“(Mal, mülk ve servette) çoklukla övünmek, sizi tutkuyla
oyalayıp, kendinizden geçirdi. Öyle ki (bu,) mezarı ziyâretinize (kabre
gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü” (Tekâsür 1-2).
Vehn Peygamberimiz’in târifiyle: “Dünyâ’yı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir”.
Sevban’dan rivâyet edildiğine göre
Resûlullah şöyle demiştir: “Yakında milletler, yemek
yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) dâvet ettikleri gibi, size
karşı (savaşmak için) birbirlerini dâvet edecekler”. Birisi: “Bu, o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?” dedi.
Resûlullah: “Hayır!; aksine siz o gün
kalabalık, fakat selin önündeki çör-çöp gibi zayıf olacaksınız. Allah
düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüze
de vehn atacak” buyurdu. Yine bir adam: “Vehn nedir ya Resûlullah?” diye sorunca: “Vehn, Dünyâ’yı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir” buyurdu. (bk. Ebu Davud, Melahim, 5).
Bir şeyin niceliğinden yâni çokluğundan ziyâde, niteliği
yâni kaliteli oluşu önemli ve değerlidir. Çünkü nicelik arttıkça nitelik yâni
kalite düşer. Buna rağmen çokluk insanlar tarafından daha fazla arzulanır ve
istenir. Çokluktan ziyâde kalite, sâdece maddî alanda değil, mânevî alanda da
daha değerli ve önemlidir. Kur’ân boyunca nicelik yâni çokluk hep olumsuz anlamda
kullanılmış fakat “kaliteli amel” diyebileceğimiz sâlih ameller ise hep îman
ile birlikte anılmıştır. Îman ve sâlih amel birbirlerinin neden-sonucudurlar ve
hem birbirlerinin sağlamasını yaparlar hem de birbirlerine destek verirler ve
değer kayarlar.
İnsanların vehn hastalığında tutulmalarının nedeni,
niteliğe-kaliteye değil, niceliğe-çokluğa kapılmış olmalarından dolayıdır ki,
ölümden çok korkmaları ve Dünyâ’yı çok sevmelerinin nedeni de zâten budur. Çok
şeyiniz varsa ölüm korkusu fazlalaşır. Zîrâ ne kadar çok şeyiniz varsa o şeyler
sizi Dünyâ’ya o kadar çok bağlamış demektir. Dünyâ’ya ne kadar bağlanmışsanız
hem ölümden çok korkmaya başlarsınız hem de sâlih amellerden o oranda
uzaklaşırsınız. Sâlih amellerden uzaklaştığınızda ise, çoğu boşa gidecek olan
“kalitesiz ameller” işlemeye başlarsınız. Kalitesiz ameller ise îmânınızın
artmasına fayda vermediği için, îmânın gereği olan amelleri işlemekten alabildiğine
kaçmaya başlarsınız. Hattâ îmânın gereği olarak yapılması gereken amelleri aşırı
yoruma boğarak ve bambaşka bir anlam vererek, o amelin yapılmasını değil de
yapılmamasını savunmaya başlarsınız ki modern müslümanlar bunun mâlûldür. Tüm
bunların hem sonucu hem de cezâsı olarak ise, yapılması gereken şeyleri
yapmayıp, yapılmaması gereken şeyleri yapmaya başlarsınız. Çünkü sünnetullah
gereğince, yapılması gerekenleri yapmayanlar yapılmaması gereken şeyleri
yapmaya başlarlar. Bu durum insanların Dünyâ’ya çok bağlanmasına, ölümden ise
aşırı korkmalarına neden olur. İşte vehn hastalığı budur.
Vehn hastalığının bâriz belirtisi,
“Dünyâ’yı ıskalama korkusu”dur. Vehn hastalığında ölümden öyle bir korkulur ve
kaçılır ki, modern-bilim ve teknolojinin, kısa zaman içinde ölümsüzlüğü
bulacağı umûdu çok yüksek seviyeye çıkar. Bu beklentiyle birlikte, vehn
hastalığına yakalanmış olan insanlar, sanki Allah bizi Dünyâ’dan olabildiğince
fazla yararlanmak için yaratmış gibi, insanlar hep maddî şeyleri elde etmek ve
haz, zevk, keyif, konfor içinde dertsiz-tasasız yaşamanın derdine düşmüş
durumdadırlar. Tabi böyle olduğu için Allah, âhiret, gayb, vahiy, peygamber,
Kur’ân, Sünnet, din, îman yâni İslâm bilincinden uzak kalmaktadırlar yada uzak
durmaktadırlar. Bunun sonucunda da Dünyâ’yı adâletsizlik, eşitsizlik,
haksızlık, ahlâksızlık, şirk, küfür ve zulüm doldurmaktadır. Tüm bunlar temelde
vehn hastalığının yâni Dünyâ’yı
fazlaca sevmenin ve ölümü kötü görmenin sonuçlardır.
Müslümanlar özellikle son 100 yıldır
savaşmaktan çok korkar hâle geldi. Savaş sözünü duydukları anda şöyle bir
yutkunup renkleri değişiyor. Peygamberimiz müslümanların bu duruma gelmesine
sebep olan şeyin “vehn” olduğunu söyler. Yâni, insanlar-müslümanlar dünyâ-hayâtını
fazla sevdikleri, âhiret hayâtını geri plâna attıkları ve bu sebeple de oraya
gidecek yol olan ölümden de korktukları için dirençlerini kaybediyorlar,
gereken mücâdeleye ve mücâhedeye girmekten kaçınıyorlar ve nüfusça çok
olmalarına rağmen uluslar-arası câmiada hiç-bir kıymet-i harbiyeleri olmuyor.
İslâm düşmanlarını küstahlaştıran ve
istedikleri şeyi yapmaya cesâretlendiren şey, müslümanların azlığı değil,
aksine onların takvâ bakımından güçsüzlüğü ve Dünyâ’ya aşırı düşkünlükleridir.
Çünkü ölümden korkan ve Dünyâ’ya fazlaca düşkün olanlar sabredemezler, fedâkârlıklara
katlanamazlar, vazgeçemezler, canları ve malları ile katılmaları gereken cihadı
ihmâl ederler. Bu yüzden eskiden olduğu gibi düşmanlara karşı heybetli
değildirler ve artık düşmanlar onlardan korkmazlar, çekinmezler.
Vehn hastalığına tutulmuş olanlar
için şu âyet çok mânidardır:
‘‘Biliniz ki, dünyâ-hayâtı oyundan, eğlenceden, süs ve
gösterişten, bir-birinize karşı övünmeden, mal ve evlâdı çoğaltma yarışından
ibârettir. Bu hayat, ekini ve bitkisi çiftçisinin yüzünü güldüren bol yağmura
benzer. Fakat bir-süre sonra kuruyan bu bitki-örtüsünün sarardığını görürsün.
Arkasından da ot kırıntılarına dönüşür. Âhirette ise bir yanda ağır bir azab,
öbür yanda Allah’ın bağışlaması ve hoşnutluğu vardır. Dünyâ-hayâtı, aldatıcı
bir hazdan başka bir şey değildir” (Hadîd 20).
Vehn hastalığının (Vehn=Dünyâ’ya
aşırı bir şekilde bağlanıp onu sevmenin ve ölümden ise aşırı bir şekilde
korkarak ondan kaçmanın ve hattâ ondan kurtulmak istemenin) da nedeniyle,
tembellik/korkaklık/amaçsızlık-hedefsizlik/bilinçsizlik ve de fakirlik/hastalık
gibi çâresizlik durumlarından dolayı bir-türlü İslâm-merkezli bir süreci
başlatma ve bu yolda yürüme yoluna girilemiyor. Unutulmamalı ki müslüman-mü’min,
gayba îman eden kişidir ve Dünyâ’yı helâlinden faydalanılan fakat geçici bir
imtihan yeri; âhireti ise sonsuz ebedî mekân olarak kabûl eder ve görür. Bu
nedenle de başta ölüm olmak üzere her sıkıntıya katlanması gerektiğinin
bilincinde olarak ana-hedef için malıyla ve hattâ canıyla mücâhede (aşırı
gayret) eder. Mü’min kişi ve toplum, Kur’ân ile birlikte, bilgi-bilinç-eylem-devlet-medeniyet
süreçlerini izleyerek, her türlü mazlûmiyete son verme ve Allah’ın sözünü
Dünyâ’ya hâkim kılmak (Enfâl 39) için var gücüyle çalışır.
Müslümanların
maddî güçleri artmasına rağmen cesâretsizleşmelerinin, yüreksizleşmelerinin ve
birer korkak hâline gelmelerinin nedeni, elde ettikleri maddî güçtür. Madden
zenginleşen insanların-müslümanların maddî güce rağmen yine de korkak
olmalarının nedeni, maddenin de aslında yeterli
bir gücünün olmadığını anlamış olmalarıdır. Güç, korkaklığı da yanında
getirir. Zîrâ Allah’ın gücünden başka hiç-bir güç “mutlak güç” değildir. Mutlak
olmayan her güç eksik olacağı için dünyevîleşme korkaklığı da yanında
getirmiştir-getirmektedir. Bu korkaklığı hiç-bir tedbir de giderememektedir.
Zîrâ bu korkaklıktan ancak, Allah’a hakkıyla teslim olmakla ve bu teslîmiyete
göre yaşamakla kurtulmak mümkündür. Çünkü işte ancak o zaman vehn hastalığından
şifâ bulunmuş olur.
Modernizm; tembel, pısırık, korkak,
gevşek, yavşak ve aptal insanlara göre kurgulanan şeytânî-beşerî bir sistemdir.
Bu yüzden mü’minler modern olmaktan Allah’a sığınmalıdır. Târih boyunca vehn
hastalığının en yoğun yaşandığı modern dönemde, insanlar daha önce hiç-bir
zaman olmadığı kadar; tembel, korkak, ürkek, pısırık, konformist, alıngan,
israfkâr, yalancı vs. olmamıştı.
Peki vehn hastalığından kurtulmak
nasıl mümkün olur?. Bunun için ilk önce büyük bir kararlılıkla sağlam bir îman
edilmeli-tâzelenmeli ve o îmâna uygun
yâni Kur’ân/Sünnet-merkezli bir hayat yaşamaya başlanılmalıdır. Fakat îmandan
sonra “tâğutu inkâr etmek” de şart olduğu için, tâğûtî-beşerî düşünce, sistem,
söylem ve eylemlerden uzak durulmalı, lâik/seküler/neo-liberâl/demokratik-neo-demokratik/kapitâlist/post-modernist/konformist/hazcı/şerefsiz/sapık
sistemlerden ve hayat-tarzlarından alabildiğine uzak durulmalıdır. Şeytânî-nefsî-beşerî-tâğûtî hayat tarzı yerine
İslâm’ın pak ve şerefli dînine; Kur’ân’a, Peygamberin Sünnet’ine, yâni Kur’ân-merkezli
ideâl bir yaşam modeline sarılıp onu meleke hâline getirmek şarttır. Zîrâ bu yapılmadığında çirkefliklerden kurtulmak
söz-konusu bile değildir, hattâ ihtimâl dışıdır. Çünkü sünnetullaha ve doğaya
aykırıdır.
O-hâlde ey müslümanlar!; bir şeyi gerçekten
değiştirmek, düzeltmek ve iyileştirmek istiyorsanız, yapmanız gereken şey
hayat-tarzlarınızı değiştirmenizdir. Kur’ân/İslâm/Sünnet-merkezli hayat-tarzına
ve şekline göre bir hayat yaşamanız gerekmektedir. Çünkü korkudan titrediğiniz
ve bu nedenle de sığınılacak bir liman olarak Dünyâ’ya sarıldığınız vehn hastalığından kurtulmanın başka bir yolu
yoktur. Ya vehn hastalığının ızdırâbı içinde Dünyâ’da rezil olduktan sonra
âhirette ise acı bir azapla karşılarısınız yada sağlam bir îman ve sâlih amel
ile İslâm-merkezli bir hayâta yönelirsiniz. Üçüncü bir şık yoktur.
Evet; işte müslümanların bu kadar
kalabalık olmalarına rağmen yer-yüzünün lânetlileri olarak görülmelerinin, çok
zor ve çirkef bir hayat yaşamalarının, sürekli öldürülmelerinin, zulme uğramalarının,
kısaca perişanlıklarının nedeni vehn hastalığıdır. Kur’ân’ın aydınlığını ve Peygamber’in
Sünnet’ini terk-ederek tâğutların ortaya koyduğu hayat-şekline dört elle
sarılmak ve can pahasına onu yüceltmek, sünnetullah gereği modern müslümanlara ve
tüm insanlara verilmiş bir cezâdır. Tâ ki dünyâ-sevgisinin ve ölüm korkusunun
(vehn) yenilip, mü’min olarak ölmenin bir kazanç ve nîmet olarak görülmeye
başlandığı ve bu nedenle her türlü bedelin göze alınabileceği zamâna kadar.
Ey müslümanlar!!.. Bilincin kaynağı
Kur’ân ile bilinçlendikten sonra, Kur’ân’ın “vahiy-merkezli ideâl bir
yaşam-örnekliği” (Ahzâb 21) dediği, eylemin kaynağı olan Sünnet’e her türlü
bedeli göze alarak dört elle sarılmadığının müddetçe rezâletten, çirkeflikten,
korkaklıktan, mazlûmiyetten, öldürülmekten, tecâvüz edilmekten, aç kalmaktan ve
ölmekten, yer-yüzünün lânetlisi olmaktan, “domuzluk”tan ve nihâyetinde şerefsizlikten
kurtulamayacaksınız. Üstelik Dünyâ’da rezil olduktan sonra âhirette de büyük
pişmanlıklar için kalmaya mahkûm olursunuz.
“Asra andolsun!; Gerçekten insan, ziyandadır. Ancak “îman
edip sâlih amellerde bulunanlar”, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve
birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka” (Asr Sûresi).
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder