12 Ekim 2024 Cumartesi

İslâm’ı Bildiğini Sanma Câhilliği

 

“…De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?. Şüphesiz, temiz akıl sâhipleri öğüt alıp-düşünürler” (Zümer 9).

 

Târih boyunca insanlar kendilerini “bilmediklerinin uzmanı” sanmışlardır. Bir konu hakkında sâdece manşeti gördüklerinde yada o konu hakkında bir-kaç cümle bir şeyler okuduklarında sanki işin uzman gibi ahkâm kesmeye başlarlar. Bu en çok da İslâm konusunda böyledir. Oysa İslâm tâ Hz. Âdem’den bêri en az bilinen yada “en çok yanlış bilinen” konudur.

 

Peki insanlar niçin hiç okumadıkları, ilgilenmedikleri ve gereğini yapmadıkları İslâm’ı bildiklerini hem de bâzen çok iyi bildiklerini sanırlar?. Bu biraz siyâset konusunda da böyledir ama genelde hiç-bir konuda insanlar İslâm’da olduğu kadar, kendilerini bilgili görüp de ahkâm kesmezler. İnsanların İslâm’ı iyi bildiklerini zannetmelerinin nedeni, onun basit bir şey olduğunu düşünmeleri ve İslâm denilen şeyin hayatta karşılaştıkları ve gördükleri kadar olduklarını sandıklarından dolayıdır. Oysa İslâm târih boyunca hayâtın ortasında, ancak çok kısa zaman-dilimlerinde gerçek anlamda görünmüş ve hâkim olmuştur. Ortalıkta İslâm diye görülen şey Allah’ın indirdiği vahiylere dayanan ve Peygamberimiz’in vahiy-merkezli olarak belirlediği “İslâmî hareket metodu” ve ortaya koyduğu “güzel örneklik” değildir. Dolayısıyla İslâm’ı bildiğini sanalar aslında “müslümanlık” denilen sahte bir dini görüp-biliyorlar. Zâten böyle olduğu için ne iç-âlemler ne de dış-âlem Allah’ın emir ve yasaklarına göre düzenlenip de bir nizâma kavuşamıyor.

 

Hakîki İslâm yâni Kur’ân ve Sünnet bilinmediği ve gerekleri yapılmadığı için İslâm sınırlanıyor yada tamâmen kapalı kapılar ardında kalıyor. Böyle olunca da ortaya tam da şeytanın, nefsin ve tâğutların hoşuna gidecek ve onları memnun edecek bir din düşüncesi ortaya çıkıyor. İşte bu din, bir-kaç kısa manşet bilgi ve ritüelden ibârettir. Zâten ayrıntılara girenler de Kur’ân’a değil de ya geleneğin yada modernizmin hurâfelerine dayanarak açıklamalar yapıyorlar. Fakat bu açıklamalar zihinleri ve kâlpleri tatmin etmediği için insanlar sesli yada sessiz bir şekilde, “İslâm ile bir yere varılmaz” sonucuna varıyorlar. Sonuçta da câhillik bu şekilde sürüp gidiyor ve hakîki İslâm, çok kişinin görebildiği kuytuda-köşede kalıyor.

 

İslâm’ı bildiğini sananların çoğu aslında ya geleneğe uyuyor yada modernizme. Kur’ân’a ve de Sünnet’e uyan olmadığı gibi, bunlardan bahseden de yok. Hattâ -sözde- Kur’ân yolunda olanlar bile Kur’ân’ı Kur’ân-merkezli okumadıkları ve Kur’ân’ı bambaşka şeyleri merkeze alarak okuyup-yorumladıkları için onlar da aslında Kur’ân’ı dolayısıyla İslâm’ı bilmekten uzak kalmış oluyorlar.

 

İslâm’ı çok iyi bildiğini sananların çoğunluğu geleneğe sövmekten başkasını yapmıyorlar ve duyan da İslâm’ın, “geleneği kötülemek” olduğunu zannediyor. Tabi bu kişiler modernizme hiç ses etmiyorlar. Zâten bu yüzden sürekli olarak geleneğe çatıp duruyorlar. Geleneğin elbette çatılacak çok şeyi vardır ama modernizmin de bir “mevcut gelenek” olduğunu hiç düşünmüyorlar.

 

İslâm’ı çok iyi bildiğini zannedenler, modernizme, modern-bilim ve teknolojiye, lâikliğe, demokrasiye, feminizme, liberâlizme, kapitâlizme vs. uymayan İslâm’ı kabûl etmiyorlar, edemiyorlar. Çünkü onlar aslında İslâm’ı bilmiyorlar, sevmiyorlar ve uygulamıyorlar. Zîrâ aslında İslâm’a bağlıymış gibi görünmelerine rağmen aslında modernizmin her-şeyine meftûn, râm ve hayrân durumdadırlar ve modernizm ile şirk koşuyorlar ve modernite ile küfre düşüyorlar.

 

İslâm’ı bildiklerini zanneden câhiller çok absürd düşüncelere ve inanışlara da sâhiptirler. Meselâ İslâm’ın devlet talebinin olmadığını düşünüyorlar. Oysa Peygamberimiz Medîne Site Devleti’nin siyâsî ve dînî lîderi ve önderiydi. Bunu bilmeyenler yada kabûl etmeyenler, İslâm devletinde yaşamanın ne demek olduğundan da bi-haberdirler. Böyle olduğu için, İslâm Devleti’ni-medeniyetini bilmeyenler, modern demokratik devletleri ve uygarlıkları bir bok zannediyorlar. Çünkü hiç-bir bok bilmeyenler, her-şeyi bildiğini zannederler.

 

İslâm’ı bilmeyenler, müslümanların yoğun bir zâhitlikle uğraşmaktan başka bir şey yapmamaları gerektiğini düşünürler. Bu zannın arkasında, zâhitlikle kendini açığa çıkaran tasavvuf zihniyeti ve modeli vardır. Bu-bağlamda İslâm’ı hayâtın hiç-bri alanına karıştırmak istemeyenler, İslâm ile tasavvufu aynılaştırarak, “Anadolu İslâm’ı-İrfanı”, “Türk-İslâm”, “Türk mefkuresine uygun İslâm” gibi ifadeler kullanırlar. Tüm bunlar İslâm’ı çok iyi bildiğini zanneden İslâm’dan habersiz câhillerin sözlerdir. 

 

Modern insan, her-şeyi bildiğini ve bilebileceğini zanneden bir câhildir. Cehâlet zâten budur. Gerçekten bilenler ise hemen belli olur ve gerçekten bilenler zâten uygulama hâlinde olurlar. Lâkin İslâm’ı bildiğini zannedenlerin çoğu amel-eylemden kopuk ve uzaktırlar. 

 

İslâm’ı iyi bildiğini zannedenlerin îmanları da zayıf olur. Çünkü belli bir noktadan sonra bilmek daha doğrusu bilmeye çalışmak yada bildiğini sanmak îmânı azaltır. Çünkü her-şeyi bilirseniz ve bilmeye kalkarsanız yada bildiğinizi veyâ bilinebileceğini sanırsanız, geriye îman edecek bir şey kalmaz. Bu “îmansızlaşma”yı ortaya çıkarır ki aklı ve bilgiyi ilahlaştırmış olan modernizmin îmansızlığı ve modern insanın îmânının bitme noktasına gelmesinin nedeni budur.

 

İslâm’ı bildiğini zannedenlerin içinde Kur’ân sürekli olarak okumasına rağmen hem yorumlarına hem de yaşantısına baktığınızda aslında âyetlere meydan okuyan bir-çok kişi görürsünüz ki modern müslümanlar bununla mâlûldür.

 

İslâm’da bilme, Kur’ân’ı okuyup idrâk ettikten sonra onu amel-eyleme dökerek uygulayınca tamamlanan bir şeydir. Çünkü öğrenilenlerin sağlaması ancak böyle yapılabilir.

 

Lâilâheillallah dedikten sonra tâğutu inkâr da etmeyenler ve tam-aksine tâğuta yalakalık yapanların İslâm’ı bildiklerinden bahsedilemeyeceği gibi, onların İslâm ile ilişkileri de yoktur. Onlar aynen oryantâlistler gibi ruhsuz mâlûmatlara sâhiptirler ki zâten oryantâlistlere bu derece yalakalık yapmalarının nedeni de budur.

 

Bilenlerin bilmeyenlerden farkları, “bildikleriyle amel etmek”tir. Yoksa bilmek, “kuru-kuruya bilmek” demek değildir.

 

Kur’ân ve İslâm, bir insanın hem Dünyâ’da “insan ve mü’minler gibi yaşamasını hem de âhirette acı azaptan uzak olup cennet ile sevinebileceği her-şeyin bilgisini verir. İşte bu bilgiye sâhip olanlar ve de daha da önemlisi bu bilgiye göre amel-eylemde bulunanlar, Allah’ın rızâsını kazarak iki dünyâda da güvenliğe ve huzûra kavuşurlar.

 

Cehâletten kurtulmak demek, “entelektüel olmak” demek değildir; nice okuma-yazma bilmeyenler vardır ki “örnek mü’minler”dir. Bildikleriyle amel edenler elbette bildikleriyle amel etmeyenlerden üstündürler. Zîrâ bildikleriyle amel edenlerin bilgisi, sağlaması yapılmış sahih bilgilerdir. 

 

İslâm’ı iyi bildiğini sanan ama iş icraata gelince yerinde çakılanlar çoğunlukla şeriatı da inkâr ederler. Bakmayın siz onların “İslâm ahlâk ve ibâdettir” deyip durmalarına, onlar ibâdetleri hiç tınlamayan ahlâksızların önde gidenleridirler. Adam “İslâm’ı en iyi ben bilirim” diyor ama namazı, orucu, haccı, kurbanı, baş-örtüsünü, tesettür vs. daha bir çok şeyi inkâr ediyor. Demek ki İslâm ile onu inkâr etmek için ilgilenmiş yada işin hakkını verip de bildikleriyle amel etmedikleri için Allah onları inkâr ile cezâlandırmış.  Ya Medîne’de inen âyetlerin tümden neshedildiğini bile söyleyebiliyorlar ve sonra da kendilerini çok iyi İslâm bilgini zannediyorlar. Allah bunlara karşı emrini bize şu şekilde veriyor:

 

“Sonra seni bu emirden bir şeriat üzerine kıldık; öyleyse sen ona uy ve bilmeyenlerin hevâ(istek ve tutku)larına uyma” (Câsiye 18).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder