“Yer-yüzünde olanların çoğunluğuna uyacak
olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar
ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler”
(En-âm 116).
Modern
insanın putlaştırdığı bir yanlış ve yanılgı var. Bu yanlış eski insanlarda pek
yoktu. Çünkü onlar fıtrata, doğala, doğaya ve normâle uygun yaşıyorlardı ve o yanlışa
ve yanılgıya kapılmıyorlardı. Bu yanlış ve yanılgı, modernizm ile birlikte
ortaya çıktı ve yaygınlaştı. Peki nedir bu yanlış?.
Bu
yanlış; “her-şey ilerliyor, değişiyor, dönüşüyor ve başkalaşıyor, o-hâlde biz
de, ortaya çıkan “yeni”ye göre düşünmeli, fikir üretmeli, konuşmalı, yazmalı ve
edip-eylemeliyiz” yanlışıdır. Tabi bunu yaparken “eski” olanı inkâr ve iptâl
etmek ve eskiye nefret beslemek şarttır. Zâten putlaştırılan yanlışın
temsilciliğini ve yayılmasını sağlayan modernizm bundan beslenmekte ve
hayâtiyetini “eskiye düşmanlık” ile sağlamaktadır. Modernizmin ana felsefesi,
“eskiye düşman olmak ve yeniyi putlaştırmak”tır. Şu da var ki, peşinden giderek
putlaştırılan bu yanlış ile en doğruya, en iyiye, en güzle gidildiği ve gelindiği
zannedilerek her yeni düşünce, fikir, söylem, yazı ve eylem alkış almakta ve
büyütülmektedir. Bu yüzden de yanlış modern insan tarafından putlaştırılmış
durumdadır.
Hâlbuki
böyle bir şey yoktur ve zannedildiği gibi değildir. Allah tüm kâinâtı öyle bir
noksansız, eksiksiz ve mûcizevî bir şekilde sapa-sağlam yaratmış ve kurmuştur
ki, hiç-bir eksik bırakılmış hiç-bir şey olmadığı için, tamamlanması ve düzeltilmesi
gereken bir şey yoktur. Allah’ın düzenlediğinden başka, varlığın gittiği ve
ulaşmaya çalıştığı bir yer ve şey yoktur. Ortada sâdece muhteşem bir döngü,
düzen, nizâm vardır ve Allah’ın yaratıp düzenlediği bu sistem şaşmaz-yanılmaz
bir şekilde döngüsünü kusursuz şekilde sürdürmekte ve herhangi bir bozukluk,
şaşma ve başkalaşma olmamaktadır:
“O,
amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını
denemek için ölümü ve hayâtı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok
bağışlayandır. O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutâbakat) içinde yedi gök
yaratmış olandır. Rahmân (olan Allah)ın yaratmasında hiç-bir çelişki ve
uygunsuzluk (tefâvüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; her-hangi bir
çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?. Sonra gözünü iki kere daha
çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umûdunu kesmiş bir hâlde bitkin
olarak sana dönecektir” (Mülk
2-4).
Dünyâ’nın
doğal yapısı da böyledir. İnsanın el atmasıyla değişen bâzı bozulmalar vardır
ama Dünyâ ilk yaratıldığı görünümünden ve işleyişinden %90 oranında farklı
değildir. Yağmurlar ve kar yine ilk günkü gibi aynı mekanizmayla işliyor ve
yeryüzüne rahmet olarak düşmeye devâm ediyor. Ağaçlar, bitkiler yine ilk günkü
gibi döngüsünü hiç şaşmayarak devâm ettiriyor. Hayvanlar ilk yaratıldıkları
gibi, hiç değişmiyorlar ve döngüye uyarak hayatlarını sürdürüyorlar.
Her-şey
ilk yaratıldığı gibi döngüsünü sürdürüyor ve kusursuz işleyiş, düzen, nizâm ve
döngü devâm ediyor. Aslında insanın fizîkî yönü de böyledir. Kas, kemik, kan, damar,
organ vs. insanın bedenî yapısı da yine insanın bozmasından dolayı oluşan
yanlışlar ve bozukluklar hâriç işleyişini yine tam da Allah’ın yaratmasına göre
sürdürüyor. Hiç-bir şeyin üstüne bir şey konulmuş ve değişmiş değildir. Her-şeyi
yaratan, kusursuz Yaratıcı, o muhteşem sanatçı olan Allah olduğu için,
yaratılmış olan içinde eksik-gedik bir şey olmadığı için, tamamlanacak,
eklenecek ve ilâve yapılacak maddî ve ilmi bir şey yoktur ve her-şey olması
gerektiği gibidir. Gök-kubbede yeni bir şey yoktur, “yeni” yoktur ama “yeniden”
vardır. Allah insanlar arasında da düzenin ve nizâmın yeniden kurulmasını
istemektedir ki tevhid ancak böyle sağlanabilir.
Lâkin
bu muhteşem düzene, nizâma ve döngüye çomak sokan bir varlık vardır: İnsan.
Şeytanın ve nefsin etkisiyle insan her-şeye el atmakta ama sonunda yaptıkları
şeyler fitne üretip ifsad etmekten başka bir şeye yaramamaktadır. Gerçi Allah’ın
sağlam yaratışı nedeniyle varlığın orijinâlliği insanın yaptıklarıyla tümden
bozulmamakta ve yıkılmamaktadır ama işleyişe çomak sokulmuş olduğu için bâzı
pürüzler çıkmakta ve bâzı sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu sorunlar küresel
ölçekte küçüktür ama insanı etkilemektedir. Zîrâ insan muhteşem düzene uygun ve
uyumlu olarak yaratıldığı için ortaya çıkan bir bozulmadan hemen etkilenmekte
ve rahatsız olabilmektedir. Meselâ ekinin ve suyun değiştirmesi insanın
sağlığını bozmaktadır. “Yeni şeyler üretiyorum” diyerek insan çevreyi
kirletmekte ve varlığa ve canlılara zarar vermektedir. Zihnî ve kâlbî anlamda
da “yeni şeyler söylüyorum” diyerek rûhu, kâlbi, zihni, düşünceyi bozmakta ve
işleyişe zarar vermektedir. Üstelik bunları “iyi bir şey yapıyorum” zannıyla
yapmaktadır. Çünkü büyük yanlışı putlaştırmaktadır. Oysa Allah insanı bu konuda
uyarıp durmaktadır:
“O, iş-başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk
çıkarmaya, ekini ve nesli helâk etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu
sevmez” (Bakara 205).
“De ki: Davranış (ameller) bakımından en çok
hüsrâna uğrayacak olanları size haber vereyim mi?. Onların, dünyâ-hayâtındaki
bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta
sanıyorlar. İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr
edenlerdir. Artık onların yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, kıyâmet gününde onlar
için bir tartı tutmayacağız” (Kehf 103-105).
Evet,
insanların öteden bêri putlaştırdığı bir yanlış vardır ki bu yanlış modern
insan tarafından en büyük put hâline getirilmiştir. O yanlış; “ilerlemenin, değişimin,
bilmenin, öğrenmenin sonucunda doğrusunu ve iyisini bulduğunu zannederek hak ve
hakîkat üzere olduğunu zannetmek”tir. Modernizm ile başkalaşan mekân ve yapılan
modern üretimler insanları etkilemekte ve düşüncelerini değiştirmektedir. Çünkü
ya Kur’ân ve Sünnet-merkezli bir idrâk, algılama, bilme, düşünme, söylem ve
üzerinde değildirler yada bunları yapmalarına rağmen bu merkezde amel-eylem hâlinde
değildirler. Hayâtın sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, siyâsî, hukûkî,
kânûnî, askeri vs. her alanda Allah, Kur’ân ve Sünnet yâni İslâm-merkezli bir
idrâk ilim ve amel üzere olmadıkları için hem bir cezâ hem de bir yanlış üzere
gidiyorlar ve o yanlış putlaştırarak vahiy ve peygamberlerin gittiği yollardansa,
putlaştırdıkları yanlış nedeniyle şeytanın,
nefsin ve tâğutların açtığı yollarda olmaktadır.
Bu
yanlış en çok da din konusunda böyledir. Modernizmin ortaya çıkardığı yanlışları,
pislikleri, çirkeflikleri, zararları ve şerefsizlikleri hiç gündem etmeden ve dile
getirmeden hattâ bunu hiç düşünmeden ha-bire geleneğe çatmakta, izinde gittikleri
yanlışı putlaştırdıkları için ve o yanlış günümüzde modernizm ile paralel olduğundan
dolayı modernizm olan lehine düşünmekte, söylemekte ve eylemektedirler.
Hâlbuki
Allah, tâ en başından bêri, hep aynı şeyi bildirmiştir, aynı vahyi indirmiştir,
aynı temel ilkeler üzerine soru ve sorunlara cevap vermiştir. Peygamberler de hep
aynı şeyin yâni hakkın ve hakîkati ikâme etmek ve hâkim kılmak için çalışmışlar,
temel ilkelere uygun olarak hep aynı şeyleri söylemişler ve bu mücâdele içinde
olmuşlardır. Bize “en güzel örnek” olmaları bu noktadadır. Şu da var ki Allah’ın
indirdiği ve peygamberlerin vahiy-merkezli örnekliği, putlaştırılan yanlış
üzerinde gidenlerin düşündükleri ve sandıkları gibi değildir. İslâm ve
modernizm aynı şey değildir ve aynı amaç ve hedef üzerinde değildirler. İslâm
ve modern-bilim, teknoloji, modern-beşerî ideolojiler, düşünceler, söylemler ve
eylemler birbirlerinden çok farklıdır vs hattâ bambaşkadır. İslâm başka bir
şeydir, Kur’ân’a ve Sünnet’e uygun olmayan ve aykırı olan klâsik, geleneksel
yada modern olsun, beşerî olan her-şey bambaşkadır. Modern insanın hakîkat
zannettiği ve putlaştırdığı yanlış, İslâm ve Allah’ın râzı olduğu şey değildir.
Bir
ilerleme, değişme, yenilik, eksiği tamamlama vs. falan diye bir şey yoktur.
Çünkü Allah, her şeyi kusursuz, eksiksiz, muhteşem bir döngü ve düzen ile
yaratmıştır. İnsanı en güzel sûrette yaratmıştır ve bir eksik ve noksan yoktur.
Nasıl ki Kur’ân’ı da eksiksiz indirmiş olduğu için ona bir ek ve ilâve yapılamazsa,
tüm varlığı eksiksiz yarattığı için ona bir ilâve yapılmasına gerek yoktur,
zâten Kur’ân gibi, yaratılmış olan her-şey “korunmuş” olduğu için bir ilâve ve
ek yapmaya gerek yoktur. Allah’ın istediği ve emrettiği şey, ilerlemek,
yenilemek, değiştirmek ve doğrusunu arayıp bulmak vs. değil, Kur’ân ve
Sünnet-merkezli olarak en doğrusunu yeniden hâkim kılmaktır. Bu bağlamda hakîkate
bulaşmış olan kiri-pası, yanlışı, çirkini iptâl edip kaldırarak hakkı ve hakîkati
yeniden (yeni değil) ikâme etmek ve hâkim kılmaktır. Zîrâ Allah’ın sünnetinde
bir değişiklik olmaz:
“… Sen, Allah’ın sünnetinde (yasa-kânun)
kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir
dönüşüm de bulamazsın” (Fâtır 43).
O-hâlde
ister dünyevî, beşerî, Allah’ın indirdiklerine uygun olmayan ve aykırı olan
şeyler olsun, ister ilmî yönde olsun, ideolojik, bilimsel ve dînî her yeni
düşünce ve fikir, fitne üretip ifsâd edecektir. Fakat şeytanın, nefsin ve
tâğutların etkisi ve baskısı nedeniyle insanlar sünnetullah ve imtihan
gereğince yine o yanlışı putlaştırmaya
devâm edeceklerdir ve etmektedirler.
Allah’a,
âhirete, gayba, vahye, Kur’ân’a, Sünnet’e dolayısıyla adâlete, eşitliğe, hakka,
hakîkate, ahlâka, fıtrata, doğala, doğaya, normâle kısaca tevhide ve İslâm’a
uygun olmayan ve aykırı olan her-şey puttur. Bu-bağlamda lâiklik, sekülerizm,
demokrasi, modern-bilim ve teknoloji, felsefe, bâtıl dinler, inanışlar, düşünceler,
üretimler vs. putlaştırılmış bir yanlıştır ve târih boyunca yapılan bu
putlaştırma en çok da modernizm ile
yapılmaktadır. O-hâlde herkese yeniden soralım:
“Fe eyne tezhebûn?. “Hâl böyle iken nereye gidiyorsunuz?”
(Tekvir 26).
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Hazîran
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder