14 Haziran 2024 Cuma

Gönül Zenginliği

 

“Sonra onu düzeltip bir biçime soktu ve ona rûhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller vâr etti. Ne az şükrediyorsunuz?” (Secde 9).

 

Âyette de söylendiği gibi, Allah bizim görmemizi ve duymamızı istedikten başka gönül-sâhibi olmamızı da istemiştir. Zîrâ görmek, duymak, yapıp-etmek hep gönül ile olunca anlamlı olur ve değer kazanır. Gönül katılan şey anlam, değer ve bereket kazanır. Şeytan işte insan hep bu noktadan saldırır ve gönlü blôke etmek ister. Gönül blôke olunca ve  işlevsiz kalınca ise her-şey şekil, gösteriş ve alışkanlıktan dolay yapılmaya başlar. “Gönülden yapmak” ile “gönülsüz yapmak” arasında dağlar kadar fark vardır.

 

Gönülsüz yapılan işler istemeye-istemeye yapıldığı için insanı sıkıntıya sokar, pişmân eder, yorar ve mutsuz eder. Gönülsüz iş yaptırmak ne kadar da zordur. Zâten gönülsüz yapılan işler güzel ve sağlam da olmaz.

 

İnsanın başına gelen tüm musîbetler gönül yokluğu nedeniyle gelmiştir-gelir. Gönülden inanılmadığında gerçek bir îman olmayacağı için münâfıklık baş gösterir. Münâfıklık “gönülsüzlük” demektir. Yine ibâdetler; namaz, oruç, hac, zekat kara-zorla yapılır. Çünkü gönülsüz yapmak “sevmeden yapmak” demektir. Sevmeden yapınca hem sağlam ve güzel olmaz hem de insanı çok yorar ve mahveder.

 

Peygamberimiz; “gerçek zenginlik, gönül zenginliğidir” der. Çünkü gönül dar  olunca zenginlik gözükmez ve işe yaramaz. Zîrâ o zenginlik ne zengin olanın kendisine ne de başka birine bir fayda verir. Gönül zenginliği ile birleşmeyen mal-mülk âtıl hâlde kalır ve sonunda da birileri onu isrâf ederek tüketir-bitirir. Gönülsüz zenginliğin seviyesi ne olursa-olsun, gönül zenginliğinin yanında her zaman değersiz ve düşük kalır. Gönülsüz verilen 100 lira, gönüllü verilen 10 liradan daha azdır. Bu-bağlamda “çok veren maldan, az veren candan-gönülden verir” sözü mânidardır. Fakat bunu gönlü dar olanlar anlayamazlar.

 

Gönlü dar olanlar baktığınızda sürekli bir darlık yaşadıklarını görürsünüz. Maddî ve mânevî darlıktan kurtulamazlar da iki âlemde de buhrân ve bunalım içinde kalırlar. Bu buhrânı ve bunalımı maddî olan ile aşmaya çalışırlar fakat gönül darlığı maddî olan ile aşılamayacağı için bu darlıktan ve darlanmaktan kurtulamazlar.

 

Gönül darlığı ve fakirliği, Allah’a îmandan ziyâdece Allah’a güven ile alâkalıdır. Allah’a güvenmeyenlerin gönlü darlıktan ve fakirlikten kurtulamaz. Bu da her alanda bir darlığa sebep olur. Gönlü zengin olanlar ise küçücük bir şeyle bile sevinebildikleri için en azından bir iç-huzûru yaşarlar ve bu durum yüzlerine, konuşmalarına ve davranışlarına yansır.

 

Gönlü dar olanlar, paylaşmakta, harcamakta, bir şeyler yapmakta çok zorlanırlar. Çünkü gönül darlığında sürekli olarak bir korku vardır; “biterse” korkusu. Evet; gönül darlığı “ya biterse”, “yiterse” ve “yetmezse” korkusu oluşturur ve bu da güvensizlik ve aşırı tedbire yöneltir insanları. Bu durum insanı her alanda endişeli, aşırı temkinli ve tedbirli bir hâle soktuğu için, gönlü dar olanlar ne bir kimseyle dost ve arkadaş olabilir, ne  bir düşünceye, dâvaya, ilme, kültüre, sanata vs. yönelip de yeterli zaman ayırabilirler. Çünkü gönlü dar olanların zamanları da mekânları da dar olur. Gönül zenginliği ise tüm bunlar için fırsatlar arar.  

 

Şeytan insanları tâ ilk baştan bêri “biterse ve yetmezse” ile korkutur ve “bitmeyecek” olanı vaat eder:   

 

 “Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü (mülkü lâ yebla) haber vereyim mi?” (Tâ-hâ 120).

 

 Gönlü dar olanların gerçek bir îmâna ve güvene ulaşıp da huzûra kavuşması mümkün değildir. Çünkü gönül darlığının panzehiri, gönül zenginliğidir ki bu da ancak gönül darlığına neden olan şeylerin tersini yapmakla mümkündür:

 

“Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe gerçek îmâna ulaşamazsınız. Ne infâk ederseniz Allah onu bilir” (Al-i İmran 92).

 

Gönül darlığının altında aslında cimrilik yatar. Cimriler bir türlü veremezler, paylaşamazlar, ve bir-araya gelemezler. Gönlü dar olanın sâdece eli değil, kâlbi, zihni, dili ve tüm hayâtı dar olur. Gönlü dar olanların “Allah râzı olsun” duâsını aldıkları pek görülmez. Bu da gönlün daha fazla daralmasına neden olur. Oysa gönül zenginliği genişlik verir, çünkü Allah gönlü zengin olanların hem ceplerini, hem kâlplerini hem de hayatlarını bereketlendirir. Üstelik gönül zenginliği insanı ferahlatır ve rahatlatır, sıkıntılarından kurtarır.

 

Gönülleri ve zihinleri dar olanlarla yaşamak çok zor olur. Hele ikisi birlikte ise.. eyvaah!.

 

Gönlü dar olmak ne kadar da yoz bir şeydir. İnsanın kendi-kendine zulmetmesi en başta dar gönüllükle olur. Mal-mülk ve servet yönünden zengin olup da gönlü dar olanlar yok olsun gitsin daha iyi. Çünkü dar gönüllük iğrenç bir şeydir ve kişinin kendisini eksilttiği gibi toplumu da eksiltir.

 

Kur’ân okuduğu ve İslâm’ın emirlerine uyduğu hâlde gönlü dar olanlar vardır. Ne kadar da acı. Kur’ân sürekli olarak gönülden ve gönül zenginliğinden bahsetmesine rağmen yine de gönülsüz davranmak nasıl oluyor?. Kur’ân’ı okumak gönül darlığını niçin gidermiyor ki!. Kanımca okudukları gönlünü etkilemiyor. Yeterli îman ve güven yok çünkü.

 

Gönlü dar olanların nefisleri çok geniştir. Öyle ki kişi ana-babasına, kardeşlerine, akrabâlarına ve çoluk-çocuğuna bile dar gönüllü olabiliyor. Allah’ın şu uyarısına rağmen alçak-gönüllü olacağı yerde dar-gönüllü olmaya devâm edebiliyor:

 

“Rabbin, O’ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle-davranmayı emretti. Şâyet onlardan biri veyâ ikisi yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: ‘Öf’ bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara acıyarak alçak-gönüllülük kanadını ger ve de ki: Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse Sen de onları esirge”srâ 23-24).

 

İslâm sâdece gönüllere hitâp eden bir din değildir. Gönüller gönüllü olarak İslâm’ı kabûl etmelidir. Fakat hayâtın diğer alanlarında, zor kullanarak itaat altına alma da vardır. Gönül-gönül denerek hayâtın gerçekleri ıskalanamaz. İslâm’da gönüllü olmak önemlidir ama İslâm hatır-gönül dîni değil, îman ve amel-eylem dînidir. İslâm, gönül genişliği nedeniyle ilkelerinden tâviz verilmesini kabûl etmez. Yoksa fitne, fesat ve tefrikanın ortaya çıkması kaçınılmaz olur.

 

İslâm’da tefrikanın ilk ortaya çıkmasının nedeni, Hz. Osman’ın hilâfetinin ikinci yarısında, devlet-içi görevlendirmelerde ehliyet ve liyâkatin göz-ardı edilmesi ve görevlendirmelerde hatır-gönül ve yakınlığın aranmasıydı. Bu durum ileride çok daha büyük sorunlara yol açmıştır.

 

Gönüllü olarak İslâm kimliğini seçmeyenler, “dayatılmış kimlikler”e mahkûm olurlar. Bu kimlikler bencil ve dar-gönüllü kimlikler olacaktır. Çünkü Allah’a “gönüllü teslîmiyet” göster(e)meyenler, sisteme “koşulsuz teslim” olmak zorunda kalırlar.

 

Gayri-meşrû cinsel ilişki “karşılıklı gönüllülük”le yapılsa da zinâ olur. Gönüllü günahkârlık da günahkârlıktır. Bir işe gönlün karışması onu her zaman aklamaz. Gönül ota konduğu gibi bâzen de boka konabilir.

 

Kur’ân “gönüllerde tutulabilecek” bir kitap değildir. Sünnet’i hesâba katmayıp da “Kur’ân yeter” demek, “İslâm sâdece gönüllerde yaşansın ve hayâta karışmasın” demektir. Zîrâ İslâm-Kur’ân hayâta “Sünnet ile” karışır. Sünnet, “gönüllüce vahiy-merkezli olarak yapmak” demektir.

 

Fetih, toprakların ve gönüllerin birlikte kazanılmasıdır. Gönüller kazanılmadığında işgâl oluyor.

 

Zenginlik mal çokluğu değil gönül tokluğudur.

 

Peygamberimiz’in sık-sık yaptığı duâlardan biri de: “Allah’ım!; Sen’den hidâyet, takvâ, (sorumluluk bilinci) iffet ve (gönül) zenginliği isterim” (Müslim, Zikir 72, Tirmizî, Daavat 72) duâsıdır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Hazîran 2024

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder