19 Nisan 2024 Cuma

Ayrıntılarda Boğulmak

 


“Hani Mûsâ kavmine: ‘Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor’ demişti. ‘Bizi alaya mı alıyorsun?’ dediler. (Mûsâ) ‘Câhillerden olmaktan Allah’a sığınırım’ dedi. ‘Rabbine adımıza yalvar da, bize niteliklerini açıklasın’ dediler. (Mûsâ, Rabbine yalvardıktan sonra) ‘Şüphesiz Allah diyor ki: O ne pek geçkin, ne de pek genç, ikisi arası dinç(likte bir sığır olmalı)dır. Artık emrolunduğunuz şeyi yerine getirin’ dedi. (Bu sefer) dediler ki: ‘Rabbine adımıza yalvar da, bize rengini bildirsin’. O: ‘(Rabbim) diyor ki: O, bakanların içini ferahlatan sarı bir inektir’ dedi. (Onlar yine:) ‘Rabbine adımıza yalvar da, bize onun niteliklerini açıklasın. Çünkü bize göre sığırlar birbirine benzer. İnşâallah (Allah dilerse) biz doğruyu buluruz’ dediler. (Bunun üzerine Mûsâ, “Rabbim) diyor ki: O, yeri sürmek ve ekini sulamak için boyunduruğa alınmayan, salma ve alacası olmayan bir inektir’ dedi. (O zaman): ‘Şimdi gerçeği bildirdin’ dediler. Böylece ineği kestiler; ama neredeyse (bunu) yapmayacaklardı” (Bakara 67-71).

 

Ayrıntı: “Bir şeyin önemce ikinci ve daha geri derecede olan öğelerinden her biri. Detay, teferruat. Bir şeyin, ayrı olmakla birlikte kendisini bütünleyen ufak parçaları, bütünün öğelerinden her biri”.

 

“Şeytan ayrıntıda gizlidir”. Çünkü şeytan tâ baştan bêri insanı hep ayrıntılarla kandırmakta ve oyalamaktadır. Hz. Âdem ve Havvâ’yı bile, cennette o kadar çeşitli ve bol nîmetin içindelerken, üstelik Allah, “sakın hâ!” diyerek yasaklamışken, şeytan, yasaklanan ağaç hakkında ayrıntılara girip hurâfeler uydurarak o ağaçtan yemelerini sağlamakla kandırmıştı. Oysa hem onca ağaç içinde yasaklanan ağaç, hem de Allah’ın emri apaçık şekilde belliydi. Buna rağmen Âdem ve Havvâ yine de yasak olan o ağaca meyletti. Çünkü işe ayrıntılar karıştı.

 

Şeytan işte o günden bêri insanları hep ayrıntılarla kandırmakta ve oyalamaktadır. İnsanları ayrıntılara sokarak bâtıl içinde bırakmaktadır. Çünkü bir şey ilk yaratıldığı saf ve yalın hâlindeyken çok net ve kesin şekilde Yaratıcısı olan Allah’ı hatırlatır. Bu insanları dik ve diri tutar. Fakat işe ayrıntılar karıştıktan sonra işler karışmaya başlar ve şeytan da hemen devreye girer.    

 

Ayrıntı demek, bir şeyin fıtrî, doğal, normâl, yalın ve net hâlinden başka, “o şeye, -ilgili yada ilgisiz şekilde- yeni ve artı özellikler yüklemek” demektir. Ayrıntı, “bir şeye ek bilgiler yüklemek ve onu o ek bilgilerle açıklamak” demektir. O-hâlde ayrıntı, bilgi konusundadır. Ayrıntılara girmek, aslında “büyük çoğunluğu gereksiz olan yeni bilgiler üretmek” demektir. Ayrıntılar, birinci derece önemli olmayan ve aslında çoğu-zaman gereksiz olan bilgiler üretmek ve bunun üzerine konuşmak ve bir şeyi ayrıntılara göre açıklamaya çalışmaktır. İşte târih boyunca insanlar bu ayrıntılarda boğulmuşlar, böylece aslında çok açık olan şeyler, anlaşılmaz hâle gelmiştir. Sonra da o anlaşılmaz olan şeyleri anlayabilmek için yeni ayrıntılar üretilmiş ve sonunda da bir kısır-döngüye düşülerek, ayrıntılar hakîkatin yerine geçirilmiştir. Zîrâ şeytan idrâksizlikten ve sonunda da amel-eylemsizlikten beslenmektedir. Üstelik tartışmaya çok düşkün olan insan da ayrıntılardan hoşlanmaktadır. Tâğutlar da hîleli düzenlerini hep ayrıntılar üzerinden sürdürmektedirler. İnsanlar, ayrıntıyla yâni ek bilgilerle tanıştıktan sonra anlaşmazlığa düşmeye başlamışlardır:

 

“İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve berâberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık âyetler (ilim) geldikten sonra, birbirlerine karşı olan ‘azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, îman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir” (Bakara 213).

 

Gerçek ve net ilim ve amel ile ortada bir sorun yokken, ayrıntılı bilgi ve amel-eylemsizlik durumu, insanları birbirine düşürmüştür-düşürmektedir. İnsanlık-târihinde ayrıntılarda boğulmak en çok da bir “ayrıntılar uygarlığı” olan modernizm ile birlikte zirveye ulaşmıştır. İnsanlık-târihinde üretilen tüm bilgilerin kat-kat fazlası modernizm ile birlikte ortaya çıkmıştır. Zîrâ modernizm bir ayrıntılar uygarlığıdır ve hayâtiyetini ayrıntılar üzerinden sürdürmekte ve devâm ettirmektedir. Fakat şu da bilinmelidir ki, ortaya çıkan tüm kötü düşünce, fikir, söylem ve eylemler de bu şeytan-işi ayrıntılar nedeniyle ortaya çıkmakta ve Dünyâ’yı fitneye düşürüp ifsâd etmektedir.

 

İnsanlık-târihi, yapılması gereken bir şeyi yapmamak için, yapılmaması gereken şeyleri yapmanın târihidir. Aynı-şekilde; bilinmesi gereken şeyleri bilmemek için, bilinmemesi gereken şeyleri bilmenin târihidir. Bilinmesi ve yapılması gereken şeyler apaçık olduğu, fakat bu nefse ağır geldiği için, yapmamak için ayrıntılara girilip durulmaktadır. Yapmamak için girilmedik ayrıntı kalmamıştır.

 

Oysa olması gereken şey, Allah’ın bildirdiği kadar bilmek ve bilinen şeyin gereğini yapmaktır. Zâten bilme de yapma da böyle tamamlanır. Lâkin amel-eylem hâlinde olmayınca ayrıntılarda boğulmak kaçınılmaz olmaktadır. Ancak amel-eylem hâlindeyken, şeyler farklı görülür ve doğru değerlendirilebilir. Yoksa ne bilgisiz amel ile ne de amelsiz bilgi ile bir şeyin net ve kesin olarak idrâk edilip yerine getirilebilmesi mümkün değildir.

 

En ayrıntısız bilgi, îmânın kazandırmış olduğu bilgi ve eminlik durumudur. Fakat bu şeytanın, nefsin ve tâğutların hoşuna gitmediği ve insanlar da bundan keyif almadıkları için, îman ile iknâ ve ihyâ olamayan ruhlar, sonsuz ayrıntılar arasında boğulmaya mahkûm oluyorlar.

 

Sorunumuz bilmek/anlamak/ayrıntılarda boğulmak değil; “inanmak ve yapmak”, sonunda da hem Dünyâ’da hem de âhirette iyiliğe kavuşmaktır. Fakat ayrıntılara girerek gereksiz çabalara düştüğümüz müddetçe aydınlığa çıkmamız mümkün olmayacaktır. Ayrıntıların bir sonu yoktur ve ayrıntılar bir oynama-oyalanma/hevâ-heves işidir. Hele ki mevcut dünyâ-şartlarında îmânî ve eylemsel işlere girişmeyip de gereksiz ayrıntılarla vakit isrâf etmek azap sebebidir. Zîrâ ayrıntılar, hiç-bir acıyı/zulmü/göz-yaşını/açlığı/susuzluğu/üşümeyi/ağlamayı/çığlığı/feryadı/dökülenkanları/mazlûmiyeti ve çâresizlerin alnına doğru gelen kahpe bir kurşunu bile engelleyememekte ve saptıramamakta yâni bir yara merhem olmamaktadır. Bakın müslüman coğrafyaya; 75 yıldır “İslâm’ı öğreniyorum-anlıyorum” diyerek aslında ayrıntılar içinde boğulmaktan başka bir şey yapmadıkları için Gazze yanıp-yıkılmaktadır ve kimse de bir şey yapamamaktadır. Çünkü net ve kesin bilgi, kararlılık, dik-duruş ve amel-eylem ortaya konulamamıştır ve hep ayrıntılar içinde boğulmuşlardır.     

 

Araştırma ayrıntılandırıldıkça hatâ ve yanlış artar. Böylece doğru bilgiye ve doğru amel-eyleme ulaşılamaz. Bu da ayrıntıların daha da fazlalaşmasına neden olur.

 

Dînin gerçek yönü pratiğinde kendini gösterir. Doğru bilginin sağlaması amel-eylem hâlinde ortaya çıkar. Fakat ayrıntılara düşüldüğü için İslâm’ın teorik yönü 1.400 yıldır tartışılıyor ama içinden çıkılamadığı için çelişki zamanla artmakta. Çünkü ayrıntılar nedeniyle ortaya çıkan karmaşa, yine yeni ayrıntılarla giderilmeye çalışılmaktadır. Oysa bunun tek ve kesin çözümü, İslâm’ı hayâta taşıyarak yâni yaşayarak bilmekten geçer. Yahudiler gibi, kitabın ana-temasını unutup lüzumsuz ayrıntılara dalmamak gerekir. Çünkü ayrıntılar bizi “kitap yüklü eşekler”e çevirmektedir.

 

Peygamberimize Kur’ân vahyedildiği anda, öğretilmiş de oluyordu. İnsanlar da, Peygamberimiz vahyi halka okuduğu-anda öğretmiş oluyordu. Ayrıca -bâzı sorular hâriç- ince ayrıntısına kadar açıklama yapmaya gerek görülmüyordu ve bilinenin gereğinin yapılmasına geçiliyordu.

 

Kur’ân Arapçası çok açık-seçik fâsih bir Arapçadır. Yâni Kur’ân’ı Kerim’i Rabbimiz her insanın kolayca anlayacağı şekilde indirmiştir. “Âyetün beyyinâtin” beyân edilmiş demek, “ayrıntısıyla kolayca anlaşılabilecek kadar açık ve anlaşılır kılınmak” demektir. Yâni Kur’ân zâten ayrıntısıyla indirilmiştir. Buna rağmen bir de yeniden ayrıntıya girmeye gerek yoktur. Çünkü bu, ayrıntılı açıklamaya, “yeni ayrıntılı açıklamalar yapmak” demek olacaktır:

 

“Bu Kur’ân, Allah’tan başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak bu, önündekileri doğrulayan ve kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur, âlemlerin Rabbindendir” (Yûnus 37).

 

O-hâlde Kur’ân’ı Kerim’i anladığımız ve aklettiğimiz dilde okuyup hayâtımıza geçirmeye çalışmalıyız, bu bize farzdır ve bizim için yeterlidir. Üstelik Kur’ân’da peygamberlerin mücâhede ve mücâdeleleri ayrıntıları ile anlatılıp dururken; “ne yapmalı?”, “nasıl yapmalı” sorularını sormak abestir, samîmiyetsizliktir. Kur’ân kıssaları, “İslâmî Hareket Metodu”dur.

 

Modern zamanlarda müslümanları en çok engelleyen şey “ne yapmalı?” sorusudur. Kur’ân, peygamber kıssaları ve “sünnet” ortadayken ve en ince ayrıntısına kadar biliniyorken, “ne yapmalı” sorusunu sormak, gayr-ı ciddî bir soru olsa gerek. “Ne yapmalı” sorusuna “muhteşem bir cevap” almayı mı bekliyorsunuz?. “Ne yapmalı” sorusunun cevâbı, “yapmalı”dır.

 

Ayrıntılar bâzen konuyu anlamamızın önüne geçer. Bu nedenle üzerinden belli bir zaman geçen yıllar, ayrıntıları elendiği için daha net görülür, değerlendirilir, iyi akılda kalır ve idrâk edilebilir. Kuş-bakışı bir bakışla olay çok net görülebilir.

 

Evet; ayrıntılar bizi yahudiler gibi Allah’ın emirlerini yerine getirme noktasında gevşetmekte, ha-bire ayrıntılara sokmakta ve yapılması gerekeni yapmaktan alıkoymaktadır. Ayrıntılar bizi ayrılıklarda bırakmakta ve aynı kararlılıkta birlik üzere olmamıza engel olmaktadır. Ayrıntılar geleneksel olanı da modern olanı da ayrıntıdır ve bizi oyalamakta ve boğmaktadır. 

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Nîsan 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder