“İşte biz onu
(Kur’ân’ı) apaçık âyetler olarak indirdik; şüphesiz Allah, dilediğini hidâyete
yöneltir” (Hac 16).
“Sana Kitabı indiren O’dur. O’ndan, Kitabın
anası (temeli) olan bir kısım âyetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşâbihtir.
Kâlplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak
için ondan müteşâbih olanına uyarlar. Oysa onun te’vilini Allah’tan başkası
bilmez. İlimde derinleşenler ise: ‘Biz ona inandık, tümü Rabbimizin
katındandır’ derler. Temiz akıl-sâhiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez” (Âl-i
İmran 7).
Hakîkat, “apaçık olan”dır. Apaçık olduğu için
hakîkati “bâtın”da yada “demek istenilen”de aramak İslâmî ve meşrû değildir.
Böyle bir tavırdan ancak bâtıl ve sapkınlıklar çıkar.
Kur’ân’ın zâhirinin yanında bir de bâtını
olduğunu söylemek, Kur’ân’ı inkâr etmek anlamına gelir. Zîrâ Allah Kur’ân için
“apaçıktır” dediği hâlde “onun herkesin bilmediği ve göremediği bir de bâtını vardır”
demek bizzat Kur’ân’a iftirâ etmek demektir.
İslâm
karmaşık şeyler söylemez ve ne dediği çok açıktır: Allah’ın Kur’ân’da söylediği
apaçık emir-yasaklara ve yine Peygamberimiz’in apaçık ve berrak örnek
yaşayışıyla gösterdiği hayâta yâni İslâm’a göre yaşamaya engel olan her-şey
günah, kötü ve yanlıştır.
Allah’ın “ne demek istediği” de, “ne
dediği”dir. Ne dediği ise Kur’ân’daki âyetlerle apaçık gösterilmiştir. Allah’ın
“dediği”ni yapmayanlar, “acaba ne demek istedi”nin derdine
düşmüşlerdir-düşmektedirler. “Böyle diyor ama şunu demek istiyor” ve “zâhirde
böyle ama bâtınî anlamı şöyledir” diyenler Allah’ı hakkıyla takdir edemedikleri
gibi O’na karşı ağır bir küstahlık yapmaktadırlar. Allah’ın söylemediği bir
sözü O’na isnât etmek O’na iftirâ atmaktan başkası değildir. Allah söylemek
istediği bir şeyi söylemekten mi
çekinecek?. Allah ne demek istiyorsa onu der. Allah îmâ ve işâretler konuşmaz.
Kur’ân da bir bilmece-bulmaca kitabı
değildir, sırlar ve sihirler hitabı ise hiç değildir.
Esâsen Kur’ân, büyük çoğunluğu okuma-yazma
bile bilmeyen hattâ hayatlarında hiç kitap görmemiş yada bir kitaba dokunmamış
olan insanlara indirmiştir. Allah şimdi bu insanlara Kitab’ı iyice açık ve
kolayca anlaşır şekilde indirmedi de, anlamak için yıllarca kafa yoracakları ve
bu nedenle insanları bezdirecek şekilde mi indirdi?. Elbette hayır, aslâ!.
Allah kitabı açık ve çok kolay anlaşılır bir şekilde indirmiş, Peygamberimiz de
kendilerine gelen vahiyleri okuduğunda ve duyurduğunda çok büyük oranda ne
deniliyorsa ânında anlamışlar ve hemen uygulamaya koymuşlardır. Sâdece
mü’minler değil, müşrikler de hemen anlamışlardır ve zâten bu nedenle
mü’minlere düşman olmuşlar ve her türlü kötülüğü yapmaya başlamışlardır. Çünkü
Kur’ân’ın ne dediğini hemen anladıkları gibi, Kur’ân’ı kabûl ettiklerinde ve her-şeyi
Kur’ân’a göre değiştirdiklerinde neler olacağını da hemen idrâk etmişlerdir.
Bu-bağlamda Peygamberimiz bir Mekke müşrikine;
“gel Allah’ın birliğine ve benim O’nun resûlü olduğuma îman et” dediğinde ve
İslâm’ın demek olduğundan bahsettiğinde, müşrik; “sen bana diyorsun ki,
zamânımızın süper güçleri olan Îran’a ve Bizans’a karşı savaş!. Bu çok zor,
kabûl edemem” cevâbını vermiştir. Müşrik o dâvetin bâtıl toplumların tamâmından
ayrılmak ve bir zaman sonra onlarla savaşmak demek olduğunu ânında anlamıştır.
Âyetleri dinleyince, Kur’ân’ın ne dediğini ve nelere yol açacağını ânında
anlayıp idrâk etmiş ve bu sözlerin ağır bir bedeli olduğunu hemen fark etmiştir
ve “ben Îran’a ve Bizans’a karşı savaşamam” demiştir. Peygamber “îman et ve
bâtıl toplumdan ayrıl” diyor ve savaş sözünü kullanmıyorken, o “Bizans’la
savaşamam” diyor. Çünkü âyetlerin ne dediğini hemen anlıyor ve îman etmenin
îcâbında bâtıl toplumdan ayrılmak ve Sasani ile, Bizans’ ile (günümüzde meselâ
Amerika-Rusya ile) savaşmak demek” de olabileceğini hemen idrâk ediyor. Yâni
Peygamberimiz İslâm’ı anlatıp bâzı âyetler okuduğunda Arap, bırakın söylenenleri
anlamayı, söylenen şeylerin ileride neler getireceğini bile idrâk edebiliyor. Çünkü
Kur’ân’ın bir bâtını olmadığı gibi, söylenenlerden başka bir de söylenmek
istenen diye bir şey yoktur, çünkü her-şey apaçık ortadadır.
Kur’ân’ın “dediği” ile “demek istediği”
arasında zıtlık yoktur, olamaz. Ne denmek isteniyorsa o söylenmiştir. Kur’ân’ın
bâtını olmadığı gibi açıkça söylemediği ve “demek istediği” diye bir şey de
yoktur.
İslâm; “Kur’ân ne diyorsa o”, “Peygamber
nasıl yaptıysa öyle”dir. Birilerine, Kur’ân’ın emrettiğine ve Peygamberimiz’in
örnekliğine göre İslâm’ı yaşamak zor gelince, mistisizm, bâtınîlik, tasavvuf,
alevilik, modernlik ve türevleri ortaya çıkmıştır. Bunlar -sözde- işin
kabuğuyla-dışıyla değil de “özüyle-içiyle ilgililermiş.
Nefsinin güdümünde olanlar, aradıklarını
Kur’ân’da bulamayınca ve bulduklarını da beğenmeyince, aslında bulmak da
istemediklerinden dolayı, mistisizm, ezoterizm, bâtınîlik, tasavvuf, bilim,
felsefe vs.’ye yamanıyorlar. İnsanlar, zâhiri işlerine gelmeyince ve
nefisleri kabûl etmediği için bâtına sarılıyorlar. Yoksa -hâşâ- Kur’ân’ın
âyetlerinin anlamlarının gizli olmasından falan değil. İslâm konusunda insanların ne düşündüğü ve ne
dediği değil, Kur’ân’ın ne dediği önemlidir. İslâm bir “anket dîni” değildir.
“Bâtını var” ve “demek istediği” şeklindeki
hastalık yeni de değildir. Şimdiki gnostikler olan tasavvufçuların “Kur’ân’ın
bir zâhir bir de bâtını vardır” dedikleri gibi; daha önceki zamânın gnostikleri
de “İncil’in bir zâhiri bir de bâtını vardır” diyorlardı. “Îsâ’nın
söylediklerinden başka söylemedikleri de vardır” diye-diye onu Roma
paganizminin nesnesi yaptılar ve tahrif ederek hakîkatten kırıntılar da olan
bir şirk dînine çevirdiler.
Bâtınîlik ve tasavvuf, “Allah’ı râzı etmek”
yerine “insanı râzı etmeyi” merkeze alan bir sapkınlıktır. Mistisizm, bâtınîlik
ve tasavvuf, “iş-güzarlık”tır. Allah’ın insandan böyle bir beklentisi yoktur.
Çünkü her-şey apaçık şekilde ortada durmaktadır.
“Kur’ân’ın
bir de bâtını vardır” ve “denilenlerden başka bir de denilmek istenilenler
vardır” diyerek bâtını ve -sözde- denilmek istenilenleri bulmak için felsefeye,
modern-bilime ve beşerî düşünce, fikir ve ideolojilere yamanıyorlar. Apaçık
olan Kur’ân’a uymamak için her-şeyi yapıyorlar.
Bilim
yüzünden artık, suya bile “su” denilemez ve bâtınî anlam bulma çabası yüzünden
Kur’ân’ın apaçık âyetlerine bile güvenilemez oldu.
Allah’ın
ne demek istediği, “ne dediği”dir. Allah ne demek istediğini, sâdece birilerine
“ayrıca” söylemez. Kur’ân’ın apaçık olması demek, denilmek istenenin tam da
denildiği gibi olması demektir.
Kur’ân
bâzı mecâzi ifâdeler kullanır ama bunları anlamak için derin bilgiye ve
araştırmaya gerek yoktur. Meselâ “Allah’ın eli” denilen yerde elbette “Allah’ın
rahmet eli” denilmektedir ve bundan kimsenin bir kuşkusu yoktur. Bunu bilmek ve
anlamak için ilim tahsil etmeye bile gerek yoktur. Arapların sık-sık
kullandıkları söylemlerdir bunlar.
Kur’ân’ın
bir bâtını ve ne demek istediği olmadığı gibi, bunları anlamak için de keşf,
ilham, tecelli, vâridat, zuhûrat, duru-görü, meditasyon, modern-bilim, felsefe
ve beşerî din, düşünce ve ideolojilere falan da gerek yoktur. Zîrâ Allah’ın ne
dediği bal gi,bi açık ve anlaşılırdır ve uygulanmayı beklemektedir.
Târih
boyunca bâtını bilmek ve ne demek istediğini anlamak için yapılmış olan ve yapılan
çalışmalar ve gayretler, ancak dînî düşünceyi ve müslümanları ifsâd etmiş ve
fitneye düşürmüştür. Üstelik bunun insanlara bir faydası da olmamış, tam-tersine,
insanları haktan ve hakîkatten soğutmuştur.
Allah’ın
yarattığı şeyi Allah’ın izin verdiğinden fazla karıştırmamak gerekir. Zâten bir
yararı da olmaz. Bildirdiği kadarını bilmek en doğrusudur. Kur’ân’ın yada
maddenin bir mahremi vardır ve o mahrem delinmeye çalışıldığında ve delindiğinde
başkalaşır. Bu maddede böyle olduğu gibi Kur’ân’da da böyledir. Çünkü Kur’ân’ın
bir bütünlüğü vardır ve indirildiği kadardır. Bütünlüğünü bozacak araştırmalar
içine girmek hem yeni ve doğru bilgiler vermeyeceği için faydasızdır, hem de
bütünlüğü bozulan şey ancak fitne üretip ifsâd edeceği için insanlara bir-çok
zararlar getirir.
Kur’ân’ın
bâtını da, denilmek istenen ama söylenmeyen gizli bir anlamı da yoktur. Eğer
olsaydı bile onu bir tek Allah bilirdi.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Nîsan
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder