29 Nisan 2024 Pazartesi

Kendini Dev-Aynasında Görmek

 

“Âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır; onda sonsuz olarak kalacaklardır” (A’raf 36).

 

“Ve meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ dedik. İblis hâriç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu” (Bakara 34).

 

Kendini dev-aynasında görmek: “Kendini çok büyük biri, olduğundan çok üstün, çok önemli biri olarak görmek, büyüklenmek” demektir.

 

Şeytanın, Allah’ın apaçık emrine karşı kendini dev-aynasında gördüğü için büyüklenmesi ve secde etmemesi ile başlayan süreç, kendini dev-aynasında görenler tarafından her dâim sürdürülmüştür ve sürdürülmektedir.

 

Kendini dev-aynasında görmek, Allah karşısında haddini bilmemenin bir sonucudur ve aslında “Allah’a karşı Allahlık taslamak”tır. Çünkü kendini dev-aynasında görenler; boyları-postları, evlatları, çevresi, makâmı-mevkisi, yetenekleri, parası, malı-mülkü, zenginliği, bilgisi, aklı, zekâsı, kurnazlığı, destekçileri, yandaşları ve tâkipçilerinin çokluğu nedeniyle kendini dev-aynasında görmekte ve kibirlendikçe-kibirlenmekte ve büyüklendikçe-büyüklenmektedir. Öyle ki artık, kendini dev-aynasında görenler Allah’a bile ihtiyâcı kalmadığını düşünmektedir.

 

Evet; insanların kendini dev-aynasında görmelerine neden olan her-şey aslında Allah’ın yarattığı ve insanlara imtihan için verdiği şeylerdir. Malk-mülk, makâm-mevkî, para, insan, bilgi vs. hep Allah’tandır. Fakat insanlar bunu düşünemezler de tüm bunları kendi özel bilgi, yetenek ve yaptıklarına bağlayarak kendilerini dev-aynasında görürler ve Allah’a bile meydan okurlar. Oysa toprağın altı, kendini dev-aynasında gören âcizlerle doludur. Kendini dev-aynasında gören ve “küçük dağları ben yarattım” edâsında ve havasında bir ilah gibi davranan niceleri vardır ki, çişlerini-boklarını bile tutmayan, âciz zavallılara dönmekten kurtulamamış, belâlar, sıkıntılar, yaşlılık, hastalık ve sonunda da ölüm ile, çürümüş et ve kemik yığınlarına dönmüşlerdir. Üstelik âhirette de perişanlık ve pişmanlık içinde yaşayacaklardır.

 

Târih boyunca nice boy-post, mal-mülk, para-servet, makâm-mevkî, servet-siyâset, şöhret-şehvet, bilgi ve mâlûmat-sâhibi insanlar vardır ki, onlardan hiç-bir iz kalmamıştır. Yine dev-aynasında görerek kendini ilah, tanrı, peygamber, ulu kişi, gavs, kutup, şeyh, efendi, büyük lîderi, yüce imamı, ulu önder vs. gören ve kendilerini Allah ile bir tutanlar olmuştur ki, Dünyâ’da acz içinde yaşadıktan sonra cehennemi hak edenlerden olarak ateşe girmeyi beklemektedirler.

 

Oysa Allah, ısrarla üstünlüğün ölçüsünün takvâda olduğunu söyler ve gerçekten üstün olanların takvâca üstün olan kişiler olduğunu bildirir:

 

“Ey insanlar!; gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız ve tanışmanız için sizi halklar ve kabîleler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerîm) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvâca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır” (Hucurât 13).

 

Küçük ve büyük abdestini tutmadığı için altına bez bağlanan, kulağı duymayan, gözü görmeyen, dilleri dökülmüş, doğru-düzgün konuşamayan, yürüyemeyen, yine; sigara, içki ve esrar içen, kumar oynayan, zinâ yapan, yolsuzluklara karışan ve insanları câhil bırakan niceleri vardır ki bu âciz ve günahkâr hâlleriyle bile kendilerini dev-aynasında görmeye devâm ediyorlar ve ilahlık taslıyorlar.

 

Şu câhil, nankör ve zâlim insan, kendini ne kadar da çok seviyor ve ne kadar da çok önemsiyor. Öyle ki Allahlığı bile Allah’a bırakmıyor da kendini ilah îlân edebiliyor. Özellikle tasavvufun -sözde- büyüklerinin şatahat denilen sözleri tam bir kendini bilmezlik, âcizlik, câhillik ve şerefsizliktir.

 

Târih boyunca kendilerini dev-aynasında gören ve bu yüzden de ilahlık taslayanlar, şehvet-şöhret, servet-siyâset ve cehâlet-sâhibi Firavun’un ve Kârûn’un tâkipçilerinden başka en çok da mistikler, ezoterikler, bâtınîler, tasavvufçular, târikatçılar, cemaatler, New Age dinlerin lîderleri, hümanist manyaklar, ruhçu sapkınlar, çok bilmiş akademisyenler, Polyannacı yavşaklar vs’dir. Fakat özellikle tasavvufta kendini dev-aynasında görmek ve Allah îlân etmek çok bâriz ve yaygındır. “Tasavvufun büyükleri” olarak bilinen ama aslında “şerefsizin önde gidenleri” olanların şu sözlerine bir bakar mısınız:

 

“Sâlik, kâfir olmadıkça müslüman olamaz, kardeşinin başını kesmedikçe müslüman olamaz. Anası ile tezevvüc etmedikçe (evlenmedikçe) müslüman olamaz” (Mektubat, İmam Rabbâni 445. Mektup). (Rabbâni bu mektupta bu sözleri kendisi söylememiştir ama olumlu anlamda tefsir etmiştir. H.G.)

 

“Var kardaşın öldür, dâhi avradın boşa, anana kâbin kıydır ki Hakk'ı ıyân göresin”. Sadeleştirip bu-günkü dille söylersek: “Git, kardeşini öldür ve karını boşa, annenle nikâh kıydır, (Böylece) Allah'ı açıkça görmüş olursun” (Yunus Emre).

 

“Ey akıllı kişi!, iyi düşün. Put, varlık bakımından bâtıl değildir ki. Bil ki putu yaratan da Ulu Tanrı. İyinin yaptığı her-şey iyidir” (Şebusterî).

“Kıldan köprü yaratmışsın. Gelsin kullar geçsin deyû. Hele biz şöyle duralım. Yiğit isen geç a Tanrı” (Kaygusuz Abdal).

 

“Kıl gibi köpri gerersin geç deyû. Gel seni sen tuzağından seç deyû. Ya düşer ya dayanur yahut uçar. Kıl gibi köpriden âdem mi geçer?. Kulların köpri yaparlar hay içün. Hayrı budur kim geçerler seyr içün...” (Yûnus Emre).

 

“Aşk katında küfr ile İslâm birdir. Her kanda mesken eylese âşık emîrdir” (Seyyid Nesîmî).

 

“Benem Hakk'ın kudret eli. Benem belî aşk bülbülü. Söyleyip her türlü dili. Halka haber veren benem” (Yûnus Emre).

 

“Allah’a andolsun ki benim bayrağım Muhammed (s.a.v.)’in bayrağından daha büyüktür!. Benim bayrağım nûrdur. Altında bütün insanlar ve cinler ve peygamberlerden olanlar bulunuyor” (Bayezid-i Bistâmi).

 

“Mûsa peygamber, Allah’ı görmek istedi. Ben ise Allah’ı görmeyi değil, Allah beni görmeyi irâde buyurdu!” (Bayezid-i Bistâmi).

 

“Kul Rab’dir; Rab de kuldur. Keşke bilseydim mükellef olan kimdir?” (Bayezid-i Bistâmi).

 

“İnsanlar, Allah'a taptıkları zannında bulundukları vakit Allah'tır ki kendi kendine tapar” (Bayezid-i Bistâmi).

 

“Kâfirlere gelince, onlar bizzat Allah’a kulluk etmişlerdir. Çünkü, Cenâb-ı Hak bütün varlıkların gerçeği (yâni özü ve ta kendisi) olduğuna göre -ki kâfirler de varlıkların bir bölümüdürler- öyleyse Cenâb-ı Hak onların da gerçeğidir” (Abdülkerim el-Ciyli).

 

“Medreseyle minâre yıkılmadıkça kalenderlik töreni düzene giremez. Îman küfür, küfür de îman olmadıkça Tanrının hiç-bir kulu, hakkiyle müslüman olamaz” (Celâleddin Rûmi).

 

“Bir işin yapılmasını söylediği zaman Şeyh Muhammed Hâdim, İnşaallah deyince Mevlânâ bağırıyor. A aptal, ya söyleyen kim?” (Celâleddin Rûmi).

 

“Mevlâna peygamber değildir ama Kitap-sâhibidir” (Câmi).

 

“Allah beni över ben de O’nu; O bana kulluk eder, ben de O’na. Hak beni yarattı ki kendisini bileyim; ben de O’nu, bilmek ile var kıldım” (Muhyiddin İbn-i Arâbi).

 

Bayezid-i Bistâmi’ye ruhûnu ulûhiyetin zâtına nasıl yükselttiğini sormuşlar, o da şöyle demiş: “Yılan, derisinden soyulduğu gibi ben de nefsimden soyuldum, sonra zâtıma nazar ettim, bir den ne göreyim, ben, O'yum”.

 

Bir keresinde müezzin: “Allah-u Ekber” dediğinde Bayezid: “Ben daha büyüğüm” demiş.

 

Turab el-Nahsebi, bir müridine: “Bayezid'i bir kere görsen, senin için yetmiş kere Cenâb-ı Hakkı görmekten daha faydalı olur" demiştir.

 

Hallac-ı Mansur şöyle der: Dünyâ-zevklerinden yüz çevirip nefsini terbiye ve kâlbini tasfiye eden kişi yavaş-yavaş Allah’a yaklaşır; daha sonra O’nun dostu olur ve en nihâyet de nefsini yok ederek beşerî sıfatlardan sıyrılır; ve Hz. Îsâ’da olduğu gibi, Allah’ın rûhu ona hulûl eder. Bu takdirde o artık, Allah olur ve her-şey artık onun emrine boyun eğer. Yine şöyle der: “Ben sevgiliyim ve sevgilim ben. Biz bir tek gövdeye hulûl etmiş iki rûhuz. Beni görünce O'nu görmüş, O’nu görünce beni görmüş olursun. Hak, benim”.

 

Muhyiddin ibn-i Arâbi, Allah ile âlemi yâni kâinâtı aynı görür ve kâinâta şu sözlerle “Allah” der:

 

“Vücûd bakımından âlem, Allah’tan başka değildir. Başka bir deyişle, varlığı ancak âlemin vücûdu ile meydana çıkan, Allah’tır. Âlem, Allah’ın bizzat kendi içinde ayırıp belirttiği sûretler ve şekillerdir ve bunlar vücûdu tamâmıyla tüketmişlerdir. Yâni Allah, yaratık adı ile adlanan ne varsa hepsinin içine sokulmuştur. Böyle olunca, Allah her görenle görür ve her görünende görünür. Zât, sıfatlarının; sıfatlar da tecellileri ve şuunları (fiilleri) olan âlemin kendisidir. Böyle olunca âlemde en şerefli yaratık olan insan da Allah’tan başka olamaz”.

 

Bu düşünceye göre, “kâinat sürekli olarak yaratılma hâlinde olduğu” için; “Allah kendinden başka bir şey yaratmaz ve sâdece kendini yaratır” diye bir sonuç çıkıyor ortaya.

 

İbn-i Arâbi’nin sistemleştirdiği Vahdet-i Vücut inancı da bir şirk ve sapıklıktır. Hattâ şirkin ve sapıklığın kemâlidir.

 

Bu sözler, tasavvufçuların sarhoşken yada psikolojik sorunları pik yapmış ve paranoyak şizofreni durumu ayyuka çıktığında söylemiş oldukları sözlerdir. Bu sözler bir şuursuzluk hâlinde söylenmiş sözler olduğu için, mecbûren incir çekirdeğini bile doldurmayacak sözler olmuştur. Tasavvuf “uydurma”lardan ibârettir ve müntesipleri bu uydurmalara körü-körüne inanan sapkınlardır.

 

Tasavvufun meşhurları, bir “egomania” içine düşmüş ve bu hâlde iken etmişlerdir “şathiye” denilen bu sapıkça sözlerini. (Egomania=Aşırı bencillik, manyakça kendini beğenmişlik, kendine hayranlık).

 

Bunlara söylenecek söz şudur: Ey kendini dev-aynasında görenler ve de kendilerini ilah zannedenler!; siz hiç-bir bok değilsiniz ve Allah’ın katında köpek kadar bile değeriniz yoktur. Şeytan sizinle ancak taşak geçiyor. Şeytan sizin kulağınıza fısıldıyor ve siz de saçmaladıkça-saçmalıyorsunuz ve kendinizi dev-aynasında görüyorsunuz. Sizin söylediklerinizin de, yolunuzun-yordamınızın da, düşüncelerinizin ve inancınızın da ta … …”.

 

Modern insan ise târihte hiç olmadığı şekilde kitlesel anlamda kendini dev-aynasında görmektedir ve herkes kendi ilahlığını îlân etmiştir. Oysa modern insanlar “aynadan labirentler”e hapsolmuş durumdadırlar. Aynadan labirentler içinde her yerde kendilerini gördükleri için, “kendilerinden başka mevcut bir varlık yok” zannediyorlar. Bu nedenle öyle bir havalara giriyorlar ki sormayın gitsin. Oysa Allah kendilerini dev-aynasında görenlere apaçık şekilde şöyle diyor:

 

“Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri âyetlerimden engelleyeceğim. Onlar her âyeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gâfil olmaları dolayısıyladır” (A’raf 146).

 

İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir” (Lokman 18-19).

 

“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca erişebilirsin” (İsrâ 37).

 

Allah katında “gerçekten üstün” olanlar, sağlam bir îmâna sâhip olan takvâ-sâhibi mü’minlerdir:

 

Ey lâilâheillallah diyenler ve Allah’tan başka “ekber” olmadığını bilenler!; kendilerini dev-aynasında görenler ve ilahlık taslayanlar karşısında sakın ha gevşeklik göstermeyin ve dik durun. Çünkü:

 

“Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) îman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz” (Âl-i İmran 139).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Nîsan 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder