“Şimdi siz, bu sözden mi şaşkınlığa düşüyorsunuz?. (Alayla) gülüyorsunuz ve ağlamıyorsunuz. Ve şuursuzca baş kaldırıyorsunuz. Hemen, Allah’a secde edin ve (yalnızca O’na) kulluk edin” (Necm 59-62).
Ağlamak: “Duyumsanan bir acı, üzüntü vb. nedeniyle
inleyerek, hıçkırarak, çığlıklar atarak yada bir sevinç nedeniyle kahkahalar
içinde veyâ sessizce göz-yaşı dökmek, gözlerinden yaş gelmek”.
Gülmek: “İnsanın hoşuna yada tuhafına giden olaylar,
durumlar, sözler vb. karşısında, yüzün kasılmasının yanı-sıra, genellikle
kesik-kesik, değişik oranda sesli bir biçimde neşe duygusunu açığa vurmak, hoşça,
mutlu, sevinçli vakit geçirmenin ve
eğlenmenin yüzde ve gözde oluşturduğu duygu”.
Gözyaşı, “acının sıvı hâli”dir. Hayat, iki
göz-yaşı arasındaki kısa-yoldur. Doğarken biz ağlarız, ölürken başkaları.
Ağlamak basit bir tanımla ifâde edilemez. Ağlayan insan için; “göz-yaşı bezleri
devreye girdi” demek ağlamayı târif etmez. Biz ağlayan bir insana baktığımızda,
“göz-yaşı bezi çalışmaya başladı” demeyiz. Ağlamak, bir-çok yoruma ve duyguya
neden olacak kadar derinlikli bir şeydir.
“Gerçekten ağlamak” ve “gerçekten gülmek”
taklit edilebilecek bir şey değildir. Çünkü gülmek ve ağlamak sâdece mimiklerin
ve yüzde oluşan ifâdelerin değişmesi olayı değildir. Ağlamak ve gülmek insana
has olan özel bir duygu ve bu duygunun bir sonucudur. Ağlamak ve gülmek,
Allah’ın insana has kıldığı duyguların sonucudur: “Doğrusu, güldüren ve ağlatan O’dur” (Necm 43).
İnsanlık-târihi, ağlanacak hâle gülmenin
târihidir. İnsanlar ya câhillikten yada çâresizlikten dolayı ağlanacak hâle
gülmüşlerdir ve gülmektedirler.
Ağlanacak hâle gülmenin nedeni,
şeytan, nefs ve tâğutların etkisiyle, saçma-sapan şeylere inanmanın, yalana ve
yalancılara güvenmenin, geçici olana aşırı şekilde bağlanmanın ve uzak
durulması gereken kişileri ve şeyleri sevmenin sonucunda olur. Bu-bağlamda
insanlar ağlanacak şeylere güler, gülünecek şeylere ağlarlar yada ağlama ve
gülme noktasında sapkınlaşabilirler.
Bu-bağlamda meselâ, binlerce
insanı kıtır-kıtır doğrayıp sabun yapan Hitler, köpeği ölüce hüngür-hüngür
ağlamıştı. Çünkü dengesiz biriydi. Onu dengeye sokacak ve doğruya ulaştıracak
şaşmaz ve yanılmaz bir mercîden ve kaynaktan yoksundu. Değer-ölçüsü şaşmıştı ve
kafayı yemişti.
Arafat
Dağı’nda, duygu ve göz-yaşları içinde; “Allah’ım beni, âilemi, akrabâ ve
dostlarımı, mü’minleri ve mazlumları koru, bize îman, akıl ve îzan ver, birlik
ver, bize Dünyâ’da âhirette de iyilikler ver” vs. diye duâ edeceğine, ağlaya-ağlaya,
tutuğu takımın şampiyon olması için duâ edenler var. Bu gülünecek bir şey
olmaktan ziyâde, ağlanacak hâlimizi gösteren bir durumdur.
Ağlama
duvarına “ağlama duvarı” denmesinin nedeni, Romalı askerlerin, yahudileri,
özellikle de çocukları bu duvarlara çarpa-çarpa öldürmüş olmalarından
dolayıdır. Bu gerçekten de ağlanılacak bir şeydir. Fakat gelin görün ki, ağlama
duvarı karşısında hüngür-hüngür ağlayanlar, kendilerine yapılanın aynısını yada
benzerini yaparak tüm Dünyâ’nın anasını ağlatmaktadırlar. Üstelik bunu
yaptıkları için yada yapabildikleri güce ulaştıkları için sevinmekte ve
gülmektedirler. Birilerinin anasını ağlatacak şeylere gülenler, cehennemde
yalvara-yalvara ağlayacak ve yanacak olan şerefsizlerdir. İnsan kendisini ağlatan
şeyi başkasına neden yapar ki!. Herhâlde bunun cevâbı ancak, câhillik yada
şerefsizlik olabilir.
Çoğu-kişinin,
bir türlü ölmek ve ayrılmak istemediği bu Dünyâ, birilerinin anasını
ağlatanların güldüğü bir yerdir. Dünyâ’da en çok gülenler, insanları en çok
ağlatanlar yada ağlatanlara destek olanlardır. İnsanlar arasında anası en çok
ağlayan insanlar, birilerinin yüklenmediği yükleri yüklenmek sorunda kaldığı
için belleri bükülen garibanlardır. Bunlar Allah’ın “önceden” yazdığı ve ortaya
çıkması ve yaşanılması kaçınılmaz olan bir kader değil, insanların ağlanacak
şeylere gülmelerinin ve bunu değiştirmek için bir şey yapmamalarının bir
sonucudur.
Allah korkusu, âhiret endişesi, vahiy bilgi
ve bilinci, peygamber örnekliği ve İslâm dâvâsı yolunda olanların ağlanacak
hâle gülmeleri söz-konusu olamaz. Çünkü bilgi ve bilinç, Allah’ın emirleriyle
mevcut durum karşılaştırması yaptıklarında görülen çelişki ve bu çelişkinin
ortaya koyduğu adâletsizlik ve zulüm mü’minleri ağlatır:
“İşte bunlar;
kendilerine Allah’ın nîmet verdiği peygamberlerdendir; Âdem’in soyundan, Nûh
ile birlikte taşıdıklarımız (insan nesillerin)den, İbrâhim ve İsrâil’in (Yâkup)
soyundan, doğru yola eriştirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendirler. Onlara
Rahmân’ın âyetleri okunduğunda,
ağlayarak secdeye kapanırlar” (Meryem 58).
Ağlayamayanlar
anlayamazlar, anlayamayanlar da ağlayamazlar ve ağlanacak hâllerine gülmeye
başlarlar. Gerçekten inananlar yâni mü’minler, yeryüzünün bir yerinde bir yetimin
ve bir mazlumun ağladığını bildiklerinde gülemez ve uykuları kaçar.
Modernler
insanın en temel problemini “özgürlük” diye tanımlıyorlar. Hâlbuki insanın en
büyük problemi “güven”dir. Bebekler bu yüzden özgürlük için ağlamazlar, ama güvenlik
için ağlarlar. Çünkü “en güvenilir olan ana karnından çıkmışlar ve güvenliğin
olmadığı Dünyâ’ya gelmişlerdir.
İnsan,
bir zamanlar kendisi için mutluluk kaynağı olan bir şey için bir gün gelir
ağlayabilir.
Târih boyunca insanların anasını ağlatan ve ağlanacak hâle güldüren şey,
“bâtıl” değil, “hak karıştırılmış bâtıllar”dır.
İnsanlar ağlanacak hâllerine gülmeyi en çok,
sosyâl ağlarda yâni Facebook, Twitter, İnstagram, TikTok vs. gibi sosyâl ağlarda yaparlar. Sosyâl ağlar,
ağlanacak hâlimize gülünen yerlerin başında gelmektedir. Sosyâl ağlarla takılanlar
ağlayamamakta, tam-aksine, ağlanacak hâllerine gülmektedirler.
Modern zamanlarda şeytanın sürekli bir ağrısı
oluyor: İnsanların yaptıklarına bakarken, gülmekten oluşan karın ağrısı. Şeytan
bizim, ağlanacak hâlimize gülmemize katıla-katıla gülmektedir.
Peygamberimiz bir “hüzün peygamberi” idi.
Bu-bağlamda ağlamak ve gülmek ile ilgili hadisleri şöyledir:
Enes İbn-i Mâlik şöyle
dedi: Resûlullah, bir benzerini daha önce aslâ duymadığım pek etkili bir
hitâbede bulundu ve şöyle buyurdu: “Eğer siz, benim bildiklerimi
bilseydiniz, mutlaka az güler, çok ağlardınız”. Enes, bunun
üzerine Resûlullah ve ashâbı, yüzlerini
kapatıp hıçkıra-hıçkıra ağladılar” (Buhârî, Küsûf).
İslâm’a
göre ölüme ve ölene ağlamanın bile tesellisi vardır. Peygamberimiz vefâtı sırasında
başucunda ağlayan kızı Fâtıma’ya; “ağlama kızım, baban bir daha acı çekmeyecek”
demiştir.
Demek
ki ağlamanın bir yarar sağlamayacağı gün gelmeden önce ağlanacak hâlimize gülmekten
vazgeçmek şarttır. Yoksa bize ağlayan olmaz:
“Onlar için
ne gök ağladı, ne yer ağladı ve onlar (ın azâbı) ertelenmedi” (Duhân 29).
O-hâlde, ağlanacak hâle gülmeyi bırakıp, “ağlanacak
olana ağlamak” gerekir. Çok gülmeyi bırakıp az gülmek, az ağlamayı bırakıp çok
ağlamak şarttır:
“Öyleyse
kazandıklarının cezâsı olarak az gülsünler, çok ağlasınlar” (Tevbe 82).
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Mayıs 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder