29 Nisan 2024 Pazartesi

Kızmak ve Kızdırılmak Üzerine

 

“Şüphesiz küfredenlere de (şöyle) seslenilir: ‘Allah’ın gazaplanması, elbette sizin kendi nefislerinize gazaplanmanızdan daha büyüktür. Çünkü siz, îmâna çağrıldığınız zaman inkâr ediyordunuz” (Mü’minûn 10).

 

Kur’ân’da Allah’ın kızdığı ve kızmadığı şeyler, O’nun “sevdiği ve sevmediği şeyler” olarak söylenir. Çünkü Allah’ın bir şeye insanlar gibi öfkelenip köpürmesi ve kızması düşünülemez. Allah’ın hem Cemâl ve Celâl ismi, hem de Rahmân-Rahîm ve Müntakîm (intikâm alan) isimleri vardır. Yoksa Allah mistiklerin, ezoteriklerin, bâtınîlerin, tasavvufçuların, gevşemiş ve yavşamış olanların  ve kendini bilmezlerin zannettiği gibi ne yaparsanız-yapın affedici olan pasif bir ilah değildir. Allah elbette bir şeye kızabilen bir İlah’tır. Allah’ın indirdiği tüm vahiyler ve gönderdiği tüm peygamberler, adâletsizliğe, eşitsizliğe, merhâmet ve vicdansızlığa, haksızlığa ve ahlâksızlığa, şirkle, küfre, nifaka, fitneye, fesada, günaha, harama, ayıba, suça ve şerefsizliklere kızmasının bir sonucudur. Allah’ın râzı olduğu şeyler “sevdiği şeyler” iken, râzı olmadığı şeyler ise “kızdığı ve sevmediği şeyler”dir.

 

Peygamberler de böyledir. Peygamberler Allah’ın râzı olduklarını seven ve râzı olmadıklarına kızan ve düşman olan insanlardır. Evet; peygamberler de insandırlar ve onlar da kızarlar. Yoksa onlar câhillerin sandığı gibi ne olursa-olsun her-şeyi sâkince ve hiç tepki vermeden karşılayan pasif kişiler değildir. Peygamberler kerîm öfkelere sâhip olan, hakkın ve hakîkatin yılmaz savunucularıdır. Bu nedenle de kızdıkları şeyler vardır ve  zâten hayatları boyunca da mücâdeleleri kızdıkları şeye karşı olmuştur. Tabi bu-arada kendileri ve onlarla birlikte olanlar da kızdırılmıştır ve kızmışlardır. Çünkü kızmak ve kızdırılmak her zaman olmuş ve olması gereken bir şeydir, belli bir ölçüde doğal ve normâldir. Asıl doğal ve normâl olmayan şey, ne  olursa-olsun ilgisiz ve tepkisiz kalarak hiç-bir şeye kızmamaktır.

 

Tabi öfke ve kızgınlık insanı yıpratan bir şey olduğu için hem kızmaya neden olan şeyi ortadan kaldırmak için ne gerekiyorsa yapılmalı hem de kişisel olarak bâzı tedbirler alınmalıdır. Peygamberimiz’in bu konudaki tavsiyelerinden biri şöyledir: “Gazap, şeytandandır, şeytan ateşten yaratılmıştır, ateş ise su ile söndürülür; biriniz öfkelendiği zaman abdest alsın”. Yine; “kızgın ve öfkeli insanın sâkinleşmesi için ayakta ise oturması, oturuyorsa uzanmasını” tavsiye eder.

 

Dünyâ Dünyâ’dır ve cennet değildir. Dünyâ’da genelde işler yolunda gitmez. Târih boyunca sâdece bâzı peygamberlerin zamânında işler mutlak anlamda değil ama genel anlamda yoluna girmiştir ama o zaman bile insanı kızdıracak ve kızılacak bir-çok şey olmuştur. Demek ki kızmak ve kızdırılmak kaçınılmazdır. Zîrâ sünnetullah ve imtihan nedeniyle Dünyâ’da her zaman olaylar, sorunlar ve musîbetler olacaktır ve bunların çoğu insanı kızdıracak şekilde olacaktır.

 

Peki böyle olmasına rağmen insanların çoğu niçin kızmaya ve kızdırılmaya karşıdır ve hiç sorunsuz, dertsiz ve tasasız bir hayâtı özler?. Çünkü insanların çoğu câhildir ve bencildir. Zîrâ onlar Allah’ın râzı olduğu Kur’ân ve Sünnet yolunda olmadıkları için zihinleri hakîkat ile inşâ olmamıştır ve uydurma şeylerle dolmuştur. Dîni hesâba katmayan yada takmayanlar ise insanı, aklı, maddeyi, eşyâyı, hümanizm’e taptıkları ve “cenneti Dünyâ’da kurma cinneti”yle mâlûl oldukları için, dertsiz-tasasız, sâkin, zevk, neşe, haz, huzûr ve refah içinde bir hayâtı özlerler ki günümüzde buna modern müslümanlar da dâhil olmaya başlamışlardır. Zîrâ dediğimiz gibi, zihinleri Kur’ân ve Sünnet ile inşâ olmamış ve nerede câhil ve bencil şeytanlar ve tâğutlar varsa onları izlemişler ve onların peşlerine takılmışlardır. Bu-bağlamda meselâ lâik-seküler Türklerin zihinlerini eski günler ve Allahsız düşlünceler ve uygulamalar inşâ etmişken, Türk müslümanları ise muhâfazakâr parti lîderleri ve yine muhâfazakâr târikat-tasavvuf merkezli yine muhâfazakâr cemaatler inşâ etmiştir. Bunlar Türk insanına sürekli olarak güzel, iyi, mutlu-mesut günlerin vaâdini vermişler, sünnetullahı ve imtihanı hesâba katmadıkları ve zâten bunun câhili oldukları için onları bilinçlendirememişlerdir.

 

28 Şubat sürecinden sonra sivri yerleri törpülenen, gazları alınan ve iyice bir korkutulduğu için gevşeyen ve yavşayan Türk müslümanlara, AKP-FETÖ iş-birliği içinde sürekli olarak her-şeyin yolunda gittiği ve gideceği umûdunu ve vaâdi verilmiştir. Zâten bu iki kaderci grup, her-şeyin mutlak anlamda Allah tarafından yazılan senaryo gereğince iyi olduğu ve olacağı düşüncesini aşılayarak zihniyetleri bozmuşlardır. Artık bu insanlara göre her-şey yolundadır ve yolunda olacaktır. Çünkü ne de olsa Allah kaderi önceden yazmıştır ve AKP-FETÖ iş-birliği Allah’ın Türk insanına ama daha çok da Türk müslümanlarına bir lütuf olmuştur. Sonunda da bu insanlar tarafından her-şey yolunda gitmektedir. Bu nedenle de kızmaya ve kızdırılmaya gerek yoktur. Lâkin günler geçmiş ve sünnetullah ile imtihan devreye girip de bunlar birbirlerine düşlünce birbirlerine karşı müthiş bir öfkeye kapılınca, hem kızma hem de kızdırma yarışına girmişlerdir. Sonunda da herkes bir taraflara savrulmuştur.  

 

Kızmak ve kızdırılmak istemeyenler bunu nasıl isteyebiliyorlar, anlaşılır gibi değil. Meselâ günümüzde İsrâil’in yaptıklarına bakınca kızmıyor musunuz?. İsrâil sizi kızdırmış olmuyor mu?. İnsanların orada aç, susuz, çıplak, evsiz kalmaları ve yaralanıp ölmeleri karşısında da sâkin ve huzûr içinde misiniz yâni?. Bir müslümanın adâletsizlik, eşitsizlik, haksızlık, ahlâksızlık, merhâmetsizlik, vicdansızlık, şirk, küfür, nifak, haram, günah, ayıp, suç ve şerefsizlikler karşısında kızmaması ve bu yüzden de karşısındakini kızdırmaması da ne demek?. Ne yâni; o derece mi gevşediniz ve o kadar mı yavşaklaştınız!.

 

Öfkeye ve kızmaya neden olan şeyin ortadan kaldırılması ve sorunun düzeltilmesi önemlidir, yoksa sorun ortada öylece duruyorken öfkeyi yenip de sâkin-sâkin durmanın bir yararı yoktur.

 

Dünyâ târih boyunca hiç-bir zaman cennet olmamıştır ve olmayacaktır da. Çünkü Dünyâ bir imtihan, zorluk, mücâdele kızma ve kızdırma-kızdırılma alanıdır. Zâten ancak bunun mücâdelesini en iyi şekilde verenler cenneti hak edeceklerdir. Yoksa hiç-bir dert, tasa, sıkıntı olmadan ve zevk, neşe, haz, huzûr ve sevinç içinde yaşanan Dünyâ’nın sonu ancak cehenneme çıkar, cennete değil. Zîrâ öncekilerin ve şimdikilerin yaşadığı zorlukların benzerini siz de yaşamadığınız müddetçe cenneti hak edemezsiniz. Allah bu konuda bizi şöyle uyarır:

       

“İnkâr edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) Siz Dünyâ hayâtınızda bütün güzelliklerinizi ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbârınız) ve fâsıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile cezâlandırılacaksınız” (Ahkâf 20).

 

“Yoksa siz, içinizden cihad edenleri ve Allah’tan ve Resûlü’nden ve mü’minlerden başka sır-dostu edinmeyenleri Allah ‘bilip (ortaya) çıkarmadan’ bırakılıvereceğinizi mi sandınız?. Allah yaptıklarınızdan haberdardır” (Tevbe 16).

 

“Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?. Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, berâberindeki mü’minlerle; ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin!, şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır” (Bakara 214).

 

Sünnetullah ve imtihan gereğince kızmak ve kızdırılmak kaçınılmaz bir şeydir ve ondan kaçmak mümkün değildir. İsteseniz de istemezseniz de bir şeylere kızacak ve birileri tarafından kızdırılacaksınız.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Nîsan 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder