“Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz
dağlar vâr etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak
üzere oradaki rızıkları dört günde takdir etti” (Fussilet 10).
Şeytanın etkisindeki nefs, kendini
çok sever, önemser ve üstün görür. Bu durum yoğunlaştıkça nefsini ilah etmiş
olanlar kendilerini birinci sınıf, başkalarını ise ikinci ve üçüncü sınıf insanlar
olarak görürler ve görmek isterler. Nefsin etkisiyle ayrıcalık tutkusuna sâhip
olanlar, diğerleri ile aynı ve benzer olmamak için -her türlü şerefsizlik dâhil-
her-şeyi yapabilirler. Zîrâ nefisler azdıkça-azan bir şeydir ve onu tatmin edip
susturmanın etkili yollarından biri de, insanın kendisini birinci sınıf,
başkalarını ise ikinci-üçüncü sınıf olarak görmesi ve kabûl etmesidir. Böylece
gerçek bir ayrıcalığa sâhip olmamalarının sıkıntısını bu şekilde örtmeye
çalışırlar. Kast sisteminin ortaya çıkmasının nedeni de budur. Dünyâ, resmî
yada gayrı-resmî olan kast sistemi ile mâlûldür ve buna tek karşı çıkan sistem
İslâm’dır.
Ana-merkezi
Hindistan olan bu kast sisteminde kastlar şu şekilde birbirinden ayrılır:
1-Brahmanlar : Kutsal yazıları (Veda) yorumlayan
kişilerdir. Bilginler ve râhipler bu tabakada yer alır.
2-Kshatriyalar : Askerler, prensler ve üst-düzey mêmurların
oluşturduğu bir tabakadır.
3-Vaişyala : Tüccarlar, toprak-sâhipleri ve
çiftçiler).
4-Şudralar : İşçiler ve köleler.
Bir de “paryalar” denilen ve
kendilerine dokunulması hattâ onlarla karşılaşılması bile hoş görülmeyen
insanlar vardır. Tabi bu sınıflandırmanın Allah katında hiç-bir geçerliliği
yoktur:
“Bu
sizin ve atalarınızın (kendi istek ve öngörünüze göre) isimlendirdiğiniz
(keyfi) isimlerden başkası değildir. Allah, onlarla ilgili ‘hiç-bir delil’
indirmemiştir. Onlar, yalnızca zanna ve nefislerinin (alçak) hevâ(istek ve
tutku) olarak arzu ettiklerine uyuyorlar. Oysa andolsun, onlara Rablerinden yol
gösterici gelmiştir” (Necm
23)
İnsanları sınıflara ayıranların yine insanlar
olması çok saçmadır. Bunu neye göre yapıyorlar ki?. Elbette bu sınıflandırmayı,
genelde hak etmeden kazandıkları -daha doğrusu ele geçirdikleri- paranın
miktârını, serveti ve zenginliği merkeze alarak yapıyorlar. Çünkü parsayı
bulduktan sonra ev, eşya, yaşanılan muhit, araba, güzel kadın ve yakışıklı
erkek, sağlık-sıhhat, eğitim, bilgilenme, iş, para kazanma, meslek, kariyer,
şöhret, şehvet, servet, siyâset vs. her türlü farklılık ardından geliyor.
Öyleyse birinci sınıf insan olmak paraya-servete ve parayla elde edilebilen
şeylere çokça sâhip olmak demek iken, ikinci ve üçüncü sınıf insan olmak ise,
daha az para elde edebilmek ve parayla elde edilen imkânlara daha az sâhip
olmak demektir. Yâni aslında servetiniz çoğaldıkça sınıfınız yükseliyor,
azaldıkça düşüyor. Böylece insanlar genel anlamda “birinci sınıf insanlar” ve
“ikinci sınıf insanlar” olarak ikiye ayrılıyorlar.
Tabi bu ayrım, şeytanın fısıltılarına ve
ayartmalarına kanan ve kendini bir bok zanneden insanların yaptığı bir
sınıflandırmadır ve câhil insanlar arasında geçerli gibi görünse de, Allah
katında ve ferâset sâhibi mü’minler açısından geçersizdir ve hiç-bir değeri ve
anlamı yoktur. Bu sınıflandırma, insanların kendi-kendilerine yaptıkları bir
üstünlük gösterisi, bir övünme yarışıdır:
“(Mal, mülk ve servette) çoklukla övünmek, sizi
tutkuyla oyalayıp kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu), mezarı ziyâretinize (kabre
gidişinize) kadar sürdü” (Tekâsür 1-2).
“Bilin ki, (tek-başına âhiretsiz) dünyâ-hayâtı ancak bir oyun, (eğlence türünden) tutkulu bir oyalama,
bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir çoğalma-tutkusudur.
Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veyâ kâfirlerin) hoşuna
gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir
çer-çöp oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve
bir hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünyâ-hayâtı, aldanış olan bir metadan başka bir
şey değildir” (Hadîd 20).
Fakat Allah bu sınıflandırmayı zinhar kabûl
etmez ki zâten vahiylerini bu nedenle indirmiştir ve peygamberleri bu nedenle
göndermiştir. İslâm’ın vâr olması işte böyle şerefsiz sınıflandırmaları yıkmak
ve değiştirmek içindir. Zîrâ Dünyâ’da ortaya çıkan tüm adâletsizlikler,
eşitsizlikler, haksızlıklar, ahlâksızlıklar, şirk, küfür, nifak, fitne, fesat,
haram, günah, ayıp, suç ve şerefsizlikler işte bu keyfî sınıflandırma nedeniyle
çıkmaktadır. Şeytanın ve nefsinin iti-köpeği olmuş olanların kendilerini bir
bok zannederek üstün ve ayrıcalıklı görmeleri, maddî imkânlara sâhip olmaları
ve bu imkânları hakkıyla paylaşmadıkları için tekelleştirmeleri nedeniyle
-görece- bir farkın ortaya çıkması nedeniyle bir sınıflandırma yapılmakta ve
insanlar kastlara ayrılmaktadır.
Allah katında ve mü’minlerin gözünde ise
üstün insan, Allah korkusuna ve sorumluluk bilincinden dolayı sağlam bir îmâna
sâhip olan “takvâlılar”dır:
“Ey
insanlar!; gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi
tanımanız ve tanışmanız için sizi halklar ve kabîleler (şeklinde) kıldık.
Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerîm) olanınız, (ırk, renk, soy ve
servetçe değil) takvâca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber
alandır” (Hucurât 13).
Allah katında birinci sınıf insan takvâlı
insandır ki bu sınıf farkı Dünyâ’da diğer insanlardan yeme, içme, giyme, gezme
gibi farklar oluşturmaz. Takva; bilgi, bilinç, îman, amel, eylem ve davranış
ile ilgilidir. Hattâ takvâ-sâhipleri yâni Allah katında birinci sınıf insanlar,
Dünyâ’da insanları sınıflandırmaya ve böyle bir sınıflandırma yapanlara karşıdırlar.
İslâm’a göre birinci sınıf insanlar; Allah,
âhiret, gayb, vahiy-Kur’ân, peygamber-Sünnet, hak-hakîkat, adâlet-eşitlik ve
tevhid yâni İslâm-merkezli yaşayanlar ve tüm hayatlarını buna adayanlardır. Âlemleri
yaratan Allah’a, âhirete, vahye yâni İslâm’a göre yaşamayanlar ise “ikinci
sınıf insanlar”dır. Fakat baştaki âyette de denildiği gibi, İslâm’da “rızıkta
eşitlik” ilkesi esas olduğu için, yeme, içme, giyme, gezme vs. konularında
peygamberler dâhil hiç kimse ayrıcalıklı da değildir ve ikinci sınıf da
değildir. Öyle ki Peygamberimiz namaz sırasında ve süresince, imam olduğunda
dolayı diğer insanlardan bir adım önde dursa da, namaz bitiminde aynı saftadır
ve onlardan bir farkı yoktur. Bir keresinde Medîne’ye Peygamberimiz ile görüşmeye
gelen bir heyet mescide girip de herkesin birbirine benzer giyindiği ve karışık
oturduğunu görünce Peygamberimiz’i tanıyamadıkları için, “hanginiz Muhammed”
diye sormuşlardı. Çünkü Peygamberimiz ile mü’minler arasında fark yoktur,
olamaz. Zîrâ İslâm’da liyâkat, ehliyet, tecrübe ve yetenek önemlidir ama kast
sistemi ve sınıf farkı yoktur.
Târih; üst-sınıf ile orta-sınıfın iktidar
mücâdelesidir. Alt-sınıf ise sürekli olarak bu tepişmenin faturasını öder. İşte
Allah bundan râzı değildir ve İslâm bu nedenle vardır. Çünkü Allah takvâlı
insanları önder yapmak ister ki elbette “Allah katında üstün olanların”
Dünyâ’da iktidar olması doğal ve normâldir:
“Allah,
içinizden îman edenlere ve sâlih amellerde bulunanlara vâdetmiştir:
Hiç-şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidâr sâhibi’ kıldıysa, onları
da yeryüzünde ‘güç ve iktidâr sâhibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği
dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından
sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibâdet ederler ve bana
hiç-bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar
fâsıktır” (Nûr 55).
Diyorlar ki “oy kullanmayanlar ikinci sınıf
vatandaştır”. Bu söz liberâl-demokrasiye göre doğrudur. Evet; oy kullanmayanlar
ikinci sınıf vatandaştır. Fakat oy kullananlar da “üçüncü sınıf kuldur”lar.
Çünkü Allah’a âit olması gereken yasama hakkını, nefsine tapanlara
vermektedirler.
Lâik, seküler, demokratik ülkelerde oy
verilenler birinci sınıf, oy verenler ikinci sınıf vatandaştır. Demokrasilerde,
ikinci sınıf olanlar, birinci sınıf olacak olanları seçerler ve belirlerler. Ne
kadar ilginç değil mi?. Aslında birinci sınıfları belirleyenler ve onların
birinci sınıf, kendilerinin ise ikinci sınıf olmasını belirleyenler ve kabûl
edenler “ikinci sınıf” olanlardır. Birinci sınıf olanlarda bir kibir, gösteriş
ve tepeden bakma varken, ikinci sınıf olanlarda ise bir eziklik, düşüklük,
zayıflık ve düşüklük kompleksi vardır. Hattâ ikinci sınıf olarak görülenler bu
açığı kapatmak için ve birinci sınıf olanlar gibi olabilmek için gerçek yada
dijitâl paraları bol-bol harcama yoluna giderler ki o eziklikten bir nebze de
olsa kurtulabilsinler. Ne kadar da zavallıca bir düşünce ve davranış. Eğer siz
birinci sınıf olarak görülenlerin sâhip olduğu şeylere ihtiyaç duyuyorsanız, zâten
siz baştan kaybetmişsiniz demektir. O eziklik sizden hiç ayrılmayacak demektir.
Allahsız-seküler devletler, ayrıcalıklı
sınıfların temsilcisidir. Zâten seküler devletleri kuranlar ayrıcalıklı(!)
sınıflardır. Seküler sistemlerde çoğunluğu oluşturan insanlara verilmiş tek bir
hak vardır, o da; “hâkim sınıfı alkışlama hakkı”dır. Seküler devletlerde
birinci sınıf olanlar için (para-merkezli olduğu için) her-şey kolaylaşmıştır.
İyi bir konumda, güzel bir plân-proje ve kaliteli malzeme ve işçilik ile
yapılmış sağlam ve gösterişli evlerde kaliteli eşyâlara sâhip olmak, iyi ve
sağlam arabalara binmek, iyi eğitim almak, sağlıklı olmak, sağlıklı ve iyi eğitimli
olmanın bir sonucu olarak iyi bir iş, kazanç, makâm, mevkî ve unvân elde etmek,
güzel kadınlarla ve yakışıklı erkeklerle evlenmek, yine zekî çocuklara sâhip
olmak, Dünyâ’yı bol-bol gezebilmek vs. sünnetullah gereğince çok olasıdır.
Bunlar, Allah birinci sınıf insanları çok sevdiği ve onlara yollarını açtığı
için değildir. İmtihan dünyâsında olunduğu ve “Allah’ın tüm kâinâta koyduğu
yasalar” demek olan sünnetullah gereğince böyle olmaktadır. Dominonun taşları
devrilmeye başladığında arkası gelmektedir. Dominonun taşları artı yada eksi
yönde bir kere devrilmeye başlayınca artık hep o istikâmette devrilmektedir.
Olan şey budur. Tâ ki İslâm işe el atana kadar. Fakat bu da, ikinci sınıf
olarak görülen insanların, İslâm ile bilgilenip-bilinçlenmesi ve bir eleştiri,
îtirâz, isyân ile ve sert bir hareketle dominonun taşlarının arasına yumruğunu
vurması ve yıkılmasını durdurmasıyla olacak bir şeydir.
Seküler devlet birinci sınıf olanlar için -ki
bunlara kısaca “zenginler” diyebiliriz- her olanağı hazırlamıştır ve onlar için
her imkân vardı. Onlar doğumdan ölene kadar farklı ve ayrıcalıklı yaşarlar.
Özel hastânelerde özel doktorların eşliğinde doğarlar, lüks evlerde yaşarlar,
lüks arabalarla ve ulaşım araçlarıyla yolculuk yaparlar, özel okullar, özel
hastâneler, özel muâmeleler, güzel yemekler, içecekler, giysiler, işler, bol
paralar vs. içinde konforlu bir hayat sürerler. Üstelik devletin genel halk
için sağladığı sıkıntılı ve sonuç alınamayan hastane, okul, iş, ulaşım vs.lerle
falan uğraşıp da sıkıntıya girmezler. İkinci sınıf ise birinci sınıf olanlar gibi muâmele görmek
için, eğer varsa, uzun zaman boyunca biriktirdikleri paraları harcamak zorunda
kalırlar. Meselâ bir sağlık sorunu nedeniyle devletin halka sağladığı olanaklar
her zaman yetersiz olduğu için, sıkıntılar içinde olan ikinci sınıf insanlar,
devlet hastânelerinden sonuç alamayınca özel hastânelerde para harcamak zorunda
kalarak birinci sınıf muâmele görmeye hak kazanırlar ve sorunları da genelde
kolayca geçiverir de ızdıraptan kurtulurlar.
İnsan özel muâmele görmeyi ve ayrıcalıklı
birinci sınıf insan olarak kabûl edilmeye ne kadar da düşkündür. Öyle ki Allah
herkesi -hâşâ- birer ilah olarak yaratsaydı bile, bu ilah-insanlar, yine
“birinci sınıf ilahlar” ve ve “ikinci-üçüncü sınıf ilahlar” olarak
ayrılırlardı. Tabi yine Allah’ı hiç hesâba katmazlardı da O’nu ikinci-üçüncü
sıraya koyarlardı. Fakat “Allah’ı ikinci sıraya koymak”, affedilmeyecek tek
günah olan “şirk”tir ki şirk işte budur.
Peki çâre nedir?. Çâre şudur; Allah
vahiylerini seçtiği bir peygambere gönderir ve onun üzerinden de Allah’ın emir
ve yasakları tüm insanlara duyurulur, yâni Allah vahiy nîmetini insanlara tek
bir kişi üzerinden dağıtır. “Tekten çoğa” doğru bir yol izlenir İslâm’da. İşte
aynen bunun gibi; Allah mal-mülk nîmetini de bol-bol verdiği insanlar üzerinden
dağıtmak ve tüm insanlara ulaştırmak ister. Bu hem imtihan hem de bizim tam
olarak idrâk edemeyeceğimiz nedenlerden dolayı böyledir. O-hâlde yapılması
gereken şey, kendilerine bol rızık verilenlerin zekatlarını, hayırlarını,
sadakalarını, infaklarını tam olarak yapmaları ve “rızıkta eşitlik”i
sağlamalarıdır. Bunu ya seve-seve yada … yapacaklardır:
“Allah
rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; (fakat) üstün kılınanlar, rızıklarını
ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici
değildirler. Şimdi Allah’ın nîmetini inkâr mı ediyorlar?” (Nâhl 71).
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Nîsan
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder