“Âyetlerimizi
yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır;
onda sonsuz olarak kalacaklardır” (A’raf 36).
“Ve
meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ dedik. İblis hâriç (hepsi) secde ettiler. O ise,
diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu” (Bakara 34).
Kendini dev-aynasında
görmek: “Kendini çok büyük biri, olduğundan çok üstün, çok önemli biri olarak
görmek, büyüklenmek” demektir.
Şeytanın,
Allah’ın apaçık emrine karşı kendini dev-aynasında gördüğü için büyüklenmesi ve
secde etmemesi ile başlayan süreç, kendini dev-aynasında görenler tarafından
her dâim sürdürülmüştür ve sürdürülmektedir.
Kendini
dev-aynasında görmek, Allah karşısında haddini bilmemenin bir sonucudur ve
aslında “Allah’a karşı Allahlık taslamak”tır. Çünkü kendini dev-aynasında görenler;
boyları-postları, evlatları, çevresi, makâmı-mevkisi, yetenekleri, parası,
malı-mülkü, zenginliği, bilgisi, aklı, zekâsı, kurnazlığı, destekçileri, yandaşları
ve tâkipçilerinin çokluğu nedeniyle kendini dev-aynasında görmekte ve kibirlendikçe-kibirlenmekte
ve büyüklendikçe-büyüklenmektedir. Öyle ki artık, kendini dev-aynasında
görenler Allah’a bile ihtiyâcı kalmadığını düşünmektedir.
Evet;
insanların kendini dev-aynasında görmelerine neden olan her-şey aslında Allah’ın
yarattığı ve insanlara imtihan için verdiği şeylerdir. Malk-mülk, makâm-mevkî,
para, insan, bilgi vs. hep Allah’tandır. Fakat insanlar bunu düşünemezler de
tüm bunları kendi özel bilgi, yetenek ve yaptıklarına bağlayarak kendilerini
dev-aynasında görürler ve Allah’a bile meydan okurlar. Oysa toprağın altı,
kendini dev-aynasında gören âcizlerle doludur. Kendini dev-aynasında gören ve “küçük
dağları ben yarattım” edâsında ve havasında bir ilah gibi davranan niceleri
vardır ki, çişlerini-boklarını bile tutmayan, âciz zavallılara dönmekten
kurtulamamış, belâlar, sıkıntılar, yaşlılık, hastalık ve sonunda da ölüm ile,
çürümüş et ve kemik yığınlarına dönmüşlerdir. Üstelik âhirette de perişanlık ve
pişmanlık içinde yaşayacaklardır.
Târih
boyunca nice boy-post, mal-mülk, para-servet, makâm-mevkî, servet-siyâset,
şöhret-şehvet, bilgi ve mâlûmat-sâhibi insanlar vardır ki, onlardan hiç-bir iz
kalmamıştır. Yine dev-aynasında görerek kendini ilah, tanrı, peygamber, ulu
kişi, gavs, kutup, şeyh, efendi, büyük lîderi, yüce imamı, ulu önder vs. gören
ve kendilerini Allah ile bir tutanlar olmuştur ki, Dünyâ’da acz içinde
yaşadıktan sonra cehennemi hak edenlerden olarak ateşe girmeyi beklemektedirler.
Oysa
Allah, ısrarla üstünlüğün ölçüsünün takvâda olduğunu söyler ve gerçekten üstün
olanların takvâca üstün olan kişiler olduğunu bildirir:
“Ey
insanlar!; gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi
tanımanız ve tanışmanız için sizi halklar ve kabîleler (şeklinde) kıldık.
Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerîm) olanınız, (ırk, renk, soy ve
servetçe değil) takvâca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber
alandır” (Hucurât 13).
Küçük ve büyük abdestini tutmadığı için
altına bez bağlanan, kulağı duymayan, gözü görmeyen, dilleri dökülmüş,
doğru-düzgün konuşamayan, yürüyemeyen, yine; sigara, içki ve esrar içen, kumar
oynayan, zinâ yapan, yolsuzluklara karışan ve insanları câhil bırakan niceleri
vardır ki bu âciz ve günahkâr hâlleriyle bile kendilerini dev-aynasında görmeye
devâm ediyorlar ve ilahlık taslıyorlar.
Şu câhil, nankör ve zâlim insan, kendini ne
kadar da çok seviyor ve ne kadar da çok önemsiyor. Öyle ki Allahlığı bile Allah’a
bırakmıyor da kendini ilah îlân edebiliyor. Özellikle tasavvufun -sözde-
büyüklerinin şatahat denilen sözleri tam bir kendini bilmezlik, âcizlik,
câhillik ve şerefsizliktir.
Târih boyunca kendilerini dev-aynasında gören
ve bu yüzden de ilahlık taslayanlar, şehvet-şöhret, servet-siyâset ve
cehâlet-sâhibi Firavun’un ve Kârûn’un tâkipçilerinden başka en çok da mistikler,
ezoterikler, bâtınîler, tasavvufçular, târikatçılar, cemaatler, New Age dinlerin
lîderleri, hümanist manyaklar, ruhçu sapkınlar, çok bilmiş akademisyenler, Polyannacı
yavşaklar vs’dir. Fakat özellikle tasavvufta kendini dev-aynasında görmek ve
Allah îlân etmek çok bâriz ve yaygındır. “Tasavvufun büyükleri” olarak bilinen
ama aslında “şerefsizin önde gidenleri” olanların şu sözlerine bir bakar mısınız:
“Sâlik, kâfir olmadıkça müslüman olamaz, kardeşinin başını
kesmedikçe müslüman olamaz. Anası ile tezevvüc etmedikçe (evlenmedikçe)
müslüman olamaz” (Mektubat, İmam Rabbâni 445. Mektup). (Rabbâni bu mektupta bu sözleri kendisi söylememiştir ama olumlu anlamda
tefsir etmiştir. H.G.)
“Var kardaşın öldür, dâhi avradın boşa, anana kâbin kıydır ki
Hakk'ı ıyân göresin”. Sadeleştirip bu-günkü dille söylersek: “Git, kardeşini
öldür ve karını boşa, annenle nikâh kıydır, (Böylece) Allah'ı açıkça görmüş
olursun” (Yunus Emre).
“Ey akıllı kişi!, iyi düşün. Put, varlık bakımından bâtıl değildir
ki. Bil ki putu yaratan da Ulu Tanrı. İyinin yaptığı her-şey iyidir”
(Şebusterî).
“Kıldan köprü yaratmışsın. Gelsin kullar geçsin deyû. Hele biz
şöyle duralım. Yiğit isen geç a Tanrı” (Kaygusuz Abdal).
“Kıl gibi köpri gerersin geç deyû. Gel seni sen tuzağından seç
deyû. Ya düşer ya dayanur yahut uçar. Kıl gibi köpriden âdem mi geçer?.
Kulların köpri yaparlar hay içün. Hayrı budur kim geçerler seyr içün...” (Yûnus
Emre).
“Aşk katında küfr ile İslâm birdir. Her kanda mesken eylese âşık
emîrdir” (Seyyid Nesîmî).
“Benem Hakk'ın kudret eli. Benem belî aşk bülbülü. Söyleyip her
türlü dili. Halka haber veren benem” (Yûnus Emre).
“Allah’a andolsun ki benim bayrağım Muhammed (s.a.v.)’in
bayrağından daha büyüktür!. Benim bayrağım nûrdur. Altında bütün insanlar ve
cinler ve peygamberlerden olanlar bulunuyor” (Bayezid-i Bistâmi).
“Mûsa peygamber, Allah’ı görmek istedi. Ben ise Allah’ı görmeyi
değil, Allah beni görmeyi irâde buyurdu!” (Bayezid-i Bistâmi).
“Kul Rab’dir; Rab de kuldur. Keşke bilseydim mükellef olan
kimdir?” (Bayezid-i Bistâmi).
“İnsanlar, Allah'a taptıkları zannında bulundukları vakit Allah'tır
ki kendi kendine tapar” (Bayezid-i Bistâmi).
“Kâfirlere gelince, onlar bizzat Allah’a kulluk etmişlerdir.
Çünkü, Cenâb-ı Hak bütün varlıkların gerçeği (yâni özü ve ta kendisi) olduğuna
göre -ki kâfirler de varlıkların bir bölümüdürler- öyleyse Cenâb-ı Hak onların
da gerçeğidir” (Abdülkerim el-Ciyli).
“Medreseyle minâre yıkılmadıkça kalenderlik töreni düzene giremez.
Îman küfür, küfür de îman olmadıkça Tanrının hiç-bir kulu, hakkiyle müslüman
olamaz” (Celâleddin Rûmi).
“Bir işin yapılmasını söylediği zaman Şeyh Muhammed Hâdim,
İnşaallah deyince Mevlânâ bağırıyor. A aptal, ya söyleyen kim?” (Celâleddin
Rûmi).
“Mevlâna peygamber değildir ama
Kitap-sâhibidir” (Câmi).
“Allah beni över ben de O’nu; O
bana kulluk eder, ben de O’na. Hak beni yarattı ki kendisini bileyim; ben de
O’nu, bilmek ile var kıldım” (Muhyiddin İbn-i Arâbi).
Bayezid-i Bistâmi’ye ruhûnu
ulûhiyetin zâtına nasıl yükselttiğini sormuşlar, o da şöyle demiş: “Yılan,
derisinden soyulduğu gibi ben de nefsimden soyuldum, sonra zâtıma nazar ettim,
bir den ne göreyim, ben, O'yum”.
Bir keresinde müezzin: “Allah-u
Ekber” dediğinde Bayezid: “Ben daha büyüğüm” demiş.
Turab el-Nahsebi, bir müridine: “Bayezid'i
bir kere görsen, senin için yetmiş kere Cenâb-ı Hakkı görmekten daha faydalı
olur" demiştir.
Hallac-ı Mansur şöyle der:
Dünyâ-zevklerinden yüz çevirip nefsini terbiye ve kâlbini tasfiye eden kişi
yavaş-yavaş Allah’a yaklaşır; daha sonra O’nun dostu olur ve en nihâyet de
nefsini yok ederek beşerî sıfatlardan sıyrılır; ve Hz. Îsâ’da olduğu gibi,
Allah’ın rûhu ona hulûl eder. Bu takdirde o artık, Allah olur ve her-şey artık
onun emrine boyun eğer. Yine şöyle der: “Ben sevgiliyim ve sevgilim ben. Biz
bir tek gövdeye hulûl etmiş iki rûhuz. Beni görünce O'nu görmüş, O’nu görünce
beni görmüş olursun. Hak, benim”.
Muhyiddin ibn-i Arâbi, Allah ile
âlemi yâni kâinâtı aynı görür ve kâinâta şu sözlerle “Allah” der:
“Vücûd bakımından âlem, Allah’tan başka değildir. Başka
bir deyişle, varlığı ancak âlemin vücûdu ile meydana çıkan, Allah’tır. Âlem,
Allah’ın bizzat kendi içinde ayırıp belirttiği sûretler ve şekillerdir ve
bunlar vücûdu tamâmıyla tüketmişlerdir. Yâni Allah, yaratık adı ile adlanan ne
varsa hepsinin içine sokulmuştur. Böyle olunca, Allah her görenle görür ve her
görünende görünür. Zât, sıfatlarının; sıfatlar da tecellileri ve şuunları
(fiilleri) olan âlemin kendisidir. Böyle olunca âlemde en şerefli yaratık olan
insan da Allah’tan başka olamaz”.
Bu düşünceye göre, “kâinat sürekli
olarak yaratılma hâlinde olduğu” için; “Allah kendinden başka bir şey yaratmaz
ve sâdece kendini yaratır” diye bir sonuç çıkıyor ortaya.
İbn-i Arâbi’nin sistemleştirdiği
Vahdet-i Vücut inancı da bir şirk ve sapıklıktır. Hattâ şirkin ve sapıklığın
kemâlidir.
Bu sözler, tasavvufçuların
sarhoşken yada psikolojik sorunları pik yapmış ve paranoyak şizofreni durumu
ayyuka çıktığında söylemiş oldukları sözlerdir. Bu sözler bir şuursuzluk
hâlinde söylenmiş sözler olduğu için, mecbûren incir çekirdeğini bile
doldurmayacak sözler olmuştur. Tasavvuf “uydurma”lardan ibârettir ve
müntesipleri bu uydurmalara körü-körüne inanan sapkınlardır.
Tasavvufun
meşhurları, bir “egomania” içine düşmüş ve bu hâlde iken
etmişlerdir “şathiye” denilen bu sapıkça sözlerini. (Egomania=Aşırı bencillik, manyakça kendini beğenmişlik, kendine
hayranlık).
Bunlara söylenecek söz şudur: Ey kendini
dev-aynasında görenler ve de kendilerini ilah zannedenler!; siz hiç-bir bok
değilsiniz ve Allah’ın katında köpek kadar bile değeriniz yoktur. Şeytan
sizinle ancak taşak geçiyor. Şeytan sizin kulağınıza fısıldıyor ve siz de
saçmaladıkça-saçmalıyorsunuz ve kendinizi dev-aynasında görüyorsunuz. Sizin
söylediklerinizin de, yolunuzun-yordamınızın da, düşüncelerinizin ve inancınızın
da ta … …”.
Modern insan ise târihte hiç olmadığı şekilde
kitlesel anlamda kendini dev-aynasında görmektedir ve herkes kendi ilahlığını
îlân etmiştir. Oysa modern insanlar “aynadan labirentler”e hapsolmuş durumdadırlar.
Aynadan labirentler içinde her yerde kendilerini gördükleri için, “kendilerinden
başka mevcut bir varlık yok” zannediyorlar. Bu nedenle öyle bir havalara
giriyorlar ki sormayın gitsin. Oysa Allah kendilerini dev-aynasında görenlere
apaçık şekilde şöyle diyor:
“Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri
âyetlerimden engelleyeceğim. Onlar her âyeti görseler bile ona inanmazlar;
dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık
yolunu gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların âyetlerimizi
yalanlamaları ve onlardan gâfil olmaları dolayısıyladır” (A’raf
146).
İnsanlara
yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah,
büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de
(yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin
sesidir” (Lokman 18-19).
“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne
yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca erişebilirsin” (İsrâ
37).
Allah
katında “gerçekten üstün” olanlar, sağlam bir îmâna sâhip olan takvâ-sâhibi mü’minlerdir:
Ey
lâilâheillallah diyenler ve Allah’tan başka “ekber” olmadığını bilenler!;
kendilerini dev-aynasında görenler ve ilahlık taslayanlar karşısında sakın ha
gevşeklik göstermeyin ve dik durun. Çünkü:
“Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) îman
etmişseniz en üstün olan sizlersiniz” (Âl-i İmran 139).
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Nîsan
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder