30 Nisan 2024 Salı

İkinci Sınıf İnsan Olmak

 

“Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar vâr etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere oradaki rızıkları dört günde takdir etti” (Fussilet 10).

 

Şeytanın etkisindeki nefs, kendini çok sever, önemser ve üstün görür. Bu durum yoğunlaştıkça nefsini ilah etmiş olanlar kendilerini birinci sınıf, başkalarını ise ikinci ve üçüncü sınıf insanlar olarak görürler ve görmek isterler. Nefsin etkisiyle ayrıcalık tutkusuna sâhip olanlar, diğerleri ile aynı ve benzer olmamak için -her türlü şerefsizlik dâhil- her-şeyi yapabilirler. Zîrâ nefisler azdıkça-azan bir şeydir ve onu tatmin edip susturmanın etkili yollarından biri de, insanın kendisini birinci sınıf, başkalarını ise ikinci-üçüncü sınıf olarak görmesi ve kabûl etmesidir. Böylece gerçek bir ayrıcalığa sâhip olmamalarının sıkıntısını bu şekilde örtmeye çalışırlar. Kast sisteminin ortaya çıkmasının nedeni de budur. Dünyâ, resmî yada gayrı-resmî olan kast sistemi ile mâlûldür ve buna tek karşı çıkan sistem İslâm’dır.

 

Ana-merkezi Hindistan olan bu kast sisteminde kastlar şu şekilde birbirinden ayrılır:

 

1-Brahmanlar       : Kutsal yazıları (Veda) yorumlayan kişilerdir. Bilginler ve râhipler bu tabakada yer alır.

2-Kshatriyalar      : Askerler, prensler ve üst-düzey mêmurların oluşturduğu bir tabakadır.

3-Vaişyala           : Tüccarlar, toprak-sâhipleri ve çiftçiler).

4-Şudralar           : İşçiler ve köleler.

 

Bir de “paryalar” denilen ve kendilerine dokunulması hattâ onlarla karşılaşılması bile hoş görülmeyen insanlar vardır. Tabi bu sınıflandırmanın Allah katında hiç-bir geçerliliği yoktur:

 

“Bu sizin ve atalarınızın (kendi istek ve öngörünüze göre) isimlendirdiğiniz (keyfi) isimlerden başkası değildir. Allah, onlarla ilgili ‘hiç-bir delil’ indirmemiştir. Onlar, yalnızca zanna ve nefislerinin (alçak) hevâ(istek ve tutku) olarak arzu ettiklerine uyuyorlar. Oysa andolsun, onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir” (Necm 23)

 

İnsanları sınıflara ayıranların yine insanlar olması çok saçmadır. Bunu neye göre yapıyorlar ki?. Elbette bu sınıflandırmayı, genelde hak etmeden kazandıkları -daha doğrusu ele geçirdikleri- paranın miktârını, serveti ve zenginliği merkeze alarak yapıyorlar. Çünkü parsayı bulduktan sonra ev, eşya, yaşanılan muhit, araba, güzel kadın ve yakışıklı erkek, sağlık-sıhhat, eğitim, bilgilenme, iş, para kazanma, meslek, kariyer, şöhret, şehvet, servet, siyâset vs. her türlü farklılık ardından geliyor. Öyleyse birinci sınıf insan olmak paraya-servete ve parayla elde edilebilen şeylere çokça sâhip olmak demek iken, ikinci ve üçüncü sınıf insan olmak ise, daha az para elde edebilmek ve parayla elde edilen imkânlara daha az sâhip olmak demektir. Yâni aslında servetiniz çoğaldıkça sınıfınız yükseliyor, azaldıkça düşüyor. Böylece insanlar genel anlamda “birinci sınıf insanlar” ve “ikinci sınıf insanlar” olarak ikiye ayrılıyorlar.     

 

Tabi bu ayrım, şeytanın fısıltılarına ve ayartmalarına kanan ve kendini bir bok zanneden insanların yaptığı bir sınıflandırmadır ve câhil insanlar arasında geçerli gibi görünse de, Allah katında ve ferâset sâhibi mü’minler açısından geçersizdir ve hiç-bir değeri ve anlamı yoktur. Bu sınıflandırma, insanların kendi-kendilerine yaptıkları bir üstünlük gösterisi, bir övünme yarışıdır:

 

“(Mal, mülk ve servette) çoklukla övünmek, sizi tutkuyla oyalayıp kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu), mezarı ziyâretinize (kabre gidişinize) kadar sürdü” (Tekâsür 1-2).

 

Bilin ki, (tek-başına âhiretsiz) dünyâ-hayâtı ancak bir oyun, (eğlence türünden) tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir çoğalma-tutkusudur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veyâ kâfirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Âhirette ise şiddetli bir azab; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rızâ) vardır. Dünyâ-hayâtı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir” (Hadîd 20).

 

Fakat Allah bu sınıflandırmayı zinhar kabûl etmez ki zâten vahiylerini bu nedenle indirmiştir ve peygamberleri bu nedenle göndermiştir. İslâm’ın vâr olması işte böyle şerefsiz sınıflandırmaları yıkmak ve değiştirmek içindir. Zîrâ Dünyâ’da ortaya çıkan tüm adâletsizlikler, eşitsizlikler, haksızlıklar, ahlâksızlıklar, şirk, küfür, nifak, fitne, fesat, haram, günah, ayıp, suç ve şerefsizlikler işte bu keyfî sınıflandırma nedeniyle çıkmaktadır. Şeytanın ve nefsinin iti-köpeği olmuş olanların kendilerini bir bok zannederek üstün ve ayrıcalıklı görmeleri, maddî imkânlara sâhip olmaları ve bu imkânları hakkıyla paylaşmadıkları için tekelleştirmeleri nedeniyle -görece- bir farkın ortaya çıkması nedeniyle bir sınıflandırma yapılmakta ve insanlar kastlara ayrılmaktadır.

 

Allah katında ve mü’minlerin gözünde ise üstün insan, Allah korkusuna ve sorumluluk bilincinden dolayı sağlam bir îmâna sâhip olan  “takvâlılar”dır:

 

“Ey insanlar!; gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız ve tanışmanız için sizi halklar ve kabîleler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerîm) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvâca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır” (Hucurât 13).

 

Allah katında birinci sınıf insan takvâlı insandır ki bu sınıf farkı Dünyâ’da diğer insanlardan yeme, içme, giyme, gezme gibi farklar oluşturmaz. Takva; bilgi, bilinç, îman, amel, eylem ve davranış ile ilgilidir. Hattâ takvâ-sâhipleri yâni Allah katında birinci sınıf insanlar, Dünyâ’da insanları sınıflandırmaya ve böyle bir sınıflandırma yapanlara karşıdırlar.

 

İslâm’a göre birinci sınıf insanlar; Allah, âhiret, gayb, vahiy-Kur’ân, peygamber-Sünnet, hak-hakîkat, adâlet-eşitlik ve tevhid yâni İslâm-merkezli yaşayanlar ve tüm hayatlarını buna adayanlardır. Âlemleri yaratan Allah’a, âhirete, vahye yâni İslâm’a göre yaşamayanlar ise “ikinci sınıf insanlar”dır. Fakat baştaki âyette de denildiği gibi, İslâm’da “rızıkta eşitlik” ilkesi esas olduğu için, yeme, içme, giyme, gezme vs. konularında peygamberler dâhil hiç kimse ayrıcalıklı da değildir ve ikinci sınıf da değildir. Öyle ki Peygamberimiz namaz sırasında ve süresince, imam olduğunda dolayı diğer insanlardan bir adım önde dursa da, namaz bitiminde aynı saftadır ve onlardan bir farkı yoktur. Bir keresinde Medîne’ye Peygamberimiz ile görüşmeye gelen bir heyet mescide girip de herkesin birbirine benzer giyindiği ve karışık oturduğunu görünce Peygamberimiz’i tanıyamadıkları için, “hanginiz Muhammed” diye sormuşlardı. Çünkü Peygamberimiz ile mü’minler arasında fark yoktur, olamaz. Zîrâ İslâm’da liyâkat, ehliyet, tecrübe ve yetenek önemlidir ama kast sistemi ve sınıf farkı yoktur.  

 

Târih; üst-sınıf ile orta-sınıfın iktidar mücâdelesidir. Alt-sınıf ise sürekli olarak bu tepişmenin faturasını öder. İşte Allah bundan râzı değildir ve İslâm bu nedenle vardır. Çünkü Allah takvâlı insanları önder yapmak ister ki elbette “Allah katında üstün olanların” Dünyâ’da iktidar olması doğal ve normâldir:

 

“Allah, içinizden îman edenlere ve sâlih amellerde bulunanlara vâdetmiştir: Hiç-şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidâr sâhibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidâr sâhibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibâdet ederler ve bana hiç-bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fâsıktır” (Nûr 55).

 

Diyorlar ki “oy kullanmayanlar ikinci sınıf vatandaştır”. Bu söz liberâl-demokrasiye göre doğrudur. Evet; oy kullanmayanlar ikinci sınıf vatandaştır. Fakat oy kullananlar da “üçüncü sınıf kuldur”lar. Çünkü Allah’a âit olması gereken yasama hakkını, nefsine tapanlara vermektedirler.

 

Lâik, seküler, demokratik ülkelerde oy verilenler birinci sınıf, oy verenler ikinci sınıf vatandaştır. Demokrasilerde, ikinci sınıf olanlar, birinci sınıf olacak olanları seçerler ve belirlerler. Ne kadar ilginç değil mi?. Aslında birinci sınıfları belirleyenler ve onların birinci sınıf, kendilerinin ise ikinci sınıf olmasını belirleyenler ve kabûl edenler “ikinci sınıf” olanlardır. Birinci sınıf olanlarda bir kibir, gösteriş ve tepeden bakma varken, ikinci sınıf olanlarda ise bir eziklik, düşüklük, zayıflık ve düşüklük kompleksi vardır. Hattâ ikinci sınıf olarak görülenler bu açığı kapatmak için ve birinci sınıf olanlar gibi olabilmek için gerçek yada dijitâl paraları bol-bol harcama yoluna giderler ki o eziklikten bir nebze de olsa kurtulabilsinler. Ne kadar da zavallıca bir düşünce ve davranış. Eğer siz birinci sınıf olarak görülenlerin sâhip olduğu şeylere ihtiyaç duyuyorsanız, zâten siz baştan kaybetmişsiniz demektir. O eziklik sizden hiç ayrılmayacak demektir.

 

Allahsız-seküler devletler, ayrıcalıklı sınıfların temsilcisidir. Zâten seküler devletleri kuranlar ayrıcalıklı(!) sınıflardır. Seküler sistemlerde çoğunluğu oluşturan insanlara verilmiş tek bir hak vardır, o da; “hâkim sınıfı alkışlama hakkı”dır. Seküler devletlerde birinci sınıf olanlar için (para-merkezli olduğu için) her-şey kolaylaşmıştır. İyi bir konumda, güzel bir plân-proje ve kaliteli malzeme ve işçilik ile yapılmış sağlam ve gösterişli evlerde kaliteli eşyâlara sâhip olmak, iyi ve sağlam arabalara binmek, iyi eğitim almak, sağlıklı olmak, sağlıklı ve iyi eğitimli olmanın bir sonucu olarak iyi bir iş, kazanç, makâm, mevkî ve unvân elde etmek, güzel kadınlarla ve yakışıklı erkeklerle evlenmek, yine zekî çocuklara sâhip olmak, Dünyâ’yı bol-bol gezebilmek vs. sünnetullah gereğince çok olasıdır. Bunlar, Allah birinci sınıf insanları çok sevdiği ve onlara yollarını açtığı için değildir. İmtihan dünyâsında olunduğu ve “Allah’ın tüm kâinâta koyduğu yasalar” demek olan sünnetullah gereğince böyle olmaktadır. Dominonun taşları devrilmeye başladığında arkası gelmektedir. Dominonun taşları artı yada eksi yönde bir kere devrilmeye başlayınca artık hep o istikâmette devrilmektedir. Olan şey budur. Tâ ki İslâm işe el atana kadar. Fakat bu da, ikinci sınıf olarak görülen insanların, İslâm ile bilgilenip-bilinçlenmesi ve bir eleştiri, îtirâz, isyân ile ve sert bir hareketle dominonun taşlarının arasına yumruğunu vurması ve yıkılmasını durdurmasıyla olacak bir şeydir.

 

Seküler devlet birinci sınıf olanlar için -ki bunlara kısaca “zenginler” diyebiliriz- her olanağı hazırlamıştır ve onlar için her imkân vardı. Onlar doğumdan ölene kadar farklı ve ayrıcalıklı yaşarlar. Özel hastânelerde özel doktorların eşliğinde doğarlar, lüks evlerde yaşarlar, lüks arabalarla ve ulaşım araçlarıyla yolculuk yaparlar, özel okullar, özel hastâneler, özel muâmeleler, güzel yemekler, içecekler, giysiler, işler, bol paralar vs. içinde konforlu bir hayat sürerler. Üstelik devletin genel halk için sağladığı sıkıntılı ve sonuç alınamayan hastane, okul, iş, ulaşım vs.lerle falan uğraşıp da sıkıntıya girmezler. İkinci sınıf ise  birinci sınıf olanlar gibi muâmele görmek için, eğer varsa, uzun zaman boyunca biriktirdikleri paraları harcamak zorunda kalırlar. Meselâ bir sağlık sorunu nedeniyle devletin halka sağladığı olanaklar her zaman yetersiz olduğu için, sıkıntılar içinde olan ikinci sınıf insanlar, devlet hastânelerinden sonuç alamayınca özel hastânelerde para harcamak zorunda kalarak birinci sınıf muâmele görmeye hak kazanırlar ve sorunları da genelde kolayca geçiverir de ızdıraptan kurtulurlar.      

 

İnsan özel muâmele görmeyi ve ayrıcalıklı birinci sınıf insan olarak kabûl edilmeye ne kadar da düşkündür. Öyle ki Allah herkesi -hâşâ- birer ilah olarak yaratsaydı bile, bu ilah-insanlar, yine “birinci sınıf ilahlar” ve ve “ikinci-üçüncü sınıf ilahlar” olarak ayrılırlardı. Tabi yine Allah’ı hiç hesâba katmazlardı da O’nu ikinci-üçüncü sıraya koyarlardı. Fakat “Allah’ı ikinci sıraya koymak”, affedilmeyecek tek günah olan “şirk”tir ki şirk işte budur.

 

Peki çâre nedir?. Çâre şudur; Allah vahiylerini seçtiği bir peygambere gönderir ve onun üzerinden de Allah’ın emir ve yasakları tüm insanlara duyurulur, yâni Allah vahiy nîmetini insanlara tek bir kişi üzerinden dağıtır. “Tekten çoğa” doğru bir yol izlenir İslâm’da. İşte aynen bunun gibi; Allah mal-mülk nîmetini de bol-bol verdiği insanlar üzerinden dağıtmak ve tüm insanlara ulaştırmak ister. Bu hem imtihan hem de bizim tam olarak idrâk edemeyeceğimiz nedenlerden dolayı böyledir. O-hâlde yapılması gereken şey, kendilerine bol rızık verilenlerin zekatlarını, hayırlarını, sadakalarını, infaklarını tam olarak yapmaları ve “rızıkta eşitlik”i sağlamalarıdır. Bunu ya seve-seve yada … yapacaklardır:

 

“Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; (fakat) üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah’ın nîmetini inkâr mı ediyorlar?” (Nâhl 71).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Nîsan 2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder