“Onlara âyetlerimiz apaçık belgeler olarak
okunduğunda, bizimle karşılaşmayı ummayanlar, derler ki: Bundan başka bir
Kur’ân getir veyâ onu değiştir. De ki: Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi
olarak değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana
vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyân edersem, gerçekten ben, büyük günün
azâbından korkarım” (Yûnus 15).
“Ne zaman onlara: ‘Allah’ın indirdiklerine
uyun’ denilse, onlar: ‘Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye
(geleneğe) uyarız’ derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru
yolu da bulamamış idiyseler?” (Bakara
170).
Bunlar İslâmî zihniyeti ve seküler zihniyeti gösteren ve
tanıtan iki âyettir. Tüm zamanlarda mü’minler birinci âyeti dillendirirken,
kâfir ve müşrikler ise ikinci âyete sarılmışlardır. Bu günümüzde de
böyledir.
Zihniyet: “Bir toplumdaki yada topluluktaki bireylerde, görüş
ve inanış etmenlerinin etkisiyle oluşan düşünme yolu, düşünüş biçimi”.
Seküler: “Din’den bağımsız olan, işe
dîni karıştırmayan, din-dışı, dîne göre olmayan, dîne değil, Dünyâ’ya âit olan,
dünyevî olan” anlamlarındadır.
İnsanlık-târihi, zihniyetlerin
savaşımının ve mücâdelesinin târihidir. İki çeşit zihniyet vardır ve bir
üçüncüsü yoktur. Çünkü hak ve bâtıldan başka üçüncü bir şık yoktur. Zihniyet ya
hak zihniyettir ve peygamberler ve mü’minler temsil eder, yada seküler-bâtıl
zihniyettir ki insanların çoğunluğu olan câhil, kâfir ve müşrik kesim temsil
eder.
İslâmî zihniyet hem dünyevî olanı bilir ve
tanır, hem de mânevî-ilâhî olanı bilir ve tanır ve de ilâhî olana aykırı
olmadığı müddetçe kabûl eder. Seküler zihniyet ise ilâhî olanı hem bilmez ve
tanımaz hem de kabûl etmez ve sâdece beşerî ve dünyevî olana sarılır. Bu
nedenle Kur’ân’dan, Sünnet’ten, bilimden, akla ve mantığa uygun istediğiniz
delîli getirin, sekülere zihniyete sâhip olan insanların çoğu yine de mevcut zihniyetlerine,
alışık oldukları şeylere, hayâllerine, arzularına ve çıkarlarına göre düşünmeye
devâm ederler ve buna göre hareket ederler.
İslâmî zihniyet Allah, âhiret, gayb,
vahiy-Kur’ân, peygamber-Sünnet, din-İslâm merkezliyken; seküler zihniyet, insan,
akıl, mantık, doğa, eşyâ, madde, beşer ve Dünyâ merkezlidir. İslâmî zihniyet
sınır koyar ve denetler, seküler zihniyet sınırları kaldırır ve alabildiğine
serbest bırakır. Laissez Faire, “bırakınız
yapsınlar” sözü, seküler zihniyetin, Dünyâ’yı ve insanları uçurumun kenarına
kadar getirdiği mottosudur.
İslâmî zihniyet rûha, kâlbe, merhâmete,
vicdâna, adâlete, eşitliğe, hakka,, hakîkate ve ahlâka yönelikken, seküler
zihniyet bunları çok da önemsemez ve şeytan, nefs ve tâğutların kontrôlünde,
zevk, haz, neşe, konfor ve eğlencesini arttırmanın derdindedir. Bir insanın
düşüncesini, zihniyetini ve inanışını; arzuları, istekleri ve hevesleri belli
eder. Bu bağlamda insanların çoğu seküler zihniyete sâhiptir ve dînî inancı ya
zayıftır yada hiç yoktur.
Allah’sız seküler zihniyet, hakkıyla
bir târif yapamadığı için insanın
târifini târih boyunca şu şekilde yapmıştır: “İki ayak üzerine kalkan hayvan”;
“âlet yapan-kullanan hayvan”; “düşünen hayvan”; “konuşan hayvan”; vs. Modern
zamanlarda ise dile getirmeseler de zımnen şunu söylüyorlar: “İnsan, çalışan
hayvandır”.
Batı’lı ve bâtıl zihniyete sâhip olanlar,
ahlâken dibe vurmuşlardır ve bunalıma düşmüşlerdir. Bu bunalımdan kurtulmak
için de maddî gelişmeyi “tampon” olarak kullanmaktadırlar. Fakat içten çürüme
fazlalaştıkça dışarısı da çürümeye başlayacak ve sistem günü geldiğinde
-sünnetullah gereği- bir fiskeyle yıkılıvereceklerdir. Çünkü batı ve bâtıl, Hz.
Îsâ’nın diliyle söylersek; “badanalanmış kabirler” gibidir. Seküler olunca
mecbûren böyle olunmaktadır.
Kur’ân’ın bir zihniyeti vardır. Kişi, hayâtında
o zihniyet ile düşünüp, edip-eyleyen biri değilse Kur’ân’ı idrâk edemez ve “mushaf
incelemeleri”nden öte bir-şey yapmış olmaz. Bu ise onu harekete geçiremez de
meydan seküler zihniyete kalır.
Kur’ân kesin bir bilgiye dayanmayan, kişisel tahmin ve ön-görüleri
aşmayan, olayların hikmet ve inceliğine bakmadan sâdece sonuçları ile ilgilenen
bir zihniyeti “câhiliye zihniyeti” olarak, bu zihniyetin yanlış düşüncelerini
ise “câhiliye zannı” olarak isimlendirir.
Atatürk’ün ürettiği lâik CHP zihniyeti ile,
AKP’nin ürettiği seküler-muhâfazakâr AKP zihniyeti arasında,
“lîderleri-kişileri ilahlaştırmak” anlamında bir fark yoktur.
Demokrasilerde en üstün güç “demokrasi”
değildir. Demokrasilerde en üstün güç, “demokrasiyi ikâme edenler ve onu
koruyan zihniyet”tir.
İnsanların gerçek düşünceleri ve
zihniyetleri, “söylediklerinden” ziyâde “söylemediklerinde” saklıdır.
Söylemedikleri, söylediklerinden belli olur.
İnsanın sorduğu sorular, onun zihniyetini de
belli eder.
Modern eğitim, “kapitâlist bir proje”dir.
Zîrâ kapitâlist bir zihniyet üretir.
Dünyâ’nın kaynaklarını dibine kadar tüketmek
isteyen seküler zihniyet, doğal olarak evlenmek ve çocuk yapmaktan korkuyor ve
kaçınıyor. Çünkü çoluk-çocuğuyla bile olsa Dünyâ’nın sınırlı kaynaklarını
paylaşmak istemiyor.
İslâm’ı bilmeyenler, müslümanların yoğun bir
zâhitlikle uğraşmaktan başka bir şey yapmamaları gerektiğini düşünürler. Bu
zannın arkasında, zâhitlikle kendini açığa çıkaran tasavvuf zihniyeti ve modeli
vardır.
Modernizm nerede ve ne zaman olursa-olsun hep
aynı sonuçları üretir. Çünkü Allahsızdır ve Allahsızlık târih boyunca hep aynı düşünceleri
ve sonuçları üretmiştir. Zîrâ küfür tek bir millet ve tek bir zihniyettir.
Müslümanların ve
doğu’nun batı karşısında -görece- geri kalmasının nedenlerinden biri de,
müslümanların ve doğu’nun, batı ile ahlâk-dışı bir yarışa girmek istemeyişi
idi. Çünkü İslâm’da ve doğu’da, ahlâk-dışı bir kulvarda yarışmak zihniyeti
yoktur.
Tasavvur, düşünce ve söyleminizin doğru
olup-olmadığının sağlaması ve testi, ancak amel-eylem ve davranışlarla
yapılabilir. Son 3-5 yıl içindeki düşünceniz ve inanışınız sizi -İslâmî
anlamda- doğruya mı yoksa yanlışa mı götürdü? ona bakmak gerekir. Yâni son 3-5
yıl içindeki düşünceniz ve zihniyetiniz size artı bir katkı mı yoksa eksi bir
katkı mı yaptı ona bakmak gerekir. Arttınız mı eksildiniz mi? ona bakın ve ona
göre tasavvur, düşünce ve söyleminizin doğru yada yanlış olduğunu anlayın.
Sonuçta da İslâmî bir zihniyete mi yoksa seküler bir zihniyete mi sâhip
olduğunuzu görmüş olursunuz.
Modern-seküler ortamda, kâfir, müşrik, zâlim,
fâizci zihniyet her zaman kazanır. Tâ ki; devrimci bir lîder, adanmış bir
toplum-nesil ve İslâmî bir devrim olana kadar. Çünkü İslâmî bir devrim olmadan
hakîki bir değişim ve dönüşüm de olmaz, hakîki bir iyilik de ortaya çıkmaz.
İslâmî bir devrimi yapacak olanlar elbette İslâmî bir zihniyete sâhip olanlar
olacaktır ki bu zihniyet elbette Kur’ân ve Sünnet ile ikâme edilecektir.
Günümüz, seküler zihniyetin tüm Dünyâ’yı
kuşattığı ve baskı Altına aldığı bir zamandır. Bu durum ancak İslâmî zihniyete
sâhip olan mü’minlerle değişebilir ve böylece hak ve hakîkat-merkezli İslâmî
zihniyet hayâta hâkim olabilir. Bunun başka bir yolu yoktur. Bu nedenle Allah
şöyle der:
“Sizden; hayra çağıran,
iyiliği (mârufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk
bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır” (Âl-i İmran 104).
İşte
böyle bir toplum olduğunda ancak, Allah’ın sözü ve dîni hayâta hâkim olabilir
ve insanlar nesne durumundan özne durumuna yükselebilirler. Yine ancak böyle
olunca hak ve hakîkat tüm Dünyâ’yı kuşatıp sarabilir ve böylece zulümler ve
mazlûmiyetler bitip Dünyâ cennetin bir şûbesi (dârüsselâm) olabilir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Hazîran 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder