20 Mayıs 2024 Pazartesi

Tuzu-Kuru Dindarlık

 

“Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırdetmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Âl-i İmran 142).

 

“Coğrafya kaderdir” sözü mutlak anamda olmasa da doğrudur. İnsan genelde yaşadığı çevreye göre düşünür, fikir üretir, konuşur, davranır ve üretir. İnsan, coğrafya sıcaksa başka, soğuksa başka, kuraksa başka, verimliyse başka, dağdaysa başka, denizdeyse başka, bozkırdaysa başka, çöldeyse başka düşünceler, fikirler, uğraşlar, davranışlar ve mücâdeleler içinde olur. Bu-bağlamda coğrafya, iklim ve verimlilik durumu, dînî düşünceyi ve yorumu da etkiler ve belirler.

 

Günümüzde iki çeşit dindar insan ve tolum vardır. 1- Tuzu-kuru dindarlar, 2- Tuzu sulu dindarlar. Tuzu kuru olanların tuzları yağ gibi akar, hayat onlar için kolay olur. Tuzu cöm-cöm su içinde olanlar tuzları ise akmak bilmediği için hayat onlar için zor olur. Tuzu sulu olanların hayatları tatsız-tuzsuz olur. Tuzu kuru olan dindarların dînî düşünceleri ve dindarlıkları başka, tuzu sulu olanların dindarlıkları ise bambaşkadır.

 

Tuzu kuru olanlar, herkesin tuzunun kuru olduğunu zannettikleri için, kendileri gibi düşünmeyenleri ve inanmayanları yâni tuzu sulu olanları anlayamazlar, garipserler ve avam hattâ terörist olarak görürler. Tuzu sulu olanlar ise, hem tuzu kuru olanların düşünce ve inanışlarının saçmalığını çok net olarak görürler, hem de su içindeki tuzu kurutmak için -biraz da sert şekilde- çabalar gösterirler. Zîrâ tuzları akmamaktadır ve akmasını sağlamak için bir çaba göstermeleri gerekmekte hattâ tuzu akıtabilme için sert ve şiddetli hareketlerde bulanmalıdırlar. Yoksa tuzsuz kalacaklar ve kokacaklardır. Tuzu kuru olanlar bu çabaya girmedikleri için ve tuzu sulu olanları pek de takmadıklarından dolayı, gösterilen çabanın gereksiz olduğunu düşünürler. “Sevmek ve sevişmek varken kavgaya, gürültüye, çatışmaya, savaşmaya ne gerek vardır” diye düşünürler. İyi de tuz akmıyor’, çünkü tuz kuru değil ve su içinde!.

 

Tuzun kuru olması kolay bir hayâtı, sulu olması ise zor bir hayâtı temsil eder.

 

İslâm, akıntıya karşı kürek çekmekle başlar ve sürekli olarak da küreklere dokunmak gerekir. Çünkü Dünyâ geçici bir imtihan alanıdır ve kolaylığından, keyfinden, zevkinden, neşesinden, rahatından ve konforundan ziyâde; zorluğu, rahatsızlığı, acısı, endişesi ve korkusu vardır. İnsanların çoğu kafa ve beden konforundan yoksundur ve zorluk içindedir. Çünkü insanların küçük bir kesiminin tuzu kuru olsa ve akıp gitse de, çoğunluğun tuzu su içindedir ve akmamaktadır. Bu da tuzluğu iyice bir sallamayı gerektirmektedir. Zâten imtihanın olduğu yerde zorluk ve güçlük mutlaka vardır. Bu nedenle tuz genelde kupkuru olmaz ve zaman-zaman kurur gibi olsa da genelde sulu olur, tıkanır ve akmaz. İslâm da işte bu yüzden hep sulu tuzu kurutmak için çabalar, akması için biraz sert hareketlerde bulunur. Sertliği buradan gelir. Çünkü İslâm gerçekçidir ve gerçekler tuzu kuru olanların zannettiği gibi değildir. İslâm, sulu tuzları kuru tuzlar hâline getirmeye çalıştığı için, tuzu su içinde bırakan hâkim ve yaygın seküler paradigmaya karşı ortaya konulmuş bir eleştiri, îtirâz ve isyân hâlindedir.

 

Tuzu kuru olanlar tuzun hafif bir tıkanmasına ve akmamasına bile katlanamazlar ve basarlar yaygarayı. Hâlbuki diğer tarafta tuzu su içinde olanlar vardır. Tuzu sulu olanlar sorunu kökünden halletmenin derdine yada çabasına düşmüşler ve sorunu kaldırmaya yada normâlleştirmeye çalışırlar. Tuzu kuru olanların böyle bir dertleri ve çabası olmaz da, Allah’ın emretmediği boş düşüncelere ve inanışlara kapılırlar ve bu-bağlamda da saçmalayıp dururlar.

 

Bir-şekilde yolu coğrafyanın kurak, verimsiz ve fakir yerine düşmüş olanların ve dolayısıyla tuzu sulu olanların yâni hayatları zorluk içinde geçenlerin dînî düşünceleri hak ve hakîkate uygun olur. Çünkü hak ve hakîkat -sünnetullah ve imtihan nedeniyle- zorluk içindeyken daha net görülür ve bilinir. Bu nedenle konforun zirvesini yaşayan Firavunlar, Nemrutlar, Kârûnlar ve Bel’amlar değil de, sürekli bir mücâdele içinde olduğu için zorluklar arasında kalan peygamberler ve onların tâkipçileri haktan ve hakîkatten yana olurlar. Zîrâ hakkı ve hakîkati onlar daha kolay ve çabuk idrâk ve kabûl ederler. Zîrâ Dünyâ imtihan dünyâsıdır ve imtihanı unutturacak şekilde tuzu-kuru dindarlıkta hak ve hakîkat net olarak görülemez. Bu nedenle de tuzu-kuru dindarlıkta hayâtın gerçek soru ve sorunlarıyla değil de, iç-âlemlerin keşifleri, rûhu yükseltmek, kâlp huzûru, sevgi, mutluluk, sessizlik, huzûr, psikolojik dinginlik, aşk, meşk vs. gibi konular gündeme gelir. Tuzu-sulu dindarlıkta ise ortada net ve ağır soru ve sorunlar vardır ve bu sorunları aşmak için çâreler aranmakta ve başka gerçek bir seçenek olmadığı için îman ver amele dönmek çok daha yoğun olur.

 

Dindar yada değil, tuzu kuru olanların hayatları, tuzu sulu olanlardan çok farklıdır. Tuzu kuru olanların yemesi, içmesi, giymesi, gezmesi, uyuması, işi, âilesi, düşüncesi, söylemleri, yazıları ve davranışları kısaca her-şeyleri çok daha farklı olur. Dünyâ-hayâtından başka bir hayat yokmuş gibi davranırlar ve tuzu kuru olanlar içinde çoğu-kişi âhiretten, dinden ve hakîkatten yana bi-ince şüphe içinde olurlar ki bu durum onların “Dünyâ’yı ıskalama korkusu” yaşamalarına neden olur. Bu eksiklik onların, Dünyâ’yı âhiretten üstün tutmalarına da neden olur. Bu yüzden de dîne çok da yakın olamazlar.  

 

Tuzu-kuru dindarlık sâdece verimli coğrafyalarda olmaz. Artık günümüzde modern hayatta âileden yada yaptıkları işten kaynaklı kolay bir yaşamı olanlara yâni tuzu kuru olanlara bakıldığında, onların da dindarlıklarının gerçek soru ve sorunlara değil de, iç-âlemlere, rûha, kâlbe, sevgiye, mutluluğa, huzûra, aşka-meşke vs. yönelik olduğu görülür. Hâlbuki vahiy ve peygamber örnekliği ortadadır ve ne vahiyde ne de peygamber örnekliklerinde böyle şeyler yoktur ve onların hayâtın tam ortasında gerçek sorunlarla uğraştıkları görülür. Fakat tuzu-kuru dindarlık bunların “avam-işi” olduğunu, hakîkatin ise başka olduğunu, bunu anlamak için de yorum yapmak gerektiğini söyler dururlar. Tuzu kuru olanlar, daha iyi bildiklerini, anladıklarını ve daha doğru yaşadıklarını zannederler. Tuzu-kuru dindarlığın gerçek dindarlık, tuzu sulu dindarlığın ise aşırı ve yanlış bir dindarlık hattâ teröristlik olduğunu söylerler.

 

Bakıldığında orta-doğu coğrafyasında mücâdelenin ve hareketliliğin daha çok olduğu görülür. Çünkü orada tuzlar suludur. Birileri tuzları sürekli sulu tutmak istemektedir. Bu nedenle orta-doğuda dînî düşünce, fikirler, tartışmalar, savaşlar vs. çok daha fazla yaşanır. Peygamberlerin neden hep orta-doğudan çıkmış olduğunun bir sebebi de kanımca budur. Çünkü orada tuz suludur ve tuzu-kuru dindarlığa pek rastlanmaz. Peygamberler tuzu kuru olan yerlere değil, tuzu sulu olan yerlere yâni gerçek soru ve sorunların olduğu, bu nedenle de karmaşanın daha çok yaşandığı yerlere gönderilmişlerdir.

 

Ama meselâ uzak-doğu’ya baktığınızda, her yer verimlidir, sulaktır, yemyeşildir, elinizi attığınızda yiyecek bir şeye dokunabilirsiniz. Elinizdeki bir çubuğu yere batırdığınızda oradan su çıkmaya başlar. Yâni hayat kolaydır ve tuzlar kurudur. Bu nedenle de uzak-doğuda hep mistik, ezoterik, bâtınî, tasavvufî, iç-âleme, rûha, kâlplere ve zihinlere yönelik düşünceler ortaya çıkar, sevgi, sezgi, aşk, sessizlik, durgunluk, uzlet, inzivâ, rûhî yükselişler vs. şeklinde bir dindarlık vardır. Hinduizm, Budizm, Taoizm, Konfüçyanizm, Şintoizm vs. hep iç-âleme ve ruhlara dönük düşünce ve uğraşlar görülür ve nirvanaya ulaşmaya çalışılır. Çünkü tuz kurudur, kolay akmaktadır, ortada gerçek soru ve sorunlar yoktur. Zâten coğrafyanın ve -istisnâlar hâriç- tuzun kuru olmasının etkisiyle oranın insanları, gerçek soru ve sorunlarla yâni sulu tuzlarla uğraşan, Allah katındaki tek hak din olan İslâm’a çok yakın olmamışlardır. Zîrâ tuz kurudur.

 

Türkiye’de PKK terörünün neden Karadeniz Bölgesi’nden değil de Güney-doğu Anadolu Bölgesi’nden çıktığı kanımca aynı nedenledir. Terör, tuzu kuru olan yerlerden de tuzu-kuru dindarlar içinden de çıkmaz. Tuzun sulu olması nedeniyle ortaya çıkan zor hayatlar, “mevcuda, sisteme ve devlete karşıtlık” üretirken, tuzu kuru olan kolay hayatlar ise mevcudu, sistemi ve devleti benimsemeyi ve ona uymayı getirir.

 

Hindular ve Budistler gibi uzak-doğunun tuzu-kuru dindarlıkları gibi, İslâm ve Kur’ân-merkezli olduklarını söylemelerine rağmen, modernizme meftûn, râm ve hayrân oldukları için tuzu-kuru dindarlık yapanlar vardır. Târihselciler, modernistler, Kur’âncılar, batı’cılar, modern-bilim ve teknoloji merkezli olanlar, hadisleri, Sünnet’i, Kur’ân’ın âyetlerini hattâ tümden İslâm’ı iptâl edilmesi gerektiğini düşünen tuzu-kuru dindarlık çeşitleri vardır. Yine, bir zamanlar sulu tuzu kurutmak için çalışırken, umduğunu bulamadığından olsa gerek, biraz da palazlandığı için “bunlar boş iş” diyerek merkezden koparak münâfık tuzu-kuru dindarlığa dönen ve üstelik doğrusunun da bu olduğunu zanneden ahmaklar ve yavşaklar vardır.   

 

Tuzu sulu olanlar, tuzun sulu olmasından ve akmamasından dolayı ortaya çıkan sorunların çâresini “hakîki tuz” olan İslâm’da bulmuşlardır be onlar bu nedenle sürekli olarak adâleti, eşitliği, hakkı-hakîkati, tevhidi hâkim kılmak için çalışırken; şirki, küfrü, zulmü, fitneyi, fesadı gidermek için uğraşmaktadırlar. Tabi bu ancak vahyin izinde olabileceği için vahiy-merkezlilik esas olur. Tuz kuru olanlar ise sevgi, aşk, meşk, zevk, haz, neşe, eğlence, huzûr, mutluluk, refah ve relaks içinde bir hayat özlemiyle işin o tarafına pek uğramazlar. Uğramadıkları için de bir türlü o ulaşmak istedikleri gerçek huzûra kavuşamazlar da rôl yapmak zorunda kalırlar. Zîrâ kâlpler ancak, Allah’ın zikri olan Kur’ân ve Kur’ân-merkezlilikle yâni sulu tuzları kuru yapmaya gayreti içindeyken tatmin olabilir. Zâten cennet de bu uğraş içinde olan ve ölenler içindir:

 

 “Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?. Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, berâberindeki mü’minlerle; ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin!, şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır” (Bakara 214).

 

Ah şu “tuzu kuru” olanlar!..

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn  Görmüş

Mayıs 2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder