19 Nisan 2024 Cuma

İnandığını Sanmak

 

“İnsanlar, (sâdece) ‘îman ettik’ (ve müslüman olduk) diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2).

 

İnanmak ile inandığını sanmak çok farklı şeylerdir. İnanıyorum diyenlerin büyük çoğunluğu aslında inandığını sananlardır. Çünkü insanlar inanmayı “sâdece inanmak” zannediyor ve “inanıyorum”   dediklerinde işin bittiğini zannediyorlar. Hâlbuki inanmak, “îman etmek ve sâlih amel işlemek” demektir. Sâlih amel olmadan tek-başına sâdece inanmak “îman” olmadığı gibi, sağlam bir îman olmadan yapılan ameller de “sâlih amel” değildir. Îman etmek ve sâlih amel birlikte olduğunda tamamlanır ve anlamını-hedefini bulur. Çağdaş müslümanlarda amel-eylem olmadığı gibi amel-eylem düşüncesi bile olmadığı için, aslında “müslümanım” diyenlerin %90’ının inandığı falan yoktur ve sâdece inandıklarını zannetmektedirler. Îmân etmenin ne demek olduğunu bilmeden nasıl îman edilecek ki!. Ey îman edenler!, siz neye îman ediyorsunuz?.

 

Müslümanlar da dâhil inançlı insanlar, Dünyâ’da bulunmanın yegâne amacının imtihan ve sorumluluk değil de, “Dünyâ’dan olabildiğince zevk almak” ve “Dünyâ’nın tadının çıkarmak” olduğunu zannediyor. Buna rağmen yine de inandığını sanıyorlar.

 

Nice inançlılar vardır ki bâtıl yolda gitmelerine rağmen hak yolda olduklarını sanmaktadırlar. Çünkü insan dîne göre yaşamadığında, yaşadıklarını din zannetmeye başlar. Çünkü bir kere “inanıyorum” demiştir. Lâkin inanmayı başka, bilmeyi başa, yapmayı ise bambaşka şeyler sanmaktadır. Hak yola girmemenin yada hak yoldan çıkmanın Dünyâ’daki cezâsı, “bâtıl yolu hak zannetmek”tir.

 

Sapık bir yolda giden kişi, cehenneme girene kadar, gittiği yolun doğru ve hak olduğunu zanneder. Herkes farklı-farklı yollara sapmışken, yine de hak yolda olduğunu ve hakkıyla inandığını sanmaktadır. Oysa hakkın yolu birdir ve ondan başka tüm yollar, bâtıl yollardan biridir. 

 

İnanmak, Allah’ı varlığını kabûl ettikten sonra, O’nun kânunlarının en iyi kânun olduğunu kabûl etmek, Allah’ın kânunlarını savunmak ve hâkim kılmak istemek demektir. Allah’ın kânunları yerine beşerin çıkaracağı (sistem-içi) kânunlarla iyiliğe gidileceğini sanmak, derin bir cehâlet ve ağır bir ahmaklıktır. Bu-bağlamda muhâfazakâr partilerden birine oy vererek onu desteklemenin inanmak olduğunu sananlar vardır. Oysa bu düpedüz bir şirktir. Zîrâ oy kullanmak, Allah’ın kânunları yerine beşerin kânun çıkarmasını onaylamak demektir ki bu aynı-zamanda Allah’ın kânunlarını istememek anlamına gelir.

 

Şerefsiz-zâlim batı’nın felsefesini, ideolojilerini, düşüncelerini, bilimini, tekniğini ve sistemini İslâm ile birleştirmeyi inanmak sanan câhiller türemiştir. Üstelik bu argümanlar üzerinden sürekli olarak 1.400 yıllık İslâm târihine vuruyorlar. Bunu da “iyi müslümanlık” zannediyorlar. Batı’ya meftûn ve râm olanlar, İslâm’ı “kötülüğün kaynağı” zannetmeye başladılar, bir de böyle olmayı inanmak zannetmektedirler.

 

Birileri; Kur’ân’ı çok iyi anlayınca ahlâklı ve îmanlı bir insan-müslüman olacağını zannediyor. Lâkin ahlâkın bilgisi ahlâk olmadığı gibi, îmânın bilgisi de îman değildir. Îman, îman-amel birlikteliğidir. Îman ve ahlâk sahada ortaya çıkar ve ispatlanabilir.

 

“Kur’ân dilini ne kadar iyi bilirsem o kadar iyi müslüman olurum” zannedenler var. Kur’ân dili ile fazla uğraşıldığında, yâni kelimenin kökeni fazla araştırıldığında, kelime, bütünlüğünden koparıldığı için kelimenin ve sonuçta cümlenin anlamı değişiyor. Ortaya çıkan yeni anlam ise, “Kur’ân’ın asıl bilinmesi gereken gizli anlamı” zannediliyor. Bu gizli anlam ise, amele-eyleme dönmediği gibi, ancak mevcut hâkim paradigmayı kutsuyor.

 

Kur’ân’a orijinâl kendi bütünlüğü içinden bakmayıp da dışarıdan oluşturulmuş etkilerle (tasavvuf, ehl-i sünnet, târihselcilik, modernizm vs). etkilerle bakıldığında, Kur’ân’la ilişki bozuluyor ve bu bozulmayla berâber modern-bilime bakıldığında Kur’ân ile modern-bilimin aynı olduğu zannediliyor. Böyle olunca da Kur’ân’ı modern-bilime ne kadar uydurursa o derece îmanlı olacağını düşünenler ortaya çıkıyor.

 

Kur’ân’ı, “amel-eylem kitabı” değil de, kuru-kuruya sâdece “okuma kitabı” zannederek bilgi biriktirmenin inanmak anlamına  geldiği sanılıyor.

 

“Ne kadar çok bilirse o kadar imanlı olacağını” sananlar var. Çok bilmek daha doğrusu çok bilmeye çalışmak yada çok bildiğini sanmak îmânı azaltır. Çünkü her-şeyi bilirseniz ve bilmeye kalkarsanız yada bildiğinizi veyâ bilinebileceğini sanırsanız, geriye îman edecek bir şey kalmaz. Bu “îmansızlaşma”yı ortaya çıkarır ki aklı ve bilgiyi ilahlaştırmış olan modernizmin îmansızlığı ve modern insanın îmânının bitme noktasına gelmesinin nedeni budur. Fakat buna rağmen yine de inandığını sananlar var. 

 

Cemaatler, yaptıkları modern etkinlikleri, “dînî faaliyetler” zannediyorlar. Bu etkinliklere katılmayı inanmak sanıyorlar.

 

Bayramdan-bayrama ve cumâdan-cumâya namaz kılmayı, serin ve kısa günlerde oruç tutmayı, bir-kaç kuruş sadaka vermeyi vs. yeterli görerek bunları yapmayı inanmak sananlar var. İnsanların-Müslümanların büyük çoğunluğu, İslâm’ı “namaz ve oruçtan ibâret bir din” zannediyor. İlginçtir; bu düşüncede olanlara namaz ve oruç çok zor geliyor.

Kandil, bayram, özel gün ve gece mesajı atmayı dindarlık zannedenler  var ki bunlar bunu inandıkları için yaptıklarını sanmaktadırlar. Peki cep telefonlarının olmadığı zamanlarda bu tür mesajlaşmaları önemli ve olmazsa-olmaz olarak görüp de uzaktaki birine mektup yazarak kandilini kutlayan var mı?.

 

Modern müslüman, “çok” olanın “doğru” olduğunu zanneden ahmak kişidir. Bu-bağlamda, “ne kadar çok arttırırsam o kadar inançlı olurum” diye düşünenler var. Para ve mal-mülk biriktirmeyi dindarlık olarak görenler var.

 

Modern müslümanlar, “düzeltmek” için, hiç-bir şeyi kırıp-dökmeden, hiç gürültü-patırtı yapmadan bir düzeltmenin olabileceğini zannediyorlar. Oysa insanlık-târihinde sessiz-sedâsız yapılmış bir “düzeltme” örneği yoktur. Fakat buna rağmen sessiz kalmayı, hoş görmeyi, gevşek davranmayı inanmak sanıp, eleştiri, îtirâz ve isyân etmeyi yobazlık ve terör olarak görüyorlar. Müslümanların en büyük yanlışlarından biri de; “ancak siyâsetle çözülebilecek” olan şeyleri, eğitim-öğretim ile çözebileceklerini zannetmeleridir.

 

Modern müslümanlar; Dünyâ’nın ahlâkî, sosyâl, âilevî, ilmî, insânî, tıbbî, ekolojik vs. çöküntülerine rağmen, -görece- ekonomik ve maddî ilerlemeyi, “İslâm’ın ilerlemesi” zannediyor ve sırf bu çağda yaşadığı için kendini inançlı olarak görüyor.

 

Peygamberimiz’e îman ve itaat etmemeyi îman zanneden ahmaklar bile var. Peygamberimiz’i ne kadar adam yerine koymazsa o oranda kendini îmanlı sayanlar ortaya çıktı. Bunlar  Peygamber’i “dilsiz” zannediyor. Peki bu Peygamber hiç ağzını açıp da bir laf etmedi mi?. Hiç durmadan sürekli konuşan bir Peygamber olmadığı gibi, hiç konuşmayan bir Peygamber de yoktur.

 

Ahzâb Sûresi 21. âyetin de onayladığı gibi, Peygamber’in en ideâl örnekliği olan Sünnet’ini hesâba katmayanlar, İslâm’ın “uygulanamaz bir din” olduğunu zannediyorlar ve üstelik Peygaberimiz devre-dışı bırakmanın inanmak olduğunu sanıyorlar.

 

Akla mutlak anlamda uymayı ve onu vahyin de üstüne çıkarmayı inanmak sanıyorlar. Oysa akıl daha ziyâde uygulama noktasında geçerlidir. Peygamberimiz, modernistlerin zannettiği gibi Kur’ân’ın hiç-bir yerinde, “ben aklıma uyarım” demez, “ben bana vahyolunana uyarım” der.

 

Sünnet’i göz-ardı etmeyi ve takmamayı iyi müslümanlık olarak görenler var. Sünnet göz-ardı edildiği için, Kur’ân’ın “modern” yorumları, vahyin gerçek yorumları zannediliyor. Sünnet, 23 yıllık “ağır bir yaşanmışlık” örneğidir ki, Peygamberimiz’in saçlarını ağartırken, belini bükmüştür. Yoksa Sünnet, birilerinin zannettiği gibi; “misvak, kıl-tüy ve çabut” konuları değildir. Uydurulmuş rivâyetleri ve zırvalıkları “Sünnet” zannetmek ağır bir ahmaklıktır.

 

Peygamberlerin her yaptıklarını “mûcize” zannederek onların gösterdiği “üstün gayret”i yok saymayı iyi dindarlık zanneden câhiller var.

 

Seküler Allahsız sistemin başına inançsızlar yerine namaz kılanları getirmeyi inanmak ve dindarlık olarak görenler var. Peygamberlik öncesi Mekke’nin mazlumları, mazlumluktan kurtulma umûdunu, merhâmetli müşriklere bağlamışlardı. Şimdikiler de aynısını yapıyorlar; “diğeri” gelirse rahatlayacaklarını ve adâlete kavuşacaklarını zannediyorlar. Hâlbuki sorun kişilerde değil, “sistem”dedir. Sistem-değişikliği yapılmadığında, hiç-bir değişiklik de olmayacaktır.

 

İslâm’ı zamâna ve moderne uydurmayı inanmak sanıyorlar. Popüler câhil müslümanlık, zamânın değişmesiyle Kur’ân’ın da zamâna uydurulabileceğini zannediyor.

 

Bâzıları da içki sofrasında domuz eti yememeyi “dindarlık” ve “inanmak” zannediyor. Hak ile bâtılı karıştırmak ile inanmak arasında hiç-bir ilişki yoktur.

 

Peygamberimiz’e isnât edilerek uydurulan hadisleri, sözleri, rivâyetleri ve zırvalıkları baş-tâcı etmeyi, onları ezberlemeyi, her yerde söylemeyi ve yazmayı “inanmak” ve “iyi dindarlık” sanıyorlar. Gasvlara, kutuplara, şeyhlere, hocalara, efendilere, lîderlere, aslında şeytandan gelmesine rağmen Allah’tan geldiğini sandıkları tecellilere, rüyâlara, uçtu-kaçtı hikâyelere, saçmalıklara, boş gayretlere ve İslâm’ın yıktığı şeyleri din zannederek gayretle sürdürmeyi “inanmak” ve dindarlık sanıyorlar. Atalara ne kadar uyarlarsa o oranda dindar olacaklarını sananlar vardır. Oysa inanmak, vahye inanmak ve onun gereğini yapmak demektir.  

 

Târihselciler, modernistler, “sâdece Kur’ân’cılar, Sünnet ve Peygamber düşmanları, doğulu ve Arap düşmanlığı yapanlar, Kur’ân’ı felsefeye ve modern-bilime boğduranlar, filozofları peygamberlerden üstün tutanlar, bilim-adamlarını kutsallaştıranlar vs. kendilerini inanıyor sanmaktadırlar.

 

Klâsik ve geleneksel hurâfeleri yererken modern hurâfeleri ise övenler kendilerini inanıyor zannediyorlar.      

 

Küresel tâğutlar, yaptıkları şerefsizlikleri İslâm’a yıkarak sürdürüyorlar. Ahmaklar da “iyi olan ne varsa modernlikten dolayı”; “kötü olan ne varsa İslâm’dan dolayı” oluyor zannediyor. Böyle düşünmek ve bunu kabûl etmekle inandığını sanan ahmaklar vardır.

 

Îmânın hiç-bir gereğini yerine getirmediği ve hayâtını îman-merkezli olarak yaşamadığı hâlde yine de inandığını sanmak tam bir câhilliktir. Îman başka bir şey, inandığını sanmak ise bambaşka bir şeydir. Fakat bunu ancak gerçekten îman eden ve sâlih amel işleyenler görebilir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Nîsan 2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder