4 Nisan 2024 Perşembe

Dâvâ Bilinci

 

“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır. O’nun hiç-bir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben müslüman olanların ilkiyim” (En-âm 162-163).

 

“Vallâhi; Allah’ın dînini tebliğden vazgeçmem için, Güneş’i sağ elime, Ay’ı da sol elime koyacak olsalar, ben yine de bu dâvâdan vazgeçmem!. Ya yüce Allah, onu bütün cihâna yayar, vazîfem tamam olur, yâhut da bu yolda ve bu dâvâ uğruna ölür giderim!” (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, II, 64).

 

Müşrikler, amcası Ebû Tâlib vâsıtasıyla Peygamberimiz’e haber göndererek dâvâsından vazgeçmesini istemişlerdi. Bunun üzerine Peygamberimiz am­casına, bu husustaki azîm ve gayretini ortaya koyan şu muhteşem cevâbı verdi: “Vallâhi ey amca!; Allah’ın dînini tebliğden vazgeçmem için, Güneş’i sağ elime, Ay’ı da sol elime koyacak olsalar, ben yine de bu dâvâdan vazgeçmem!. Ya yüce Allah, onu bütün cihâna yayar, vazîfem tamam olur, yâhut da bu yolda ve bu dâvâ uğruna ölür giderim!”. Sonra da gözleri yaşardı ve ağladı.

 

Peygamberimiz neden böyle diyor ve ne pahasına olursa-olsun böyle büyük bir kararlılık gösteriyor. Çünkü İslâm demek “dâvâ” demektir, İslâm’ı kabûl etmek, “İslâm’ın dâvâsını kabûl etmek, tüm hayâtı ve bu dâvâya adamak, icâbında bu dâvâ yolunda ölmek” demektir. Yoksa İslâm, “boş sözler antolojisi” yâni edebiyat falan değildir. “İnandım” demekle biten bir din de değildir ve tam-aksine “inandım” demekle başlayan bir din’dir. İslâm ve Kur’ân, sâdece okunacak, araştırılacak ve üzerinde çalışmalar yapılacak bir kitap ve din değil, yüce bir dâvâsı olan “tek hak din”dir.

 

İslâm’ın dâvâsı, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’den, son peygamber olan Hz. Muhammed’e kadar aynı olmuştur ve hiç değişmemiştir. Zîrâ Allah katındaki tek hak din İslâm olduğu gibi gönderilen tüm peygamberler de İslâm peygamberleridirler. İşte!; indirilen vahiylerde ve yaşanılan örnek hayatlarda ortaya konulan İslâm dâvâsı; “Allah’ın göklerde mutlak tek hâkim olması gibi, yeryüzünde de, tüm zamanlarda ve tüm mekânlarda; sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, hukûkî, kânûnî, siyâsî ve askerî her alanda Allah’ın sözünü hâkim kılmak ve bunun için çalışmaktır” ki “tevhid” denilen şey işte budur ve bundan başka da bir şey değildir.    

 

İslâm’ı bilmek, onun “dâvâsını idrâk etmek” demektir. Bu dâvâyı idrâk edip bilincine erenler, artık ya İslâm dâvâsına göre yaşayacaklar ve İslâm’ı Dünyâ’ya hâkim kılmak yolunda ellerinden geleni yapacaklar, yada müslüman olmadıklarını anlayıp şeytanın, nefsin ve tâğutların gösterdiği yolda hiç durmadan sürüklenmeye devâm edeceklerdir.

 

İnsanı cehâletten, adâletsizlikten, ahâksızlıktan, şirkten, küfürden, münâfıklıktan, sapkınlıktan ve sapıklıktan ve de zulümden alıkoyacak tek şey, kişinin rûhen ve bedenen hak dâvâya sorgusuz-suâlsiz, koşulsuz-şartsız tam bir teslîmiyetle teslim olması ve dâvâ bilinciyle İslâm dâvâsına adanması ve bu dâvâdan zinhar hiç tâviz vermemesidir. Çünkü dâvâsından tek bir tâviz bile verenler, kısa bir süre sonra, tâviz verdikleri düşünceyi, hizbi, ideolojiyi ve eylemi savunmaya başlarlar ve artık o bâtıl yola göre düşünmeye, konuşmaya, yazmaya ve yapmaya başlarlar.

 

İnsan ya Dünyevî-beşerî bir düşünce, fikir ve ideoloji üzeredir yada İslâm dâvâsı üzeredir. Üçüncü bir yol yoktur. Ya şeytanın, nefsin ve tâğutların yolu, yada Allah’ın yolu. Tabi insanların çoğu şeytan, nefs ve tâğutlar tarafından kontrôl edildiği ve yönlendirildiği için târih boyunca İslâm-dâvâsı üzere olanlar hep az sayıda olmuştur. Çünkü işin raconu budur. Sünnetullah da imtihan de bunu gerektirir. 

 

Târih boyunca müslümanların çoğu İslâm’a bir dâvâ olarak bakmamışlardır. Bu nedenle de İslâm’a adanıp da İslâm için bir fedâkârlıkta bulunmadıkları gibi, bunu düşünemiyorlar bile. Üstelik İslâm’a dâvâ olarak bakmadıkları için şeytânî, nefsî, tâğûtî, beşerî zırvalıları yol ve dâvâ olarak kabûl edip gittikleri bâtıl yolların sözcülüğünü yapıyorlar. Çünkü dâvâ-adamı ol(a)mayanlar, tâğutların adamı olurlar.

 

Kur’ân baştan-sona İslâm dâvâsından bahseder ve Peygamberimiz de tüm peygamberler gibi bu dâvânın adamı olmuştur. Sünnet, Peygamberimiz’in vahiy-merkezli dâvâsıdır. İslâm dâvâsının yolunda olmanın en güzel örnekliği Peygamberimiz’dir: Ahzâb 21.

 

Maalesef biz İslâm’ı “dâvâ” edinmedik. Onu sâdece ilme, ahlâka, dîne, araştırmaya, meâle, tefsire, boş lafa indirgedik. O yüzden mücâdele gücümüzü ve inancımızı kaybettik. Artık Kur’ân denince, okumak, araştırmak, meâl ve tefsir yada mukâbele yapmak akla geliyor. Peki “Kur’ân’a göre yaşamak” ne olacak?. Bu, dâvâ bilinci olmayanların ve İslâm’ı dâvâ olarak görmeyenlerin akıllarına bile gelmiyor.

 

Peki neden?. Çünkü elbette dâva bilincine sâhip olmanın bir bedeli vardır ve öyle bedâvaya dâvâ olmaz. Dâvâ bedâva olmaz. İslâm dâvâsı icâbında malları ve canları da ortaya koymayı gerektirecek yüce bir dâvâdır. Zîrâ ebedî nîmet diyârı olan cennet ucuz değildir.

 

Dâvâ, uğruna yaşanılacak ve ölünecek olan şeydir. Dâvâlarınız yada gittiğiniz yol, uğruna ölebilecek veyâ öldürebilecek değerde değilse.. bırakın gitsin. Onun size de başkasına da bir faydası olmaz.

 

İslâm-dâvâsını değerli ve önemli kılan şey âhiret, hesap, cennet ve cehennemdir. Âhiretteki “dâvâ”, dâvâ bilincine sâhip olup-olmamakla ve Dünyâ’da İslâm-dâvâsına göre yaşayıp-yaşamamakla doğrudan ilişkili olacaktır:

 

“Hiç şüphesiz sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir. Sonra şüphesiz sizler, kıyâmet günü Rabbinizin huzûrunda dâvâlaşacaksınız” (Zümer 30-31).

 

Mü’minlerin duâlarıyla dâvâları birdir. Bu nedenle mü’minlerin dillerinden düşürmedikleri duâları şöyledir:

 

“Oradaki duâları: ‘Allah’ım, Sen ne yücesin’dir ve oradaki dirlik temennileri: ‘Selam’dır; duâlarının sonu da: ‘Gerçekten, hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’ındır’ (ve âhiru dâ’vâhum, enil hamdulillâhi rabbil âlemin” (Yûnus 10).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Nîsan 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder