“Dediler ki: ‘Sayılı günlerin dışında, ateş aslâ bize
değmeyecektir’. De ki: Allah katından bir ahid mi aldınız?. -ki Allah aslâ
ahdinden dönmez- Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?” (Bakara 80).
Teselli kelimesi, “selv” kökünden türetilmiştir. Selv, çekilen (yada çekilecek) olan acıyı unutmak, rahata ve selâmete
ermek, yeniden mutlu olmak anlamlarına gelir. Arapça “slw” kökünden
gelen tasalla veyâ tasalli “unutturma, gönlünü alma” sözcüğünden alıntıdır. Bu özcük Arapça sala “unuttu, aklından çıkardı”
anlamındadır.
Teselli, insanların kendilerini yada bir başkalarını,
çektiği yada çekeceği potansiyel sıkıntı ve acılara karşı olumlu sözlerle
yatıştırması, rahatlatması ve meseleyi unutturması için yapılan iknâdır. Tabi
teselli olmak yada etmek, yaşanmış yada yaşanacak olan acının yok olması
anlamına gelmez. Kişi bir acı, sıkıntı yada zorluk yaşamışsa onun acısı bir
süre daha devâm edecektir. Bir de; yanlış düşünce, konuşma ve davranışlardan
dolayı ileride Dünyâ’da yada âhirette yaşanacak olan zorluklar ve sıkıntılar
da olacaktır. Fakat insan başına gelene
kadar buna pek de aldırmaz yada bilse ve hissetse bile onu uzak görür de
kendisini çeşitli şekillerde teselli eder.
Kendinizi acı ve zorluk çekmemek için ille de teselli
etmek isterseniz, teselli edecek çok malzeme ve argüman bulursunuz. Hiç olmadı
bunu size şeytan fısıldayacaktır. Şeytan insanları hep kuruntu ve teselliler
ile avutur ve oyalar durur. Zâten bunu tâ ilk küstahlık yaptığında söylemişti:
“Onları -ne olursa-olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en
olmadık kuruntulara düşüreceğim… (Şeytan) onlara vaâd ediyor, onları en olmadık
kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey
vaâdetmez” (Nîsâ 119-120).
Bedenen ve psikolojik olarak zayıf bir yaratılışa sâhip
olan insanın elbette teselli edilmeye ihtiyâcı vardır. Sorun, her zorluk,
kötülük, musîbet ve zulümde teselliye başvurarak sanki sorun yokmuş gibi
davranmak ve sorumluluktan ve yapılması gerekeni yapmanın bedelinden kurtulmaya
çalışmaktır. Modern insan; “yapacak bir şey”, “hayat devâm ediyor”, “bizim
işimiz değil”, “aklını kullansaydı”, yapmasaydı, etmeseydi vs. diyerek mevcut
kötü duruma karşı duyarsız kalarak kendini teselli ediyor.
Teselli ile avunmak abartılınca insanlar üç maymunu
oynamak zorunda kalıyorlar ve çözülmesi gereken bir soruna, zorluğa ve zulme
karşı “görmedim, duymadım, bilmiyorum” diyerek güyâ kendilerini teselli edip ve
avutuyorlar. Fakat bu sorunu ortadan kaldırmıyor ve sorun orada gün geçtikçe
büyüyerek ve fazlalaşarak artıyor. O-hâlde teselli etmenin ve edilmenin de bir
sınırı olmalıdır.
Teselli etmenin ve edilmenin bir getirisi de yoktur ve
belki sâdece o anlık geçici bir rahatlama sağlar. Aynen piyangodaki teselli ikrâmiyesi
ile avunmak gibi. Oysa teselli ikrâmiyesinde sâdece, bilet için verilen para
boşa gitmemiş oluyor ama herhangi bir getirisi de olmamış oluyor.
Teselli etmek ve edilmek abartılınca ve aşırılaşınca kişi
duyarsızlaşmaya başlıyor. “Ne yapabiliriz ki?, elimizden bir şey gelmez,
gücümüz yetmez” demek de teselli ile avunmaktır. Adâletsizliğe, eşitsizliğe,
haksızlığa, ahlâksızlığa, şirke, küfre, fitneye, nifâka, kötülüğe, çirkinliğe,
yanlışa, musîbete ve zulme karşı en azından kâlben ve zihnen de mi bir karşı olamıyorsunuz
ve mevcut sorunun yükünü üzerinizden atmak için boş şeylerle teselli ederek
kendinizi avutuyorsunuz?. Çok abartıldığı ve aşırılaştığı için artık iğrenç ve
irrite edici hâle gelmiş olan münâfıkça teselli sözleriyle insanın kendini ve
ötekini avutması, bir yorum yapmamasından bile daha kötüdür. Kafa, zihin ve
beden konforunu bozmamak için kendisini şeytanın fısıldamaları, nefsin
ayartması ve tâğutların sloganlarıyla teselli edip avutanlar onların kardeşi ve
yandaşı olmuş olurlar. Kendinizi ve diğerlerini teselli edip avutmak yoluna
gideceğinize, bir kere olsun, “insan kardeşleriniz” yada “mü’min
kardeşleriniz”in acısını en azından kâlben de olsa paylaşsanız ne olur?.
Lâkin insanların büyük çoğunluğu kendine
maddî-mânevî-psikolojik bir teselli bulmuş, onunla avunmaktadır. Modern insan
için televizyon, bilgisayar, cep telefonu, internet, sosyâl medya, yeme, içme,
giyme, gezme, ev, araba, eşyâ, iş, para, kötü ve günah alışkanlıklar vs. iyi tatmin
veren ve avutup duran teselliler olmuştur.
İslâm’ı kabûl etmiş olmanın sorumluluğu nedeniyle
müslümanlar Dünyâ’da meydana gelen tüm sorunlara karşı çok daha duyarlı
olmalıdırlar. Fakat gelin görün ki onlar da amel-eylemden uzaklaşıp koptukları
için amele-eyleme dönüşmeyen, dolayısıyla bir yaraya merhem olmayan
etkinliklerde bulunmakta, çeşitli düşünceler geliştirmekte, okumalar, konuşmalar
ve yazmalar yapmakta ve böylece kendilerini teselli edip avutmaktadırlar.
Tüm zamanlarda insanların kendilerini teselli edecek çok
malzemeleri olmuştur, hele modernizm ile birlikte ortaya çıkan bâtıl ve boş
düşünceler ve üretimler, teselli ile avunmak için sınırsız kaynak
olmaktadır.
Bilgiyi arttırmak ile teselli
bulanlar şunu bilsinler ki, kuru bilginin insan hayâtında sanılandan çok
daha küçük bir rôl üstlenir, çünkü bilmekten çok “yapmak” önemlidir ki bilgi
ile amel birleştirdiğinde teselliyle avunmaya da ihtiyaç bırakmaz. Zîrâ bir
sorunu çözmek “gerçek bir teselli” olur.
İnsanlar genelde, yaptıklarıyla değil
de yapmadıklarıyla kendisi teselli edip avutur. Hâlbuki yapmamak için bir şey
yapmaya gerek yoktur. Bu nedenle de yapılmayan şeyle teselli olmak gerçek bir
teselli değildir. İnsanın hem kendisini hem de başkasını gerçek anlamda teselli
edecek olan şey, amel-eylem ile yapılan illerdir. Çünkü ancak bir şey yaptığınızda
bir sorunu çözebilir ve zorluğu aşabilirsiniz. Bunun yerine boş sözlerle ve
oyalayıcı şeylerle kendini teselli edip avutmanın insanın ne kendisine ne de
başkasına bir faydası yoktur.
Bu-bağlamda bâzı insanların; “ben iyi
insanım, kimseye bir kötülüğüm olmadı, din ile çok ilgilenmiyorum ama kimseye
zararım yok, bu nedenle de kenarında-kıyısında da olsa cenneti hak ediyorum”
diye düşünerek, yapılanlarla değil de yapılmayanlarla kendini teselli edip
avutmaya iyi bir örnektir. Böyle bir teselliyi ve avuntuyu yahudiler de
yapmıştı da Allah âyette onlara şöyle karşılık vermişti:
“Dediler ki: ‘Sayılı günlerin dışında, ateş aslâ bize
değmeyecektir’. De ki: Allah katından bir ahid mi aldınız?. -ki Allah aslâ
ahdinden dönmez- Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?” (Bakara 80).
Evet; insan maddî ve mânevi şeylerle kendini
teselli edip avutmayı çok sever. Kimisi malı-mülkü, parası-serveti, makâmı vs.
yâni dünyevî şeylerle kendini avuturken, kimisi de mânevî şeylerle; bilgisiyle,
yazdıklarıyla, söyledikleriyle, yaptığı ibâdetlerle vs. kendini teselli edip
avutur. Tabi eğer bu yapılanlar ve elde edilen maddî ve mânevî kazançlar
kişinin hem kendisine hem de başkasına yarar sağlıyorsa ve en önemlisi de bir
zorluğu-sorunu aşıyor ve bir çirkinliği, kötülüğü ve zulmü gideriyorsa iyidir
ve kişiyi hem Dünyâ’da hem de âhirette gerçek anlamda teselli eder.
Aşkın
hakîkatlerden ve yüce hedeflerden yoksun olanlar, günahlarla, haramlarla ve bir
yaraya merhem olmayan maddî ve mânevî şeylerle teselli bulurlar. Fakat bunlar
ancak Dünyâ’daki boş teselli ve avuntulardan başkası değildir. Âhirette ise
insanı kurtaracak ve gerçekten teselli edecek olan şey, vahiy-merkezli olarak
yapılan sâlih amel-eylemler ve Allah’ın rızâsı olacaktır.
En doğrusunu
sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder