29 Nisan 2024 Pazartesi

Ezbercilik Üzerine

 

“Onu (Kur’ân’ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma!. Şüphesiz, onu (kâlbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak bize âit (bir iş)tir. Şu-hâlde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen de okunuşunu izle. Sonra muhakkak onu açıklamak Bize âit (bir iş)tir” (Kıyâmet 16-19).

 

Bir şey körü-körüne izlendiğinde, artık “düşünce”ye gerek kalmaz ve böylece söylenen sözler de yapılan işler de, ezbere ve körü-körüne yapılmaya başlanır. Öyle ki, söylenen sözün ve yapılan işin kötü sonucu bir-zaman sonra ortaya çıkınca bile “ezbere” olduğu için yine de ders alınmaz da körü-körüne bağlılıklar artar ve kişiler aynı şeyleri yapmaya devâm ederler.

 

Âyetin söylediği gibi; önemli olan vahyi kâlp ile kesbetmektir. Yoksa iyi derecede Arapça öğrenmek ve Kur’ân’ı kelime-kelime ezberlemek; onlarca tefsir okumak; kavramlarını araştırmak; orada nasıl geçiyor, şurada ne diyor diye Kur’ân çalışmaları yapmak kişisel çalışmalar için faydalı olur ve o rûha ulaşmak için gereklidir de. Fakat Kur’ân’ın rûhunu idrâk etmek demek, bunları yapmak demek değildir. Dediğimiz gibi Kur’ân’ın bir rûhu vardır ve o rûha ulaşmaktır önemli olan. Fakat o rûha da yine akılla Kur’ân üzerinde samîmi-ciddî-gayretli bir şekilde çalışırken ulaşılabilir.

 

İbn-i Abbâs şöyle der: “Resûlullah Efendimiz (nâzil olan âyet-i kerimeleri derhâl ezberlemek için kendisini meşakkate sokar ve bundan dolayı çok kereler mübârek dudaklarını kımıldatırlardı. Bunun üzerine Allah Teâlâ Hazretleri O’na: ‘Sana nâzil olan Kur’ân âyetlerini nazmı ile unutmayayım diye acele edip Cibrîl daha tilâvetini tamamlamadan hemen lisânını ve dudaklarını kımıldatmaya başlama!. Kur’ân’ı sadrında cem etmek (toplamak) ve Sana tilâvet ettirmek Biz’e âittir. Cibrîl’in lisânıyla Kur’ân’ı Sana okuduğumuzda Sen yalnız dinle!. Ondan sonra onu anlatıp belletmek yine Biz’e âittir’ âyet-i kerimelerini inzâl eyledi”.

 

Bir şeyi anlamış olmak, onu anlamlandırmakla olur. Anlam katamadığınız şeyi ezberleseniz de idrâk etmiş olmazsınız. Zihinlerle birlikte gönüllere/kâlplere de hitâp eden bir sestir bu Kur’ân. Kim daha samîmi/cömert/ciddî/azimli/kararlı/fedâkâr ve mazlum ise en çok da ona hitâp eder ve onda hayat bulur. Âlimler “bilenler”den ziyâde “yaşayanlar”dır. “Bilmek” sâdece ezberlemek demek değildir. Teslim olmak demektir. Kur’ân’a derinlemesine araştırıp anlamaya çalışanlardan çok, diğer kesim hizmet etmiştir. Çünkü Kur’ân sâdece zihinlerde yaşamak için değil, hayatta yaşaması/iktidâr olması için gönderilmiştir. Târihe bakıldığında bu ideâl için en çok, “anlamayan” fakat “inanan” insanların çaba gösterdiği görülür. Bilâl-i Habeşi, Ebu Zerr, Ammar bin Yâsir vs. hiç-biri büyük âlim değildiler. Fakat gösterdikleri teslîmiyet/samîmiyet/fedâkârlık vs. adlarının yıldızlara yükselmesine sebep olmuştur. Âlim olmaktan ziyâde âlimin ne yaptığı önemlidir.

 

İş, “sâdece tilâvet”e döndüğü zamanlarda sâdece Kur’ân tilâveti ve hatmi ile kalmamış ve Buhâri tilâvetleri ve hatimleri de yapılmaya başlanmış, tıpkı Kur’ân hâfızları gibi “Buhâri hâfızları” da çıkmıştır ortaya. Hem de bu hâfızlar övünç kaynağı olmuşlardır. Tabi şimdi kimse takmıyor Buhâri hâfızlığını. Tüm târikatlâr  ve cemaatler de kendi eserlerini, şiirlerini, duâlarını vs. ezberleyip seslendirmekle-hatmetmekle yetinmişler, böylelikle Kur’ân’ı mehcûr bırakmışlardır-bırakmaktadırlar. Mehcûr bırakmak, “Kur’ân ellerde olmasına rağmen onu işlevsiz kılmak” demektir. Sonuçta Kur’ân, ortada öylece garip kalmıştır. Elden Kur’ân’ı hiç bırakamamak ama içinde ne yazdığını bilmemek ve Allah’ın bizden ne istediğini düşünmemek nasıl bir cehâlettir?. Allah bir şey diyor; bize 604 sayfalık, 114 sûre ve 6.400 âyetten oluşan bir Kitap göndermesine rağmen, bunu hiç okuyup anlamadan seslendirmek, ezberlemek ve hatim etmek nasıl bir cehâlettir?.

 

Emirlerine-tavsiyelerine uymadıktan sonra, “Kur’ân’ı iyi bilme”nin faydası yoktur. Anlamadan okumanın faydası olmadığı gibi, amele-eyleme dökmedikçe anlayarak okumanın da bir faydası yoktur. Neticede amele-eyleme geçirmedikten sonra yâni gereğini yapmadıktan sonra onu Arapça yada Türkçesinden okumak arasında bir fark yoktur. Gereğini yapmadıktan sonra Kur’ân’ı Arapçasından anlamadan okumak ile Türkçesinden anlayarak okumak arasında fark yoktur.

 

Eskiden çocuklara küçük yaşlarda Kur’ân-ı Kerim ezberletilirdi. Ve bu hâfızlar arasından, zihni iyi gelişmiş sayısız dehâ çıkardı. Yâni Kur’ân’ı Arapçasından okumak-ezberlemek zihnî açıdan yararlıdır. Mukâbele yapmak da bu açıdan özellikle yaşlılar için yararlı bir zihnî-kâlbî bir etkinlik olabilir. Bizim îtirâz ettiğimiz nokta, Kur’ân’ın, sâdece bu tarz okumaların bir nesnesi hâline getirilmesidir.

 

Sahabe; “on âyet ezberleyip, onun gereklerini yerine getirdikten sonra diğer âyetlere geçmezdik” diyor. Sahabe okuduğu  âyetleri ezberlemeye geçmeden önce, hayâtın tam ortasında gereklerini hemen yerine getirmeyi önceliyordu. Kitap orada duruyor zâten. Onu ezberlemenin ne mânâsı var?. Gerekirse açılıp bakılır. Fakat eylem yapılmadığında onun telâfisi olmaz. Eylemin kazası olmaz.

 

Kur’ân’ın Arapçasını ezberleyenlere ve sürekli Arapçasından okuyup duranlara kızanlar, başlarlar Kur’ân’ı ana-dillerinde ezberlemeye. Hâlbuki Kur’ân “ezberlensin” diye değil, “yaşansın” diye gönderilmiş bir kitaptır ve bizim “güzel örnekliğimiz” olan Peygamberimiz de vahyi “dibine kadar yaşamış” birisidir. Onun “güzel örnekliği” (sünnet) budur zâten.

 

Bu-bağlamda Kur’ân hafızları için “beyni sulanmış hâfızlar” ibâresi hakârettir. Çünkü netîcede Kur’ân da bir kitaptır ve eğer kitap okuyarak beyin sulanıyorsa, Nutuk kitabını okuyunca da beyinler sulanabilir.

 

İslam ezberleri bozmak ve ezbere olanı yıkmak ve hakkı hâkim kılmak için gelmiştir. İslâm’da “yapmak”, “yıktıktan sonra yapmak”tır. İslâm; inkılâp süreci ile ezberleri bozarak zihinleri değiştirir ve yeniden inşâ eder. İhtilâl ile yıkar ve İslâmî bir devrim ile de yeniden yapar.

 

Bilimin ortaya koyduğu teknolojileri yakından tâkip etmeyi, bâzı bilim-adamlarının isimlerini ezberlemeyi ve bilim-târihini üstün-körü bilmeyi “bilimsellik” zannediyorlar. Oysa bu da bir çeşit ezberdir. Geleneksel ve klâsik ezbercilik olduğu gibi modern ezbercilik de vardır.

 

Markaların adlarını, nerede ve kaça satıldıklarını bilmeyi ve ezberlemeyi matah bir şey zannediyorlar ve bununla övünüyorlar. Üstelik markaların isimlerini ve güncel şeyleri bilmeyenler ve ezberlememiş olanlar câhil olarak görülüyor. Oysa asıl câhillik kendi yaptıklardır.

 

İnsanlar masalları ve hurâfeleri daha çok ve çabuk benimser ve ezberler. Çünkü masallar insanlara bâzı dersler verse de pek sorumluluk yüklemez hattâ dikkatli dinlemeye bile gerek yoktur.

 

Modern eğitim-öğretim sistemi olduğu gibi ezbere dayanır. Ne kadar iyi, ezberleyebiliyorsanız o kadar iyi ve başarılı bir öğrenci olarak kabûl edilirsiniz. Fakat bu iyi bir sonuç vermez. ÖSYM'den yapılan açıklamaya göre 1 milyon 250 bin kişi fenden, 900 bin kişi ise matematikten tek bir soru bile çözememiş, 2 milyon öğrencinin 50 binini aldığı puan neredeyse sıfır olmuştur. YGS-YKS’de sorulan matematik müfredâtı lisede öğretilen matematik değil, ilköğretimde öğretilen matematiktir. Ama buna rağmen öğrenciler ilkokul matematiğini bile yapamıyorlar. Yetkililer bunun sebebinin ezberci sistem olduğunu söylüyor. Öğrenci, matematiği ezberlemeye çalışıyor, ezberlemeye çalıştıkça da sonuç kötü oluyor.

 

Her taraf “ezberlenmişlik” ile dolmuş durumda ama hiç-bir yerde “yaşanmışlık” yok. Çünkü yaşanmışlık “ezbere” olan değildir. Ezbere hayatlara “yaşanmışlık” denilemez. Yaşanmışlık büyük oranda doğaçlama olarak ortaya çıkar. Yaşanmışlıkta benimsemek ve idrâk vardır.  

 

İnsanlar her alanda ve her konuda ezbere yönlendirildikleri için ezbere davranıyorlar ve ezbere yaşıyorlar. Bu yüzden de hayâtı ıskalıyorlar. Bunun çâresi ezber bozucu fikirler, düşünceler geliştirmek ve yazılar yazıp söylemlerde bulunmaktır. Zîrâ ezber bozucu olmayan tüm söylemler, mevcut ezbercilik sistemini beslemekten başka bir işe yaramaz-yaramıyor.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Nîsan 2024

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder