19 Nisan 2024 Cuma

Dedeler, Babalar, Atalar


“Ne zaman onlara: ‘Allah’ın indirdiklerine uyun’ denilse, onlar: ‘Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız’ derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?” (Bakara 170).

 

Hakkıyla bilinmeyen ve uygulanmayan din, birileri tarafından “dedelerin, babalarının ve ataların malı” gibi kullanılmaya başlanır. Böyle din, “dedeler, babalar ve atalar dîni” olup çıkar.

 

Kanımca dedelerin, babaların ve ataların izinde gitmek, “tecrübenin izinde gitmek” olarak doğrudur ama bu sâdece yeme-içme, giyme, konuşma, davranma vs. gibi konulardadır. Dedeler, babalar ve atalar bu dünyevî konularda tecrübe ede-ede doğala, normâle ve fıtrata uygun olanı genelde bulmuşlar, bilmişler ve uygulamışlardır. Fakat dîni konular başkadır ve tecrübenin sonucunda ortaya çıkmaz. Din yâni Allah katındaki tek hak din olan İslâm, tecrübenin değil, Allah’ın bildirdiği ve peygamberlerin uyguladıkları gibidir. İslâm kısaca; “Allah ne dediyse o, peygamberler nasıl yaptıysa öyle”dir. Buna rağmen “dede”lerin, “baba”ların ve “ata”ların ifsâd ederek değiştirip başkalaştırdığı bâtıl düşünce, inanış, söylem ve eylemlerin hakîkatle hiç-bir ilgisi yoktur.

 

Tüm millet, ırk ve kavimlerde, gerek geleneksel gerekse modern anlamda inansalar hep dedelere, babalara ve atalara uymuşlardır-uymaktadırlar. Dedelere, babalara ve atalara uymak târihte kalmış bir şey değildir ve bu modern anlamda da devâm etmektedir. Modernizm denilen Allahsız sistem, aynen eski Allahsızlıklar gibi “dede”lere, “baba”lara ve “ata”lara uyma dînidir. Bakın modern toplumlarda ve devletlere; herkes yakın yada uzak geçmişteki dedelerine, babalarına yada atalarına uymaktadırlar ve onların izinde yürümektedirler. Üstelik modernler, dedelerine, babalarına ve atalarına tapan eski toplumlardan çok daha şiddetli bir şekilde dedelerine, babalarına ve atalarına tapmaktadırlar. Çünkü modernler de hep  eski şâşâlı günleri özlemektedirler. Zîrâ modern devletler ve toplumlar; ırkını, kavmini, dilini, etini, kanını, kemiğini ve eski kültürünü kutsamak demek olan milliyetçilik ve ulusalcılıkla mâlûldür. Bu durum tüm toplumlarda olduğu gibi Türk toplumunda da vardır ve belki de diğer toplumlara göre çok daha bârizdir.

 

Türkler içinde meselâ Türk ve Altay mitolojisinde Oğuz Kağan olarak bilinen Oğuz Ata’yı kutsamayan bir toplum yoktur. Oysa Oğuz Kağan diye birinin yaşayıp-yaşamadığı bile belli değildir. Üstelik Oğuz Han’ın aslında Mete Han olduğu iddiâları vardır ve Mete Han’ın babası Teoman’dır. Peki niye Teoman değil de Oğuz Han?. Bunun nedeni olsa-olsa Oğuz Kağan Destânı nedeniyledir. Tapmak ve uymak için bir ata arayan Türkler, onu Oğuz Kağan Destânı içinde bulmuşlardır. Putperest diye atalara tapmanın ve onlara uymanın şirk olduğunu söyleyen müslüman türkler, bir putperest olan Oğuz Kağan’ı kutsamaktan geri kalmazlar. Türklerde İslâm’dan önce dedelere ve atalara uymak ve onları izlemek yaygınken, İslâm’dan sonra daha çok “baba”lar öne çıkmıştır. İslâm’dan önce Oğuz Ata, Korkut Ata veyâ Dede Korkut, Ay Ata yada Ay Dede, Dedebaba, Alevi-Bektâşi dedeleri vs. öne çıkarken, İslâm ile birlikte dede-atadan baba-ataya dönmüştür.

 

İslâm’dan önce dede-atalar öne çıkarken -ki bunlar genelde şamandırlar-, İslâm’dan sonra ise baba-atalar öne çıkmıştır ki bu etki hâlen devâm etmektedir. Öyle ki Türkler cumhûriyet ile birlikte modern batı Avrupa uygarlığına dönmüş olmalarına rağmen hâlen “ata”larına uymaya, onun izinde gitmeye ve “ata”ya tapmaya devâm etmektedirler. Hâlbuki hayatta tek mürşidin ilim ve akıl olduğunu söyleyip durmaktadırlar. Bu-bağlamda Atatürk, Türklerin modern ata-babasıdır. Baba İlyas, Baba Resûl, Somuncu Baba, Oruç Baba, Barak Baba, Demir Baba hep, Türklerin dillerinden düşürmediği babalardır. Hâlbuki bunların dîni inançlarına bakıldığında, Kur’ân ve Sünnet-merkezli İslâm üzere değil, üzerine uydurmalardan müteşekkil müslüman soslarının döküldüğü şaman-merkezli bâtıl din, inanç ve düşüncelerde oldukları görülür. Zâten Türklerin kutsadığı tüm dedeler, babalar ve atalar hep bâtılın sözcülüğünü ve temsilciliğini yapmıştır- yapmaktadır, İslâm’ın değil.  

 

Bu-bağlamda genel anlamda tüm toplumlar, özel anlamda ise Türklerde ata-sözleri, Allah’ın ve peygamberlerin sözlerinden üstün tutulmuştur ve tutulmaktadır. Allah’ın indirdiği vahiyler değil de; Binbir Gece Masalları’ndaki, Dede Korkut Hikâyeleri’ndeki, Dîvân-ı Lûgâti't-Türk’teki, Kutadgu Bilig’teki, Kül Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk Kitabeleri’ndeki sözler, Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş, Mevlâna, Yûnus Emre ve Ata-türk’ün sözleri ve Nutuk Kitabı’ndaki söylemler üstün tutulmaktadır. Fakat unutulmasın ki bunların hepsi de “dede”lerin, “baba”ların ve “ata”ların sözleridir.

 

Bu-bağlamda birileri, hem sistemden hem de “yaşayan” insanlardan umûdunu kesince, türbelerden yâni ölülerden medet ummaya başlamaktadırlar. Bu türbeler ister klâsik ve geleneksel isterse de modern türbeler olsun fark etmez. Allah’a sığınacaklarına, âhirete ve vahye umut bağlayacaklarına “ata”lara, “baba”lara ve “dede”lere bel bağlamakta, sorunların çözümleri için “şirke düşerek” ölülerden medet ummaktadırlar. Çünkü dediğimiz gibi; din’den, dolayısıyla Allah’tan, âhiretten ve vahiyden umutlarını kesmişlerdir ve bunun sonucu ve -sünnetullah gereğince- cezâsı olarak da geçici olan kişilere ve şeylere umut bağlamaktadırlar. Çünkü insan mutlakâ bir şeye umut bağlamak zorunda olan bir varlıktır. Umut bağlanmaya değer tek varlık ise âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Zâten ancak Allah, kendisine bağlanan umutları istismâr etmez ve boşa çıkarmaz. 

 

Türkiye’de 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan çâresizlik, “denize düşenin yılana sarılması” şeklindedir. Çünkü bir çâresizlik varsa, âcil bir durum varsa, halk aceleci davranır ve ortaya çıkan düşüncelere ve hareketlere çabuk kanar ve eklemlenir. Çünkü insan başına gelen bir sorunu hemen çözmek ister yada o sorundan bir-an önce kaçıp kurtulamaya bakar. İşte bu nedenle bu sorunlara çâre olduğunu söyleyen yapılara hemen bağlanabilir ve o-anda hem bir kriz durumu olduğu için hem de Kitap ve Sünnet-merkezli bir din-düşünce anlayışı olmadığı için bu hareketlere hemen inanıp bağlanabilirler ve hareketi benimseyebilirler. İşte 15 Temmuz’da olan da budur. Çok güvendikleri kişilerin yaptıkları karşısında şok olan genel halk, çâreyi o yapıdan uzaklaşmakta bulmuş fakat Allah yerine, yine kendilerinde hayâl kırıklığı oluşturan ve oluşturacak kişiler gibi benzer kişilere ve kurumlara sığınmışlardır. Bunu kurtuluş zannetmektedirler. Zîrâ o anki olağan-üstü durum karşısında doğru düşünememişler ve çâresiz bir durumda kalmışlardır. O çâresizlik durumu ve “sürekli cehâlet” onları doğru yola ulaştıramamıştır. Zâten “baba”lar, “dede”ler ve “ata”lar işte böyle zamanlarda ortaya çıkarlar ve birer kurtarıcı olarak kabûl edilip ünlenirler.

 

Ramazan’ın ilk gününde Oruç Baba Türbesi’ne gidip diz çöküp huşû ile duâda ve istekte bulunmak ile, ulusal bayramlarda ve özel günlerde Anıtkabir’e gitmek ve Ata’nın huzûruna çıkarak, yine huşû ve saygı ile dimdik durmak arasında, “hurâfe olmak bakımından” bir fark yoktur. İkisi de bir tapınmadır, şirktir, küfürdür. Allah’ın karşısında saygıyla durmayı ve O’na  eğilmeyi bağnazlık olarak görenler; dedelerin, babaların ve ataların karşısında huşû içinde saygı duruşunda bulunabilmektedirler. Mekke müşriklerinin, “biz sâdece atalarımıza uyarız” dedikleri gibi, modernler de “sâdece ata”larına uymaktadırlar. Değişen hiç-bir şey yoktur.  

 

Hz. İbrâhim’in babası, İbrâhim’i putlara kurbân edip ateşe atmak isterken, Hz. İbrâhim, oğlu İsmâil’i, Allah’a kurbân etmek istemişti. Babası ile arasındaki fark budur. Çünkü bir şeyin gerçek anlamda değişmesi, insan-merkezlilikten çıkıp Allah-merkezliliğe dönüş ile olur ancak. Peygamberler de zâten bunu bildirmek ve değiştirmek için gönderilmişlerdir:

 

“Babaları uyarılmamış, böylece kendileri de gâfil kalmış bir kavmi uyarman için (gönderildin)” (Yâsîn 6).

 

Şu da var ki, modern nesil, “atalara tapmayalım” sözünü abartınca, ataların (anne-baba, dede-nine) değeri kalmadı ve birer yük olarak görülmeye başladılar. Târih boyunca anne ve babasının iyi niyetini ve çabasını, modern gençlik gibi istismâr eden bir nesil hiç olmamıştır. Dedelere, babalara ve atalara uymaktan -sözde- vazgeçtikleri için, dedelerini-ninelerini, babalarını-analarını yâni atalarını sevmekten de vazgeçmek, “tersinden bir cehâlet”ten başkası değildir. Tecrübe önemlidir ve tecrübe-sâhibi olan ana-babanın sözünü dinlemeyince Dünyâ’da; Allah’ın sözünü dinlemeyince hem Dünyâ’da hem de âhirette azap olur.

 

İslâm’da atalara değil, vahye uymak ve peygamberleri tâkip etmek esastır, dedelere, babalara ve atalara uymak değil.  

 

Evet; şirk, “Allah’a inanmak ama atalara uymak”tır. Şirk, “Allah’ın ekmeğini yiyip, atalara tapmak”tır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Nîsan 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder