13 Haziran 2024 Perşembe

Akrabâlık Üzerine

 

“Akrabâya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsrâf ederek saçıp-savurma” (İsrâ 26).

 

Tüm insanlar Hz. Âdem ve Havvâ’da birleşirler, bu nedenle de tüm insanlar aslında akrabâdırlar. Bu da, herkesin kökeni aynı ana-babaya dayandığı için, yaratılışça “kimsenin kimseden daha üstün olmaması” anlamına gelir. Çünkü Allah katında üstünlük sâdece takvâdadır. Peygamberimiz Vedâ Hutbesi’nde şöyle demiştir: “Ey insanlar!; biliniz ki Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem de topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza hiç-bir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takvâ iledir”. Yüne bu nedenle Peygamberimiz, akrabâ ile ilişkilerini kesenleri ağır bir dille uyarmış ve “akrabâlık bağlarını koparan cennete giremez” (Buhârî, Edeb, 11) demiştir. Bu konuyla ilgili Kur’ân’da şöyle denir:

 

“Ey insanlar!; sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden bir-çok erkek ve kadın türetip-yayan Rabbinizden korkup-sakının. Ve (yine) kendisiyle, birbirinizle dilekleştiğiniz Allah’tan ve akrabâlık (bağlarını koparmak)tan sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözeticidir” (Nîsâ 1).

 

Akrabâlık insanın kaderidir. Târih boyunca insanlar hep akrabâlarıyla birlikte olmuş yada yakın durmuşlardır. Böylece hem emniyet, hem dayanışma, hem de sevgi ve ünsiyet hâsıl olmuştur. Tabi çeşitli nedenlerle akrabâların birbirlerine düşmesi ve birbirlerinden uzaklaşmaları da yaşanmış ve hattâ birbirleriyle savaşmışlardır da. Aynı-şekilde, gönderilen tüm peygamberler akrabâlarının çoğu ile ters düşmüş ve çatışma yaşamışlardır. Kanımca peygamberlerin hepsinin hicret yaşamalarının bir nedeni de budur. Hz. Îsâ bu konuda şöyle demiştir: “Size doğrusunu söyleyeyim, hiç-bir peygamber kendi memleketinde kabûl görmez” (Luka 4:24). Zîrâ hem köşe-başlarını tutmuş olanlar hem de akrabâlar, gerek dümenlerinin bozulmasından gerekse kıskançlıktan dolayı peygamberler kendi memleketlerinde ya uzun süre yada hiç peygamberlik yapmamışlardır.

 

Akrabâlık bağı hiç-bir zaman, modernizm ile birlikte ama özellikle 2. Dünyâ Savaşı ve 90’lı yıllarda ABD’nin tek-kutuplu kalmasıyla birlikte bu derece kopmamıştı ve akrabâlar hiç-bir zaman birbirlerinden bu derece uzaklaşmamıştı. Türkiye’de de 70’lerde başlayan kentleşmeyle birlikte, post-modern süreç, 15 Temmuz kalkışması ve korona süreciyle, hem akrabâlar hem de konu-komşu ve genel anlamda tüm insanlar birbirlerinden kopmuş ve uzaklaşmışlardır. Üstelik, insanlar bu durumdan kanımca çok da rahatsız değillerdir.   

 

Modern insan başta Allah olmak üzere, âhiretten, cennetten, gaybtan, vahiyden, peygamberden, din’den ve İslâm’dan kolayca kopmasının sonunda akrabâlardan da kolayca kopmuştur-kopmaktadır. Modern insan ana-babanın ve daha yaşlı ataların, hanımın ve kocanın, akrabâlığın, kardeşliğin, evlâdın, torunların, komşuluğun, arkadaşlığın, dostluğun, öğretmenin, talebenin, doğal, normâl ve fıtrî olanın, toprağın, denizin, ormanın, bitkinin, paranın, hayvanın, havanın, zamânın, bilginin, bilincin, îmânın ve sâlih amelin kıymetini ve değerini hiç bilmiyor. Çünkü bambaşka şeylere değer veriyor. Modern insanın ana-baba ve çocukları, komşuları, arkadaşları ve akrabâları arasındaki ilişkileri çoğunlukla pürüzlü hâle gelmiştir. Çünkü modernizm insana sûnî bir dayanak oluyor, tüm ihtiyaçlarını karşılıyor ve “hiç-bir şeye ve hiç kimseye ihtiyâcın yok” mesajını veriyor. Modern insan da bu tuzağa düşerek tüm değerlerinden uzaklaşıyor ve kopabiliyor. Hâlbuki modernizm insana hem gerçek anlamda hiç-bir şey veremez, hem de insanın gerçek ihtiyaçları olan sevgiyi veremez, merhâmeti gösteremez ve sağlam bir dayanak olamaz.

 

Lâkin modernizmle ile birlikte artık modern insan için dînin, mânevîyatın ve değerlerin bir önemi kalmamıştır. Modern insanın kendini adayabileceği bir değeri yoktur. Haz ve zevk içinde yaşamak düşüncesi ve tutkusu modern insanı değerlerinden uzaklaştırmış ve bu bağlamda insanları bir-araya getiren bayramları, zekat, infâk ve kurban ile yapılan paylaşmayı umursamaz hâle getirmiştir. Akrabâyı, eşi-dostu ziyâret ederek muhabbeti sürdürmek, bir-arada olmak, özlem gidermek düşüncesi modernizmin tüm Dünyâ’ya yayılması ve hâkim olmasıyla birlikte artık neredeyse kaybolmaya yüz tutmuştur. Eskiden bayramlarda ve düğünlerde arka-arkaya gelerek evi ve mekânları dolduran ve neşe getiren misâfirlerden ve ziyâretçilerden artık ses çıkmamaktadır. Çünkü bayramlar artık tâtil olarak düşünülüyor. Oysa bayramlar, aktif şekilde yakınlarla-akrabâlarla bir-araya gelmek ve ziyâretlerde bulunmak, paylaşımlar yapmak içindir. Bayramın ne demek olduğunu unutanlar, akrabâ ve eş-dost ile hasret gidermenin değil, dokuz günlük bayram tâtilini geçirirken yaşayacakları zevklerin ve hazların özlemini çekiyorlar. Artık bayramlar, tâtile çıkarak denize, yazlığa, otellere, mâvi tura ve gezmelere gitmek ve ana-babadan, eş-dosttan-akrabâdan uzaklaşarak “kafa dinlemek” anlamına geliyor.

 

Artık akrabâlık “olmasa da olur” olarak görüldüğü için akrabâların birbirlerinden hiç haberi olmamaktadır. Oysa Allah mîras bölüşümünde bile akrabâların da orada olmasını ve onlara da bir şeylerin verilmesini emreder. Böylece akrabâlar arasında yakınlığın devâmının sağlanması beklenir:  

 

“(Mîrâsı) bölüşme sırasında akrabâlar-yakınlar, yetimler ve yoksullar da hazır olursa, onları ondan rızıklandırın ve onlara güzel (mâruf) söz söyleyin” (Nîsâ 8).

 

 “Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabâya bilinen (uygun, meşrû) bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir hak olarak- size yazıldı (farz kılındı)” (Bakara 180).

Akrabâlar-yakınlar sâdece mîras taksimini seyretmeye gelmiyorlar oraya. Hakları olan malı almaya geliyorlar. Zîrâ mîras zenginlikle ilgilidir ve zenginlerin mallarında fakirlerin hakkı vardır:

 

“(Mîrası) Bölüşme sırasında akrabalar-yakınlar, yetimler ve yoksullar da hazır olursa, onları ondan rızıklandırın ve onlara güzel (mâruf) söz söyleyin” (Nîsâ 8).

 

“Bundan sonra îman edip hicret edenler ve sizinle birlikte cihad edenler, işte onlar sizdendir. Akrabâlar Allah’ın Kitabına göre, birbirlerine (mîrasta) önceliklidir. Doğrusu Allah her-şeyi bilendir” (Enfâl 75).

 

Bu âyetlere dayanarak bir-gün bir akrabâ meclisinde; “mîrasta sâdece ölen kişinin çocuklarının değil, akrabalarının ve yoksulların da hakkı vardır” deyince, orada bulunanlar espri yaptığımı zannettiler ve gülüştüler. Böyle bir şeye hiç ihtimâl vermiyorlardı çünkü. Hâlbuki bırakın akrabâyı, İslâm’da kölelerin bile mîrasta hakkı vardır.

 

Modernite ve kentleşme, akrabâlık-bağını yok ederek insanları yalnızlaştırdı ve pısırıklaştırdı. Modernizm -güyâ- insanı hiç-bir şeye ve hiç kimseye muhtâç olmayacak duruma getirmiştir. Hâlbuki insan, târihte hiç olmadığı kadar, bankalara ve servet-sâhiplerine muhtâç hâle gelmiştir. Çünkü insanın en büyük mahrûmiyeti, Allah’a, âhirete, dîne, vahye, peygamberlere, insana ve akrabâlara muhtâç olmama durumuna gelmesidir.

 

Allah, akrabâlık bağlarının koparılmasına “bozgunculuk” der:

 

“Demek, iş-başına gelip yönetimi ele alırsanız hemen yeryüzünde fesad (bozgunculuk) çıkaracak ve akrabâlık bağlarınızı koparıp parçalayacaksınız, öyle mi?” (Muhammed 22).

 

Allah’a îman edip itaat ettikten sonra ana-babaya ve akrabâ ve eşe-dosta güzellikle davranmak emredilir ki bu, “yapılacaklar” listesi arasında en ön sıralardadır:

 

“Allah’a ibâdet edin ve O’na hiç-bir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabâya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin mâlik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez” (Nîsâ 36).

 

Allah fâsıklığın ve haddi aşmanın bir nedeninin de akrabâlık bağlarının koparılması olduğunu söyler:

 

“Nasıl olabilir ki!.. Eğer (müşrikler) size karşı gâlip gelirlerse size karşı ne akrabâlık bağlarını, ne de sözleşme hükümlerini gözetip-tanırlar. Sizi ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kâlpleri ise karşı koyar. Onların çoğu fâsık kimselerdir” (Tevbe 8).

 

“Onlar (hiç) bir mü’mine karşı ne akrabâlık bağlarını, ne de sözleşme hükümlerini gözetip tanırlar. İşte bunlar, haddi aşmakta olanlardır” (Tevbe 10).

 

Akrabâlar ille de birbirleriyle evlenmek zorunda değillerdir elbette ama akrabâ evliliğinin kötülenmesi de akrabâları birbirlerinden uzaklaştırdı ve kopardı. Akrabâ evliliğinde, çocuğun sakat doğması meselesi, “evlenmesi yasak ve haram olmayan akrabâların evlenmesinden” dolayı değil, akrabâların birbirinin çocuklarını bebekken emzirmeleri ile çocukların süt-kardeş olmaları ve ileride, akrabâ olan bu süt-kardeşlerin evlenmeleri nedeniyledir. Sakat doğum akrabâ olsun-olmasın herkeste olabilir. Fakat süt-kardeş evliliklerinde çocuğun sakat doğması yada olması çok olasıdır.

 

Apartmanlar da akrabâlığı koparan etkenlerden biridir. Çünkü mekânlar da birbirine akrabâ olur. Meselâ Anadolu’da duvar ortak kullanılırdı ve evler akrabâ olurlardı. Apartman dâireleri ise birbirlerine karşı buz gibi soğukturlar.

 

Hayvanlar ve bitkiler arasında da akrabalıklar vardır. Hayvanlar arasında meselâ kedigiller adıyla köpek, kurt, kedi, aslan, kaplan, çıta, leopar vs. akrabâ kabûl edilir.

 

Kelimeler arasında bile akrabâlıklar olur. Meselâ Kur’ân’da eş-anlamlı kelimelerden ziyâde akrabâ kelimeler vardır. Akrabâlık varlığın kaderidir. Çünkü her-şeyi Allah yaratmıştır. Yaratılan, en azından Yaratan’dan ötürü sevilir.

 

Akrabâlık çok önemlidir elbette ama “en önemlisi de değildir. En önemlisi “Allah’a olan bağlılık”tır. Bu nedenle İslâm’da, dâvâya karşı çıkan en yakınlara bile sırt dönmek vardır. Bu bağlamda ana-babadan, eş-dosttan, hısım-akrabâdan ve çoluk-çocuktan bile uzaklaşmak-ayrılmak-kopmak vardır. Kıyâmet günü ise zâten kimsenin kimseye faydasının olmayacağı gündür:

 

“Ne yakın akrabâlarınız ne çocuklarınız, kıyâmet günü size bir yarar sağlar. (Allah) sizin aranızı ayıracaktır. Allah yaptıklarınızı görendir” (Mümtehine 3).

 

Modern insan için âilenin, eşin, dostun, akrabânın, dolayısıyla görüşüp-konuşmanın ve dayanışmanın pek de bir önemi ve değeri kalmamıştır. Artık kuzenler bile birbirlerini tanımamaktadır. Herkes, modernizm tarafından iğdiş edilmiş olduğu için “kafasına göre” takılmaktadır.

 

Allah’ın birleştirilmesi istenen akrabâlık bağları koparılmıştır. Bunun çok da uzak olmayan bir vâdede bedeli ortaya çıkacaktır. 

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Hazîran 2024

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder