“Derken, onu
(azâbı) vâdilerine doğru yönelerek gelen bir bulut şeklinde gördükleri zaman,
‘bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur’ dediler. Hayır, o kendisi için acele
ettiğiniz şeydir. Bir rüzgâr; onda acı bir azab vardır” (Ahkâf 24).
Pollyanna İlkesi: “İnsanların hoş öğeleri hoş
olmayanlardan daha doğru hatırlama eğilimi” şeklinde târif edilir.
Pollyannacılık; “kaybedilen herhangi bir şey için üzülmek
yerine, elindekilerle yetinme ve mutlu olma davranışı”dır. Kötü olayların iyi
taraflarını görmeye çalışır. En kötü zamanlarında bile babasının kendisine
öğrettiği “mutluluk oyunu”nu oynayan küçük bir kızın hikâyesidir. Kişi her
olayın iyi tarafını görmeye çalışarak üzücü olayları bastırmaya çalışır. Tabi
bunun aşırısı kişinin ruh sağlığını etkileyebilir. Pollyannacılık, “toksik
pozitiflik” olarak da yorumlanır. Buna göre kişinin olumsuz tüm duygulardan
kaçarak kendini sürekli olumlu düşünmeye zorlama durumudur.
Pollyannacılıkta yada mutluluk oyununda her-şeyin olumlu
yanını görmeye çalışmak zorunluluk ve şart gibi sunulur. Oysa böyle davranmak
bâzen iyi ve olumlu sonuçlar verse de aslında bâriz bir kötülüğün bile iyi
tarafını görmeye çalışmaya neden olur ki bu yanlıştır. Zîrâ insandaki haklı
eleştiri, îtirâz ve isyân duygusunu ve eylemini blôke edip önler. Çünkü kâinatta,
sünnetullah ve imtihan gereğince başa gelen her kötülük, çirkinlik ve musîbette
çok küçük de olsa iyi ve olumlu bir yan gözükebilir. Fakat bâriz bir kötülüğün
içindeki iyi ve olumlu şeyi görmek ve bunu öne çıkarmak “kötülüğü iptal edip
meşrûlaştırmak”la sonuçlanır. Bu durum tasavvufta; “Mevlam görelim neyler,
neylerse güzel eyler” sözünde ifâdesini bulur ama buradaki sorun, Allah’tan
iyilikten başkası gelemeyeceği için Allah’ın yaptıklarının iyi olması ve neylerse
güzel eylemesi, lâkin başımıza gelen musîbetler insanların kendi ellerinin
işledikleri nedeniyle ortaya çıktığından dolayı, insandan kaynaklanan sorunları
da “güzel” görmektir. Tasavvufta bu “lâ fâile illallah” yâni “her-şeyi
yapıp-eden Allah’tır” sözüyle ifâdesini bulur.
Pollyannacılık, kötü, üzücü, negatif, çirkin vs. her
olayda; “şikâyet etme, şükret, iyi düşün iyi olsun, iyi tarafından bakmaya
çalış, pozitif düşün çok negatifsin, bardağın dolu tarafını gör” gibi sözleri
öne çıkararak mevcut kötü durumdan kurtulmaya çalışır fakat bunu yapmakla
aslında ortaya çıkan musîbeti yada kötülüğü meşrûlaştırmış, kötülük yapanlara
da ses çıkarmamış olarak Dünyâ’daki kötülükleri desteklemiş olur. Kötülükleri
ortaya çıkaranlar genelde tâğutlar ve kötü insanlar oldukları için,
Pollyannacılığın tâğutların ve kötü kişilerin şeytânî bir plânı ve projesi
olduğundan şüphelenmek gerekir.
İslâm, insanlar içinden ahlâk-timsâli bir peygamberin seçilmesi
ve ona vahyedilmesi ile tebârüz eder. Allah’ın bundan murâdı, hem iç-âlemlerin
huzûru ve inkişâfı hem de dış-âlemin aynen göklerdeki gibi bir düzene
kavuşturulmasıdır. Dolayısıyla İslâm, Allah’ın Dünyâ’daki adâletsizliklere,
eşitsizliklere, haksızlığa, ahlâksızlığa, kötülüğe, çirkinliğe, şerefsizliklere,
şirke, küfre ve zulme râzı olmadığı için îtirâz etmesinin sonucudur. Dolayısı
ile İslâm’da bir kötülüğün, çirkinliğin ve zulmün, bâzı küçük iyi taraflarına
bakılmaz ve o kötülük bir-an önce bertarâf edilmeye çalışılır. Dolayısıyla
İslâm’da Pollyannacılık gibi sapkınlığın yeri yoktur.
Apaçık ve bâriz bir kötülüğü, aşırı zorlayarak ve
yorumlayarak olumlu yönünü görmeye çalışmak bâtıldır, boştur ve hiç-bri olumlu
yanı yoktur. Bu tür bir davranış ancak bunu yapanları gevşetir ve
yavşaklaştırır. Gevşek ve yavşak bir tutum takınmanın ise İslâm’da yeri yoktur.
Bu-bağlamda Kur’ân meselâ içki ve kumar konusunda şöyle der:
“Sana içkiyi ve kumarı sorarlar.
De ki: Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bâzı) yararlar vardır. Ama
günahları yararlarından daha büyüktür” (Bakara 219).
Görüldüğü gibi içki ve
kumarın bâzı yararları olsa da Pollyannacılık yaparak içki ve kumarın olumlu
yönüne bakılmadan haram ve günah îlân edilip yasaklanır.
Günümüzde Pollyannacılık kurumlaşmış ve yaşam-koçları ve
psikologların eline düşmüştür. İnsanlara sürekli olarak “şikâyet etme, şükret,
iyi düşün iyi olsun, iyi tarafından bakmaya çalış, pozitif düşün çok
negatifsin, bardağın dolu tarafını gör” sözlerini aşılamakta ve onları
pasifleştirmektedirler. Dünyâ’daki kötülüklerin, musîbetlerin, belâların ve her
türlü şerefsizliğin bu derece artmasının nedeni, insanların bu tür sözlerle ve
Pollyannacılıkla pasifleştirilerek eleştiri, îtirâz ve isyân duygularını blôke
ederek yok etmeleridir. İslâm ise bunun tam tersini yaptığından hattâ bir
kötülüğe, çirkinliğe, ahlâksızlığa ve zulme “dur” dememeyi pasiflik ve zulüm
olarak görür. Bu nedenle de icâbında malları ve canları bile ortaya koyarak
zulme dur demeyi farza kılar:
“Size ne
oluyor da, Allah yolunda ve o ezilen erkekler, kadınlar ve yavrular uğrunda
savaşmıyorsunuz?. Baksanıza: ‘Ey bizim Rabbimiz!, bizleri zâlim olan bu
memleketten kurtar!, bize bir yiğit, bir bahâdır gönder!’ diye yalvarıp
duruyorlar” (Nîsâ
75).
Gazze ve Hizbullah örneğinde de görüldüğü üzere, 50
ülkeden oluşan ve sayıları 2 milyarı bulan müslümanlar, mistik, ezoterik,
tasavvuf, hoşgörü, hümanizm, yaşam-koçları, psikologlar vs. gibi akımlar ve
bunların etkileri nedeniyle adamakıllı bir şekilde pasifleşmiş, gevşemiş, yavşamış,
korkaklaşmış, pısırıklaşmış, haz, zevk, konfor ve keyiflerine tapar hâle gelmiş
ve en önemlisi de îmanları ve güvenleri azalıp yok olmaya yüz tutmuş olduğundan
dolayı, bırakın bir amel-eylemde bulunup da karşı çıkmayı, bir ses etmeyi bile
düşünemeden gününü gün etme derdine düşmüşlerdir. 750 yıl önce Celâleddin Rûmî’nin
Moğol işgâli ve zulmüne karşı, “onlara karşı çıkmayın, onlar zamanla içimizde
eriyip müslümanlaşacaklar ve bizden olacaklardır” demesi gibi günümüzdeki
zulmün içinde de olumlu yönler arayanlar ve bulduğunu sanalar vardır. Oysa Celâleddin
Rûmî Pollyannacılık yaparak Moğolların zulmüne ses çıkarmadığı zamanlarda
Moğollara karşı canla-başla savaşanlar da vardı. Çünkü onlar sapık tasavvuftan
değil, Kur’ân ve Sünnet’ten beslenen ve İslâm’ın gereğini hakkıyla yapmaya
çalışan mü’minlerdi.
Pollyannacılık, müşriklerin, belâ getirecek bulutu yağmur
yağdıracak bulut zannetmeleri gibi hep zanla hareket eder ve sonunda da belâyı
bulur. Zîrâ zan, haktan yana hiç-bir şey sağlamaz:
“Onların çoğunluğu zandan (kuruntu) başkasına uymaz. Gerçekten zan
ise, haktan hiç-bir şeyi sağlayamaz. Şüphesiz Allah, onların işlemekte
olduklarını bilendir” (Yûnus 36).
“…Onlar,
yalnızca zanna ve nefislerinin (alçak) hevâ (istek ve tutku) olarak arzu ettiklerine
uyuyorlar. Oysa andolsun, onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir” (Necm 23).
“Yer-yüzünde olanların çoğunluğuna
uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna
uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler”
(En-âm 116).
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder