“Şüphesiz küfredenlere
de (şöyle) seslenilir: ‘Allah’ın gazaplanması, elbette sizin kendi
nefislerinize gazaplanmanızdan daha büyüktür. Çünkü siz, îmâna çağrıldığınız
zaman inkâr ediyordunuz” (Mü’minûn 10).
Kur’ân’da Allah’ın kızdığı ve kızmadığı şeyler, O’nun “sevdiği
ve sevmediği şeyler” olarak söylenir. Çünkü Allah’ın bir şeye insanlar gibi
öfkelenip köpürmesi ve kızması düşünülemez. Allah’ın hem Cemâl ve Celâl ismi,
hem de Rahmân-Rahîm ve Müntakîm (intikâm alan) isimleri vardır. Yoksa Allah mistiklerin,
ezoteriklerin, bâtınîlerin, tasavvufçuların, gevşemiş ve yavşamış
olanların ve kendini bilmezlerin zannettiği
gibi ne yaparsanız-yapın affedici olan pasif bir ilah değildir. Allah elbette
bir şeye kızabilen bir İlah’tır. Allah’ın indirdiği tüm vahiyler ve gönderdiği
tüm peygamberler, adâletsizliğe, eşitsizliğe, merhâmet ve vicdansızlığa,
haksızlığa ve ahlâksızlığa, şirkle, küfre, nifaka, fitneye, fesada, günaha,
harama, ayıba, suça ve şerefsizliklere kızmasının bir sonucudur. Allah’ın râzı
olduğu şeyler “sevdiği şeyler” iken, râzı olmadığı şeyler ise “kızdığı ve
sevmediği şeyler”dir.
Peygamberler de böyledir. Peygamberler Allah’ın râzı
olduklarını seven ve râzı olmadıklarına kızan ve düşman olan insanlardır. Evet;
peygamberler de insandırlar ve onlar da kızarlar. Yoksa onlar câhillerin
sandığı gibi ne olursa-olsun her-şeyi sâkince ve hiç tepki vermeden karşılayan
pasif kişiler değildir. Peygamberler kerîm öfkelere sâhip olan, hakkın ve
hakîkatin yılmaz savunucularıdır. Bu nedenle de kızdıkları şeyler vardır
ve zâten hayatları boyunca da mücâdeleleri
kızdıkları şeye karşı olmuştur. Tabi bu-arada kendileri ve onlarla birlikte
olanlar da kızdırılmıştır ve kızmışlardır. Çünkü kızmak ve kızdırılmak her
zaman olmuş ve olması gereken bir şeydir, belli bir ölçüde doğal ve normâldir.
Asıl doğal ve normâl olmayan şey, ne
olursa-olsun ilgisiz ve tepkisiz kalarak hiç-bir şeye kızmamaktır.
Tabi öfke ve kızgınlık insanı yıpratan bir şey olduğu
için hem kızmaya neden olan şeyi ortadan kaldırmak için ne gerekiyorsa
yapılmalı hem de kişisel olarak bâzı tedbirler alınmalıdır. Peygamberimiz’in bu
konudaki tavsiyelerinden biri şöyledir: “Gazap, şeytandandır, şeytan ateşten
yaratılmıştır, ateş ise su ile söndürülür; biriniz öfkelendiği zaman abdest
alsın”. Yine; “kızgın ve öfkeli insanın sâkinleşmesi için ayakta ise oturması,
oturuyorsa uzanmasını” tavsiye eder.
Dünyâ Dünyâ’dır ve cennet değildir. Dünyâ’da genelde işler
yolunda gitmez. Târih boyunca sâdece bâzı peygamberlerin zamânında işler mutlak
anlamda değil ama genel anlamda yoluna girmiştir ama o zaman bile insanı
kızdıracak ve kızılacak bir-çok şey olmuştur. Demek ki kızmak ve kızdırılmak
kaçınılmazdır. Zîrâ sünnetullah ve imtihan nedeniyle Dünyâ’da her zaman
olaylar, sorunlar ve musîbetler olacaktır ve bunların çoğu insanı kızdıracak
şekilde olacaktır.
Peki böyle olmasına rağmen insanların çoğu niçin kızmaya
ve kızdırılmaya karşıdır ve hiç sorunsuz, dertsiz ve tasasız bir hayâtı özler?.
Çünkü insanların çoğu câhildir ve bencildir. Zîrâ onlar Allah’ın râzı olduğu
Kur’ân ve Sünnet yolunda olmadıkları için zihinleri hakîkat ile inşâ olmamıştır
ve uydurma şeylerle dolmuştur. Dîni hesâba katmayan yada takmayanlar ise insanı,
aklı, maddeyi, eşyâyı, hümanizm’e taptıkları ve “cenneti Dünyâ’da kurma cinneti”yle
mâlûl oldukları için, dertsiz-tasasız, sâkin, zevk, neşe, haz, huzûr ve refah
içinde bir hayâtı özlerler ki günümüzde buna modern müslümanlar da dâhil olmaya
başlamışlardır. Zîrâ dediğimiz gibi, zihinleri Kur’ân ve Sünnet ile inşâ
olmamış ve nerede câhil ve bencil şeytanlar ve tâğutlar varsa onları izlemişler
ve onların peşlerine takılmışlardır. Bu-bağlamda meselâ lâik-seküler Türklerin
zihinlerini eski günler ve Allahsız düşlünceler ve uygulamalar inşâ etmişken,
Türk müslümanları ise muhâfazakâr parti lîderleri ve yine muhâfazakâr
târikat-tasavvuf merkezli yine muhâfazakâr cemaatler inşâ etmiştir. Bunlar Türk
insanına sürekli olarak güzel, iyi, mutlu-mesut günlerin vaâdini vermişler, sünnetullahı
ve imtihanı hesâba katmadıkları ve zâten bunun câhili oldukları için onları
bilinçlendirememişlerdir.
28 Şubat sürecinden sonra sivri yerleri törpülenen,
gazları alınan ve iyice bir korkutulduğu için gevşeyen ve yavşayan Türk
müslümanlara, AKP-FETÖ iş-birliği içinde sürekli olarak her-şeyin yolunda
gittiği ve gideceği umûdunu ve vaâdi verilmiştir. Zâten bu iki kaderci grup,
her-şeyin mutlak anlamda Allah tarafından yazılan senaryo gereğince iyi olduğu
ve olacağı düşüncesini aşılayarak zihniyetleri bozmuşlardır. Artık bu insanlara
göre her-şey yolundadır ve yolunda olacaktır. Çünkü ne de olsa Allah kaderi
önceden yazmıştır ve AKP-FETÖ iş-birliği Allah’ın Türk insanına ama daha çok da
Türk müslümanlarına bir lütuf olmuştur. Sonunda da bu insanlar tarafından
her-şey yolunda gitmektedir. Bu nedenle de kızmaya ve kızdırılmaya gerek
yoktur. Lâkin günler geçmiş ve sünnetullah ile imtihan devreye girip de bunlar
birbirlerine düşlünce birbirlerine karşı müthiş bir öfkeye kapılınca, hem kızma
hem de kızdırma yarışına girmişlerdir. Sonunda da herkes bir taraflara
savrulmuştur.
Kızmak ve kızdırılmak istemeyenler bunu nasıl isteyebiliyorlar,
anlaşılır gibi değil. Meselâ günümüzde İsrâil’in yaptıklarına bakınca kızmıyor
musunuz?. İsrâil sizi kızdırmış olmuyor mu?. İnsanların orada aç, susuz,
çıplak, evsiz kalmaları ve yaralanıp ölmeleri karşısında da sâkin ve huzûr
içinde misiniz yâni?. Bir müslümanın adâletsizlik, eşitsizlik, haksızlık, ahlâksızlık,
merhâmetsizlik, vicdansızlık, şirk, küfür, nifak, haram, günah, ayıp, suç ve
şerefsizlikler karşısında kızmaması ve bu yüzden de karşısındakini kızdırmaması
da ne demek?. Ne yâni; o derece mi gevşediniz ve o kadar mı yavşaklaştınız!.
Öfkeye ve kızmaya neden olan şeyin ortadan kaldırılması ve
sorunun düzeltilmesi önemlidir, yoksa sorun ortada öylece duruyorken öfkeyi
yenip de sâkin-sâkin durmanın bir yararı yoktur.
Dünyâ târih boyunca hiç-bir zaman cennet olmamıştır ve olmayacaktır
da. Çünkü Dünyâ bir imtihan, zorluk, mücâdele kızma ve kızdırma-kızdırılma
alanıdır. Zâten ancak bunun mücâdelesini en iyi şekilde verenler cenneti hak edeceklerdir.
Yoksa hiç-bir dert, tasa, sıkıntı olmadan ve zevk, neşe, haz, huzûr ve sevinç
içinde yaşanan Dünyâ’nın sonu ancak cehenneme çıkar, cennete değil. Zîrâ öncekilerin
ve şimdikilerin yaşadığı zorlukların benzerini siz de yaşamadığınız müddetçe
cenneti hak edemezsiniz. Allah bu konuda bizi şöyle uyarır:
“İnkâr edenler ateşe
sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) Siz Dünyâ hayâtınızda bütün
güzelliklerinizi ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk
sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbârınız) ve
fâsıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile
cezâlandırılacaksınız” (Ahkâf 20).
“Yoksa
siz, içinizden cihad edenleri ve Allah’tan ve Resûlü’nden ve mü’minlerden başka
sır-dostu edinmeyenleri Allah ‘bilip (ortaya) çıkarmadan’ bırakılıvereceğinizi
mi sandınız?. Allah yaptıklarınızdan haberdardır” (Tevbe
16).
“Yoksa
sizden önce gelip-geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi
sandınız?. Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve
öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, berâberindeki mü’minlerle; ‘Allah’ın
yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin!, şüphesiz Allah’ın yardımı pek
yakındır” (Bakara 214).
Sünnetullah
ve imtihan gereğince kızmak ve kızdırılmak kaçınılmaz bir şeydir ve ondan
kaçmak mümkün değildir. İsteseniz de istemezseniz de bir şeylere kızacak ve
birileri tarafından kızdırılacaksınız.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Nîsan
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder