14 Ekim 2024 Pazartesi

Yoldan Çıkmak

 

“…Şüphesiz, senin Rabbin; kendi yolundan sapanı en iyi bilen O’dur ve hidâyet bulanı da en iyi bilen O’dur” (Necm  30).

 

İslâm’ın başka-başka yolları yoktur. İslâm’ın tek bir yolu vardır, o da; Kur’ân ve Sünnet yoludur. Kur’ân ve Sünnet yolunun dışındaki tüm yollar, “İslâmî yaşamdan nasıl kurtulabilirim çabası”dırlar. Kur’ân ve “vahyi pratiğe dökmek” demek olan Sünnet (güzel örneklik) yolunun dışındaki tüm yollar, “dîne karşı din”dir.

 

Tek hak yol, “Hak’kın yolu”dur ve bu yoldan başka tüm yollar kısa sürede tıkanır yada uçurumun kenarına getirir insanları. Hakkın yolu birdir. Tüm peygamberler ve mü’minler o yolu tâkip etmiştir. Fakat modern müslümanlar yoldan sapmaya ve çıkmaya başlamıştır. Sünnetullahın yolu ve yönü başka, müslümanların yolu ve yönü ise bambaşka hâle gelmiştir. Müslümanlar tekrar “sırât-ı müstakîm” olan sünnetullah yoluna girene kadar “değişen” bir şey olmayacak, iyi yönde bir düzelme yaşanmayacaktır. Böyle olmasına rağmen gerçek anlamda “bir arpa-boyu” bile yol almamış olanlar, “uzun ince bir yoldayım” türküsü söylüyorlar.

 

İnsanların savunduğu ve izinde gittiği yollar, “şeytana, nefislerine, psikolojileri, tâğutlara ve yaşadıkları hayâta uygun olan” sapık yollardır. Çünkü gittikleri yollar İslâm’a uygun yollar değildir ki zâten üzerinde oldukları yollar Hak yoldan saparak ve çıkarak düştükleri bâtıl ve sapık yollardır.  İslâm’a uygun olmayan yollar “yol” değildir.

 

Karşınızda îtirâz eden bir kişi yoksa ve “hoop!, yanlış yolda gidiyorsun!” diyen olmazsa, gittiğiniz yolun “doğru” olduğunu zannedersiniz. Hattâ herkes yoldan çıkarak girdiği sapkın yolu “tek doğru yol zannetmeye” başlar.

 

Ancak iki yol vardır: 1-Hak yol, 2-Bâtıl yol. Üçüncü bir şık yoktur. Hak karıştırılmış bâtıl yollar da, hakka paralel yollar da bâtıl yollardır. Hak yol, “Hakkı hâkim kılma” yolu iken, bâtıl yol ise “bâtılı hâkim kılma yolu”dur. Buna göre imtihanınızı kendiniz seçersiniz. Eğer “Allah’ın yolunu Dünyâ’ya hâkim kılma” yolunda olursanız dosdoğru yolda gitmiş olursunuz ve yolun sonu cennete çıkar. Fakat hak yolda olmazsanız, bâtıl yollara sapmaktan kurtulamazsınız da sonu cehenneme çıkan yola düşmüş olursunuz. İnsanı gerçek anlamda mutmain edecek tek şey, Allah yolunda olmaktır.

 

Yoldan sapmanın yada çıkmanın bir sonucu olarak, modern uygarlığın geçtiği yoldan müslümanların da geçmesi gerektiği, yâni müslüman muhayyilenin modern paradigmayı taklit etmesi (oksidentâlizm) gerektiği söylemleri var. Eğer müslümanlar böyle yaparlarsa, bir zaman sonra; batı’nın birilerini sömürdüğü gibi müslümanlar da birilerini sömürmeye başlarlar. Bu sömürme “öldürerek sömürme” şeklinde de olacaktır. Bu durumun İslâm’ın özüyle uyuşması söz-konusu bile olamaz. Çünkü batı’nın gittiği yoldan gitmek ve kalkındığı şartlarda kalkınmak şerefsizliktir. O-hâlde yoldan çıkmak sapmayı, o da sonunda şerefsizleşmeyi getirir.

 

Yoldan sapanların yada çıkanların dillerine pelesenk ettikleri şey gelenek eleştirisi ve “klâsik hurâflerdir. Hurâfeye; Kur’ân ve Sünnet-merkezli değil de, modern seküler batı-merkezli eleştiri ve îtirazda bulunmak, “tersinden hurâfe üretmek”tir. “Klâsik hurâfe” yerine, “modern hurâfeler” ortaya çıkar böylece. Modern müslümanların gittiği yön-yol budur.

 

Doğru yolda gidildiğinin delîli, peygamberlere yapılan suçlamaların benzerinin size de yapılmasıdır. Çünkü bu işin raconu budur. Eğer sizi eleştiren yok ise tam-tersine alkışlanıyor ve destekleniyorsanız yada düşünceleriniz çoğunluk tarafından yadırganmıyorsa, siz İslâm yolunda sapmış yada çıkmışsınız demektir. Zîrâ çoğunluk her zaman yoldan çıkmış hâldedir:

 

“Yer-yüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler” (En-âm 116).  

 

Yoldan çıkanlar, Kur’ân ve Sünnet-merkezli düşünce, söylem ve eylemden kopup uzaklaştıkları için, üçüncü bir şık olmadığından dolayı mecbûren  beşer-merkezli düşünce, sözlem ve eylemlere yönelirler ki bunlar şeytan, nefs, tâğut, akıl, felsefe, modern-bilim ve teknoloji-merkezli düşünce, söylem ve eylemler olacaktır. Bu sapkın yollara göre; “akıl yeterlidir ve vahye gerek yoktur, çünkü akıl en iyi yolu bulur” deniyor. Ya da vahiy en fazla, sâdece ahlâk ve bâzı “isteğe bağlı ibâdetler”e has kılınır. Fakat şu iyi bilinmelidir ki, târih boyunca vahiy her zaman, beşer-merkezli aklın ortaya koyduğu kötülükleri düzeltmek için gelmiştir.

 

Aklı dolayısıyla insanı ilahlaştırıp ona tapanlar zamanla vahye gerek duymaz hâle gelirler. Çünkü aklı ilahlaştırmak ve akıl-merkezli bir düşünce, söylem ve eylem yolunda olmak, kişiyi müstağni yapar yâni o kişi artık Allah dâhil hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyaç duymayacak hâle gelir. İşte bu, apaçık bir azgınlık ve yoldan çıkmışlıktır:

 

Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden. Şüphesiz, dönüş yalnızca Rabbinedir. Engellemekte olanı gördün mü?.. Namaz kıldığı zaman bir kulu. Gördün mü?.. Ya o (kul) doğru yol üzerinde ise, ya da takvâyı emrettiyse. Gördün mü?.. Ya (bu engellemek isteyen) yalanlıyor ve yüz çeviriyor ise” (Alâk 6-13).

 

Hak yola girmemenin yada hak yoldan çıkmanın Dünyâ’daki cezâsı, “bâtıl yolu hak zannetmek”tir. Cehennem, işte böyle zanlara sâhip olanlarla dolacaktır:

 

Elbette Rabbin, kimin kendi yolundan şaşırıp-saptığını daha iyi bilendir; ve kimin hidâyete erdiğini de daha iyi bilendir” (Kalem 7).

İnsanları yoldan çıkaran şeyler, şeytan, nefs ve tâğutlardır. Bunlar bunun için en çok da kadınları kullanırlar. Yoldan çıkanlar kadın-merkezli bir düşünce, söylem ve eylem hâlinde olurlar. Kadınların güdümünde bir Dünyâ’nın ortaya çıkmasının nedeni budur. Oysa Allah reisliği ve yöneticiliği erkeğe vermiştir: (Nîsâ 34). Yoldan çıkanlar bu âyete olan îtirazları ve inkârları ile yoldan sapmaya ve çıkmaya başlarlar. Çünkü yoldan çıkmaya meyledenler yada çıkanlar kadınları putlaştırmakta ve onlara tapmaktadırlar. Eski putperestlik, bâzı kadınları “tanrıça” yapmıştı; modern putperestlik ise, tüm kadınları “tanrıça” yapma yolundadır.

 

Allah sünnetullah ve imtihan nedeniyle insanlara iki yol ve hedef belirlemiştir; hak yol yada bâtıl yol:

 

Biz ona ‘iki yol-iki amaç’ gösterdik. Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi” (Beled 10-11).

 

İşte insanların hak yola değil de bâtıl yola sapmalarının nedeni budur. Çünkü sarp yola tahammül edemiyorlar ve sarp yolun bedelini ödemeye yanaşmıyorlar. İlk başta çay, kahve, bakla, börek işler eğlenceli ve keyifli iken, yolun bir noktasında sarp bir yol ile karşılaşınca iler değişmeye başlar. Çünkü İslâm sürekli düz yol yada bâtıl yollar gibi sürekli yokuş-aşağı yollardan kurulu değildir. İslâm’ın sarp yolları da vardır hattâ öyle yollar vardır ki, tüm malı ve canı o yol uğruna fedâ etmek gerektirebilmektedir. İşte yolun bu aşamasında sarp yol ile karşılaşanlar mâzeretler üretmeye başlarlar ve; “acı çekmek istemiyorum”, “riski göze alamam”, “yumruk yemek istemiyorum”, “terlemek istemiyorum”, “gerek yok”, “Allah bizden böyle bir şey istemiyor ve beklemiyor” vs. diyerek yan çizmeye başlarlar ve yokuş-yukarı yoldan dönüp yokuş-aşağı yola girerler. Oysa yokuş-yukarı olan yol zordur ama yokuş-aşağı olan yol daha tehlikelidir. Niceleri sarp yokuşu göze alamadığı için girdiği yokuş-aşağı yolda yuvarlanmış ve uçuruma düşmüştür. Bu sünnetullah gereğince böyledir. Zîrâ insanların kötü alışkanlıklarından ve yanlışlarından vazgeçmesi ve kendine gelmesi için, “ağır belâlara uğramaları”ndan başka yol yoktur.

 

İşte bu nedenle, sarp yolu göze alabilen mü’minler namaz ve niyazlarında sürekli olarak şu duâyı ederler:

 

“Bizi doğru yola ilet; kendilerine nîmet verdiklerinin yoluna, gazâba uğrayanların ve sapmışlarınkine değil” (Fâtiha 6-7).

 

Hak yoldan çıkıp da sapık bir yolda giden kişi, Dünyâ’da rezil olana ya da cehenneme girene kadar, gittiği yolun doğru olduğunu zanneder. Çünkü cehenneme doğru keyifle yol alanlara hiç-bir îkaz tabelası fayda etmiyor/etmez.

 

İslâm yolunda ölmek, “pisipisine ölmek” demek değildir. İslâm, bir “ölme yolu”dur. Ne zaman ve ne şekilde ölüneceğini sâdece Allah bilir. Müslüman hayâtı boyunca hiç tâviz vermeden ve vazgeçmeden, “İslâm yolunda olan ve ölen” kişidir.

 

Müslümanlar seküler modern yollarda patinaj yapıyorlar. Rezilliklerinin bir nedeni de budur. “Tâğutu inkâr” bağlamında, lâik-seküler-liberâl-kapitâlist-konformist-modernist-demokratik-bireyci-milliyetçi ideolojilere nefret beslemedikleri ve onlara küfretmedikleri için yaptıkları şey patinajdan başka bir şey olmuyor ve yerlerinde sayıyorlar. Yeniden hal yola girmedikleri müddetçe bir arpa-boyu bile yol alamayacaklardır. İşin acı tarafı, modern müslümanlar, Dünyâ’da sanki her-şey yolunda gidiyormuş da sâdece “geleneksel İslâm ve hurâfe sorunu” varmış gibi konuşuyorlar ve davranıyorlar. Hâlbuki geleneğin kızılacak çok tarafı olmakla birlikte, bu durum, şeytan, nefs ve tâğutlar tarafından ortaya konulan bir oyalama taktiğidir. Böylece hem yapılması gereken şeyi yapmaktan uzak kalıyorlar hem de geleneksel hurâfeler yerine modern hurâfeleri din yapıyorlar.

 

Bir de yoldan çıkmanın bir sonucu olarak “sınırsız özgürlük” düşüncesinin peşine takılıyorlar. Oysa sınırsız özgürlük târih boyunca “ağır bir köleliğe” yol açmıştır. Çünkü sınırsız özgürlük de bir çeşit köleliktir.

 

Yoldan sapmış yada çıkmış olanlar, amel-eylem, yapıp-etme ve uygulama yolundan uzaklaştıkları ve koptukları için, İslâm’ın pratik kısmı olan ve zâten vahyin hayatta uygulanmasının en güzel örnekliği olarak belirlenen (Ahzâb 21) sâdece “Kur’ân’ı anlama” peşinde koşuluyor. Kur’ân okunuyor, okunuyor, okunuyor ama bir türlü anlaşılamıyor. 1.400 yıldır 360.000 bin kez tefsiri yapılmış olan Kur’ân anlaşılamadı gitti. Aslında sorun “Kur’ân’ın anlaşılması” falan değildir. Çünkü Kur’ân’ın anlaşılma sorunu yoktur. “Kur’ân’ı modernizme uydurma sorunu” vardır. Uygulanmayan Kur’ân ya anlaşılamaz yada hakkıyla anlaşılamaz.  Sünnet göz-ardı edildiği için Kur’ân anlaşılamıyor. Duyanlar da Kur’ân’ın zor ve anlaşılmaz bir kitap olduğunu zannediyorlar. Hâlbuki öyle değildir. Kur’ân’ın “yap” dediğini yapmayanlar yada yapmak istemeyenler, aslında “yapmamak için” -sözde- “Kur’ân’ı anlama” yoluna düşmüşlerdir. Kur’ân’ın nasıl anlaşılacağını daha doğrusu nasıl idrâk edileceğini mi soruyorsunuz?. Kur’ân en iyi şekilde, bir zulme “dur” derken anlaşılır. Can boğaza gelip dayanmışken anlaşılır: “Mü’minler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: ‘Bu, Allah’ın ve Resûlü’nün bize vâdettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir’. Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı” (Ahzâb 22). Kur’ân’ın gereğini yapmadıkları için yoldan çıkanların Kur’ân’ı idrâk edebilmeleri mümkün değildir. 

 

Bir din, inanç, düşünüş ve felsefe “basit ve uygulanabilir” değilse, “hak” değildir, “Hak’tan” gelmemiştir, Hak’ka da götürmez. İnsanı yarı-yolda bırakır.

 

Herkes Kur’ân’ı kendi gittiği yola göre yorumluyor ve o yorum ona “en doğru yorum” olarak gözüküyor. Çünkü herkes Kur’ân’ı, âit olduğu ve izlediği düşünce merkezinde okuyor ve yorumluyor. Sonra da “en doğru yorumun kendi düşüncesine göre olan yorum” olduğunu zannediyor. Fakat yapılan yorumlar arasında birbirine % 100 aykırı olan yorumlar da var. O-hâlde hangisi doğrudur?. Hepsi de yanlıştır. Çünkü Peygamber’i yâni amel-eylemi dolayısı ile İslâmî hareket metodunu hesâba katmamaktadırlar. Hâlbuki Kur’ân’ın en doğru yorumunu Peygamberimiz yaptığı gibi, en doğru eylemini de yine Peygamberimiz göstermiştir. Peygamberler zâten bu nedenle gönderilirler.

 

Yoldan çıkanlar gençlere çok ilgi gösterir ve onları kazanmaya çalışırlar. Bunu da elbette “eğitim” diyerek yaparlar. Zâten nerede eğitimden bahsediliyorsa orada mutlaka bir hinlik de vardır. “Gençleri eğitiyoruz” diyerek aslında onların zihinlerini, düşüncelerini, söylem ve eylemlerini modern sisteme uygun hâle getirirler. Tüm modern eğitim sistemi bilinçli yada bilinçsiz bir şekilde bunun için çalışmaktadır. Gençleri modernizme entegre ederek onları “yetiştirmiş” olmazsınız, onları modernizme adapte etmiş olursunuz. Yoldan çıkmış olan modern müslümanların gittiği yol budur.

 

Yanlış yolda olanlar herkesin her-şeyi yanlış anladığını zanneder. Hâlbuki hak yoldan çıktıkları için kendileri yanlış yoldadırlar. O-hâlde doğru ve hak yolda gitmek için, çoğunluk ne yapıyorsa tam tersini yapmak doğrudur.

 

Doğru yolda gitmek, Allah’ın yolunda gitmek demektir ki bu da Kur’ân ve Sünnet yolunda olmak anlamına gelir:

 

“Bana kulluk edin, doğru yol budur” (Yâsîn 61).

 

Aksi-hâlde son pişmanlık fayda vermeyecektir:

 

O gün, zulmeden, ellerini (hınçla) ısırarak (şöyle) der: Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım” (Furkân 27).

 

Allah insan yolu göstermiştir. Artık yolu seçmesi ona bırakılmıştır:

 

“Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur yada nankör” (İnsan 3).

 

“Şüphesiz, bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol bulabilir” (Müzzemmil 19).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder