6 Nisan 2024 Cumartesi

Söz ve Amel

 

“Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah’ındır. Güzel söz O’na yükselir, sâlih amel de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli bir azab vardır. Onların tasarladıkları ‘boşa çıkıp bozulur” (Fâtır 10).

 

“Îman edip sâlih amellerde bulunanlar; ne mutlu onlara. Varılacak yerin güzel olanı (onlarındır)” (Ra’d 29).

 

Îman söz ile başlar ama söz ile bitmez, çünkü söz ile ispatlanmaz. Îman bir iddiâdır ve ancak amel-eylem ile ispatlanabilir. İslâm, söz ve amel bütünlüğüdür.

 

Âyette denildiği gibi, Allah’a kötü sözler yükselmez ve sâdece güzel sözler yükselir. Fakat güzel sözleri de ancak sâlih ameller yükseltebilir. Yoksa güzel söz de kendi başına yükselemez. İnsan da öyledir; onu gerçek anlamda yükselten sözü değil, amelidir. Zâten insanın sözünü yükseltebilmesi ve têsir edebilmesi, söz-amel bütünlüğünden sonra olur.

 

“Kötü söz sâhibine âittir” denir. Doğrudur, kötü sözler sâhibine âittir, çünkü sâhibinden çıkmıştır ve yine sâhibine zarar verir. Küçükken söven bir çocuğa; “sen aslında kendine sövüyorsun ki!” derdik. Bize böyle öğretilmişti. Bu doğrudur. Söven sövgüyü kendine eder ve kendine zarar verir. Eğer sövgüyü, sövülen kişi duymuyorsa yada kendisine sövüldüğünden haberi olmuyorsa, her sövgü ve küfür, onu edene zarar verir ancak. Allah’a yapılan sövgüler ve kötü sözler de O’na yükselmeyeceği için, yine sâdece söveni olumsuz etkiler.

 

Allah’a küfretmek iki şekilde olur: 1-Söz ile küfretmek, 2-Eylem ile küfretmek. Nice, eylemleri ile Allah’a küfredenler vardır ki, Allah’a söz ile küfredenleri kınarlar. Eylem ile yapılan küfür aslında çok daha ağırdır, çünkü lafta kalmamıştır, fakat ilginçtir, eylem ile yapılan sövgü ve küfür, söz ile yapılan sövgü ve küfür gibi görülmüyor.

 

Bir şey söz ile daha iyi anlatılır fakat söz, yazıya geçince daha etkili olur. Çünkü amel daha etkilidir. Söz yaralar ama amel öldürür. 

 

Yükselteceğiniz söz “dünyâ sözü”dür ve onu “dünyâ ameli” ile yükseltebilirsiniz yâni sözü yükseltmeyi Dünyâ’da iken ve yaşıyorken yapabilirsiniz. Çünkü âhirette tüm söz Allah’ın olacaktır. Çünkü O din-gününün sâhibidir. (Mâliki yevmiddin).

 

Kur’ân sâdece “okunup geçilecek bir söz-yığını” değil, yerine getirilmesi gereken tâlimat-nâmeler manzûmesidir. Allah, sözü yâni Kur’ân’ı yere indirmiştir, bizim yapmamız gereken şey, o sözü amel yâni Sünnet ile taçlandırıp tekrar yükseltmektir. Çünkü biz âhirette, Dünyâ’dan gönderdiklerimize göre değerlendirileceğiz. 

 

Peygamberler sözü ve ameli yükselmek için gönderilmişlerdir. Ettikleri sözler hep amele dönüktür. Eyleme dökmeyecekleri sözleri etmezler ve “sâdece söylemiş olmak için” söz söylemezler:

 

“Ey îman edenler!; yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz?. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında bir gazab (konusu olması) bakımından büyüdü büyük bir suç teşkil etti” (Saff 2-3).

 

Allah, vahiy aracılığı ile peygamberler üzerinden; bir şahsiyet modeli, bir ahlâk modeli, bir duruş ve direniş modeli, bir İslâmî Hareket metodu-modeli, bir toplum modeli, bir devlet modeli ve bir medeniyet modeli ortaya koymuştur. Kıssalar, bu örnek modellerin anlatılarıdır. Bu “örnek model” son olarak Hz. Muhammed üzerinden ortaya konmuştur. İşte “usvetun hasenetun” yâni “güzel örneklik” denen ve literatürde “Sünnet” olarak bilinen şey, bu örnek modeldir. Bu “örnek model”, yapılan yanlışların Allah tarafından vahiyle düzeltilmesiyle meydana gelmiş en ideâl modeldir. “Allah kotrôlünde” ortaya konmuş bir modeldir. En ideâl örneklik ve “yaşanmışlık”tır (Ahzâb 21). Güzel örneklik, Kur’ân’ın ete-kemiğe ve söze bürünmüş hâlidir. Kur’ân’ın pratiği gösterilmiştir bu örneklikle. Söz, amel-eylem ile taçlanmıştır. Bu nedenle bu modelin-örnekliğin göz-ardı edilmesi yanlıştır. Bu “güzel örneklik”, “amel ve eylemin kaynağı” olmak bakımından kıyâmete kadar bağlayıcıdır. Kur’ân, “sözün, bilginin ve bilincin kaynağı” iken, Sünnet ise, “amel ve eylemin kaynağı”dır. İslâm, bu ikisinin toplamıdır.

 

Mebzûl miktarda tekrarlanıp duran; “Kur’ân bize yeter” sözü, eğer “salt Kur’ân”dan bahsediliyorsa yanlıştır. Çünkü bu, “bize sâdece söz yeter” anlamına gelir. Kur’ân bilgi ve bilincin kaynağı iken, amel ve eylemin kaynağı ise Sünnet’tir (hadis değil). O-hâlde bize yetecek olan ne salt söz yâni Kur’ân, ne de salt amel yâni Sünnet’tir. İkisinin birlikteliğidir. Modern zamanlarda müslümanların perişân hâllerinin nedeni, sözü yâni Kur’ân’ı okuyup da Sünnet örnekliği ile amelde-eylemde bulunmamaktır. Kur’ân bize yeter ise neden yetmiyor da müslümanlar perişân ve sefil bir hâlde yaşıyor ve aşağılanıp duruyor?.

 

Peygamberlerin söz ile söylediklerinden yâni hadislerinden ziyâde, fiîlen yaptıkları amel-eylem yâni Sünnet’i bağlayıcıdır. Zâten Sünnet, sahih hadislerin ete-kemiğe bürünmüş hâlidir. Sünnet söz değil, amel-eylemdir. Bu nedenle “gayr-ı metluv vahye” değil, “metluv vahye” dayanır. Bu nedenle söz ile yâni “müslümanım” demekle müslüman olunmaz, “müslümanlık yapmak”la müslüman olunur ve müslümanlık ispât edilmiş olur.

 

Tevrat’la amel edeceğine söz verip de “Cumartesi Yasağı”nı çiğneyerek sözünden dönen yahudiler, “maymun ve domuz” oldular. Şimdi müslüman(!) olarak sözümüzde durmadığımız için, biz de “maymun ve domuz” mu oluyoruz acaba?. Çünkü Allah’a verdikleri “söz”ü tutmayanlar maymunlaşırlar ve de domuzlaşırlar.

Allah’a ve âhirete inanmayanlar “sözünü tutmak” gibi bir sorumluluk duymazlar. Sözünü tutmak sözün gereğini yapmakla yâni amel-eylem ile olur.

 

Esâsen söz yâni Kur’ân Allah’a, amel-eylem yâni Sünnet bize âittir. Allah bize zımnen; “alın bu sözü de sâlih amel ile yükseltin” demiştir. Fakat müslümanlar Allah’ın sözü üstüne söz söylemekten fırsat bulup da sözün gereğini yerine getirmiyorlar. Zâten hâl-i pür melâllerinin nedeni budur. 

 

Ahzâb Sûresi 21. âyette bize örnek gösterilen şey, Peygamberimiz’in vahiy-merkezli olarak yaptığı amel-eylem yâni Sünnet’dir. Söz değil, amel örnek gösterilmiştir. Söz en azından ikinci plândadır. Fakat insanlar sözü öne çıkarıp ameli arka-plâna atıyorlar. Böylece sözün gereği yerine getirilmemiş oluyor ve söz de boşa çıkmış oluyor. Bakın son 75 yıldır okunan, yazılan ve söylenen sözler, amele-eyleme etkili bir şekilde dönmediğinden dolayı, Gazze için faydalı olmuyor. Esâsen son 75 yıldır yapılan “sözü yükseltme” çalışmaları amele-eyleme dönülmediği için boşa çıkmıştır ve yapılanların “sözü yükseltmek” değil,  “sesi yükseltmek” olduğu görülmüştür. Gazze Savaşı bize bunu çok net olarak göstermiştir.     

 

Allaha ancak güzel sözler yükselir ama güzel sözler de kendi-kendine yükselmezler. Güzel sözü yükseltecek olan şey sâlih ameldir. Hattâ îman etmek bile tek-başına yeterli olmaz da ardından sâlih amel işlemekten bahsedilir ki hem îman tamamlansın hem de îman Allah’a yükselsin.

 

Allah sözden ziyâde amele bakar. Çünkü O boş laflara kanmaz. Allah bizi âhirette bildiklerimiz ile değil de yaptıklarımızla yada yapmamız gerekirken yapmadıklarımızla yargılayacağı gibi, bu Dünyâ’da da böyledir; sözümüzden ziyâde amelimize-eylemimize bakar.

 

Âlim olan ve her-şeyi bilen Allah’a karşı sözümüz yâni bildiklerimizle övünmek hem küstahlık hem de ahmaklıktır. Tereciye tere mi satacağız!.

 

Hakîkati sert yada yumuşak sözlerle söylemek onun hakîkat olduğunu değiştirmez, hakîkat her zaman hakîkattir. Fakat hakîkatin têsir etmesi için onu güzel bir dille söylemek gerektiği gibi, yükseltmek için de sâlih amel gerekir.

 

Eylemin tohumu sözdür. Kötü ve iyi amel, konuşarak başlar. Kişinin ne  olduğu,  sözünden ziyâde, amel-eylem ile belli olur.

 

İhlâs ile söylenmeyen söz ve takvâ ile yapılmayan iş, etki de etmez, Allah’a da yükselmez.

 

İnsanlar o kadar ağır bir gaflet hâlindeler ki, artık onları güzellikle ve hafif-tatlı sözlerle uyandırmanız mümkün değildir. Dürtmeden uyandıramazsınız. İnsanlar artık sert sözlerle bile gafletten uyanamıyorlar. Artık, hak sözler edip sâlih ameller yapmak ve güzel sözü Allah’a yükseltmek ve böylece O’nun rızâsını kazanıp, desteğini ve yardımını celb-ederek bir şeyleri değiştirmek mümkün olacaktır. 

 

Modern zamanlarda çok fazla kullanılan “yapacak bir şey yok” sözü hem yanlıştır hem de samîmi-ciddî bir söz değildir. Yapacak bir-çok şey var fakat yapacak kişi/adam yok.

 

Müslümanlar, “dil”i (söz), “el”e (eylem) üstün tutuyorlar. “Dil” ve “el” birliği olmadıkça samîmiyet ve ciddiyet ispatlanamaz. İspatlanmayan şeyden Allah râzı olmaz. Allah, râzı olmadığı şey için yardımını göndermez. Bu yüzden bildiğimiz ve dile getirdiğimiz sözler amele-eyleme dönük olmalı ve sâlih amel ile sonlanmalıdır.

 

Sözün de bir nâmusu vardır ve sözün nâmusu; “Ey îman edenler!; yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” (Saff 2). âyetinde ifâdesini bulur.

 

İhtiyâcımız olan şey, “kırılgan olmayan” sözler ve sâlih amellerdir. Zîrâ Allah ancak bundan râzı olur ve ancak râzı olunca yardımını ulaştırır.

 

“Altı çizilecek sözler etmek”ten daha çok, “altı çizilecek eylemlerde bulunmak” önemlidir.

 

Kâlpler sâdece söz ile değil, söz ve amel bütünlüğü ile mutmain olur.

 

Gün gelir insan bildiklerini bilmez bir duruma gelebilir, fakat yaptıklarını hiç-bir zaman “yapmamış” durumuna gelemez. Bu nedenle âhirette bildiklerimizden değil yaptıklarımızdan-yapmadıklarımızdan sorulacağız.

 

En doğru söz Allah’ın sözüdür (Kur’ân), en doğru amel ise Peygamber’in amelidir (Sünnet).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Nîsan 2024

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder