“Göklerin
ve yerin gizemleri Allah’a âittir. (Göklerin ve yerin uçsuz-bucaksız
derinliklerini bilmek Allah’a mahsustur). Saat, (Dünyâ’nın sonu) bir
göz-kırpması kadar veyâ daha kısadır. Allah her-şeye Gücü Yeten’dir” (Nâhl 77).
“Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını
bilendir. Gerçek şu ki O, sînelerin özünde (saklı) olanı bilir” (Fâtır 38).
Bu âyetler, göklerdeki, yerdeki ve
kâlplerdeki gizemleri ve ince detayları bilmenin Allah’a mahsus olduğunu
söyler, yâni gaybı sâdece Allah bildiği gibi, gayb olmayanın da en doğrusunu
sâdece Allah bilir.
“Peki modern-bilim ve bâtınîlik ne alâka,
birbirleriyle ne ilgileri var?” diye sorarsanız, ikisinin de ortak özelliği,
Allah’ın bildirdikleriyle yetinmemesi ve belli bir sınırın ötesinde bilinmesi
gereken şeyler olduğunu hattâ bilineceklerin sonsuz olduğunu zannetmeleridir.
Bu nedenle de modern-bilim, dış-âlemin yâni kâinâtın en uzak köşelerini ve
yerin de en derin noktalarını araştırıp dururken, bâtınîlik ise, iç-âlemin yâni
rûhun, kâlbin, zihnin ve mânevî olanın en derin noktalarını araştırıp durur.
İkisinin ortak noktası, araştırmayı, bilmeyi, idrâk etmeyi aşırılaştırıp güyâ
bambaşka bilgilere ve idrâka ulaştıklarını sanmalarıdır. Hâlbuki bu kadar
araştırmanın sonucunda ellerinde, sonuna kadar savunabilecekleri ve içini
doldurabilecekleri bir bilgiye ulaşamadıkları için (çünkü zinhar
ulaşılamaz)ulaştıkları sonuçlar bilginin ve delîlin değil, inancın ve yeni hurâfelerin
konusu olmaktan öteye gidemez, gidememektedir.
Yapılan maddî ve mânevî araştırma, inceleme
ve çabaların sonucunda ortaya konan düşüncelerin ve verilerin %90’ı yanlış
olduğu gibi, kalan %10’luk kısmın %9’u ise eksik olduğu için yanlıştır. Geriye
sâdece %1’lik bir oran kalmaktadır ki zâten o da “Allah’ın bildirdikleri”dir.
İnsan ancak Allah’ın bildirdikleri kadar bilebilir. Allah bu bildirmeyi ya
vahiyle ve ilhamla yapar yada belli bir sınırı aşmayacak şekilde
araştırmacıların önünü açarak yapar. Fakat mutlakâ bir sınır vardır. Zîrâ
kâlplerin de maddî varlığın da bir mahremi vardır. O mahrem zinhar aşılamaz.
Zâten insan ne kadar bilebilecektir ki?. Allah kadar bilgili olacak değildir
ya!. Hattâ şeytan kadar bile bilgili olamaz. Olması da iyi değildir. Çünkü
bilgi, Allah’ın bildirdikleri kadarıyla yetinmeyip de sınırı aştığında insanda
bir kibir açığa çıkarır. Bilgide böyle bir özellik vardır. Zîrâ bilginin
kaynağı EL-Mütekebbir olan Allah’tır. Şeytan o kadar bilgiliydi de ne oldu?.
Allah onun bilgisine bakmadı da huzûrundan kovdu. Çünkü Allah için önemli olan,
bilip durmak yada sonuna kadar bilmeye çalışmak değil, insanın bildiği
kadarıyla amel etmesidir. Fakat burada önemli olan şey, insanın bilgisinin
doğru bilgi olmasıdır. Çünkü doğru bilgi doğru amel olarak tezâhür eder.
İlim, önemsiz zannedilen şeylerin önemli
olduğunu, önemli zannedilen şeylerin önemsiz olduğunu ortaya çıkarır. Hakîki
bilgi ki, bu vahiy-merkezli bilgidir, Allah’ın bildirdiklerinin dışında ve bu
bilgiye uymayan ve aykırı olan tüm bilgilerin çöp olduğunu gösterir.
Zâten aşırı inceleme ve araştırma, incelenen
şeyde mutlakâ bir hatâ açığa çıkarır. Zîrâ “aşırı inceleme”, o şeyi
“parçalayarak bütününden koparmak” demektir. Parçalanan şey eksiktir. Çünkü
“parça” eksiktir. İşte modern-bilim dış-âlemde, bâtınîlik ise iç-âlemde maddeyi,
insanı ve mânevî olanı çeşitli şekillerde aşırı bir incelemeye tâbi tuttu, yâni
parçaladı. Artık modern-bilimin ve bâtınîliğin ilk araştırmaya başladığı şey
ile ulaştığı şey aynı olmaktan çıkmıştır. Saçmalamalarının ve yeni hurâfeler
ortaya çıkarıp durmalarının nedeni budur.
Allah’ın bir şey hak olarak yaratması, o şeyi
hakîki olarak yaratması yâni o şey bakıldığında nasılsa o şekilde yaratmış
olmasıdır. Allah’ın yarattığı eşyâ zâten başlı-başına hakîkat olduğu için,
“eşyânın hakîkati”ni aramak boş bir iştir. Eşyânın kendine has özellikleri
vardır elbette ve bu özellikler, o eşyâyı belli bir noktaya kadar incelemekle
anlaşılabilir fakat “eşyânın hakîkati” diye bir şey yoktur.
Eşyânın bir kendisi bir de hakîkati diye bir
şey yoktur ve Allah böyle bir şeyden bahsetmez. Eşyânın göründüğü gibi olmaktan
başka bir de hakîkati olduğunu söylemek ve hakîkatini araştırmak, eşyâyı olduğu
gibi kabûl edememekten yada olduğu gibi kabûl etmek istememekten dolayıdır.
Peki eşyâyı olduğu gibi kabûl etmedikleri için eşyânın hakîkatini araştırıp
duranlar bunu niçin yaparlar?. Çünkü temel düşünce ve inançlarıyla eşyânın
doğal ve normâl durumu birbiriyle uymamaktadır. Kimisi eşyânın hakîkatini Allah
olarak görmek isteyip de eşyâ hakkında düşünürken ve bu minvâlde yorum
yaparken, kimisi ise eşyânın Allah ile bir alâkasının olmadığını göstermek için
eşyâyı parça-pinçik edip araştırıp durmaktadır. Sonra da “işte eşyânın hakîkati
bu” diyerek kimisi eşyâyı ilahlaştırmak kimisi de Allahsızlaştırmak peşine
düşmektedir. Aynı şeyi bâtınîlik de yapar ve rûhu, kâlbi, zihni, vahyi, dîni ve
“bâtınî” dedikleri her-şeyi aşırı araştırma yoluna girerler. Çünkü onların da
temel düşünce ve inançlarıyla dînin ilk indiği ve uygulandığı hâli birbiriyle
çelişmektedir. Böyle olduğu için de modern-bilim ve bâtınilik, iç ve dış-âlem,,
kendi düşünce, fikir, inanç, söylem ve eylemlerine uydurana kadar, işkence
yaparcasına parça-pinçik ederek de olsa araştırıp durular ve yorum üstüne yorum
yaparlar. Böylece en azından nefislerini susturmak isterler.
Tüm kâinat ancak Allah’ın yaptığı akorda göre
güzel ve kusursuz bir ses çıkarabilir. İnsan ise Dünyâ’yı bir-türlü akort
edememekte ve absürd seslerden başka ses çıkmamaktadır. Modern-bilimin ve
bâtınîliğin yaptığı akortlar, Allah’ın akordunu bozmakta ve kulakları
tırmalayacak çirkin bir ses çıkarmaktadırlar. Hattâ bu sesler bâzen o kadar
çirkin ve absürd olur ki insana kafayı yedirtir.
Bilmek daha doğrusu bilmeye çalışmak yada
bildiğini sanmak îmânı azaltır. Çünkü her-şeyi bilirseniz ve bilmeye
kalkarsanız yada bildiğinizi veyâ bilinebileceğini sanırsanız, geriye îman
edecek bir şey kalmaz. Bu “îmansızlaşma”yı ortaya çıkarır ki aklı ve bilgiyi
ilahlaştırmış olan modernizmin îmansızlığı ve modern insanın îmânının bitme
noktasına gelmesinin nedeni budur.
O-hâlde şeytanlaşmayı bırakıp melekleşmek
gerekir. Ne diyordu melekler:
“Dediler ki: Sen yücesin, bize
öğrettiğinden başka bizim hiç-bir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her-şeyi bilen,
hüküm ve hikmet-sâhibi olansın”
(Bakara 32).
Neden
böyle dediler?. Çünkü:
“Göklerde ve yerde olanların tümünü bilir;
sizin saklı tuttuklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilir. Allah, sînelerin
özünde saklı duranı bilendir” (Teğâbün
4).
Yazılarımız
bitirirken her zaman diyoruz ya;
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Hazîran
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder