“…Şüphesiz, senin Rabbin; kendi yolundan sapanı en iyi
bilen O’dur ve hidâyet bulanı da en iyi bilen O’dur” (Necm 30).
İslâm’ın başka-başka yolları yoktur. İslâm’ın tek bir
yolu vardır, o da; Kur’ân ve Sünnet yoludur. Kur’ân ve Sünnet yolunun dışındaki
tüm yollar, “İslâmî yaşamdan nasıl kurtulabilirim çabası”dırlar. Kur’ân ve “vahyi pratiğe dökmek”
demek olan Sünnet (güzel örneklik) yolunun dışındaki tüm yollar, “dîne karşı
din”dir.
Tek hak yol, “Hak’kın yolu”dur ve bu yoldan başka tüm
yollar kısa sürede tıkanır yada uçurumun kenarına getirir insanları. Hakkın yolu birdir. Tüm peygamberler ve
mü’minler o yolu tâkip etmiştir. Fakat modern müslümanlar yoldan
sapmaya ve çıkmaya başlamıştır. Sünnetullahın yolu ve yönü başka, müslümanların
yolu ve yönü ise bambaşka hâle gelmiştir. Müslümanlar tekrar “sırât-ı müstakîm”
olan sünnetullah yoluna girene kadar “değişen” bir şey olmayacak, iyi yönde bir
düzelme yaşanmayacaktır. Böyle olmasına rağmen gerçek anlamda “bir arpa-boyu”
bile yol almamış olanlar, “uzun ince bir yoldayım” türküsü söylüyorlar.
İnsanların savunduğu
ve izinde gittiği yollar, “şeytana, nefislerine, psikolojileri, tâğutlara ve yaşadıkları
hayâta uygun olan” sapık yollardır. Çünkü gittikleri yollar İslâm’a uygun
yollar değildir ki zâten üzerinde oldukları yollar Hak yoldan saparak ve
çıkarak düştükleri bâtıl ve sapık yollardır. İslâm’a uygun olmayan yollar “yol” değildir.
Karşınızda îtirâz eden bir kişi yoksa ve
“hoop!, yanlış yolda gidiyorsun!” diyen olmazsa, gittiğiniz yolun “doğru”
olduğunu zannedersiniz. Hattâ herkes yoldan çıkarak girdiği sapkın yolu “tek
doğru yol zannetmeye” başlar.
Ancak iki yol vardır: 1-Hak yol,
2-Bâtıl yol. Üçüncü bir şık yoktur. Hak karıştırılmış bâtıl yollar da, hakka
paralel yollar da bâtıl yollardır. Hak yol, “Hakkı hâkim kılma” yolu iken,
bâtıl yol ise “bâtılı hâkim kılma yolu”dur. Buna göre imtihanınızı kendiniz
seçersiniz. Eğer “Allah’ın yolunu Dünyâ’ya hâkim kılma” yolunda olursanız dosdoğru
yolda gitmiş olursunuz ve yolun sonu cennete çıkar. Fakat hak yolda olmazsanız,
bâtıl yollara sapmaktan kurtulamazsınız da sonu cehenneme çıkan yola düşmüş
olursunuz. İnsanı gerçek anlamda mutmain edecek tek şey, Allah yolunda olmaktır.
Yoldan sapmanın yada çıkmanın bir
sonucu olarak, modern uygarlığın geçtiği yoldan müslümanların da geçmesi
gerektiği, yâni müslüman muhayyilenin modern paradigmayı taklit etmesi
(oksidentâlizm) gerektiği söylemleri var. Eğer müslümanlar böyle yaparlarsa,
bir zaman sonra; batı’nın birilerini sömürdüğü gibi müslümanlar da birilerini
sömürmeye başlarlar. Bu sömürme “öldürerek sömürme” şeklinde de olacaktır. Bu
durumun İslâm’ın özüyle uyuşması söz-konusu bile olamaz. Çünkü batı’nın gittiği
yoldan gitmek ve kalkındığı şartlarda kalkınmak şerefsizliktir. O-hâlde yoldan
çıkmak sapmayı, o da sonunda şerefsizleşmeyi getirir.
Yoldan sapanların yada çıkanların dillerine
pelesenk ettikleri şey gelenek eleştirisi ve “klâsik hurâflerdir. Hurâfeye; Kur’ân ve
Sünnet-merkezli değil de, modern seküler batı-merkezli eleştiri ve îtirazda
bulunmak, “tersinden hurâfe üretmek”tir. “Klâsik hurâfe” yerine, “modern hurâfeler”
ortaya çıkar böylece. Modern müslümanların gittiği yön-yol budur.
Doğru yolda gidildiğinin delîli,
peygamberlere yapılan suçlamaların benzerinin size de yapılmasıdır. Çünkü bu
işin raconu budur. Eğer sizi eleştiren yok ise tam-tersine alkışlanıyor ve
destekleniyorsanız yada düşünceleriniz çoğunluk tarafından yadırganmıyorsa, siz
İslâm yolunda sapmış yada çıkmışsınız demektir. Zîrâ çoğunluk her zaman yoldan
çıkmış hâldedir:
“Yer-yüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın
yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve
tahminle yalan söylerler” (En-âm 116).
Yoldan çıkanlar, Kur’ân ve
Sünnet-merkezli düşünce, söylem ve eylemden kopup uzaklaştıkları için, üçüncü
bir şık olmadığından dolayı mecbûren beşer-merkezli
düşünce, sözlem ve eylemlere yönelirler ki bunlar şeytan, nefs, tâğut, akıl,
felsefe, modern-bilim ve teknoloji-merkezli düşünce, söylem ve eylemler
olacaktır. Bu sapkın yollara göre; “akıl yeterlidir ve vahye gerek yoktur, çünkü
akıl en iyi yolu bulur” deniyor. Ya da vahiy en fazla, sâdece ahlâk ve bâzı
“isteğe bağlı ibâdetler”e has kılınır. Fakat şu iyi bilinmelidir ki, târih
boyunca vahiy her zaman, beşer-merkezli aklın ortaya koyduğu kötülükleri
düzeltmek için gelmiştir.
Aklı
dolayısıyla insanı ilahlaştırıp ona tapanlar zamanla vahye gerek duymaz hâle
gelirler. Çünkü aklı ilahlaştırmak ve akıl-merkezli bir düşünce, söylem ve
eylem yolunda olmak, kişiyi müstağni yapar yâni o kişi artık Allah dâhil hiç
kimseye ve hiçbir şeye ihtiyaç duymayacak hâle gelir. İşte bu, apaçık bir
azgınlık ve yoldan çıkmışlıktır:
“Hayır;
gerçekten insan, azar. Kendini
müstağni gördüğünden. Şüphesiz, dönüş yalnızca Rabbinedir. Engellemekte
olanı gördün mü?.. Namaz kıldığı zaman bir kulu. Gördün mü?.. Ya o (kul) doğru
yol üzerinde ise, ya da takvâyı emrettiyse. Gördün mü?.. Ya (bu engellemek
isteyen) yalanlıyor ve yüz çeviriyor ise” (Alâk
6-13).
Hak yola girmemenin yada hak yoldan çıkmanın
Dünyâ’daki cezâsı, “bâtıl yolu hak zannetmek”tir. Cehennem, işte böyle zanlara
sâhip olanlarla dolacaktır:
“Elbette Rabbin, kimin kendi yolundan şaşırıp-saptığını
daha iyi bilendir; ve kimin hidâyete erdiğini de daha iyi bilendir” (Kalem
7).
İnsanları yoldan çıkaran şeyler,
şeytan, nefs ve tâğutlardır. Bunlar bunun için en çok da kadınları kullanırlar.
Yoldan çıkanlar kadın-merkezli bir düşünce, söylem ve eylem hâlinde olurlar.
Kadınların güdümünde bir Dünyâ’nın ortaya çıkmasının nedeni budur. Oysa Allah
reisliği ve yöneticiliği erkeğe vermiştir: (Nîsâ 34). Yoldan çıkanlar bu âyete
olan îtirazları ve inkârları ile yoldan sapmaya ve çıkmaya başlarlar. Çünkü
yoldan çıkmaya meyledenler yada çıkanlar kadınları putlaştırmakta ve onlara
tapmaktadırlar. Eski putperestlik, bâzı kadınları “tanrıça” yapmıştı; modern
putperestlik ise, tüm kadınları “tanrıça” yapma yolundadır.
Allah sünnetullah ve imtihan
nedeniyle insanlara iki yol ve hedef belirlemiştir; hak yol yada bâtıl yol:
“Biz ona ‘iki yol-iki amaç’ gösterdik. Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi” (Beled 10-11).
İşte insanların hak yola değil de
bâtıl yola sapmalarının nedeni budur. Çünkü sarp yola tahammül edemiyorlar ve
sarp yolun bedelini ödemeye yanaşmıyorlar. İlk başta çay, kahve, bakla, börek
işler eğlenceli ve keyifli iken, yolun bir noktasında sarp bir yol ile
karşılaşınca iler değişmeye başlar. Çünkü İslâm sürekli düz yol yada bâtıl
yollar gibi sürekli yokuş-aşağı yollardan kurulu değildir. İslâm’ın sarp
yolları da vardır hattâ öyle yollar vardır ki, tüm malı ve canı o yol uğruna
fedâ etmek gerektirebilmektedir. İşte yolun bu aşamasında sarp yol ile
karşılaşanlar mâzeretler üretmeye başlarlar ve; “acı çekmek istemiyorum”,
“riski göze alamam”, “yumruk yemek istemiyorum”, “terlemek istemiyorum”, “gerek
yok”, “Allah bizden böyle bir şey istemiyor ve beklemiyor” vs. diyerek yan
çizmeye başlarlar ve yokuş-yukarı yoldan dönüp yokuş-aşağı yola girerler. Oysa
yokuş-yukarı olan yol zordur ama yokuş-aşağı olan yol daha tehlikelidir.
Niceleri sarp yokuşu göze alamadığı için girdiği yokuş-aşağı yolda yuvarlanmış
ve uçuruma düşmüştür. Bu sünnetullah gereğince böyledir. Zîrâ insanların kötü alışkanlıklarından ve
yanlışlarından vazgeçmesi ve kendine gelmesi için, “ağır belâlara
uğramaları”ndan başka yol yoktur.
İşte bu
nedenle, sarp yolu göze alabilen mü’minler namaz ve niyazlarında sürekli olarak
şu duâyı ederler:
“Bizi doğru yola ilet; kendilerine nîmet
verdiklerinin yoluna, gazâba uğrayanların ve sapmışlarınkine değil” (Fâtiha
6-7).
Hak yoldan çıkıp da sapık bir yolda
giden kişi, Dünyâ’da rezil olana ya da cehenneme girene kadar, gittiği yolun
doğru olduğunu zanneder. Çünkü cehenneme doğru keyifle yol alanlara hiç-bir
îkaz tabelası fayda etmiyor/etmez.
İslâm yolunda ölmek, “pisipisine
ölmek” demek değildir. İslâm, bir “ölme yolu”dur. Ne zaman ve ne şekilde
ölüneceğini sâdece Allah bilir. Müslüman hayâtı boyunca hiç tâviz vermeden ve
vazgeçmeden, “İslâm yolunda olan ve ölen” kişidir.
Müslümanlar seküler modern
yollarda patinaj yapıyorlar. Rezilliklerinin bir nedeni de budur. “Tâğutu
inkâr” bağlamında, lâik-seküler-liberâl-kapitâlist-konformist-modernist-demokratik-bireyci-milliyetçi
ideolojilere nefret beslemedikleri ve onlara küfretmedikleri için yaptıkları
şey patinajdan başka bir şey olmuyor ve yerlerinde sayıyorlar. Yeniden hal yola
girmedikleri müddetçe bir arpa-boyu bile yol alamayacaklardır. İşin acı tarafı, modern müslümanlar, Dünyâ’da sanki her-şey yolunda
gidiyormuş da sâdece “geleneksel İslâm ve hurâfe sorunu” varmış gibi
konuşuyorlar ve davranıyorlar. Hâlbuki geleneğin kızılacak çok tarafı olmakla
birlikte, bu durum, şeytan, nefs ve tâğutlar tarafından ortaya konulan bir
oyalama taktiğidir. Böylece hem yapılması gereken şeyi yapmaktan uzak
kalıyorlar hem de geleneksel hurâfeler yerine modern hurâfeleri din yapıyorlar.
Bir de yoldan çıkmanın bir sonucu olarak “sınırsız
özgürlük” düşüncesinin peşine takılıyorlar. Oysa sınırsız özgürlük târih
boyunca “ağır bir köleliğe” yol açmıştır. Çünkü sınırsız özgürlük de bir çeşit
köleliktir.
Yoldan sapmış yada çıkmış olanlar,
amel-eylem, yapıp-etme ve uygulama yolundan uzaklaştıkları ve koptukları için,
İslâm’ın pratik kısmı olan ve zâten vahyin hayatta uygulanmasının en güzel
örnekliği olarak belirlenen (Ahzâb 21) sâdece “Kur’ân’ı anlama” peşinde
koşuluyor. Kur’ân okunuyor, okunuyor, okunuyor ama bir türlü anlaşılamıyor.
1.400 yıldır 360.000 bin kez tefsiri yapılmış olan Kur’ân anlaşılamadı gitti.
Aslında sorun “Kur’ân’ın anlaşılması” falan değildir. Çünkü Kur’ân’ın anlaşılma
sorunu yoktur. “Kur’ân’ı modernizme uydurma sorunu” vardır. Uygulanmayan Kur’ân
ya anlaşılamaz yada hakkıyla anlaşılamaz.
Sünnet göz-ardı edildiği için Kur’ân anlaşılamıyor. Duyanlar da
Kur’ân’ın zor ve anlaşılmaz bir kitap olduğunu zannediyorlar. Hâlbuki öyle
değildir. Kur’ân’ın “yap” dediğini yapmayanlar yada yapmak istemeyenler, aslında
“yapmamak için” -sözde- “Kur’ân’ı anlama” yoluna düşmüşlerdir. Kur’ân’ın nasıl
anlaşılacağını daha doğrusu nasıl idrâk edileceğini mi soruyorsunuz?. Kur’ân en
iyi şekilde, bir zulme “dur” derken anlaşılır. Can boğaza gelip dayanmışken
anlaşılır: “Mü’minler (düşman)
birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: ‘Bu,
Allah’ın ve Resûlü’nün bize vâdettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru
söylemiştir’. Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini
arttırdı” (Ahzâb 22). Kur’ân’ın gereğini yapmadıkları için yoldan
çıkanların Kur’ân’ı idrâk edebilmeleri mümkün değildir.
Bir din, inanç, düşünüş ve felsefe “basit ve
uygulanabilir” değilse, “hak” değildir, “Hak’tan” gelmemiştir, Hak’ka da
götürmez. İnsanı yarı-yolda bırakır.
Herkes Kur’ân’ı kendi gittiği yola göre
yorumluyor ve o yorum ona “en doğru yorum” olarak gözüküyor. Çünkü herkes
Kur’ân’ı, âit olduğu ve izlediği düşünce merkezinde okuyor ve yorumluyor. Sonra
da “en doğru yorumun kendi düşüncesine göre olan yorum” olduğunu zannediyor.
Fakat yapılan yorumlar arasında birbirine % 100 aykırı olan yorumlar da var. O-hâlde
hangisi doğrudur?. Hepsi de yanlıştır. Çünkü Peygamber’i yâni amel-eylemi
dolayısı ile İslâmî hareket metodunu hesâba katmamaktadırlar. Hâlbuki Kur’ân’ın
en doğru yorumunu Peygamberimiz yaptığı gibi, en doğru eylemini de yine
Peygamberimiz göstermiştir. Peygamberler zâten bu nedenle gönderilirler.
Yoldan çıkanlar gençlere çok ilgi
gösterir ve onları kazanmaya çalışırlar. Bunu da elbette “eğitim” diyerek
yaparlar. Zâten nerede eğitimden bahsediliyorsa orada mutlaka bir hinlik de
vardır. “Gençleri eğitiyoruz” diyerek aslında onların zihinlerini,
düşüncelerini, söylem ve eylemlerini modern sisteme uygun hâle getirirler. Tüm
modern eğitim sistemi bilinçli yada bilinçsiz bir şekilde bunun için
çalışmaktadır. Gençleri modernizme entegre ederek onları “yetiştirmiş”
olmazsınız, onları modernizme adapte etmiş olursunuz. Yoldan çıkmış olan modern
müslümanların gittiği yol budur.
Yanlış yolda olanlar herkesin her-şeyi yanlış anladığını
zanneder. Hâlbuki hak yoldan çıktıkları için kendileri yanlış yoldadırlar. O-hâlde
doğru ve hak yolda gitmek için, çoğunluk ne yapıyorsa tam tersini yapmak
doğrudur.
Doğru yolda gitmek, Allah’ın yolunda
gitmek demektir ki bu da Kur’ân ve Sünnet yolunda olmak anlamına gelir:
“Bana kulluk edin, doğru yol budur” (Yâsîn 61).
Aksi-hâlde son pişmanlık fayda vermeyecektir:
“O gün, zulmeden, ellerini (hınçla) ısırarak (şöyle) der: Ah
keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım” (Furkân
27).
Allah insan yolu göstermiştir. Artık
yolu seçmesi ona bırakılmıştır:
“Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur
yada nankör” (İnsan 3).
“Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol
bulabilir” (Müzzemmil 19).
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder