8 Ekim 2024 Salı

İslâm ve Belâdan Uzak Durmak

 

“…İnkâr edenler, Allah’ın vaâdi gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir belâ çatacak veyâ yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah verdiği sözden dönmez” (Ra’d 31).

 

Arapça blw/bly kökünden gelen balâ “başa gelen kötülük ve sıkıntı, sınav” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça balâ “dert ve kötülük yükledi, sınadı” fiilinin faâl vezninde masdarıdır. Bu fiil Arapça wbl kökünden gelen wabala “yük veyâ sorumluluk yükledi” fiili ile eş kökenlidir.

 

İslâm olmak, “başını belâ’ya sokmak” demektir. Bir kişinin “Allah’tan başka ilah tanımam” deyip de başı belâya girmiyorsa (meselâ tartışma, kavga, mahkeme, hapis, yaralanma, dayak yeme, ölüm vs.), söylediği söz “yağmur getirmeyen gök-gürültüsü” hükmünde kalır. Zîrâ İslâm olmak, Allah’ın tüm kâinatta cârî olan ve adına sünnetullah denen sistemi dışında bir sistem tanımamak; sosyâl, kültürel, âilevî, ekonomik, hukûkî, kânûnî, askerî, siyâsî vs. hayâtın tüm alanlarında sâdece ve sâdece Allah’ın emir ve yasaklarını belirleyen vahye yâni Kur’ân’a ve de “vahiy-merkezli ideâl örneklik” (Ahzâb 21) olan Sünnet’e, dolayısıyla İslâm’a göre bir düşünce, söylem ve eylem hâlinde olmak demektir. İslâm yâni müslim-mü’min olmak demek, gayri İslâmî tüm sistem, ideoloji, düşünce, söylem ve eylemlerden uzak durmak ve şeytânî, beşerî, nefsî ve tâğûtî belirlemelere ve uygulamalara düşman olmak demektir. Böyle olunca yâni siz bunarla düşman olunca karşı taraf da size düşman  olacak ve başsınızın belâya girmesi kaçınılmaz olacaktır.

 

O-hâlde; “kıl beşi bil işi”, “kimsenin etlisine-sütlüsüne karışmamak lâzım”, “azıcık aşım ağrısız başım” vs. diyerek ve en küçük bir belâ ve sıkıntıya bile girmemek için, söylenmesi gerekeni söylememek, eleştirilmesi ve îtirâz edilmesi gerekeni eleştirmemek ve îtirâz etmemek ve yapılması gerekeni yapmamak ne müslümanca ne de insanca bir tutumdur. Şurası kesindir ki, ucuz kahramanlıklardan bahsetmiyoruz ama, bir “imtihan dünyâsı” olan yeryüzünde insanların ve hele “müslümanım” diyenin başının belâya girmemesi hem sünnetullah ve kâinâtın formatı gereğince mümkün değildir, hem de Kur’ân ve Sünnet gereğince mümkün değildir. Zîrâ hem Kur’ân insanın omzuna, başının belâya da girebileceği yükler ve sorumluluklar yükler, hem de peygamberlerin içinde İslâm adına başı belâya girmemiş hiç-bir peygamber yoktur, olmamıştır. Çünkü ne de olsa hâkim paradigmaya zıt ve düşman olan bir şeyin savunulması yapılmaktadır.     

 

Şu da var ki, belâ İslâm adına değilse, dünyevilik adına yine kaçınılmaz olur. Fakat bu tür belâları ancak “görebilen” gözler fark eder. Câhiller, ahmaklar, korkaklar ve îman-inanç sorunu olanlar ise; belâyı ancak, başlarına gelip de kendisini kuşatınca fark eder. Câhil insanlar, başlarındaki mevcut belâyı ancak daha ağır belâlara uğradıklarında fark ederler. Meselâ insanlar kötü alışkanlıklarından ve yanlışlarından ancak, o kötü alışkanlık ve yanlışların kötü sonuçlarıyla karşılaştıklarında ve çâresiz kaldıklarında vazgeçmeye başlarlar. Çünkü insanların yanlışlardan vazgeçmesi ve kendine gelmesi için ancak “ağır belâlara uğramaları”ndan başka yol yoktur. Bu-bağlamda çoğu kişi için belâlar “iyi” sonuç verebilir. “Acı azap”tan önceki küçük belâlar, insanların kendilerine gelmeleri ve yanlışlardan vazgeçmeleri için bir fırsat olabilir:

 

Andolsun, biz onlara belki (inkârcılıktan) dönerler diye o büyük (uhrevî) azaptan önce, yakın (dünyevî) azaptan da tattıracağız” (Secde 21).

 

Ahmaklık ve aptallık, insanın aklının ancak belâ ile başına gelmesi durumunda farkına varılan bir şeydir. Bu-bağlamda, ahmaklık ve aptallığın bir sonucu olarak başa gelen belâlar insanı kendine getirebilir.

 

Tüm günahlar, haramlar, yasak ve ayıp olanlar belâya neden olur. Meselâ özellikle günümüzde çıplaklık insanın başına büyük belâ olmuştur. Kanımca sosyâl sorunların büyük bölümünün ardında çıplaklık vardır. Bu belâ hem iç-âlemlere hem de dış-âleme büyük zarar vermektedir. Bu nedenle olsa gerek, Allah bu konuda bizi şu şekilde uyarır:

 

Ey Âdemoğulları!; şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belâya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık” (A’raf 27).

 

Demek ki günah işlemek hem Dünyâ’da sosyâl ve toplumsal anlamda hem de âhirette, iyiden-iyiye “başını belâya sokmak” demektir. Günahın ne kadar büyük bir belâ olduğu âhirette apaçık şekilde görünecektir fakat iş işten geçmiş olacaktır.

 

Biraz sivri konuşanlara, hakîkati apaçık şekilde söyleyenlere, adâletsizliğe, eşitsizliğe, haksızlığa, ahlâksızlığa, küfre, şirke, ve zulme karşı eleştiri, îtirâz ve isyân yükseltenlere; “düşüncelerin, fikirlerin, söylemlerin, eylemlerin ve paylaşımların çok tehlikeli, başına belâ alırsın” diyorlar. İyi ama, hakîkati dile getirmemek, söylenmesi gerekeni söylememek ve yapılması gerekeni yapmamak hem Dünyâ’da kötü sonuçları bakımından hem de âhirette işin hakkını vermemekten dolayı acı azâba uğramak bakımından çok daha büyük bir belâdır.

 

Bakın günümüzde çok güzel bir örnek vardır. 7 Ekim 2024’ten bêri son 1 yıldır şeytanı, nefsi ve tâğutları arkasına almış olan şerefsiz zâlimler, kadın, çocuk ve bebek demeden Gazze’yi yıkıp-yakmışlar, onları evsiz, aç, susuz ve çıplak bırakmışlardır ve bu zulüm hâlen de sürüyor. Fakat tüm bunlara rağmen 50 küsur müslüman ülke ve 1,5 milyar müslüman; “arkalarında ABD ve AB var, bir şey yapamayız, başımıza büyük belâlar alırız” diyerek haz, zevk, keyif, konfor ve umursamazlık içinde hayatlarına devâm ediyorlar. Oysa asıl belâ budur. Allah’ın müslümanların kâlplerinden cesâreti, kararlılığı, vicdânı, merhâmeti, gayreti, îmânı, güveni ve fedâkârlığı almış olmasıdır büyük belâ. Özelde müslümanların, genelde ise tüm insanların adâletten, eşitlikten, haktan, hakîkatten, ahlâktan, merhâmetten, vicdandan, din’den, îmandan uzaklaşarak ve koparak şerefsizleşmeleri büyük belâ ve cezâdır. Öyle ki, “müslümanım” demelerine rağmen bir ses yükseltmekten bile çekinir hâle gelmiş -sözde- müslüman ama hakîkatte nâmussuz ve şerefsiz insanlar Dünyâ’yı doldurmuş durumdadır. Oysa Allah, o birlik olmuş gibi görünen zâlimler için şunları söylemektedir:         

 

“Biz, ‘birbiriyle yardımlaşıp öcünü alan bir topluluğuz’ mu diyorlar?. Yakında o topluluk bozguna uğratılacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır. Daha doğrusu onlara vâdedilen (asıl azap) (kıyâmet) saatidir. O saat, ‘kurtuluş olmayan daha korkunç bir belâ’ ve daha acıdır” (Kamer 44-46).

 

Üstelik onlar ancak, savaş uçakları ve hava savunma sistemleri olmayan ülkeleri ve insanları 2.000 metre yükseklikten bombalamakla savaşabilirler. Her yeri yıkıp-yakarak üstünlük kurduklarını düşünürler. Şu da var ki kendi aralarındaki birlikleri ve bağlılıkları da aslında çok zayıftır:

 

Onlar, iyice korunmuş şehirlerde veyâ duvar arkasında olmaksızın sizinle toplu bir hâlde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, oysa kâlpleri paramparçadır. Bu, şüphesiz onların akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir” (Haşr 14).

 

Allah yolunda infâk edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever” (Bakara 195).

 

 Siyakına-sibakına bakmadan, bu âyete dayanarak: “Allah kendinizi tehlikeye atmayın ve başınıza belâ almayın der” diyorlar. Hâlbuki bu belâ, infak ile alâkalıdır ve Allah yolunda mallarla ve canlarla yapılması gereken cihattan uzak kalmanın tehlikesinden bahsedilmektedir. Zâten bir-önceki (siyak) 194. âyette şöyle denir:

 

Haram ay, haram aya karşılıktır; hürmetler (de) karşılıklıdır. Öyleyse kim size saldırırsa, onun saldırdığı gibi siz de ona saldırın. Allah’tan korkup-sakının ve bilin ki Allah, muhakkak ki korkup-sakınanlarla berâberdir” (Bakara 194).

 

Yâni Allah; “size yâni mü’minlere-müslümanlara saldıranlara karşı siz de hep berâber saldırın ve bunun için de gerekli olan infâkı yapın da kendinizi tehlikeye atmayın ve başınıza belâ almayın” diyor.

 

Eyleme geçmeyen ve dönmeyen Kur’ân bile, mü’minlerin başına belâ olmaya başlar. Çünkü amele-eyleme geçmeyen düşünceler, fikirler, teoriler ve söylemler amele-eyleme dönmediğinde zamanla farklılaşır ve bambaşka bir hâle gelir de yeni düşmanlıklar ve düşmanlar ortaya çıkar. Bu da birlik olmaya engel olunca, şeytanın uşakları sizi ortalarına alıverirler. Herkes kendi dînini ve düşüncesini överken, nefsini ilah edinmiş olan şerefsizler, en gariban ve zayıf olanlarınızı elekten geçirmeye başlarlar.

 

O kadar belâya rağmen insanlar belâyı def etmek adına bir-araya gelemiyorlar ve bir şey yapamıyorlar. Çünkü modern insanın aklının başına gelmesi ve cesâretini ve öfkesini toplaması için başlarına gelen belâlar yetmiyor. İlle de acı azâbın kendilerini bulması gerekiyor:

 

O pek acı azâbı görünceye kadar ona inanmazlar. Artık o (azab), kendileri şuurunda olmadan onlara apansız gelecektir” (Şuârâ 201-202).

 

İnsanlar bir “imtihan dünyâsı” olan Dünyâ’daki belâları, “kâlû belâ” (evet dediler) dediği gün kabûl etmiştir. Öyleyse belâdan kaçmak hem mümkün değildir hem de imtihan dünyâsında belâdan kaçmak anlamsız bir şeydir. Belâdan kaçmanın kendisi büyük bir belâdır. Allah, belâdan kaçanın hem Dünyâ’da hem de âhirette belâsını verir.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2024

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder