14 Haziran 2024 Cuma

Lâiklerin Greko-Romen Hayranlığı ve Anadolu’yu Küçük Görmeleri Üzerine

 

“Ey îman edenler, âdil şâhidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kîniniz, sizi adâletten alıkoymasın. Adâlet yapın. O, takvâya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır” (Mâide 8).

 

Modernizm, bir “greko-romen hayranlığı” ve greko-romen zihniyetin güncellenmesidir. Modernizm, “greko-romen uygarlığın modernize edilmesi”nden başkası değildir. Türkiye de cumhûriyetle birlikte greko-romen zihniyeti benimsemiş bu uygarlığa girmiştir. Böylece Türkiye İslâm medeniyetinden çıkarak bir “yunan uygarlığı” hâline gelmiştir ve -sözde- muâsır devletler seviyesine yükselmeye başlamıştır.

 

Batı uygarlığının kökeni greko-romendir, yâni Yunan ve Roma’ya dayandırır. Fakat Yunan ve Roma da uygarlığını Mısır, Fenike, Akdeniz ve Mezopotamya’dan almıştır. Bu uygarlık Yunan ve Roma’da yorumlanarak değiştirilmiştir. Zâten modern batı uygarlığı da greko-romen uygarlığın yeniden yorumlanmasının bir sonucudur. O-hâlde modern uygarlık, Mısır, Fenike, Mezopotamya ve Akdeniz uygarlığının “yorumunun yorumu”dur. Modernite orijinâl değil, “suyunun suyu” bir uygarlıktır.

 

Greko-Romen uygarlık ve onun uzantısı modernizmin en temel özelliği, Allah’a ve dîne inanmaktan ve ona göre düşüp davranmaktan vazgeçip, dört elemente göre inanma ve düşünüp davranma uygarlığıdır.

 

Greko-Romen uygarlığı bir kölelik düzenidir. Yunan ve Roma yâni greko-romen uygarlığın ekonomisi köleciliğe dayanıyordu. Bu sistem yıkılınca uygarlık çöktü. Modern greko-romen uygarlık olan batı uygarlığı da modern anlamda köleciliğe ve sömürüye dayanmaktadır. Bu sömürü ve kölecilik çökünce o da çökecektir.

 

Greko-Romen uygarlıkta sâdece seçkinler ve küçük bir mutlu azınlık uygardır, diğerleri ise köledir, köylüdür, “dağdaki çoban”dır. Yunanlılar ve Romalılar, Greko-Romen uygarlığının köklü geleneklerinden nasiplenmemiş olanları ve kendileri gibi “barbar” sözcüğüyle tanımlanıyorlardı. Bu tutum şu-anda da geçerlidir. Modernizm bir greko-romen uygarlıktır. Bu uygarlığa ayak uydur(a)mayanlar barbar, yobaz, ilkel, gerici ve terörist olarak kabûl ediliyor. Greko-Romen zihniyeti benimsemiş ve bu uygarlığa entegre olmuş olan ülkeler-devletler de aynı düşünceye sâhiptir. Modern bir kölelik geçerlidir bu ülke ve devletlerde.

 

Modernizm tüm Dünyâ’ya yayılmış ve her yeri kuşatmış olduğu için şu-an Dünyâ’da, Greko-Romen hâkimiyeti vardır. Fakat greko-romen siyâsî hâkimiyetinden daha kötüsü, greko-romen zihniyettir. Bu zihniyet, greko-romen uygarlığa kapılanan tüm toplumlarda câridir ve Türkiye de buna dâhildir. Bakmayın siz Türklüğün falan övülüp durduğuna, “cumhûriyeti biz kurduk” diyenler dîni-İslâm’ı sevmedikleri gibi Türklüğü de sevmezler, çünkü kendilerini tüm varlıklarıyla batı’lı ve modern olarak görürler. Çünkü bir greko-romen hayranlığı vardır. Bir keresinde bir arkadaşım başka bir arkadaşıma “sen Türklere benzemiyorsun, batı’lı tipi var sende” deyince, batı’lılara benzetilen kişi gülümseyip sevinerek “benzemiyorum değil mi” demişti ve bundan memnun olmuştu. Bunların “bir Türk Dünyâ’ya bedeldir”, Türk’ün Türkten başka dostu yoktur”, Türkün şanlı geçmişi, kutsal târihi, kanı, eti kemiği, vs. diyerek Türklüğü övüp durduklarına, bunlar öteden bêri müslümanları, doğu’luları, Arapları ve Türkleri sevmezler ve onları “câhil köylüler” ve “dağdaki çobanlar” olarak görürler.   

 

Greko-Romen hayrânı lâik kesim, kendilerini ülkenin ve devletin sâhibi olarak görür, Anadolu insanını ve köylüsünü ise adam yerine bile koymaz. Bunlardan biri olan greko-romen hayrânı İsmet İnönü subaylarına-askerlerine; “millet sizin düşmanınızdır” derken bahsettiği millet, Anadolu köylüsü ve dağdaki çobanlardır. Yine “benim oyum dağdaki çobanın oyuyla bir olmaz, çünkü ben vergi veriyorum” diyen câhil de aslında Türk’e, İslâm’a, doğu’luya olan düşmanlığını gösteriyordu ve nefretini kusuyordu.

 

Peki “dağdaki çoban” neden “kentteki manken”den yada bir iş-adamından daha düşük statüde görülüyor?. Statüyü kim belirliyor?. Allah kimi üstün görüyor ve gösteriyorsa üstün olan odur. Allah’ın insanların en üstünü oldukları için peygamber olarak seçtiği ve vahyettiği insanlar hep çobanlık yapmış olana insanlardır. Çobanlık yapmayan bir peygamber yoktur ve insanlar içinde Allah’a göre en üstün insanlar peygamberlerdir. Şerefin göstergesi beşerî makam ve mevkîler değildir. Bir ülkenin en başındaki kişi şerefsiz olabilirken, dağdaki çoban üstün bir şerefe sâhip olabilir. Belki de bu yüzden vahiy “dağda” ve gelmiştir, “dağdaki” bir insana gelmiştir.

 

Greko-romen hayrânı lâik-seküler zihniyet, aslında Anadolu’yu sevmediği için (çünkü Paris’e, Londra’ya, Atina’ya hayrandır) Anadolu’ya uğramazlar bile. Gitmeleri gerekirken küçük gördükleri için gitmedikleri Anadolu’ya ancak türkü yakarlar ve “sen ne güzel bulursun, gezsen Anadolu’yu” türküsü söylerler. “Anadolu’yu yalnız bıraktınız, buraların ne hâlde olduğundan ve burada neler olduğundan haberiniz yok” eleştirileri için de yakılan türküler yakılmıştır ki bunların en meşhuru; “orda bir köy var uzakta, gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür” türküsüdür. Oysa bırakın gitmeyi, Anadolu insanını görmek bile istemiyorlar. Çünkü Anadolu insanı ve köylüsü doğayı, toprağı, suyu ve dolayısıyla Allah’ı, dîni ve İslâm’ı hatırlatıyor. Fakat greko-romen hayrânı lâik zihniyet dinlerin ve inançların denizin dibini boylamasını istedikleri ve zâten bunun için çalıştıklarından dolayı bu hatırlatmaya katlanamadıkları için Anadolu’ya adımlarını bile atmıyorlar ki bu hâlen geçerli bir durumdur.

 

Peki bu münâfıklar Anadolu insanını ve köylüsünü ne olarak görüyorlar. Anadolu’yu ve oranın insanlarını, yedikleri etlerin, içtikleri sütlerin, fabrikalarında çalıştırdıkları işçilerin yetiştiği köleler ve çobanlar yurdu olarak görüyorlar. Bunu ise “köylü milletin efendisidir” sözüyle örtmeye çalışıyorlar. Hâlbuki kentteki lâikler yeme, içme, giyme, gezme vs. bakımından köylünün ve Anadolu insanının efendiliğini yatığını insanların gözüne-gözüne sokmaktadırlar.

 

Türkiye’de iyi bir yaşama ulaşmanın tüm zamanlardaki yolu, greko-romen hayrânı bir lâik olmaktan geçer. Tabi bunun “gereklerini” harfiyyen yerine getirmeniz şartıyla. En azından o zihniyeti üstün göreceksiniz ve karşı çıkmayacaksınız ve laf etmeyeceksiniz ki önünüz açılsın ve size imkânlar sunulsun. Peki bu nasıl oluyor yâni greko-romen hayrânı lâik kesime bu alan nasıl açılıyor?. Dominonun taşının bir kere onların lehine devrilmesi yetiyor aslında. Cumhûriyet kurulduğunda vatanın en verimli toprakları ve coğrâfî olarak en uygun yerleri greko-romen hayrânı lâik zihniyeti benimseyenlere verilmiştir. Artık geriye o verimliliği kullanmak kalmıştır ki böylece Anadolu’ya göre bir fark oluşmuş ve bu fark zamanla açılmış gitmiştir.

 

Sistemi benimseyip destekleyenler, sistemi benimsedikleri ve destekledikleri oranda desteklenmişlerdir. Böylece bir “çark” oluşmuş ve dedeye verilen destek toruna da yansımıştır ve yansımaktadır. Baktığınızda, Türkiye’de dağlarından bal, ovalarından yağ akan yerler yâni Manisa, İzmir, Aydın, Muğla, Antalya vs. gibi yerlerde yaşayanların greko-romen zihniyeti ve lâikliği bayraklaştırdığı görülür ki bunun nedeni işte budur. Böylece buralarda yaşayan kesim, Anadolu insanına ve köylüsüne göre daha zengin ve refah içinde olmuştur. Bu refah çocuklarına ve torunlarına da yansıyınca, okuma ve kaymaklı işlere ve yerlere sâhip olmak da yine bunlara kalmaktadır. Böylece Türkiye’de zengin yada en azından orta-direk olan refah içindeki greko-romen hayrânı lâik kesimin hep deniz kenarında ve ülkenin batısında bulunmasının ve yaşamasının nedeni budur. Ticâreti, sanâyiyi, köşe-başlarını tutanlar genelde bu kesim olmuştur. Üstelik bunlar Anadolu insanını ve köylüsüne de tepeden bakarak onları ya dağdaki çobanlar, yada fabrikalarında işçiler olarak görmektedirler.

 

Bu durum sağ-muhâfazakâr partilerin iktidâra gelmesiyle ile biraz değişmiş ve eksen Anadolu’ya doğru kaymıştır ama bu sefer de muhafazakâr-lâik kibir ortaya çıkmıştır. Demek ki bir-şekilde parayı bulunca bir kibir oluşuyor ve o kibir, dedeleri vatan için şehit olmuş olan köylü insanı küçük görmeye başlıyor. Bu durum Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde bile vardı. Devleti kuranlar ve kurtaranlar bir zaman sonra küçük görülüp düşman olunmuştu ve merkezden uzaklaştırılarak onlar için imkânlar doğal olarak kısıtlanmıştı. 

 

Açıkçası Anadolu, başlıca Kınık ve Kayıların yurdudur. Diğerleri yâni Peçenek, Uz, Kuman, Avar Türkleri sonradan buralara gelmişlerdir. Bizanslıların sınır bekçileri olan “Karamanlı” hristiyan Türkler has Anadolu’lu değildirler. Lâkin dağdan gelip bağları ele geçirmişlerdir. Karaman-Osmanlı mücâdelesinin arkasında bile bu vardır.

 

Tabi biz burada sâdece bir tespit yapıyoruz ve insanları yada toplumları birbirine düşman etmek gibi bir niyetimiz yoktur. Ben de zâten ülkenin batı-yakasında İzmir’de yaşayan biriyim. Mülk Allah’ındır ve Allah’ın yarattığı herkes eşit ve benzer şekilde nîmetlerden faydalanmalıdır. Fakat realite de ortadadır ve greko-romen zihniyete hayrân olan lâik kesime pozitif ayrıcalıklar yapılmıştır ve yapılmaktadır da. Yoksa mesele Anadolu insanının câhil ve aptal olması değildir. Fakat fırsatlar ve imkânlar eşit dağıtılmadığı için ülkenin ortası ve doğusu mahrûm kalırken, batı’sı parsayı toplamaktadır. Sorun ülkenin batı’sında yada doğu’sunda yaşamak değil, hangi zihniyete sâhip olmakla alâkalıdır. Eğer İslâm, doğu ve Anadolu zihniyetine sâhipseniz ve hele greko-romen lâik batı zihniyetine düşmanlığınız varsa yada bu konuda eleştirelseniz, yollarınız tıkanıyor, imkânlarınız kısılıyor ve alanız daraltılıyor. Farkında olun yada olmayın, insanlar arasında gayri-resmî olarak, bir-şekilde, en azından köşe-başlarını tutmuş onlalar tarafından bir seçim yapılıyor ve devletin resmî zihniyetini benimsemiş ve desteklemiş olanlar ayrılarak onlara çok daha fazla imkânlar açılıyor. Zâten bilinçli olanlar bu zihniyete hiç yanaşmadıkları için refahtan uzak olmayı ve mahrûmiyeti göze almak zorunda kalıyorlar.    

 

Cumhûriyeti kendilerinin kurduğunu söyleyen, bakıldığında genelde sabetaycı yada mason oldukları söylenen greko-romen hayrânı lâik kesim batı’ya ve batı zihniyetine meftûn, râm ve hayrândır ve de Anadolu’yu, Anadolu insanını ve köylüsünü, (refah ve kibir içinde olduğu için) küçük ve ezik görmektedir. Bu nedenle de vatanın gerçek kahramanları ve kurtarıcıları olan Anadolu’nun vefâkâr ve cefâkâr insanını ya “dağdaki çoban”, ya “fabrikada işçi”, yada evde çocuk bakıcısı ve temizlikçi olarak kabûl edebilmektedir. Bu modern bir efendi-köle ilişkisidir.   

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Hazîran 2024

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder