1 Haziran 2024 Cumartesi

Putlaştırılmış Bir Yanlışın Peşinden Gitmek

 

“Yer-yüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler” (En-âm 116).

 

Modern insanın putlaştırdığı bir yanlış ve yanılgı var. Bu yanlış eski insanlarda pek yoktu. Çünkü onlar fıtrata, doğala, doğaya ve normâle uygun yaşıyorlardı ve o yanlışa ve yanılgıya kapılmıyorlardı. Bu yanlış ve yanılgı, modernizm ile birlikte ortaya çıktı ve yaygınlaştı. Peki nedir bu yanlış?.

 

Bu yanlış; “her-şey ilerliyor, değişiyor, dönüşüyor ve başkalaşıyor, o-hâlde biz de, ortaya çıkan “yeni”ye göre düşünmeli, fikir üretmeli, konuşmalı, yazmalı ve edip-eylemeliyiz” yanlışıdır. Tabi bunu yaparken “eski” olanı inkâr ve iptâl etmek ve eskiye nefret beslemek şarttır. Zâten putlaştırılan yanlışın temsilciliğini ve yayılmasını sağlayan modernizm bundan beslenmekte ve hayâtiyetini “eskiye düşmanlık” ile sağlamaktadır. Modernizmin ana felsefesi, “eskiye düşman olmak ve yeniyi putlaştırmak”tır. Şu da var ki, peşinden giderek putlaştırılan bu yanlış ile en doğruya, en iyiye, en güzle gidildiği ve gelindiği zannedilerek her yeni düşünce, fikir, söylem, yazı ve eylem alkış almakta ve büyütülmektedir. Bu yüzden de yanlış modern insan tarafından putlaştırılmış durumdadır.

 

Hâlbuki böyle bir şey yoktur ve zannedildiği gibi değildir. Allah tüm kâinâtı öyle bir noksansız, eksiksiz ve mûcizevî bir şekilde sapa-sağlam yaratmış ve kurmuştur ki, hiç-bir eksik bırakılmış hiç-bir şey olmadığı için, tamamlanması ve düzeltilmesi gereken bir şey yoktur. Allah’ın düzenlediğinden başka, varlığın gittiği ve ulaşmaya çalıştığı bir yer ve şey yoktur. Ortada sâdece muhteşem bir döngü, düzen, nizâm vardır ve Allah’ın yaratıp düzenlediği bu sistem şaşmaz-yanılmaz bir şekilde döngüsünü kusursuz şekilde sürdürmekte ve herhangi bir bozukluk, şaşma ve başkalaşma olmamaktadır:

 

“O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayâtı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutâbakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahmân (olan Allah)ın yaratmasında hiç-bir çelişki ve uygunsuzluk (tefâvüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; her-hangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?. Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umûdunu kesmiş bir hâlde bitkin olarak sana dönecektir” (Mülk 2-4).

 

Dünyâ’nın doğal yapısı da böyledir. İnsanın el atmasıyla değişen bâzı bozulmalar vardır ama Dünyâ ilk yaratıldığı görünümünden ve işleyişinden %90 oranında farklı değildir. Yağmurlar ve kar yine ilk günkü gibi aynı mekanizmayla işliyor ve yeryüzüne rahmet olarak düşmeye devâm ediyor. Ağaçlar, bitkiler yine ilk günkü gibi döngüsünü hiç şaşmayarak devâm ettiriyor. Hayvanlar ilk yaratıldıkları gibi, hiç değişmiyorlar ve döngüye uyarak hayatlarını sürdürüyorlar.

 

Her-şey ilk yaratıldığı gibi döngüsünü sürdürüyor ve kusursuz işleyiş, düzen, nizâm ve döngü devâm ediyor. Aslında insanın fizîkî yönü de böyledir. Kas, kemik, kan, damar, organ vs. insanın bedenî yapısı da yine insanın bozmasından dolayı oluşan yanlışlar ve bozukluklar hâriç işleyişini yine tam da Allah’ın yaratmasına göre sürdürüyor. Hiç-bir şeyin üstüne bir şey konulmuş ve değişmiş değildir. Her-şeyi yaratan, kusursuz Yaratıcı, o muhteşem sanatçı olan Allah olduğu için, yaratılmış olan içinde eksik-gedik bir şey olmadığı için, tamamlanacak, eklenecek ve ilâve yapılacak maddî ve ilmi bir şey yoktur ve her-şey olması gerektiği gibidir. Gök-kubbede yeni bir şey yoktur, “yeni” yoktur ama “yeniden” vardır. Allah insanlar arasında da düzenin ve nizâmın yeniden kurulmasını istemektedir ki tevhid ancak böyle sağlanabilir.

 

Lâkin bu muhteşem düzene, nizâma ve döngüye çomak sokan bir varlık vardır: İnsan. Şeytanın ve nefsin etkisiyle insan her-şeye el atmakta ama sonunda yaptıkları şeyler fitne üretip ifsad etmekten başka bir şeye yaramamaktadır. Gerçi Allah’ın sağlam yaratışı nedeniyle varlığın orijinâlliği insanın yaptıklarıyla tümden bozulmamakta ve yıkılmamaktadır ama işleyişe çomak sokulmuş olduğu için bâzı pürüzler çıkmakta ve bâzı sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu sorunlar küresel ölçekte küçüktür ama insanı etkilemektedir. Zîrâ insan muhteşem düzene uygun ve uyumlu olarak yaratıldığı için ortaya çıkan bir bozulmadan hemen etkilenmekte ve rahatsız olabilmektedir. Meselâ ekinin ve suyun değiştirmesi insanın sağlığını bozmaktadır. “Yeni şeyler üretiyorum” diyerek insan çevreyi kirletmekte ve varlığa ve canlılara zarar vermektedir. Zihnî ve kâlbî anlamda da “yeni şeyler söylüyorum” diyerek rûhu, kâlbi, zihni, düşünceyi bozmakta ve işleyişe zarar vermektedir. Üstelik bunları “iyi bir şey yapıyorum” zannıyla yapmaktadır. Çünkü büyük yanlışı putlaştırmaktadır. Oysa Allah insanı bu konuda uyarıp durmaktadır:

 

“O, iş-başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez” (Bakara 205).

 

“De ki: Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrâna uğrayacak olanları size haber vereyim mi?. Onların, dünyâ-hayâtındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar. İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Artık onların yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, kıyâmet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız” (Kehf 103-105).

 

Evet, insanların öteden bêri putlaştırdığı bir yanlış vardır ki bu yanlış modern insan tarafından en büyük put hâline getirilmiştir. O yanlış; “ilerlemenin, değişimin, bilmenin, öğrenmenin sonucunda doğrusunu ve iyisini bulduğunu zannederek hak ve hakîkat üzere olduğunu zannetmek”tir. Modernizm ile başkalaşan mekân ve yapılan modern üretimler insanları etkilemekte ve düşüncelerini değiştirmektedir. Çünkü ya Kur’ân ve Sünnet-merkezli bir idrâk, algılama, bilme, düşünme, söylem ve üzerinde değildirler yada bunları yapmalarına rağmen bu merkezde amel-eylem hâlinde değildirler. Hayâtın sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, siyâsî, hukûkî, kânûnî, askeri vs. her alanda Allah, Kur’ân ve Sünnet yâni İslâm-merkezli bir idrâk ilim ve amel üzere olmadıkları için hem bir cezâ hem de bir yanlış üzere gidiyorlar ve o yanlış putlaştırarak vahiy ve peygamberlerin gittiği yollardansa, putlaştırdıkları yanlış nedeniyle  şeytanın, nefsin ve tâğutların açtığı yollarda olmaktadır.

 

Bu yanlış en çok da din konusunda böyledir. Modernizmin ortaya çıkardığı yanlışları, pislikleri, çirkeflikleri, zararları ve şerefsizlikleri hiç gündem etmeden ve dile getirmeden hattâ bunu hiç düşünmeden ha-bire geleneğe çatmakta, izinde gittikleri yanlışı putlaştırdıkları için ve o yanlış günümüzde modernizm ile paralel olduğundan dolayı modernizm olan lehine düşünmekte, söylemekte ve eylemektedirler.

 

Hâlbuki Allah, tâ en başından bêri, hep aynı şeyi bildirmiştir, aynı vahyi indirmiştir, aynı temel ilkeler üzerine soru ve sorunlara cevap vermiştir. Peygamberler de hep aynı şeyin yâni hakkın ve hakîkati ikâme etmek ve hâkim kılmak için çalışmışlar, temel ilkelere uygun olarak hep aynı şeyleri söylemişler ve bu mücâdele içinde olmuşlardır. Bize “en güzel örnek” olmaları bu noktadadır. Şu da var ki Allah’ın indirdiği ve peygamberlerin vahiy-merkezli örnekliği, putlaştırılan yanlış üzerinde gidenlerin düşündükleri ve sandıkları gibi değildir. İslâm ve modernizm aynı şey değildir ve aynı amaç ve hedef üzerinde değildirler. İslâm ve modern-bilim, teknoloji, modern-beşerî ideolojiler, düşünceler, söylemler ve eylemler birbirlerinden çok farklıdır vs hattâ bambaşkadır. İslâm başka bir şeydir, Kur’ân’a ve Sünnet’e uygun olmayan ve aykırı olan klâsik, geleneksel yada modern olsun, beşerî olan her-şey bambaşkadır. Modern insanın hakîkat zannettiği ve putlaştırdığı yanlış, İslâm ve Allah’ın râzı olduğu şey değildir.

 

Bir ilerleme, değişme, yenilik, eksiği tamamlama vs. falan diye bir şey yoktur. Çünkü Allah, her şeyi kusursuz, eksiksiz, muhteşem bir döngü ve düzen ile yaratmıştır. İnsanı en güzel sûrette yaratmıştır ve bir eksik ve noksan yoktur. Nasıl ki Kur’ân’ı da eksiksiz indirmiş olduğu için ona bir ek ve ilâve yapılamazsa, tüm varlığı eksiksiz yarattığı için ona bir ilâve yapılmasına gerek yoktur, zâten Kur’ân gibi, yaratılmış olan her-şey “korunmuş” olduğu için bir ilâve ve ek yapmaya gerek yoktur. Allah’ın istediği ve emrettiği şey, ilerlemek, yenilemek, değiştirmek ve doğrusunu arayıp bulmak vs. değil, Kur’ân ve Sünnet-merkezli olarak en doğrusunu yeniden hâkim kılmaktır. Bu bağlamda hakîkate bulaşmış olan kiri-pası, yanlışı, çirkini iptâl edip kaldırarak hakkı ve hakîkati yeniden (yeni değil) ikâme etmek ve hâkim kılmaktır. Zîrâ Allah’ın sünnetinde bir değişiklik olmaz:

 

“… Sen, Allah’ın sünnetinde (yasa-kânun) kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın” (Fâtır 43).

 

O-hâlde ister dünyevî, beşerî, Allah’ın indirdiklerine uygun olmayan ve aykırı olan şeyler olsun, ister ilmî yönde olsun, ideolojik, bilimsel ve dînî her yeni düşünce ve fikir, fitne üretip ifsâd edecektir. Fakat şeytanın, nefsin ve tâğutların etkisi ve baskısı nedeniyle insanlar sünnetullah ve imtihan gereğince yine  o yanlışı putlaştırmaya devâm edeceklerdir ve etmektedirler.

 

Allah’a, âhirete, gayba, vahye, Kur’ân’a, Sünnet’e dolayısıyla adâlete, eşitliğe, hakka, hakîkate, ahlâka, fıtrata, doğala, doğaya, normâle kısaca tevhide ve İslâm’a uygun olmayan ve aykırı olan her-şey puttur. Bu-bağlamda lâiklik, sekülerizm, demokrasi, modern-bilim ve teknoloji, felsefe, bâtıl dinler, inanışlar, düşünceler, üretimler vs. putlaştırılmış bir yanlıştır ve târih boyunca yapılan bu putlaştırma en  çok da modernizm ile yapılmaktadır. O-hâlde herkese yeniden soralım:

 

“Fe eyne tezhebûn?. “Hâl böyle iken nereye gidiyorsunuz?” (Tekvir 26).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Hazîran 2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder