“Ey îman
edenler, âdil şâhidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa
olan kîniniz, sizi adâletten alıkoymasın. Adâlet yapın. O, takvâya daha
yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan
haberi olandır” (Mâide 8).
Modernizm, bir “greko-romen hayranlığı” ve
greko-romen zihniyetin güncellenmesidir. Modernizm, “greko-romen uygarlığın
modernize edilmesi”nden başkası değildir. Türkiye de cumhûriyetle birlikte
greko-romen zihniyeti benimsemiş bu uygarlığa girmiştir. Böylece Türkiye İslâm
medeniyetinden çıkarak bir “yunan uygarlığı” hâline gelmiştir ve -sözde- muâsır
devletler seviyesine yükselmeye başlamıştır.
Batı uygarlığının kökeni greko-romendir, yâni
Yunan ve Roma’ya dayandırır. Fakat Yunan ve Roma da uygarlığını Mısır, Fenike,
Akdeniz ve Mezopotamya’dan almıştır. Bu uygarlık Yunan ve Roma’da yorumlanarak
değiştirilmiştir. Zâten modern batı uygarlığı da greko-romen uygarlığın yeniden
yorumlanmasının bir sonucudur. O-hâlde modern uygarlık, Mısır, Fenike,
Mezopotamya ve Akdeniz uygarlığının “yorumunun yorumu”dur. Modernite orijinâl
değil, “suyunun suyu” bir uygarlıktır.
Greko-Romen uygarlık ve onun uzantısı
modernizmin en temel özelliği, Allah’a ve dîne inanmaktan ve ona göre düşüp
davranmaktan vazgeçip, dört elemente göre inanma ve düşünüp davranma uygarlığıdır.
Greko-Romen uygarlığı bir kölelik düzenidir. Yunan
ve Roma yâni greko-romen uygarlığın ekonomisi köleciliğe dayanıyordu. Bu sistem
yıkılınca uygarlık çöktü. Modern greko-romen uygarlık olan batı uygarlığı da
modern anlamda köleciliğe ve sömürüye dayanmaktadır. Bu sömürü ve kölecilik
çökünce o da çökecektir.
Greko-Romen uygarlıkta sâdece seçkinler ve
küçük bir mutlu azınlık uygardır, diğerleri ise köledir, köylüdür, “dağdaki
çoban”dır. Yunanlılar ve Romalılar, Greko-Romen uygarlığının köklü
geleneklerinden nasiplenmemiş olanları ve kendileri gibi “barbar” sözcüğüyle
tanımlanıyorlardı. Bu tutum şu-anda da geçerlidir. Modernizm bir greko-romen
uygarlıktır. Bu uygarlığa ayak uydur(a)mayanlar barbar, yobaz, ilkel, gerici ve
terörist olarak kabûl ediliyor. Greko-Romen zihniyeti benimsemiş ve bu
uygarlığa entegre olmuş olan ülkeler-devletler de aynı düşünceye sâhiptir.
Modern bir kölelik geçerlidir bu ülke ve devletlerde.
Modernizm tüm Dünyâ’ya yayılmış ve her yeri
kuşatmış olduğu için şu-an Dünyâ’da, Greko-Romen hâkimiyeti vardır. Fakat
greko-romen siyâsî hâkimiyetinden daha kötüsü, greko-romen zihniyettir. Bu
zihniyet, greko-romen uygarlığa kapılanan tüm toplumlarda câridir ve Türkiye de
buna dâhildir. Bakmayın siz Türklüğün falan övülüp durduğuna, “cumhûriyeti biz
kurduk” diyenler dîni-İslâm’ı sevmedikleri gibi Türklüğü de sevmezler, çünkü
kendilerini tüm varlıklarıyla batı’lı ve modern olarak görürler. Çünkü bir
greko-romen hayranlığı vardır. Bir keresinde bir arkadaşım başka bir arkadaşıma
“sen Türklere benzemiyorsun, batı’lı tipi var sende” deyince, batı’lılara
benzetilen kişi gülümseyip sevinerek “benzemiyorum değil mi” demişti ve bundan
memnun olmuştu. Bunların “bir Türk Dünyâ’ya bedeldir”, Türk’ün Türkten başka
dostu yoktur”, Türkün şanlı geçmişi, kutsal târihi, kanı, eti kemiği, vs. diyerek
Türklüğü övüp durduklarına, bunlar öteden bêri müslümanları, doğu’luları,
Arapları ve Türkleri sevmezler ve onları “câhil köylüler” ve “dağdaki çobanlar”
olarak görürler.
Greko-Romen hayrânı lâik kesim, kendilerini
ülkenin ve devletin sâhibi olarak görür, Anadolu insanını ve köylüsünü ise adam
yerine bile koymaz. Bunlardan biri olan greko-romen hayrânı İsmet İnönü
subaylarına-askerlerine; “millet sizin düşmanınızdır” derken bahsettiği millet,
Anadolu köylüsü ve dağdaki çobanlardır. Yine “benim oyum dağdaki çobanın oyuyla
bir olmaz, çünkü ben vergi veriyorum” diyen câhil de aslında Türk’e, İslâm’a,
doğu’luya olan düşmanlığını gösteriyordu ve nefretini kusuyordu.
Peki “dağdaki
çoban” neden “kentteki manken”den yada bir iş-adamından daha düşük statüde
görülüyor?. Statüyü kim belirliyor?. Allah kimi üstün görüyor ve gösteriyorsa
üstün olan odur. Allah’ın insanların en üstünü oldukları için peygamber olarak
seçtiği ve vahyettiği insanlar hep çobanlık yapmış olana insanlardır. Çobanlık yapmayan
bir peygamber yoktur ve insanlar içinde Allah’a göre en üstün insanlar
peygamberlerdir. Şerefin göstergesi beşerî makam ve mevkîler değildir. Bir
ülkenin en başındaki kişi şerefsiz olabilirken, dağdaki çoban üstün bir şerefe
sâhip olabilir. Belki de bu yüzden vahiy “dağda”
ve gelmiştir, “dağdaki” bir insana gelmiştir.
Greko-romen
hayrânı lâik-seküler zihniyet, aslında Anadolu’yu sevmediği için (çünkü
Paris’e, Londra’ya, Atina’ya hayrandır) Anadolu’ya uğramazlar bile. Gitmeleri
gerekirken küçük gördükleri için gitmedikleri Anadolu’ya ancak türkü yakarlar
ve “sen ne güzel bulursun, gezsen Anadolu’yu” türküsü söylerler. “Anadolu’yu
yalnız bıraktınız, buraların ne hâlde olduğundan ve burada neler olduğundan
haberiniz yok” eleştirileri için de yakılan türküler yakılmıştır ki bunların en
meşhuru; “orda bir köy var uzakta, gitmesek de görmesek de o köy bizim
köyümüzdür” türküsüdür. Oysa bırakın gitmeyi, Anadolu insanını görmek bile
istemiyorlar. Çünkü Anadolu insanı ve köylüsü doğayı, toprağı, suyu ve
dolayısıyla Allah’ı, dîni ve İslâm’ı hatırlatıyor. Fakat greko-romen hayrânı
lâik zihniyet dinlerin ve inançların denizin dibini boylamasını istedikleri ve
zâten bunun için çalıştıklarından dolayı bu hatırlatmaya katlanamadıkları için
Anadolu’ya adımlarını bile atmıyorlar ki bu hâlen geçerli bir durumdur.
Peki bu
münâfıklar Anadolu insanını ve köylüsünü ne olarak görüyorlar. Anadolu’yu ve
oranın insanlarını, yedikleri etlerin, içtikleri sütlerin, fabrikalarında
çalıştırdıkları işçilerin yetiştiği köleler ve çobanlar yurdu olarak
görüyorlar. Bunu ise “köylü milletin efendisidir” sözüyle örtmeye çalışıyorlar.
Hâlbuki kentteki lâikler yeme, içme, giyme, gezme vs. bakımından köylünün ve
Anadolu insanının efendiliğini yatığını insanların gözüne-gözüne
sokmaktadırlar.
Türkiye’de
iyi bir yaşama ulaşmanın tüm zamanlardaki yolu, greko-romen hayrânı bir lâik
olmaktan geçer. Tabi bunun “gereklerini” harfiyyen yerine getirmeniz şartıyla.
En azından o zihniyeti üstün göreceksiniz ve karşı çıkmayacaksınız ve laf
etmeyeceksiniz ki önünüz açılsın ve size imkânlar sunulsun. Peki bu nasıl
oluyor yâni greko-romen hayrânı lâik kesime bu alan nasıl açılıyor?. Dominonun
taşının bir kere onların lehine devrilmesi yetiyor aslında. Cumhûriyet
kurulduğunda vatanın en verimli toprakları ve coğrâfî olarak en uygun yerleri
greko-romen hayrânı lâik zihniyeti benimseyenlere verilmiştir. Artık geriye o
verimliliği kullanmak kalmıştır ki böylece Anadolu’ya göre bir fark oluşmuş ve
bu fark zamanla açılmış gitmiştir.
Sistemi
benimseyip destekleyenler, sistemi benimsedikleri ve destekledikleri oranda
desteklenmişlerdir. Böylece bir “çark” oluşmuş ve dedeye verilen destek toruna
da yansımıştır ve yansımaktadır. Baktığınızda, Türkiye’de dağlarından bal,
ovalarından yağ akan yerler yâni Manisa, İzmir, Aydın, Muğla, Antalya vs. gibi
yerlerde yaşayanların greko-romen zihniyeti ve lâikliği bayraklaştırdığı
görülür ki bunun nedeni işte budur. Böylece buralarda yaşayan kesim, Anadolu insanına
ve köylüsüne göre daha zengin ve refah içinde olmuştur. Bu refah çocuklarına ve
torunlarına da yansıyınca, okuma ve kaymaklı işlere ve yerlere sâhip olmak da
yine bunlara kalmaktadır. Böylece Türkiye’de zengin yada en azından orta-direk
olan refah içindeki greko-romen hayrânı lâik kesimin hep deniz kenarında ve
ülkenin batısında bulunmasının ve yaşamasının nedeni budur. Ticâreti, sanâyiyi,
köşe-başlarını tutanlar genelde bu kesim olmuştur. Üstelik bunlar Anadolu
insanını ve köylüsüne de tepeden bakarak onları ya dağdaki çobanlar, yada
fabrikalarında işçiler olarak görmektedirler.
Bu
durum sağ-muhâfazakâr partilerin iktidâra gelmesiyle ile biraz değişmiş ve
eksen Anadolu’ya doğru kaymıştır ama bu sefer de muhafazakâr-lâik kibir ortaya
çıkmıştır. Demek ki bir-şekilde parayı bulunca bir kibir oluşuyor ve o kibir,
dedeleri vatan için şehit olmuş olan köylü insanı küçük görmeye başlıyor. Bu
durum Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde bile vardı. Devleti kuranlar ve
kurtaranlar bir zaman sonra küçük görülüp düşman olunmuştu ve merkezden
uzaklaştırılarak onlar için imkânlar doğal olarak kısıtlanmıştı.
Açıkçası
Anadolu, başlıca Kınık ve Kayıların yurdudur. Diğerleri yâni Peçenek, Uz,
Kuman, Avar Türkleri sonradan buralara gelmişlerdir. Bizanslıların sınır
bekçileri olan “Karamanlı” hristiyan Türkler has Anadolu’lu değildirler. Lâkin
dağdan gelip bağları ele geçirmişlerdir. Karaman-Osmanlı mücâdelesinin
arkasında bile bu vardır.
Tabi
biz burada sâdece bir tespit yapıyoruz ve insanları yada toplumları birbirine
düşman etmek gibi bir niyetimiz yoktur. Ben de zâten ülkenin batı-yakasında
İzmir’de yaşayan biriyim. Mülk Allah’ındır ve Allah’ın yarattığı herkes eşit ve
benzer şekilde nîmetlerden faydalanmalıdır. Fakat realite de ortadadır ve
greko-romen zihniyete hayrân olan lâik kesime pozitif ayrıcalıklar yapılmıştır
ve yapılmaktadır da. Yoksa mesele Anadolu insanının câhil ve aptal olması
değildir. Fakat fırsatlar ve imkânlar eşit dağıtılmadığı için ülkenin ortası ve
doğusu mahrûm kalırken, batı’sı parsayı toplamaktadır. Sorun ülkenin batı’sında
yada doğu’sunda yaşamak değil, hangi zihniyete sâhip olmakla alâkalıdır. Eğer
İslâm, doğu ve Anadolu zihniyetine sâhipseniz ve hele greko-romen lâik batı
zihniyetine düşmanlığınız varsa yada bu konuda eleştirelseniz, yollarınız
tıkanıyor, imkânlarınız kısılıyor ve alanız daraltılıyor. Farkında olun yada
olmayın, insanlar arasında gayri-resmî olarak, bir-şekilde, en azından
köşe-başlarını tutmuş onlalar tarafından bir seçim yapılıyor ve devletin resmî
zihniyetini benimsemiş ve desteklemiş olanlar ayrılarak onlara çok daha fazla
imkânlar açılıyor. Zâten bilinçli olanlar bu zihniyete hiç yanaşmadıkları için
refahtan uzak olmayı ve mahrûmiyeti göze almak zorunda kalıyorlar.
Cumhûriyeti kendilerinin kurduğunu söyleyen,
bakıldığında genelde sabetaycı yada mason oldukları söylenen greko-romen
hayrânı lâik kesim batı’ya ve batı zihniyetine meftûn, râm ve hayrândır ve de
Anadolu’yu, Anadolu insanını ve köylüsünü, (refah ve kibir içinde olduğu için)
küçük ve ezik görmektedir. Bu nedenle de vatanın gerçek kahramanları ve
kurtarıcıları olan Anadolu’nun vefâkâr ve cefâkâr insanını ya “dağdaki çoban”,
ya “fabrikada işçi”, yada evde çocuk bakıcısı ve temizlikçi olarak kabûl
edebilmektedir. Bu modern bir efendi-köle ilişkisidir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Hazîran 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder