8 Ekim 2024 Salı

Vehn Hastalığı

 

“(Mal, mülk ve servette) çoklukla övünmek, sizi tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu,) mezarı ziyâretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü” (Tekâsür 1-2).

 

Vehn Peygamberimiz’in târifiyle: “Dünyâ’yı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir”.

 

Sevban’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir: “Yakında milletler, yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) dâvet ettikleri gibi, size karşı (savaşmak için) birbirlerini dâvet edecekler”. Birisi: “Bu, o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?” dedi. Resûlullah: “Hayır!; aksine siz o gün kalabalık, fakat selin önündeki çör-çöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüze de vehn atacak” buyurdu. Yine bir adam: “Vehn nedir ya Resûlullah?” diye sorunca: “Vehn, Dünyâ’yı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir” buyurdu. (bk. Ebu Davud, Melahim, 5).

 

Bir şeyin niceliğinden yâni çokluğundan ziyâde, niteliği yâni kaliteli oluşu önemli ve değerlidir. Çünkü nicelik arttıkça nitelik yâni kalite düşer. Buna rağmen çokluk insanlar tarafından daha fazla arzulanır ve istenir. Çokluktan ziyâde kalite, sâdece maddî alanda değil, mânevî alanda da daha değerli ve önemlidir. Kur’ân boyunca nicelik yâni çokluk hep olumsuz anlamda kullanılmış fakat “kaliteli amel” diyebileceğimiz sâlih ameller ise hep îman ile birlikte anılmıştır. Îman ve sâlih amel birbirlerinin neden-sonucudurlar ve hem birbirlerinin sağlamasını yaparlar hem de birbirlerine destek verirler ve değer kayarlar.

 

İnsanların vehn hastalığında tutulmalarının nedeni, niteliğe-kaliteye değil, niceliğe-çokluğa kapılmış olmalarından dolayıdır ki, ölümden çok korkmaları ve Dünyâ’yı çok sevmelerinin nedeni de zâten budur. Çok şeyiniz varsa ölüm korkusu fazlalaşır. Zîrâ ne kadar çok şeyiniz varsa o şeyler sizi Dünyâ’ya o kadar çok bağlamış demektir. Dünyâ’ya ne kadar bağlanmışsanız hem ölümden çok korkmaya başlarsınız hem de sâlih amellerden o oranda uzaklaşırsınız. Sâlih amellerden uzaklaştığınızda ise, çoğu boşa gidecek olan “kalitesiz ameller” işlemeye başlarsınız. Kalitesiz ameller ise îmânınızın artmasına fayda vermediği için, îmânın gereği olan amelleri işlemekten alabildiğine kaçmaya başlarsınız. Hattâ îmânın gereği olarak yapılması gereken amelleri aşırı yoruma boğarak ve bambaşka bir anlam vererek, o amelin yapılmasını değil de yapılmamasını savunmaya başlarsınız ki modern müslümanlar bunun mâlûldür. Tüm bunların hem sonucu hem de cezâsı olarak ise, yapılması gereken şeyleri yapmayıp, yapılmaması gereken şeyleri yapmaya başlarsınız. Çünkü sünnetullah gereğince, yapılması gerekenleri yapmayanlar yapılmaması gereken şeyleri yapmaya başlarlar. Bu durum insanların Dünyâ’ya çok bağlanmasına, ölümden ise aşırı korkmalarına neden olur. İşte vehn hastalığı budur.              

 

Vehn hastalığının bâriz belirtisi, “Dünyâ’yı ıskalama korkusu”dur. Vehn hastalığında ölümden öyle bir korkulur ve kaçılır ki, modern-bilim ve teknolojinin, kısa zaman içinde ölümsüzlüğü bulacağı umûdu çok yüksek seviyeye çıkar. Bu beklentiyle birlikte, vehn hastalığına yakalanmış olan insanlar, sanki Allah bizi Dünyâ’dan olabildiğince fazla yararlanmak için yaratmış gibi, insanlar hep maddî şeyleri elde etmek ve haz, zevk, keyif, konfor içinde dertsiz-tasasız yaşamanın derdine düşmüş durumdadırlar. Tabi böyle olduğu için Allah, âhiret, gayb, vahiy, peygamber, Kur’ân, Sünnet, din, îman yâni İslâm bilincinden uzak kalmaktadırlar yada uzak durmaktadırlar. Bunun sonucunda da Dünyâ’yı adâletsizlik, eşitsizlik, haksızlık, ahlâksızlık, şirk, küfür ve zulüm doldurmaktadır. Tüm bunlar temelde vehn hastalığının yâni Dünyâ’yı fazlaca sevmenin ve ölümü kötü görmenin sonuçlardır.  

 

Müslümanlar özellikle son 100 yıldır savaşmaktan çok korkar hâle geldi. Savaş sözünü duydukları anda şöyle bir yutkunup renkleri değişiyor. Peygamberimiz müslümanların bu duruma gelmesine sebep olan şeyin “vehn” olduğunu söyler. Yâni, insanlar-müslümanlar dünyâ-hayâtını fazla sevdikleri, âhiret hayâtını geri plâna attıkları ve bu sebeple de oraya gidecek yol olan ölümden de korktukları için dirençlerini kaybediyorlar, gereken mücâdeleye ve mücâhedeye girmekten kaçınıyorlar ve nüfusça çok olmalarına rağmen uluslar-arası câmiada hiç-bir kıymet-i harbiyeleri olmuyor.

 

İslâm düşmanlarını küstahlaştıran ve istedikleri şeyi yapmaya cesâretlendiren şey, müslümanların azlığı değil, aksine onların takvâ bakımından güçsüzlüğü ve Dünyâ’ya aşırı düşkünlükleridir. Çünkü ölümden korkan ve Dünyâ’ya fazlaca düşkün olanlar sabredemezler, fedâkârlıklara katlanamazlar, vazgeçemezler, canları ve malları ile katılmaları gereken cihadı ihmâl ederler. Bu yüzden eskiden olduğu gibi düşmanlara karşı heybetli değildirler ve artık düşmanlar onlardan korkmazlar, çekinmezler.

 

Vehn hastalığına tutulmuş olanlar için şu âyet çok mânidardır:

 

‘‘Biliniz ki, dünyâ-hayâtı oyundan, eğlenceden, süs ve gösterişten, bir-birinize karşı övünmeden, mal ve evlâdı çoğaltma yarışından ibârettir. Bu hayat, ekini ve bitkisi çiftçisinin yüzünü güldüren bol yağmura benzer. Fakat bir-süre sonra kuruyan bu bitki-örtüsünün sarardığını görürsün. Arkasından da ot kırıntılarına dönüşür. Âhirette ise bir yanda ağır bir azab, öbür yanda Allah’ın bağışlaması ve hoşnutluğu vardır. Dünyâ-hayâtı, aldatıcı bir hazdan başka bir şey değildir” (Hadîd 20).

 

Vehn hastalığının (Vehn=Dünyâ’ya aşırı bir şekilde bağlanıp onu sevmenin ve ölümden ise aşırı bir şekilde korkarak ondan kaçmanın ve hattâ ondan kurtulmak istemenin) da nedeniyle, tembellik/korkaklık/amaçsızlık-hedefsizlik/bilinçsizlik ve de fakirlik/hastalık gibi çâresizlik durumlarından dolayı bir-türlü İslâm-merkezli bir süreci başlatma ve bu yolda yürüme yoluna girilemiyor. Unutulmamalı ki müslüman-mü’min, gayba îman eden kişidir ve Dünyâ’yı helâlinden faydalanılan fakat geçici bir imtihan yeri; âhireti ise sonsuz ebedî mekân olarak kabûl eder ve görür. Bu nedenle de başta ölüm olmak üzere her sıkıntıya katlanması gerektiğinin bilincinde olarak ana-hedef için malıyla ve hattâ canıyla mücâhede (aşırı gayret) eder. Mü’min kişi ve toplum, Kur’ân ile birlikte, bilgi-bilinç-eylem-devlet-medeniyet süreçlerini izleyerek, her türlü mazlûmiyete son verme ve Allah’ın sözünü Dünyâ’ya hâkim kılmak (Enfâl 39) için var gücüyle çalışır.

 

Müslümanların maddî güçleri artmasına rağmen cesâretsizleşmelerinin, yüreksizleşmelerinin ve birer korkak hâline gelmelerinin nedeni, elde ettikleri maddî güçtür. Madden zenginleşen insanların-müslümanların maddî güce rağmen yine de korkak olmalarının nedeni, maddenin de aslında yeterli  bir gücünün olmadığını anlamış olmalarıdır. Güç, korkaklığı da yanında getirir. Zîrâ Allah’ın gücünden başka hiç-bir güç “mutlak güç” değildir. Mutlak olmayan her güç eksik olacağı için dünyevîleşme korkaklığı da yanında getirmiştir-getirmektedir. Bu korkaklığı hiç-bir tedbir de giderememektedir. Zîrâ bu korkaklıktan ancak, Allah’a hakkıyla teslim olmakla ve bu teslîmiyete göre yaşamakla kurtulmak mümkündür. Çünkü işte ancak o zaman vehn hastalığından şifâ bulunmuş olur.

 

Modernizm; tembel, pısırık, korkak, gevşek, yavşak ve aptal insanlara göre kurgulanan şeytânî-beşerî bir sistemdir. Bu yüzden mü’minler modern olmaktan Allah’a sığınmalıdır. Târih boyunca vehn hastalığının en yoğun yaşandığı modern dönemde, insanlar daha önce hiç-bir zaman olmadığı kadar; tembel, korkak, ürkek, pısırık, konformist, alıngan, israfkâr, yalancı vs. olmamıştı.

 

Peki vehn hastalığından kurtulmak nasıl mümkün olur?. Bunun için ilk önce büyük bir kararlılıkla sağlam bir îman edilmeli-tâzelenmeli  ve o îmâna uygun yâni Kur’ân/Sünnet-merkezli bir hayat yaşamaya başlanılmalıdır. Fakat îmandan sonra “tâğutu inkâr etmek” de şart olduğu için, tâğûtî-beşerî düşünce, sistem, söylem ve eylemlerden uzak durulmalı, lâik/seküler/neo-liberâl/demokratik-neo-demokratik/kapitâlist/post-modernist/konformist/hazcı/şerefsiz/sapık sistemlerden ve hayat-tarzlarından alabildiğine uzak durulmalıdır.  Şeytânî-nefsî-beşerî-tâğûtî hayat tarzı yerine İslâm’ın pak ve şerefli dînine; Kur’ân’a, Peygamberin Sünnet’ine, yâni Kur’ân-merkezli ideâl bir yaşam modeline sarılıp onu meleke hâline getirmek şarttır. Zîrâ  bu yapılmadığında çirkefliklerden kurtulmak söz-konusu bile değildir, hattâ ihtimâl dışıdır. Çünkü sünnetullaha ve doğaya aykırıdır.

 

O-hâlde ey müslümanlar!; bir şeyi gerçekten değiştirmek, düzeltmek ve iyileştirmek istiyorsanız, yapmanız gereken şey hayat-tarzlarınızı değiştirmenizdir. Kur’ân/İslâm/Sünnet-merkezli hayat-tarzına ve şekline göre bir hayat yaşamanız gerekmektedir. Çünkü korkudan titrediğiniz ve bu nedenle de sığınılacak bir liman olarak Dünyâ’ya sarıldığınız  vehn hastalığından kurtulmanın başka bir yolu yoktur. Ya vehn hastalığının ızdırâbı içinde Dünyâ’da rezil olduktan sonra âhirette ise acı bir azapla karşılarısınız yada sağlam bir îman ve sâlih amel ile İslâm-merkezli bir hayâta yönelirsiniz. Üçüncü bir şık yoktur. 

 

Evet; işte müslümanların bu kadar kalabalık olmalarına rağmen yer-yüzünün lânetlileri olarak görülmelerinin, çok zor ve çirkef bir hayat yaşamalarının, sürekli öldürülmelerinin, zulme uğramalarının, kısaca perişanlıklarının nedeni vehn hastalığıdır. Kur’ân’ın aydınlığını ve Peygamber’in Sünnet’ini terk-ederek tâğutların ortaya koyduğu hayat-şekline dört elle sarılmak ve can pahasına onu yüceltmek, sünnetullah gereği modern müslümanlara ve tüm insanlara verilmiş bir cezâdır. Tâ ki dünyâ-sevgisinin ve ölüm korkusunun (vehn) yenilip, mü’min olarak ölmenin bir kazanç ve nîmet olarak görülmeye başlandığı ve bu nedenle her türlü bedelin göze alınabileceği zamâna kadar.

 

Ey müslümanlar!!.. Bilincin kaynağı Kur’ân ile bilinçlendikten sonra, Kur’ân’ın “vahiy-merkezli ideâl bir yaşam-örnekliği” (Ahzâb 21) dediği, eylemin kaynağı olan Sünnet’e her türlü bedeli göze alarak dört elle sarılmadığının müddetçe rezâletten, çirkeflikten, korkaklıktan, mazlûmiyetten, öldürülmekten, tecâvüz edilmekten, aç kalmaktan ve ölmekten, yer-yüzünün lânetlisi olmaktan, “domuzluk”tan ve nihâyetinde şerefsizlikten kurtulamayacaksınız. Üstelik Dünyâ’da rezil olduktan sonra âhirette de büyük pişmanlıklar için kalmaya mahkûm olursunuz.

 

“Asra andolsun!; Gerçekten insan, ziyandadır. Ancak “îman edip sâlih amellerde bulunanlar”, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka” (Asr Sûresi).

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder