“Ne zaman
onlara: ‘Allah’ın indirdiklerine uyun’ denilse, onlar: ‘Hayır, biz, atalarımızı
üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız’ derler. (Peki) Ya atalarının aklı
bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?” (Bakara 170).
Dünyâ’da her zaman iki farklı din ve
yaşam-şekli olmuştur. Biri, Allah’ın seçtiği bir peygambere gönderdiği
vahiylerden oluşan İslâm Dîni ve İslâmî yaşam-şekli; diğeri ise, “insanların
şeytan-nefs ve istek-arzularına göre oluşturdukları, dünyevî düşüncelere uygun
olarak ortaya koydukları yaşam-şekli ve inanç”tır. İnsanların çoğu, hak dîni
yaşamadıkları için, yaşadıkları mevcut hayat-tarzını “hak din” olarak görür. Çünkü
“inandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız” sözü her
dâim geçerlidir.
Modern insan, inandığı gibi yaşamadığı için,
yaşadığı gibi inanmakla cezâlandırılmaktadır. “İnandığı gibi yaşamak” derken,
elbette sapkın inançlardan bahsetmiyoruz. Bu sözle söylenmek istenen şey,
“Allah’ın emrettiği gibi yaşamayanların, şeytanın, nefsin ve tâğutların emrine
göre yaşayacağı”dır. Allah’ın emrine göre yaşamayanlar, şeytanın, nefsin ve
tâğutların ortaya koyduğu yaşama göre inanmaya başlarlar. Bu-bağlamda herkes, hak
yada bâtıl, inandığı gibi yaşar ve sevdiği şeyi yapar. Nasıl yaşadığınız ve
neyi yaptığınız inancınızı ortaya koyar.
İnananların çoğunun inandığı şey, -yalan da
olsa, hak yada bâtıl da olsa- “inanmak istedikleri” şeydir. İnsan, inandığı şey
üzerinde sağlam ve istikrarlı duran bir varlıktır. Lâkin genelde yanlış, bâtıl
ve sapık şeylere inanır.
İnsanın Allah’ın emrettiği yâni “inandığı
gibi” yaşaması, inancına aykırı olan şeye ve onun hayattaki karşılığı olan
yaşam-şekline eleştiri, îtirâz ve isyanda bulunmasını gerektirir. Aksi-hâlde
kişi, “inandığı gibi” yaşamayı bırakır ve “yaşadığı gibi” inanamaya başlar.
Hattâ inancına aykırı olan düşünceyi ve yaşam-şeklini eleştirip îtirâz
etmiyorsa, bir süre sonra “yaşadığı gibi” inanmayı ölümüne savunmaya başlar.
İnancın hak mı bâtıl mı olduğu yada ne derece
sağlam ve samîmi olduğu yaşam-şekline bakılarak anlaşılır. Bu-bağlamda müslümanım
diyenlerin %90’ının inandığı falan yoktur ve sâdece inandığını zannetmektedir.
Zîrâ insanların çoğu îmânın ne demek olduğunu bile bilmiyor ki!.
Nesnel bilgi diye bir şey yoktur. Herkes
inandığı ve sevdiği şeyi bilir ve söyler. İnsanın inandığı ve sevdiği şeyi belirleyen
şey ise İslâmî bilgi ve yaşam-şekli yada beşerî yaşam-şekli ve dünyevî
düşüncedir. Aslında insan, “bildiğine” göre değil, “yaşadığına” göre düşünür,
konuşur ve edip-eyler. Bildiklerini “yaşadıkları” ortaya koyar.
“İnsanların
çoğu yaşadığı gibi inanır”. Bildiklerinin ve inandıklarının kaynağı
“yaşadıkları”dır. Peki insanın
yaşantısını ne belirler?. İnsanın yaşantısını belirleyen şey, atalardır. Bu
atalar ya ana-baba anlamında atalardır yada “ideolojik atalar”dır. Bu nedenle
ya Allah’a uymak vardır yada atalara uymak vardır ve üçüncü bir seçenek yoktur.
İslâm atalara uymanın yerine Allah’a uymayı getiren ve bunu hâkim kılmak
isteyen “Allah katındaki tek hak din”dir ki zâten bunu hedefleyen başka da bir din
yoktur.
İnandığınız
gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız sözü evrensel bir
sözdür. Allah İslâm’ı, “yaşanıldığı gibi” inanmayı iptâl edip “inanıldığı gibi”
yaşamayı hâkim kılmak için göndermiştir. Çünkü bu kâinat formatında insan için
en iyisi, inandığı gibi yaşamasıdır.
Yaşadığı
gibi inanmayı iptâl edip de inandığı gibi yaşamayı emreden ve hâkim kılmaya
çalışan tek din Hak katındaki tek hak din olan İslâm’dır. Zâten bunu sâdece
İslâm hedefler.
Modern müslüman, cennette yaşadığını
zannediyor. Böyle zannettiği için de yaptığı her-şeyi hak zannediyor.
Bu-bağlamda İslâm’ın yasakladığı ve günah, haram, ayıp, suç saydığı her-şeyi
“hak” zannediyor. Zîrâ “inandığı gibi” yaşamayı bırakmış ve “yaşadığı gibi”
inanmaya başlamıştır.
“İnandığı
gibi yaşamaktan”, “yaşadığı gibi inanmaya” geçiş sürecinde olan şey bir
bozulmadır. Bozulan şey ilk-başta kâlptir. O bozulunca diğer şeylerin bozulması
çok olay olur. Peygamberimiz’in kâlp ile ilgili olarak söylediği hadisi
şöyledir: “İnsan vücudunda bir et parçası
vardır o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozuk olduğunda bütün vücut ifsât
olur. İyi bilin ki, işte o et parçası kâlptir” (Buhârî, İmân, 39; Müslim, Musâkât,
107).
Allah’ın emrettiği gibi yâni inanıldığı gibi
yaşanmadığında kâlpler bozulmaya başlar ve kişi inandığı gibi yaşamayı bırakıp,
“yaşadığı gibi” inanmaya başlar. Üstelik “yaşadığı gibi” inanmayı “en doğru
inanç ve yaşam-şekli” olarak görür de bu düşünce ve yaşam-şeklini ölümüne
savunmaya başlar. Öyle ki, Allah’ın emrettiği yâni inandığı gibi yaşamaya da
düşman olur. Günümüzde müslümanlar dâhil insanların çoğu işte bununla mâlûldür.
Biz günümüze, târihin belli bir süre
ilerisinden bakmadığımız için, yaşadığımız zamânı “en doğru, en ideâl ve en
ileri zaman” olarak görüyoruz. Bu zan, tüm zamanlardaki uygarlıkların kendileri
için düşündükleri şeyin aynısıdır. 1.000 yıl sonra 2.000’li yıllara bakacak
olanlar, günümüzü kaba, bağnaz, câhil ve komik bulacaktır. Üstelik “yaşadığı
gibi inanmak” demek olan modern yaşam-şeklinin, bâtıl ve saçma bir yaşam-şekli
olduğunu tescilleyeceklerdir.
İnandığı gibi yaşamanın en ideâl ve güzel
örneği Peygamberimiz’dir. Din, “Peygamberimiz’e indirilen Kur’ân ve o’nun
vahiy-merkezli olarak yaşadığı”dır. Peygamberimiz’in bize örnek olması, inanca
göre yaşamanın nasıl olduğu
noktasındadır:
“Andolsun,
sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için
Allah’ın Resûlü’nde ‘güzel bir örnek’ vardır” (Ahzâb 21).
İslâm’ın emri gereğince; ey Dünyâ’yı
değiştirmeyi düşünenler ve bunu hayâl edenler!.. Bilin ki, inandığınız gibi
yaşamadığınızda ve üstelik bunun yerine yaşadığınız gibi inanmaya
başladığınızda bunu gerçekleştirmeniz mümkün olmadığı gibi böyle bir şeyi düşünemezsiniz
bile.
En doğrusunu sâdece Allah
bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder