“…Bugün size dîninizi
kemâle erdirdim, üzerinizdeki nîmetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı
seçip-beğendim..” (Mâide
3).
Bu âyet zımnen şunu söyler; “Allah ne diyorsa
ve ne demişse o, Peygamberimiz nasıl yaptıysa öyle”dir. Çünkü din
tamamlanmıştır. Artık akıl da, zihin de, kâlp de, beyin de, düşünce de,
söylemler ve eylemler de, tamamlanmış olan Allah katındaki tek hak din olan
İslâm’a göre olacaktır. Çünkü o, akıl dâhil hiç-bir şeye indirgenemez. İslâm
hiç-bir şeye indirgenmez ama her-şey ona göre olmalı ve İslâm’a yükseltilmelidir.
Zîrâ “İslâm en üstte olan”dır. En üstte olan bir şey daha alttaki başka bir
şeye indirgenemez.
Din
akla aykırı değildir ama akıl-üstüdür. Bu yüzden din akla değil, akıl dîne
uyacaktır. Zâten akıl ancak dîne uyarsa ve vahiy-merkezli olursa hem kendini
aşar hem de doğru ve düzgün olarak çalışarak “herkes için iyilik” üretmede
kullanılabilir. Aksi-*takdirde akıl; şeytan, nefs ve tâğutların kontrôl ve yönlendirmesine
girerek fitne üretip ifsâd etmekten başka bir şey için kullanılmayacaktır.
Dîni akla indirgemek, “üstte olanı aşağıda
olana göre yapmak” olacağından dolayı “dînin sınırlandırılması” demektir.
İslâm’ı akla-rasyonâliteye indirgemek, İslâm’ı felsefeye ve bilime indirgemek
demektir. Çünkü vahiyden kopuk olan akıl ancak madde, eşyâ, nesne üzerinde
çalışacağı için, akıl sâdece, bunlar üzerinde çalışan felsefe ve bilim
yapabilir. Aşkın ve mânevî olanı idrâk etmekten mahrum kalarak kendini
sınırlandırmış ve indirgemiş olur.
Modern
insan, aklı kutsallaştırdığı ve ilahlaştırıp taptığı için, aklı en üst mercî
olarak görmekte, bu nedenle de aklı eleştirmeyi hiç düşünmemektedir. Öyle ki,
akıl-üstü olan âyetleri ve gaybı bile akıl ile anlamaya ve yorumlamaya
çalışmaktadır. Oysa yaptığı şey, her-şeyi kısır akla uydurmaya çalışmaktan
başkası değildir.
Aklı kullanmak
elbette olmazsa-olmazdır. İslâm aklın mutlakâ kullanılmasını emreder ve şöyle
der: “… O, akıl erdir(e)meyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar” (Yûnus 100). Fakat akıl ancak vahiy-merkezli olduğunda doğru çalışır ve iknâ eder.
Çünkü akıl bağımsız olarak, kuyumcu terâzisi gibi şaşmaz
bir ölçüye sâhip değildir. Aklın bu kadar kutsanması, dîni yok sayan modernizm
bir sonucudur. Modernizm ile birlikte aklın kutsallaştırılması sapkınlığın ve
sapıklığın bir sonucudur. Yoksa aklın değerini çok bildikleri için falan
değildir. Dînin yerine koyacak başka bir şey bulamadıkları için aklı
ilahlaştırmakta ve sonra da ona tapmaktadırlar. Üstelik, modernlerin böyle
yapmaları insanları mutluluğa ve huzûra kavuşturmamış ve ancak şeytanı, nefsi
ve tâğutları hoşnut etmiştir ve etmektedir. Allah’ı, dîni ve kitabı merkeze almanın
sorumluluğunu taşımaktan ürpererek korkan modern insan da zâten bu nedenle akla
tapmaya devâm etmektedir.
Akla
uyan her-şey aslında nefse de uyuyor demektir. Çünkü akıl eğer vahiy-merkezli
değilse, dînin yönlendirmesinde ve kontrôlünde değilse mutlakâ şeytanın, nefsin
ve tâğutların kontrôlünde ve yönlendirmesinde olur. Çünkü akıl tek-başına ve
hiç-bir şeye dayanmadan işletilebilecek bir şey değildir. Böyle olduğu için
dîni akla indirgemek, şeytana, nefse ve tâğutlara indirgemek demek olur.
Esâsen
din’de yâni İslâm’da “akıl” değil, “akleden kâlp” önemlidir. İslâm’ın akıl
dediği, “akleden kâlpt”ir. İslâm’a göre akletme beyin ile değil, kâlp ile
yapılır:
“Yeryüzünde
gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kâlpleri ve
işitebilecek kulakları olsun?” (Hacc 46).
Modern
Allahsız akıl, akla uymayanı yok sayıyor, reddediyor yada aşağılıyor, sonra da
o şeyi aşırı yoruma boğarak aklın kabûl edebileceği bambaşka bir şekle sokuyor.
Çünkü onu olduğu gibi hâliyle anlamlandıramıyor. Bu yüzden de her-şeyi modern
insanın anlayabileceği ve kabûl edebileceği akıl-merkezli düşünceye uygun hâle
getirmeye çalışıyorlar, fakat olmuyor, çünkü bir şeyin orijinâl hâli Allahsız
olarak tatmin ve iknâ edici bir şekilde açıklanamıyor, zorlayınca da absürt bir
sonuç ortaya çıkıyor.
Meselâ
Kur’ân’ın akıl-üstü âyetlerini akla öre yorumlamak istediklerinde ortaya absürt
ve komik şeyler çıkıyor. Üstelik bunlar hiç iknâ ve tatmin edici değil. Aynı
şey zamânında Kitab-ı Mukaddes’e yapılmıştı ve böyle yaparak oun ifsâd ve
tahrif ettiler, şimdi de aynısını Kur’ân’a yapmak istiyorlar. Fakat bunu
“korunmuş” olan Kur’ân’a yapamazlar.
Aklı
şaşmaz-yanılmaz kutsal bir cevher gibi görenlerin, Allahsız yâni Allah’ı işe
karıştırmadan yaptıkları akıl-merkezli çalışmalarının sonuçları da absürt
çıkmaktadır ki bu yüzden sürekli değiştirmek zorunda kalmaktadırlar. Allahsız akla
göre yapılan çalışmaların sonucunda elde edilen modern-bilimin verilerinin %90’ı
eksik ve yanlıştır ve sürekli olarak da yanlışlanıp değiştirilemeye muhtaç
kalmaktadır. Buna rağmen dîni akla ve bilime indirgemek ve “âyetleri bilime
vurmak” da ne demektir?. Bilim her-şeyi çözmüş mü ki!. Peki tabiatın kânunları
-ki aslında Allah’ın kânunlarıdır- modern-bilimin bildiği kadar mıdır?. Elbette
değildir. O zaman niçin modern-bilime uygun olmayan şeyleri yok sayıyor ve
iptâl ve inkâr ediyorsunuz?.
Bilim
öyle kesin ve evrensel falan değildir. Çünkü dayandığı akıl hem şamaz ve
yanılmaz değildir hem de bu yüzden evrensel değerler üretemez. Zâten hemen hiç-bir
şeyi de doğru-düzgün açıklayamamaktadır. Zâten 2. Dünyâ Savaşı’ndan sonra bilim
bitmiştir ve ölmüştür. Heidegger “bilim ölmüştür” demişti. Şu-anda sâdece teknoloji
devâm ediyor. Millet de teknolojiyi bilim zannettiği için “bilim gelişiyor”
zannediyor. Durum böyleyken, dîni, felsefenin, bilimin ve teknolojinin
dayandığı akla indirgemek saçmalıktır.
Kesin
olmayan akıl ve bilim, kesin olan dîni ve vahyi inkâr ve iptâl etme yada
değiştirme ve başkalaştırma hakkını kendinde görüyor. Ulan siz kimsiniz!. Bâzıları
da Allahsız akıl ve bilim ile inkar ve iptâl edilen dîni, yine bilim ve akla
dayanarak kanıtlama yoluna gitmektedir. Bilimsel yöntemle dînin söylemlerini
kanıtladığını sananlar, o bilimsel veri değişiverecek olsa ne yapacaklar
acaba?.
Özellikle
dînî kıssaların akıl ve bilime ters olması nedeniyle inkâr ve iptâl edilmek istenmektedir.
Çünkü dediğimiz gibi, tabiattaki tüm yasaları ve işleyişi çok iyi bildiklerini
zannettiklerinden dolayı, bildikleri kadarına uymayan her-şeyi gerçek-dışı ve
mitoloji olarak görüyorlar. Oysa kendilerinin özellikle Dünyâ-dışı ile ilgili
söyledikleri tam bir hurâfe ve komedidir.
Allah
ne dediyse ve ne diyorsa doğru odur. Hakîkat aklın ve bilimin-teknolojinin değil,
Allah’ın dediğidir. Bu nedenle de dîni akla indirgemek apaçık bir
yanlıştır.
Aklın
ve bilimini kullanılmasına karşı değiliz elbette, zâten aklın da bilimin de kullanılmasını
Allah emrediyor ve bunu yapmayanların pisliğe gömüleceğini söylüyor. Bizim
karşı olduğumuz şey, aklın ve bilimi temele ve merkeze almanın ve de esas
alınmasıdır. Aklın ve bilimin kullanılması başka, onu kutsallaştırıp îman edilmesi
ve her-şeyi mutlak anlamda ona göre yapmak bambaşka şeylerdir. Dîni akla
indirgemek modern bir küfür, şirk ve hurâfedir.
Din,
ne aklı ve aslında nefsi tatmin için, ne de modern batı’ya ve modern-bilime uydurmak
için indirgenemez.
Allah’ı
âhireti, gaybı, melekleri, vahyi, peygamberliği, Kur’ân’ı, İslâm’ı yâni
akıl-üstü olanı, akıl ve bilim ile sorgulamaya ve eleştirmeye kalkmak çok büyük
bir terbiyesizlik, ağır bir küstahlık ve âdî bir inançsızlık durumundan başka
bir şey değildir. Akıl-üstü bir şeyi kısır ve çapsız-yetersiz bir akla
indirgemek, ancak îmânî bir sorun ve eksiklik ile açıklanabilir.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Nîsan
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder