“Kim âhireti ister
ve bir mü’min olarak ciddî bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin
çabası şükre şayandır” (İsrâ
19).
“Çalışmak
ibâdettir” sözünün geçerli olması için, çalışmanın Allah rızâsına ve insan
faydasına dönük olması gerekir. Yoksa “sâdece Dünyâ-yaşamı için” gece-gündüz
hırsla çalışarak parayı ve malı-mülkü çoğaltmak, zengin olmak ve köşeyi dönmek
ibâdet falan değildir. Hele birilerinin hakkını vermeyerek yada geciktirerek,
insanlara, hayvanlara ve bitkilere yâni doğaya zarar vererek, yasa-dışı, suç,
haram, günah, ayıp ve meşrû olmayan yollardan pazara kazanmak için çalışmak tam
bir şerefsizliktir.
Çalışmanın
ibâdet olması için Allah rızâsına dönük olması şarttır. Çünkü ibâdet Allah’a
yapılır. Bir insanın çok önemli bir şeyi gerçekleştirmek için, meselâ çocuğunun
tedâvi ettirebilmek yada mutlu bir âile kurmak için çalışması da “ibâdet gibi”
olabilir ama “ibâdet” olmaz. Çünkü dediğimiz gibi, ibâdet olabilmesi için Allah
rızâsına dönük olması ve “besmeleyle başlaması” gerekir yâni bir işi ve
çalışmayı Allah adıyla ve Allah için yapmak gerekir. Bir şeyin ibâdet olabilmesi
için Allah’ın ona “ibâdet” demesi gerekir.
Çalışmak “Allah için” olunca “ibâdet” olur.
Yoksa çalışmanın bizâtihi kendisi, İslâm’da değil, Protestanlık’ta ibâdettir. Protestanlıkta
çalışmanın bizzat kendisi ibâdettir. Hem de Allah karşısında yapılan ibâdetler
gibi hattâ daha da üstün bir ibâdettir. Böylece sonuçta Protestanlık’ta ibâdet
bırakılarak, çalışmak ibâdetin yerine konmuştur. Kapitâlizmin temeli bu sözde
saklıdır. Allah için çalışmaktan vazgeçip Dünyâ için çalışmayı ibâdet olarak
gören batı, böylece çalışıp-kazanmayı ve biriktirmeyi, dolayısıyla da
kapitâlizmi “din” yapmıştır. Tabi Allah için yada Allah-merkezli çalışmaktan
vazgeçip Dünyâ için çalıştığında çalışmaya “ibâdet” demiştir. O zamandan bêri
ibâdet etmeyenler, çalışmayı ibâdet olarak görmekte ve “çalışmak da ibâdettir”
demektedirler. Peki ibâdet Allah’a yapılmıyorsa kime yapılmaktadır?. Elbette
paraya. Çünkü Allah rızâsı için olmayan çalışma ibâdetleri ancak para için
yapılabilir. O-hâlde Allahsızların çalışarak yaptıklarını söyledikleri ibâdet,
paraya tapmak ve kulluk etmek anlamına gelir.
Çalışmak esâsen bir araçtır. Ne amaçla
çalışılıyorsa ona ulaşmak için
kullanılan bir araç. Fakat modern zamanlarda insanlar onu amaç edindi. Bir de
âhiretten şüphesi olanlar amaç edindi. Çünkü “çalışayım kazanayım ve
yiyeyim-içeyim de, öldükten sonrası belli değil diyenlerin” çalışmaktan ve
çalışmayı kutsamaktan yapacak başka bir şeyi yoktur. Zâten modern zamanlarda
işin bu kadar önem kazanması ve işsizliğin travmaya sebep olması bu yüzdendir.
Herkes ne iş yaptığını soruyor. Çünkü insan karşısındakini işine göre
değerlendiriyor ve ona göre davranıyor ve tutum takınıyor. İş ve gelir
farklılığına göre de modern bir kast sistemi oluşturulmuş durumda. Artık
babalar da kızlarına tâlip olanların namazına-niyazına,
doğruluğuna-dürüstlüğüne vs. değil de işine ve kazancına bakıyor. Tabi bu da
önemlidir ama önem sırasında ilk sırada değildir.
Allahsız zihniyet, insanın târifini târih
boyunca şu şekilde yapmıştır: “İki ayak üzerine kalkan hayvan; “âlet
yapan-kullanan hayvan”; “düşünen hayvan”; “konuşan hayvan”; vs. Modern
zamanlarda ise dile getirmeseler de zımnen şunu söylüyorlar: “İnsan, çalışan
hayvandır”. Modernizm, “eşek gibi” çalışıp, “domuz gibi” yeme uygarlığıdır.
Seküler modern sisteme göre insan; “eşek gibi çalışıp, köpek gibi itaat edip,
domuz gibi yemek için” yaratılmıştır. Modern insan, “daha çok tüketebilmek için
daha çok çalışan yaratık”tır.
Konuşma sırasında “asgari ücret çok yetersiz
bir para” dediğimde, birileri de çıkıp; “yetmiyorsa, o zaman daha çok
çalışacak” diyor. İyi de adam zâten çalışıyor. Ne yapacak yâni?; çalışacağım
diye kendini mi paralayıp öldürecek?. Ah şu “tuzu kuru” olanlar!..
Tüm zamanlarda kölelerden
sâdece iki şey istenmiştir: Çalışmak ve üremek. Târih boyunca olan şey şudur: Zengin yatarak para kazanır; fakir ise
çalışarak onu besler. Bu yüzden Dünyâ’nın %99’u,
Dünyâ’nın %1’ini memnun etmek için çalışıyor.
Kapitâlizm çok çalışıp
üretenlerin değil, şeytânî zekâya sâhip hırsızların sistemidir. Çok parası
olanlar bizzat emek verip de çalışanlar değildir ve başkasının sırtından
geçinenlerdir. Birileri birilerini çalıştıracak elbette, bu normâldir, fakat
bu, insanları üç kuruşa ve karın tokluğuna çalıştırarak zengin olup köşeyi
dönmek şeklinde olamaz. İslâm’da, “rızıkta eşitlik” vardır ve patron olsun işçi
olsun, rızıkta eşit olacak şekilde kazançları olmalıdır yâni işçiler de
patronun yiyip-içebildiği gibi yiyip-içebilmelidirler. Herhâlde buna îtirâz
ederek ve “ben daha iyisini ve fazlasını yemeliyim, diğerleri ne olursa-olsun”
diyerek şerefsizlik yapacak biri yoktur.
Kazancını Allah’a değil de, aklına ve
bilgisine bağlayanlar da vardır. Böyleleri bilgilerini ve akıllarını üstün
görürler ve bu nedenle de diğer insanlara göre oluşan aşırı farkın normâl
olduğunu söylerler. Bedenen çalışmayan ama aşırı zengin olanlar bilgilerini ve
akıllarını çok fazla öne çıkarırlar. Meselâ Kârûn kazancını aklına ve bilgisine
bağlamıştı. Çünkü bedenen çalışmıyordu ve zımnen; “sen emek vermiyorsun ve çalışmıyorsun,
peki nasıl bu kadar zengin oldun şerefsiz!” diyenlere karşı, “aklımı çalıştırdım”
demişti. Aşırı zenginlik insana mutlakâ şu iki
şeyden birini söyletir: 1-Bu bana Allah’ın bir hediyesidir; 2-Bu, aklımı
çalıştırmamın karşılığıdır”. Bu düşünceden yola çıkarak insanlar, üniversite
mêzunu olarak doktor, hâkim, mühendis vs. olanların, “okumuş adam” diyerek
asgarî ücretlilerden 10 kat daha fazla maaş almasını normâl görmektedirler. Hâlbuki
“okumuş” olanların çalışma şartlarının rahatlığı ve konforu onlara farklılık
olarak yeterli olmalıdır. Fakat çalışmanın ibâdet olarak görüldüğü yerlerde bu
olmaz.
Klâsik çalışma biçimi, “herkesin kendi
kazancı için” olan çalışma biçimiydi; modern çalışma şeklinde ise “başkasının
kazanması için çalışmak” vardır. İnsanları buna nasıl da râzı ettiler ve
ediyorlar, anlaşılır gibi değil.
Çalışmak ibâdet olarak görülünce, bu
ibâdetten kadınları-kızları mahrûm etmek olmayacağı için kadınlar iş-hayâtına
yâni ibâdete yönlendirilirler ve çok aşırı şekilde buna teşvik edilirler. Öyle
ki çalışmayan kızlar-kadınlar kendilerini ezik görüyorlar. Hâlbuki normâl ve
doğal olan şey kadınların-kızların çalışması değil, çalışmamasıdır.
Âilenin bozulması; kreşlerle başlar, kadının
çalışmasıyla gelişir, huzur-evleriyle sonuçlanır. Sonuçta ortada âile-mâile
kalmaz. Milenyum sonrası absürd nesil, “çalışan kadınlar”ın eseridir. Bir
kadının-kızın, örgün eğitim sistemine dâhil olması ve sonunda çalışmaya
başlaması, fıtratına ve doğasına yapılan en büyük zulümdür. Hakkıyla yapılan
ev-hanımlığı, “kadının çalışması”ndan üstündür. Kadının (mecbûren yada
isteyerek) ev-hanımlığını bırakıp dışarıda çalışmaya başlaması, daha düşük bir
makam ve mevkîyi kabûl etmesi demektir. Allah’ın kadınlara verdiği makam ve
mevkî yerine, modern sistemin kadınlara önerdiği makam ve mevkîyi tercih etmek
elbette “daha düşük bir makâmı ve mevkîyi kabûl etmek” demektir. Bu nedenle
bilinçli müslüman genç erkelerin çalışmayan kızları-kadınları tercih etmesi
gerekir. Eğer bu yaygınlaşırsa, mevcut ekonomik sorunlar da kısa zamanda
düzelecektir.
Hz. Hatice üzerinden kadının çalışması
istismâr ediliyor. Hâlbuki o, pasif şekilde ev-merkezli bir ortaklık kuruyordu.
Kadının ev-dışında çalışmak için ne zamânı, ne dermânı, ne de fermânı vardır. Fakat
kızlar ve kadınlar çalıştırılmak çok tercih ediliyor. Çünkü kadınlar
fedâkârlıklarından dolayı işlerini “ölümüne” yaparlar. “Kadın Çalışmalı”
yaygarasının arka-plânında bu var. Kadınları-kızları çok düşündüklerinden değil,
iyi ve ucuza çalıştıklarından ve itaatkâr oldukları için tercih ediyorlar. Kızlar için; “çalışın da hayâtınızı
kurtarın” sözü yanlıştır. Doğrusu şudur: “Ey kızlar!; çalışıp da hayâtınızı
karartmayın”. Evet; bu nedenle kadınların ve kızların çalışması ibâdet olmadığı
gibi, tam-aksine günahtır.
İslâmî
çalışma amele-eyleme dönük olan çalışmadır. Amelden-eylemden yoksun ve kopuk “salt ilmî çalışmalar”la bir şeyin
düzeltilemeyeceğinin örneği, “modern-entelektüel İslâmî çalışmalar”dır. Eyleme
dönük olmayan Kur’ân çalışmaları, “dostlar alış-verişte görsün” türündendir ve
bir yaraya merhem olmaz ve olmamaktadır. Hattâ amele-eyleme dönük olmayan
çalışmaların çoğu boşuna yapılan çalışmalardır.
Hakka ve hakîkate yönelik olmayan tüm
çalışmalar ibâdet olmadığı için yâni Allah rızâsı-merkezli olmadığı için boşa
gider ve Dünyâ’da kalır:
“O gün, öyle
yüzler vardır ki, zillet içinde aşağılanmıştır. Çalışmış, boşuna yorulmuştur.
Kızgın bir ateşe yollanırlar” (Gâşiye
2-4).
“Çalışmak da ibâdettir”
diyerek insanları gecenin kör vakitlerinde vardiyalı olarak çalıştırmak
zulümden başka bir şey değildir. Allah gündüzü çalışmak, geceyi ise dinlenmek
ve uyumak için yaratmıştır:
“O, geceyi
sizin için bir elbise, uykuyu bir dinlenme ve gündüzü de yayılıp-çalışma
(zamânı) kılandır” (Furkân
47).
İbâdet olan çalışma, ancak Allah rızâsı ve
cenneti hak etmeyi merkeze alan çalışmalardır:
“Şüphesiz,
bu, asıl büyük kurtuluş ve mutluluğun ta kendisidir. Böylece çalışanlar da
bunun bir benzeri için çalışmalıdır” (Sâffât
60-61).
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Nîsan
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder