1 Haziran 2024 Cumartesi

Modern-Bilim ve Bâtınîlik

 

“Göklerin ve yerin gizemleri Allah’a âittir. (Göklerin ve yerin uçsuz-bucaksız derinliklerini bilmek Allah’a mahsustur). Saat, (Dünyâ’nın sonu) bir göz-kırpması kadar veyâ daha kısadır. Allah her-şeye Gücü Yeten’dir” (Nâhl 77).

 

“Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Gerçek şu ki O, sînelerin özünde (saklı) olanı bilir” (Fâtır 38).

 

Bu âyetler, göklerdeki, yerdeki ve kâlplerdeki gizemleri ve ince detayları bilmenin Allah’a mahsus olduğunu söyler, yâni gaybı sâdece Allah bildiği gibi, gayb olmayanın da en doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

“Peki modern-bilim ve bâtınîlik ne alâka, birbirleriyle ne ilgileri var?” diye sorarsanız, ikisinin de ortak özelliği, Allah’ın bildirdikleriyle yetinmemesi ve belli bir sınırın ötesinde bilinmesi gereken şeyler olduğunu hattâ bilineceklerin sonsuz olduğunu zannetmeleridir. Bu nedenle de modern-bilim, dış-âlemin yâni kâinâtın en uzak köşelerini ve yerin de en derin noktalarını araştırıp dururken, bâtınîlik ise, iç-âlemin yâni rûhun, kâlbin, zihnin ve mânevî olanın en derin noktalarını araştırıp durur. İkisinin ortak noktası, araştırmayı, bilmeyi, idrâk etmeyi aşırılaştırıp güyâ bambaşka bilgilere ve idrâka ulaştıklarını sanmalarıdır. Hâlbuki bu kadar araştırmanın sonucunda ellerinde, sonuna kadar savunabilecekleri ve içini doldurabilecekleri bir bilgiye ulaşamadıkları için (çünkü zinhar ulaşılamaz)ulaştıkları sonuçlar bilginin ve delîlin değil, inancın ve yeni hurâfelerin konusu olmaktan öteye gidemez, gidememektedir.

 

Yapılan maddî ve mânevî araştırma, inceleme ve çabaların sonucunda ortaya konan düşüncelerin ve verilerin %90’ı yanlış olduğu gibi, kalan %10’luk kısmın %9’u ise eksik olduğu için yanlıştır. Geriye sâdece %1’lik bir oran kalmaktadır ki zâten o da “Allah’ın bildirdikleri”dir. İnsan ancak Allah’ın bildirdikleri kadar bilebilir. Allah bu bildirmeyi ya vahiyle ve ilhamla yapar yada belli bir sınırı aşmayacak şekilde araştırmacıların önünü açarak yapar. Fakat mutlakâ bir sınır vardır. Zîrâ kâlplerin de maddî varlığın da bir mahremi vardır. O mahrem zinhar aşılamaz. Zâten insan ne kadar bilebilecektir ki?. Allah kadar bilgili olacak değildir ya!. Hattâ şeytan kadar bile bilgili olamaz. Olması da iyi değildir. Çünkü bilgi, Allah’ın bildirdikleri kadarıyla yetinmeyip de sınırı aştığında insanda bir kibir açığa çıkarır. Bilgide böyle bir özellik vardır. Zîrâ bilginin kaynağı EL-Mütekebbir olan Allah’tır. Şeytan o kadar bilgiliydi de ne oldu?. Allah onun bilgisine bakmadı da huzûrundan kovdu. Çünkü Allah için önemli olan, bilip durmak yada sonuna kadar bilmeye çalışmak değil, insanın bildiği kadarıyla amel etmesidir. Fakat burada önemli olan şey, insanın bilgisinin doğru bilgi olmasıdır. Çünkü doğru bilgi doğru amel olarak tezâhür eder.        

 

İlim, önemsiz zannedilen şeylerin önemli olduğunu, önemli zannedilen şeylerin önemsiz olduğunu ortaya çıkarır. Hakîki bilgi ki, bu vahiy-merkezli bilgidir, Allah’ın bildirdiklerinin dışında ve bu bilgiye uymayan ve aykırı olan tüm bilgilerin çöp olduğunu gösterir.

 

Zâten aşırı inceleme ve araştırma, incelenen şeyde mutlakâ bir hatâ açığa çıkarır. Zîrâ “aşırı inceleme”, o şeyi “parçalayarak bütününden koparmak” demektir. Parçalanan şey eksiktir. Çünkü “parça” eksiktir. İşte modern-bilim dış-âlemde, bâtınîlik ise iç-âlemde maddeyi, insanı ve mânevî olanı çeşitli şekillerde aşırı bir incelemeye tâbi tuttu, yâni parçaladı. Artık modern-bilimin ve bâtınîliğin ilk araştırmaya başladığı şey ile ulaştığı şey aynı olmaktan çıkmıştır. Saçmalamalarının ve yeni hurâfeler ortaya çıkarıp durmalarının nedeni budur. 

 

Allah’ın bir şey hak olarak yaratması, o şeyi hakîki olarak yaratması yâni o şey bakıldığında nasılsa o şekilde yaratmış olmasıdır. Allah’ın yarattığı eşyâ zâten başlı-başına hakîkat olduğu için, “eşyânın hakîkati”ni aramak boş bir iştir. Eşyânın kendine has özellikleri vardır elbette ve bu özellikler, o eşyâyı belli bir noktaya kadar incelemekle anlaşılabilir fakat “eşyânın hakîkati” diye bir şey yoktur.

 

Eşyânın bir kendisi bir de hakîkati diye bir şey yoktur ve Allah böyle bir şeyden bahsetmez. Eşyânın göründüğü gibi olmaktan başka bir de hakîkati olduğunu söylemek ve hakîkatini araştırmak, eşyâyı olduğu gibi kabûl edememekten yada olduğu gibi kabûl etmek istememekten dolayıdır. Peki eşyâyı olduğu gibi kabûl etmedikleri için eşyânın hakîkatini araştırıp duranlar bunu niçin yaparlar?. Çünkü temel düşünce ve inançlarıyla eşyânın doğal ve normâl durumu birbiriyle uymamaktadır. Kimisi eşyânın hakîkatini Allah olarak görmek isteyip de eşyâ hakkında düşünürken ve bu minvâlde yorum yaparken, kimisi ise eşyânın Allah ile bir alâkasının olmadığını göstermek için eşyâyı parça-pinçik edip araştırıp durmaktadır. Sonra da “işte eşyânın hakîkati bu” diyerek kimisi eşyâyı ilahlaştırmak kimisi de Allahsızlaştırmak peşine düşmektedir. Aynı şeyi bâtınîlik de yapar ve rûhu, kâlbi, zihni, vahyi, dîni ve “bâtınî” dedikleri her-şeyi aşırı araştırma yoluna girerler. Çünkü onların da temel düşünce ve inançlarıyla dînin ilk indiği ve uygulandığı hâli birbiriyle çelişmektedir. Böyle olduğu için de modern-bilim ve bâtınilik, iç ve dış-âlem,, kendi düşünce, fikir, inanç, söylem ve eylemlerine uydurana kadar, işkence yaparcasına parça-pinçik ederek de olsa araştırıp durular ve yorum üstüne yorum yaparlar. Böylece en azından nefislerini susturmak isterler.   

 

Tüm kâinat ancak Allah’ın yaptığı akorda göre güzel ve kusursuz bir ses çıkarabilir. İnsan ise Dünyâ’yı bir-türlü akort edememekte ve absürd seslerden başka ses çıkmamaktadır. Modern-bilimin ve bâtınîliğin yaptığı akortlar, Allah’ın akordunu bozmakta ve kulakları tırmalayacak çirkin bir ses çıkarmaktadırlar. Hattâ bu sesler bâzen o kadar çirkin ve absürd olur ki insana kafayı yedirtir.  

 

Bilmek daha doğrusu bilmeye çalışmak yada bildiğini sanmak îmânı azaltır. Çünkü her-şeyi bilirseniz ve bilmeye kalkarsanız yada bildiğinizi veyâ bilinebileceğini sanırsanız, geriye îman edecek bir şey kalmaz. Bu “îmansızlaşma”yı ortaya çıkarır ki aklı ve bilgiyi ilahlaştırmış olan modernizmin îmansızlığı ve modern insanın îmânının bitme noktasına gelmesinin nedeni budur.

 

O-hâlde şeytanlaşmayı bırakıp melekleşmek gerekir. Ne diyordu melekler:

 

“Dediler ki: Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiç-bir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her-şeyi bilen, hüküm ve hikmet-sâhibi olansın” (Bakara 32).

 

Neden böyle dediler?. Çünkü:

 

“Göklerde ve yerde olanların tümünü bilir; sizin saklı tuttuklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilir. Allah, sînelerin özünde saklı duranı bilendir” (Teğâbün 4).

 

Yazılarımız bitirirken her zaman diyoruz ya;

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Hazîran 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder