı bağlamında eleştirir. Kur’ân âyetleri, bâzılarını, üstün bir güç, bir ilah olarak Allah inancına yer vermekle birlikte ‘Allah’ı gereği gibi takdir etmemekle’ suçlar; bâzılarını da Allah’a îman ettiklerini söyledikleri hâlde gerçekte Îman etmemekle eleştirir. Bu tarz âyetlerin bağlamı dikkate alındığında, bu tarz kişi yada grupların bir ilah, bir üstün güç olarak Allah’ı kabûl etmekle birlikte Allah’ın her türlü düşünce ve inanıştan, tutum ve davranışa kadar insan yaşamında referans alınması gereken tek ve mutlak güç olarak kabûlü konusunda problemli oldukları görülür.

 

Monoteizmde insanlar yaşamı kendi akıl, irâdeleri yanında sosyâl çevrelerini oluşturan güç-odaklarının irâdeleri doğrultusunda okuyup inşâ etmeyi önceler. Bir kısmı da sosyâl, siyâsal yaşamlarında öne çıkardıkları kendilerine yön veren başka bâzı güç-odaklarını, zihin yapılarında yer verdikleri diğer üstün güçleri Allah’la birlikte dikkate alacakları referanslar olarak kabûl eder ve buna göre yaşamlarını şekillendirir.

 

Tevhid öğretisi ise üstün güç yada ulûhiyet anlayışı açısından İslâm’ı diğerlerinden ayrıştıran âdetâ İslâm’ın alâmeti fârikasıdır. Bu önemli kavramı, İslâm’ın bu kavrama yüklediği anlam yükünü görmezden gelerek sıradanlaştırmak doğru değildir”.

 

Monoteizmde Allah sâdece “tek-tanrı”dır ve bir-çok tanrının iptâl edilmesiyle ulaşılmış olan bir süper güçtür. Böyle olduğu için monoteizmde Allah “sâdece göklerin ilahı” olarak kalır ve yeryüzüne karışmaz. Ona sâdece tapınılır ve O’ndan bir şeyler istenir. Fakat O’nun emir ve yasaklarına göre düşünmek, konuşmak, yazmak ve davranmak yoktur. Zâten monoteizmde tek-tanrının gerçekten vahiy indirdiği ve peygamber seçip gönderdiği de sâbit değildir. Monoteizm’in tanrısı daha çok Deizm’e yakındır ve deistlerin tanrısına benzemektedir. Çünkü aşağıda hiç-bir şeye karışmaz.

 

Fakat tevhid öyle değildir. İnsan vâr olduğu anda İslâm da vardır, tevhid de. Tevhidte Allah’tan başka ilah yoktur ki çok-tanrıcılıktan tek-tanrıya ulaşılsın. Tam-aksine kâfirler ve müşrikler Allah inancından saptıkları oranda başka ilahlar edinirler ve bu ilahlar zamanla çoğalır gider. Tevhid, “Allah’ın, ifsâd edilmiş olan İslâmî sistemi düzeltmek için sürekli olarak, insanlar içinden peygamberler seçip göndermesi ve onlara vahyi indirmesi” demektir. Zîrâ Dünyâ ve insan ancak İslâmî sistem ile düzen ve nizam içinde durabilir. Zâten imtihan olayı da bu noktada devreye girer. İnsanların tevhidi yeniden hâkim kılmak çabası içinde olup-olmayacakları imtihanın sonucunu belirler. İnsanlar tevhide destek verip-vermeyeceklerine göre değerlendirilecektir.

 

Monoteizm tevhid değildir. İnsanlar zamanla tek-tanrı fikrine ve inancına ulaşmış değildirler ve tam-aksine, şeytanın, nefsin ve tâğutların baskısı ve etkisi nedeniyle sürekli olarak tevhidten saparak küfre, şirke, fitneye, fesada, put-perestliğe sapmışlardır. Bu sapma hâlen sürmektedir ve “monoteizme ulaştıkları için” hızında bir azalma olmamıştır. Bu durum Dünyâ’da adâletsizliğin, eşitsizliğin, haksızlığın, ahlâksızlığın, açlığın, susuzluğun, çıplaklığın, evsizliğin ve her türlü zulmün açığa çıkmasına neden olmuştur-olmaktadır. Son Peygamber ve son vahye gelinene dek târih boyunca peygamberlerin ve vahiylerin ardı-sıra gelmesinin nedeni, bu sapmayı düzeltmek ve tevhidi yeniden ikâme etmek hedefidir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Mayıs 2024

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder