“De ki:
Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan
Allah’ındır. O’nun hiç-bir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben müslüman
olanların ilkiyim” (En-âm
162-163).
“Vallâhi;
Allah’ın dînini tebliğden vazgeçmem için, Güneş’i sağ elime, Ay’ı da sol elime
koyacak olsalar, ben yine de bu dâvâdan vazgeçmem!. Ya yüce Allah, onu bütün
cihâna yayar, vazîfem tamam olur, yâhut da bu yolda ve bu dâvâ uğruna ölür
giderim!” (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, II, 64).
Müşrikler, amcası Ebû Tâlib vâsıtasıyla Peygamberimiz’e haber
göndererek dâvâsından vazgeçmesini istemişlerdi. Bunun üzerine Peygamberimiz amcasına,
bu husustaki azîm ve gayretini ortaya koyan şu muhteşem cevâbı verdi: “Vallâhi ey amca!; Allah’ın dînini tebliğden vazgeçmem için, Güneş’i
sağ elime, Ay’ı da sol elime koyacak olsalar, ben yine de bu dâvâdan vazgeçmem!.
Ya yüce Allah, onu bütün cihâna yayar, vazîfem tamam olur, yâhut da bu yolda ve
bu dâvâ uğruna ölür giderim!”. Sonra da gözleri yaşardı ve ağladı.
Peygamberimiz
neden böyle diyor ve ne pahasına olursa-olsun böyle büyük bir kararlılık
gösteriyor. Çünkü İslâm demek “dâvâ” demektir, İslâm’ı kabûl etmek, “İslâm’ın
dâvâsını kabûl etmek, tüm hayâtı ve bu dâvâya adamak, icâbında bu dâvâ yolunda
ölmek” demektir. Yoksa İslâm, “boş sözler antolojisi” yâni edebiyat falan
değildir. “İnandım” demekle biten bir din de değildir ve tam-aksine “inandım”
demekle başlayan bir din’dir. İslâm ve Kur’ân, sâdece okunacak, araştırılacak
ve üzerinde çalışmalar yapılacak bir kitap ve din değil, yüce bir dâvâsı olan
“tek hak din”dir.
İslâm’ın
dâvâsı, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’den, son peygamber olan Hz.
Muhammed’e kadar aynı olmuştur ve hiç değişmemiştir. Zîrâ Allah katındaki tek
hak din İslâm olduğu gibi gönderilen tüm peygamberler de İslâm
peygamberleridirler. İşte!; indirilen vahiylerde ve yaşanılan örnek hayatlarda
ortaya konulan İslâm dâvâsı; “Allah’ın göklerde mutlak tek hâkim olması gibi,
yeryüzünde de, tüm zamanlarda ve tüm mekânlarda; sosyâl, kültürel, âilevî,
ekonomik, hukûkî, kânûnî, siyâsî ve askerî her alanda Allah’ın sözünü hâkim
kılmak ve bunun için çalışmaktır” ki “tevhid” denilen şey işte budur ve bundan
başka da bir şey değildir.
İslâm’ı bilmek, onun “dâvâsını idrâk etmek”
demektir. Bu dâvâyı idrâk edip bilincine erenler, artık ya İslâm dâvâsına göre
yaşayacaklar ve İslâm’ı Dünyâ’ya hâkim kılmak yolunda ellerinden geleni yapacaklar,
yada müslüman olmadıklarını anlayıp şeytanın, nefsin ve tâğutların gösterdiği
yolda hiç durmadan sürüklenmeye devâm edeceklerdir.
İnsanı cehâletten, adâletsizlikten,
ahâksızlıktan, şirkten, küfürden, münâfıklıktan, sapkınlıktan ve sapıklıktan ve
de zulümden alıkoyacak tek şey, kişinin rûhen ve bedenen hak dâvâya sorgusuz-suâlsiz,
koşulsuz-şartsız tam bir teslîmiyetle teslim olması ve dâvâ bilinciyle İslâm
dâvâsına adanması ve bu dâvâdan zinhar hiç tâviz vermemesidir. Çünkü dâvâsından
tek bir tâviz bile verenler, kısa bir süre sonra, tâviz verdikleri düşünceyi,
hizbi, ideolojiyi ve eylemi savunmaya başlarlar ve artık o bâtıl yola göre
düşünmeye, konuşmaya, yazmaya ve yapmaya başlarlar.
İnsan
ya Dünyevî-beşerî bir düşünce, fikir ve ideoloji üzeredir yada İslâm dâvâsı
üzeredir. Üçüncü bir yol yoktur. Ya şeytanın, nefsin ve tâğutların yolu, yada
Allah’ın yolu. Tabi insanların çoğu şeytan, nefs ve tâğutlar tarafından kontrôl
edildiği ve yönlendirildiği için târih boyunca İslâm-dâvâsı üzere olanlar hep
az sayıda olmuştur. Çünkü işin raconu budur. Sünnetullah da imtihan de bunu
gerektirir.
Târih boyunca müslümanların çoğu İslâm’a bir
dâvâ olarak bakmamışlardır. Bu nedenle de İslâm’a adanıp da İslâm için bir
fedâkârlıkta bulunmadıkları gibi, bunu düşünemiyorlar bile. Üstelik İslâm’a
dâvâ olarak bakmadıkları için şeytânî, nefsî, tâğûtî, beşerî zırvalıları yol ve
dâvâ olarak kabûl edip gittikleri bâtıl yolların sözcülüğünü yapıyorlar. Çünkü
dâvâ-adamı ol(a)mayanlar, tâğutların adamı olurlar.
Kur’ân baştan-sona İslâm dâvâsından bahseder
ve Peygamberimiz de tüm peygamberler gibi bu dâvânın adamı olmuştur. Sünnet,
Peygamberimiz’in vahiy-merkezli dâvâsıdır. İslâm dâvâsının yolunda olmanın en
güzel örnekliği Peygamberimiz’dir: Ahzâb 21.
Maalesef biz İslâm’ı “dâvâ” edinmedik. Onu
sâdece ilme, ahlâka, dîne, araştırmaya, meâle, tefsire, boş lafa indirgedik. O
yüzden mücâdele gücümüzü ve inancımızı kaybettik. Artık Kur’ân denince, okumak,
araştırmak, meâl ve tefsir yada mukâbele yapmak akla geliyor. Peki “Kur’ân’a
göre yaşamak” ne olacak?. Bu, dâvâ bilinci olmayanların ve İslâm’ı dâvâ olarak
görmeyenlerin akıllarına bile gelmiyor.
Peki neden?. Çünkü elbette dâva bilincine sâhip
olmanın bir bedeli vardır ve öyle bedâvaya dâvâ olmaz. Dâvâ bedâva olmaz. İslâm
dâvâsı icâbında malları ve canları da ortaya koymayı gerektirecek yüce bir
dâvâdır. Zîrâ ebedî nîmet diyârı olan cennet ucuz değildir.
Dâvâ, uğruna yaşanılacak ve ölünecek olan
şeydir. Dâvâlarınız yada gittiğiniz yol, uğruna ölebilecek veyâ öldürebilecek
değerde değilse.. bırakın gitsin. Onun size de başkasına da bir faydası olmaz.
İslâm-dâvâsını değerli ve önemli kılan şey
âhiret, hesap, cennet ve cehennemdir. Âhiretteki “dâvâ”, dâvâ bilincine sâhip
olup-olmamakla ve Dünyâ’da İslâm-dâvâsına göre yaşayıp-yaşamamakla doğrudan ilişkili
olacaktır:
“Hiç şüphesiz
sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir. Sonra şüphesiz sizler, kıyâmet günü
Rabbinizin huzûrunda dâvâlaşacaksınız” (Zümer
30-31).
Mü’minlerin duâlarıyla dâvâları birdir. Bu
nedenle mü’minlerin dillerinden düşürmedikleri duâları şöyledir:
“Oradaki
duâları: ‘Allah’ım, Sen ne yücesin’dir ve oradaki dirlik temennileri:
‘Selam’dır; duâlarının sonu da: ‘Gerçekten, hamd âlemlerin Rabbi olan
Allah’ındır’ (ve âhiru dâ’vâhum, enil
hamdulillâhi rabbil âlemin”
(Yûnus 10).
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Nîsan
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder