26 Ekim 2024 Cumartesi

Zevk-ü Sefâ İçinde Yaşamak


“Yoksa insana ‘her dileyip arzu ettiği’ şey mi var?” (Necm 24).

 

Müslümanlar da dâhil insanlar, Dünyâ’da bulunmanın yegâne amacının, “Dünyâ’dan olabildiğince zevk almak” ve “Dünyâ’nın tadının alabildiğine çıkarmak” olduğunu zannediyor. Târih boyunca insanlar hep, “daha zevkli ve sefâ içinde bir hayat yaşamak” için çabalamışlardır. İşte yüklenmeleri gereken yükü yüklenmekten kaçmalarının sonucu olarak Dünyâ’yı yoranlar ve sürekli sorunların çıkmasına neden olanlar böyleleridir.

 

Peki insanlar niçin Dünyâ’da kesintisiz bir haz, keyif, konfor, eğlence ve zevk-ü sefâ içinde yaşama özlemi ve çabası içinde olurlar?. Çünkü hayatlarının merkezinde ya yeterli oranda yada hiç-bir şekilde Allah inancı ve âhiret kaygısı olmadığı için İslâm-merkezli bir yaşam içinde bulunmamaktadırlar.

 

Bilindiği gibi İslâm’a göre Dünyâ’dan, isrâf etmemek ve paylaşmak şartıyla; helâl, temiz ve meşrû yoldan yiyip-içmek, giyip-gezmek vs. şeklinde faydalanmak meşrûdur ve bunda bir sorun yoktur. Hattâ Allah, yarattığı nîmetlerden faydalanılmasını emreder. Lâkin şu da vardır ki Dünyâ esâsen “geçici ve kısa süreli bir imtihan dünyâsı”dır. Ebedî yaşam ise, sonsuz nîmetlerin bulunduğu cennette olacaktır inşâallah. Tabi bunu Dünyâ’da, Allah’ın Kur’ân’da bildirdiği emir-yasaklara ve peygamber örnekliklerine uyanlar ve de buna göre yaşayanlar hak edecektir, yoksa zevk-ü sefâ içinde yaşama arzusu içinde olanlar ve bunun için çabalayıp duranlar değil.      

 

İnsan haz ile mutluluğu hep karıştırmıştır. Nefsinin hoşuna giden her-şeyi mutluluk zannetmiştir-zannetmektedir. Hâlbuki o, geçici ve kısa süreli hazlardan başkası değildir. Herkes ama özellikle modern insan “mutlu olmak için” Dünyâ’ya geldiğine inanmaktadır. Oysa böyle değildir. Çünkü Dünyâ’nın ve insan hayâtının formatı, -kısa süreli geçici ve mutluluklar yaşanıyor olsa da- insanların sürekli mutlu bir yaşam sürdürmelerine olanak verecek biçimde tasarlanmamıştır. Târih-boyunca mutluluk hep “tadımlık” olmuştur. Çünkü dediğimiz gibi Dünyâ bir “imtihan dünyâsı”dır ve imtihan dünyâsında geçici ve kısa süreli mutlu anlardan başka, sürekli bir mutluluğun olması zâten mümkün değildir. Zîrâ Dünyâ, mutluluğun sürekli ve kesintisiz yaşanabileceği formatta bir yer olsaydı cennet anlamsızlaşırdı ve boşa çıkarak gereksiz olurdu.

 

İmtihan dünyâsında “imtihan”dan dolayı sürekli bir çabalama ve gayret içinde olmak zorunludur ki bu, zevk-ü sefâ içinde yaşamayı imkânsızlaştırır. İşte bu yüzden neredeyse bütün yaşlıların yüzlerinde, yıllar boyunca imtihandan geçmiş olmanın yorgunluğu ve solgunluğu vardır.

 

Şunu hiç aklınızdan çıkarmayın ki, biz Dünyâ’ya zevk-ü sefâ içinde yaşamak ve kesintisiz şekilde mutlu olmak için değil, zevk-ü sefâ ve kesintisiz mutluluk içinde yaşanılacak olan cenneti hak etmek ve kazanmak için geldik. Çünkü kesintisiz mutluluk ancak ve ancak cennette olabilir. Zîrâ orada herkes mutlu olacaktır. “Herkesin mutlu olmadığı” yerde gerçek bir mutluluk olamaz.   

 

İnsan tâ gençlik döneminden îtibâren hep mutluluğu yakalaması ve olabildiğince zevk-ü sefâ içinde yaşaması gerektiğini düşünür ve buna inanır. Sonra da bu inanca çok sıkı bir şekilde sarılıp mutluluk peşinden koşmaya başlar. Fakat sonuçta boş umutlar, yıkılmış hayâller ve tatminsizlikten başkasıyla karşılaşmaz. Çünkü Dünyâ “mutluluk ve zevk-ü sefâ diyârı” değil, “geçici ve kısa süreli anlık mutlulukların da yaşandığı ağır bir imtihan dünyâsı”dır.

 

Mutluluğun, zevk-ü sefâ içinde yaşamakla elde edileceğini zannedenler, dünyevî zevk ve lezzetlere, lüks içinde yaşamaya ve sefâ sürmeye çok düşkün olurlar. Epikür; “zevk, mutlu bir yaşamın başlangıcı ve amacıdır” diyordu. Tabi Epikür mutlu bir yaşamın ille de bolluk içinde yaşamakla değil, sınırlı ama yeterli şeylerle de olabileceğini söylüyordu. Fakat ona göre mutlu olmak için “acısız bir yaşam” şarttır. Epikür’e göre insan fiziksel bir acı duymadığı zaman mutludur. Oysa mutlu olmak için acıdan kaçmak düşüncesi yanlıştır. Acının yokluğunda “haz” olsa da “mutluluk” olmaz. Zîrâ mutluluk bir sonuçtur ve bu sonuca bâzen acılardan geçerek de ulaşılabilir ki kanımca mutluluğa bu şekilde ulaşmak çok daha mutluluk vericidir.

 

Günümüzde herkeste bir “acı çekmeden yaşama ve ölme” düşüncesi var. “Öleyim ama acı çekmeyeyim” diye düşünüyorlar. Acı çekmeyi istemedikleri için, potansiyel olarak acı verecek olan işlere girişmiyorlar. Kanımca ateizmin, özellikle deizmin ve agnostisizmin çoğalmasının nedeni budur. Böylelikle ya Allah’a hiç inanmayacak yada Allah’a inanacak ama vahye, peygamberlere ve dîne inanmadıkları için, dînin îcâbında acı veren yükümlülüklerini de yerine getirmeyerek ve bunun sonucunda acıdan kurtularak -güyâ- mutluluğa kavuşacaklardır.

 

Epikürcülük, “mutlu olmak için ne yapmalıyım?” sorusu üzerine kuruludur. Hâlbuki mutluluk bir sonuçtur. Yaptığınız bir şeyin sonucunda mutlu yada mutsuz olursunuz ki bu mutluluk sünnetullah ve imtihan gereğince çok da uzun sürmez. Çünkü Dünyâ’da gerçek mutluluk sürekli değildir, olamaz da. Zîrâ gerçek mutluluk ancak, “herkes mutlu olduğunda” olabilir ki bu da sâdece ve ancak cennete has bir durumdur. Cennet bu nedenle bir “mutluluk diyârı”dır, zîrâ orada mutsuz insan yoktur ve herkes mutludur. Çünkü “herkesin tüm ihtiyaçları” ancak cennette karşılanabilir.

 

Zevk-ü sefâ içinde yaşamanın en önemli noktalarında biri yeme-içme noktasındadır. Televizyon, internet ve belli yerlerde yeme-içme görüntülerinin bu kadar yaygınlaştırılması ve çeşitli ve absürd yiyecek ve içeceklerin insanların gözlerine-gözlerine sokulup durulmasının nedeni budur. Epikür de “her iyi şeyin başlangıcı ve temeli damak-zevkidir” diyordu. Damak-zevki almak elbette yanlış, günah ve haram değildir. Fakat bunu abartmak ve bu merkezde olmak yanlış, günah, haram ve ayıptır hattâ kanımca suç da olmalıdır.

 

İnsanlar ama özellikle modern insan dinden-îmandan uzaklaşınca ve kopunca felsefe ve modern-bilim merkezinde bir düşünceyi ve yaşamayı “hayâtın anlamı” olarak görmeye başladı. Bu da sınırı kaldırdı ve aşılmadık kırmızı çizgi bırakmadı. Artık herkes zevk-ü sefâ içinde yaşamanın hayâlini kurmaya ve özlemini duymaya başladı. İyi ama Dünyâ herkesin zevk-ü sefâ içinde yaşamasına yetecek potansiyele ve imkâna sâhip değil ki!. O-hâlde zevk-ü sefâ içinde yaşayanlar ve yaşamak isteyenler, şerefsizce, kendileri zevk-ü sefâ içinde yaşarken, büyük çoğunluğun ise sınırlı ve yetersiz bir şekilde yaşamasını mı istiyorlar ve bunu meşrû mu görüyorlar?. Yoksa bu kişiler, bâzı câhil, nâmussuz ve şerefsizlerin dediği gibi; “parası olan yiyip-içecek ve giyip-gezecek ama parası olmayanlar bunu yapamayacak” düşüncesini doğru mu görüyor?. O zaman onlara şöyle demem gerekir: “Ulan it-oğlu itler!. Siz zevk-ü sefâ içinde yaşayacaksınız diye ben sıkıntıya girip zorluk mu çekeceğim?!, şerefsiz köpekler!”. 

 

Dîni değil de beşerî düşünceleri meselâ felsefeyi hayatlarının merkezine alanlar, Epikuros’un dediği gibi, felsefe yapmanın, “bedensel zevkler konusunda kılavuzluk etmek” olduğunu düşünmeye başlarlar ve başladılar da. Niçin?. Çünkü zevk-ü sefâ içinde yaşamak istemektedirler.

 

Zevk-ü sefâ içinde yaşamanın bir sonu olmadığı için zevk-ü sefâ içinde yaşamak arzusunda olanlar yada böyle yaşayanlar bir yerden sonra mecbûren sapkınca şeyler de yapmaya başlayacaklardır. Epikuros’un ortağı Metrodorus’un kardeşi Timokrates, çok fazla yediği için Epikuros’un günde iki kez kusmak zorunda kaldığını söylemişti. Stoacı Diotimus, şehvet dolu elli mektup yayınlayarak, bunların sarhoş ve cinsel olarak uyarılmış hâldeki Epikuros tarafından kaleme alındığını iddiâ etti. Epikür, “mutluluk” zannettiği hazzı ve zevki kesintisiz bir şekilde yaşamak için olsa gerek, yazdığı kitapları sarhoşken ve cinsel olarak uyarılmış hâldeyken yazmış. Zevk için şu yapılana bakar mısınız?. Şunu da söyleyelim ki, hayatta sâdece yemek yemekten zevk alıyorsanız, “psikolojiniz adamakıllı bozulmuş” demektir.

 

Epikuros’un öğretileri çok tutuldu ve destek gördü. Öğretileri özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerinde çok beğeniliyordu. Ege ve Akdeniz bölgelerinde hâlen böyle bir zihniyet vardır. Herhâlde denizin kıyısı ve yakını olduğundan dolayı olsa gerek, oranın insanları tüm zamanlarda acısız ve zevk-ü sefâ içinde geçecek bir yaşam özlemi içinde olmuştur. Denize yakın yaşayanlar, dünyevî hayâtı ıskalamaktan ve zevkten mahrûm olan bir yaşam düşüncesinden çok korkarlar. Çünkü deniz, insanı gevşetir. Gevşeyen ve yavşayan insan için ise hazdan daha önemli ve gerekli bir arzu olmaz.

 

Modernite ile birlikte Epikür’ün felsefesi değil ama yaşam-biçimi “bolluk içinde mutluluk” şeklinde değiştirilerek tüm Dünyâ’ya yayılmış durumdadır. Bu yüzden de tüm Dünyâ’da insanlar, mutluluğu getireceğini ve zevki, neşeyi, hazzı, konforu, eğlenceyi, keyfi sağlayacağını düşündükleri paranın peşinde birer köpek gibi koşmaktadır. Çünkü onlara göre “mutlu olmak için neye sâhip olmam gerek?” sorusu, eğer ortada para gibi bir sorun yoksa, yanıtlanması hiç de zor olmayan bir sorudur.

 

Epikuros’un felsefesi sonraki 500 yıl boyunca etkinliğini korumuştu ama Roma İmparatorluğu batı’da gerilemeye başladığında ve barbarların ama özellikle Hristiyanlığın etkisiyle yavaş-yavaş ortadan kalktı. Çünkü din hâkimiyeti ele geçirdi ve sınırlar koydu. Zîrâ vahiy-merkezli bir dînin zevk, sefâ, haz, konfor, eğlence ve keyif içinde bir yaşam düşüncesini sınırlandırmaması hattâ ortadan kaldırmaması düşünülemez. Ne yâni?; hem Dünyâ’da hem de sonsuz nîmetler diyârı olan cennette zevk-ü sefâ içinde mi olunacak?. Bu, sünnetullah ve imtihan bilincine aykırıdır ve üstelik Allah’ın murâdını yok saymak demektir.  

 

Peki zevk-ü sefâ içinde yaşayanlar yada yaşamak isteyenler böyle bir çelişki ile karşılaşınca mecbûren âhiret düşünce ve inancından uzaklaşmaya ve en sonunda da vazgeçmeye başlıyorlar. Bunu, aşırı ve sapkın yorumlar yoluyla benimsiyorlar. Epikür’de de âhiret inancı yoktu. Zâten âhiret inancının azlığı yada yokluğu düşüncesi kişiyi mutlakâ “zevk-ü sefâ içinde yaşama” arzusuna yöneltir. Âhiret hayâtının olmayacağı fikri Epikür’ü hazcılığa yönlendirmiştir. Epikür’e göre “tek ve kısa bir ömrü” olan birey, hayâtı boyunca mutluluk ve hazza ulaşmak için çabalamalıdır. Dolayısıyla Tanrı ve ölüm korkusundan kurtulmalıdır. Kuruntulardan ve ön-yargılardan arınarak buna ulaşılabilir”.

 

Allah’tan ve âhiretten, dolayısı ile cennetten ümîdi kesenler de hayâtı Epikür gibi yaşama düşüncesine bağlandılar ve bağlanıyorlar. Felsefe ile desteklenen “zevk-ü sefâ içinde yaşamak” düşüncesinin yaygınlaşmasının nedeni budur.

 

Dünyâ’da iki tür insan vardır: 1-Vahiy-merkezli olarak onurlu ve orta-hâlli bir hayat yaşamak isteyenler. 2-Allah’tan ve âhiretten kopuk ve uzak şekilde haz, konfor, eğlence, keyif, refah ve zevk-ü sefâ içinde yaşamak isteyenler. Bunun, hem Dünyâ’da hem de âhirette gerçeklemesi mümkün olmadığından dolayı, zevk-ü sefâ içinde yaşamak isteyenler mecbûren başkalarının haklarını çiğneyecek ve sonuçta hem Dünyâ’da “görebilenler” nezdinde rezil bir hayat yaşayacaklar hem de âhirette “kızıl tamu”yu yâni cehennemi boylayacaklardır.  

 

İnsanların çoğu zevk-ü sefâ peşinde koştukça ona ulaşamıyorlar ve zevk-sefâ içinde yaşayamıyorlar ama şeytan tam da bunu yapıyor. Şeytan modern zamanlarda, insan hakkındaki yargısının ve beklentisinin doğru çıktığını gördükçe zevkten dört köşe olmuş bir vaziyette saltanatının tadını çıkararak zevk-ü sefâ içinde yaşıyor. Öyleyse, zevk-ü sefâ içinde yaşayanlar yada yaşamak isteyenler, kendilerinin değil ama (çünkü bu pek de mümkün değildir) şeytanın sürekli şekilde zevk-ü sefâ içinde yaşamasını sağlamış oluyorlar.

  

Sınırlı olmak şartıyla zevkli bir yaşam yâni hayattan zevk almak yanlış değildir elbette ama, zevk-merkezli bir yaşam-şekli kişiyi mutlakâ günaha, harama, ayıba ve suça yönelteceği için kesinlikle yanlıştır. Lâkin zevk uğruna günaha girmek çoğu insan için sorun olmamaktadır. Çünkü günah öyle bir şeydir ki, günaha girme olasılığı ve hayâli bile insana zevk verir.

 

Zevk-ü sefâ içinde yaşayanlar yada yaşamak isteyenler, böyle bir hayâtı elbette kolayca elde etmek istiyorlar. Fakat aslında kolay elde edilen şey fazla zevk vermez. Zor ve riskli olanlar daha çok tatmin edicidir. Ayrıca değeri de bilinir. Bu da kişiye gerçek bir mutluluk verir.

 

Gerçek mutluluğun nedeni olan anlam daha çok acı ile birliktedir. Haz ve zevk ile anlamın bir-arada olmaları mümkün değildir. Hazda, zevkte, konforda “anlam” olmadığı için “mutluluk” da yoktur. Anlamdan kopuk olan haz, zevk ve konfor “mutluluk” değil, ancak bir “kendinden geçme hâli”dir. Anlam ise insanı kendine getiren tek şeydir. Gerçek mutluluk ise, insanın “kendinden geçmesi” ile değil, “kendine gelmesiyle” ulaşılabilecek bir şeydir.

 

Şu da var ki, zevk-ü sefâ içinde yaşayanlar yada yaşamak isteyenlerin bir yaraya merhem olduklarını, bir sorunu çözdüklerini yada çözmek istediklerini, bir sorumluk aldıklarını ve yüklenilmesi gereken bir yükün altına girdiklerini vs. görmek mümkün değildir. Zâten târih boyunca sorumluluk alanlar, yüklenilmesi gereken yükü yüklenenler ve zulmü kaldırmak isteyenler yâni Dünyâ’yı iyi yönde değiştirmek isteyenler ve değiştirenler hep “derdi olanlar” olmuştur. Bu yüzden Dünyâ’da zevk, neşe ve refah içinde yaşayanların yada yaşamak isteyenlerin hakka uygun bir değişim yapabilmeleri hattâ bunu düşünebilmeleri bile söz-konusu değildir. Bu nedenle mü’minler zevk-ü sefâ içinde yaşamak düşüncesinden ve arzusundan çok uzaktırlar. Zîrâ onlar bunun ancak ve sâdece cennette olacağını çok iyi bilirler.

 

Bundan dolayı bir mü’minin, zevk- sefâ içinde yaşamak düşüncesinin hâkim olduğu modern dünyâda yaşamayı sevmesi ve modern hayat tarzından zevk alması söz-konusu bile olamaz. Zîrâ tüm zevklerin Dünyâ’da yaşanması, âhirette yaşanacak bir zevkin kalmamasına neden olur:

 

“İnkâr edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) Siz Dünyâ-hayâtınızda bütün güzelliklerinizi ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbârınız) ve fâsıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile cezâlandırılacaksınız” (Ahkâf 20).

 

Bu dünyâ, müslüman için “imtihan dünyâsı”dır. “Zevk ve sefâ sürme yeri” değil. Zevk ve sefâ cennete olacak inşaallah.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2024

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder