26 Ekim 2024 Cumartesi

Kendim Ettim Kendim Buldum

 

“Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şâhid olarak Allah yeter” (Nîsâ 79).

 

“Size isâbet eden her musîbet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah) çoğunu da affeder” (Şûrâ 30).

 

Âyetlerin gösterdiği gibi, insanın başına gelen hiç-bir kötülük, musîbet, çirkinlik, zulüm vs. insanın kendi yaptıklarının bir sonucu olarak başına gelir. Çoğu insanın yanlış olarak bildiği ve inandığı, yanlış kader inancının sonucu olarak o musîbetler bize Allah’tan gelmez. Zîrâ Allah’tan sâdece iyilik gelir. Tabi Allah, insanların ısrarla yaptıkları yanlışların kötü sonuçlarının, sünnetullah ve imtihan gereğince ortaya çıkmasına izin verir. Fakat çoğunu da affettiği için kötü sonuçlar başımıza gelmez. Dolayısıyla insan ne ederse kendine eder ve sonunda hem Dünyâ’da hem de âhirette “kendim ettim kendim buldum” türküsünü söyleyecektir. 

 

“Deme şu niçin şöyle, yerincedir o öyle, bak sonunu seyreyle, Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler”, sözünde kasıt Allah’ın işledikleriyse, O’ndan bir kötülük, yanlışlık, çirkinlik ve zulüm gelmeyeceğine göre Mevlâ tabi ki hep güzeli eyler ve yaratır, bunda sorun yok. Fakat sözden kasıt, insanların ellerinin işledikleri ve yaptıkları yüzünden ortaya çıkan kötülükler, musîbetler, çirkinlikler ve zulümler ise iş değişir. Çünkü bunları yapıp-eden Allah değil, insandır ve insanlar Allah’ı hesâba katmadan yaptıkları ve kendi ellerinin işlediklerinin sonucunu görmektedirler. Tasavvuf-târikat düşüncesinde “kadere îman” bağlamında her-şeyi yapıp-edenin Allah olduğu düşünüldüğünden ve yanlış olarak buna inanıldığından dolayı, insan başına gelen her kötülüğü ve musîbeti ve ortaya çıkan her şerefsizliği bile Allah’a bağlarlar. Kendi yaptıklarının kötü sonuçlarından, acısından ve pişmanlığından bir nebze olsun kurtulmak için suçu kadere, feleğe yada Allah’a atarlar. Oysa kendileri yapmıştır, kendileri bulmuştur ve bulmaktadırlar.

 

Olan her-şey elbette Allah’ın kânun ve yasalarına uygun olarak ortaya çıkar ki zâten kader denilen şey “Allah’ın yaratmadan önce yazdığı senaryo” değil, “sünnetullah” denilen, Allah’ın kânun ve yasalarıdır. Meselâ kadere göre havadan daha ağır olan cisimler aşağıya düşerler, işte kader budur. Yoksa “şu cisim şu gün şu saatte havadan aşağıya düşsün” diye bir yazı yoktur. Eğer insanların çoğunun zannettikleri gibi, her tezâhür eden ve ortaya çıkan şey Allah’ın yazdığı kaderden dolayı olmuş olsaydı, Mekke müşrikleri şu söylediklerinde haklı olurlardı:

 

Şirk koşanlar diyecekler ki: ‘Allah dileseydi ne biz şirk koşardık, ne atalarımız ve hiç-bir şeyi de haram kılmazdık’. Onlardan öncekiler de, bizim zorlu-azâbımızı tadıncaya kadar böyle yalanladılar. De ki: Sizin yanınızda, bize çıkarabileceğiniz bir ilim mi var?. Siz ancak zanna uymaktasınız ve siz ancak zan ve tahminle yalan söylersiniz” (En-âm 148).

 

Demek ki insan kendi eder ve kendi bulur.

 

“Allah’ın yazdığı” kaderde Allah’ın emir ve yasaklarına uyduğumuz, sünnetullaha aykırı davranmadığımız  ve aklımızı vahiy-merkezli olarak kullanmadığımız müddetçe başımıza bir musîbet, kötülük, çirkinlik, zorluk ve zulüm gelmez. Fakat bir de şeytanın fısıldaması ve nefsin kışkırtması nedeniyle tâğutların “biçtiği kader” vardır ki bunların hemen her yaptığı bize kötülük, zorluk, çirkinlik, musîbet vs. olarak yansır. Sünnetullah ve imtihan gereğince Dünyâ’da genelde bu olumsuzluklar hâkim olduğu için bize sürekli olarak, “Allah’ın yazdığı kader”e aykırı olarak adâletsiz bir kader biçerler. Biz “Allah’ın yazdığı kader”e tam bir teslîmiyetle teslim olmadığımız için tâğutlar ve onların uşakları “biçilmiş kader” ile bize bir tasma takarlar. Tasma sıkı değildir ve gevşektir ama yine de hareket alanımızı kısıtlar. Taktıkları bu tasmayla bizi istedikleri gibi yönlendirirler ve yönetirler. İnsanlar tasmanın gevşek oluşuna “özgürlük” diye-dursun, bu tasma bizim için “biçilen bir kader” olur. Bu tasmadan ve “biçilmiş kader”den kurtulup “yazılmış kader”e ve sünnetullaha göre yaşamanın çâresi, tam da Allah’ın emir ve yasaklarına göre hareket etmekle yâni Kur’ân’ı ve Sünnet’i merkeze almakla olur ki bunun başka da bir yolu yoktur. Bunu yapmayanlar ve yapamayanlar “yazılmış kader”e değil, “biçilmiş kader”e göre yaşarlar ve başlarına sürekli olarak  musîbetler ve kötülükler gelir durur.

 

Bu-bağlamda, yanlış kader inancı ve biçilmiş kader düşüncesine uygun olarak şunlar söylenmiştir: “Bizler ne yöne gideceği belli olmayan bir arabaya bağlı köpekler gibiydik. Tasmamız bize bir miktar hareket olanağı sağlayacak kadar uzundu ama her gitmek istediğimiz yere gidebileceğimiz kadar da uzun değildi. Bir köpek bir arabaya bağlandığı zaman, eğer arabanın peşinden gitmek isterse zâten tasması onu çekecek ve köpek arabanın peşinden gidecektir. Burada, köpeğin bu anlık hareketi rastlantısal olarak kaçınılmaz olanla örtüşecektir. Ancak köpek arabanın peşinden gitmek istemezse bile her durumda bunu yapmaya mecbur kalacaktır, insanlar için de durum aynıdır: İsteseler de istemeseler de kaderin kendilerine çizdiği yoldan ilerleyeceklerdir”.

 

Yanlış kader anlayışlında insanların istekleriyle meydana gelen şeyler bâzen örtüşür ki bu, insanların yanlış kader düşünce ve inancına daha çok inanmalarına ve bağlanmalarına neden olur. Bâtıl her zaman “hak ile karıştırılmış bâtıl” olduğu için, bâtıl içindeki hak hemen göze batar ve olanın ve yapılanın iyi bir şey olduğu zannedilir. Oysa bâtılın çok da uzun olmayan bir vâdede  mutlakâ kötü sonuçları ortaya çıkar ve insanlar iyi olduğunu düşündükleri şeyden dolayı zarar görürler. Fakat bunu “yanlış kader” inancı bağlamında Allah’tan bilmeye devâm ederler. Zîrâ çoğunluk dînî bilgi ve inancını İslâm’ın kaynağı olan Kur’ân ve onun hayattaki en güzel örnekliği olan Sünnet’ten değil, gelenekten, âdetlerden ve tâğut denen dînî ve dünyevî kişilerden öğrenmişlerdir.    

 

İslâm, “biçilmiş kader”e karşı “yazılmış kader”i hâkim kılmak için indirilmiş olan vahiyler ve seçilmiş peygamberlerin örnek uygulamalarından oluşan “tek hak din” ve “tek âdil sistem”in adıdır.

 

Evet; insan ne ederse kendi eder, ettiklerinin kötü sonuçları hem kendini hem de başkalarını bulur. Çünkü insanın başına gelen tüm iyilikler-güzellikler Allah’tan gelirken, başına gelen musîbetler-kötülükler ise Allah’tan değil, kendi ellerinin işledikleri yüzünden gelir ve bunu Dünyâ’da olmasa da âhirette mecbûren anladığında “kendim ettim kendim buldum” demeye başlar. Lâkin artık iş işten geçmiştir.

 

Yaptıklarının kötü sonuçları nedeniyle “kendim ettim kendim buldum” türküsünü söylemeye başlayanlar, Dünyâ’da “gül gibi sararıp soldukları” gibi, -maazallah- âhirette de al-kızıla boyanırlar.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder