“Sana
iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da
kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şâhid olarak Allah
yeter” (Nîsâ 79).
“Size
isâbet eden her musîbet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah)
çoğunu da affeder” (Şûrâ
30).
Âyetlerin gösterdiği gibi, insanın başına gelen hiç-bir
kötülük, musîbet, çirkinlik, zulüm vs. insanın kendi yaptıklarının bir sonucu
olarak başına gelir. Çoğu insanın yanlış olarak bildiği ve inandığı, yanlış
kader inancının sonucu olarak o musîbetler bize Allah’tan gelmez. Zîrâ
Allah’tan sâdece iyilik gelir. Tabi Allah, insanların ısrarla yaptıkları
yanlışların kötü sonuçlarının, sünnetullah ve imtihan gereğince ortaya çıkmasına
izin verir. Fakat çoğunu da affettiği için kötü sonuçlar başımıza gelmez.
Dolayısıyla insan ne ederse kendine eder ve sonunda hem Dünyâ’da hem de
âhirette “kendim ettim kendim buldum” türküsünü söyleyecektir.
“Deme şu niçin şöyle, yerincedir o öyle,
bak sonunu seyreyle, Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler”, sözünde kasıt
Allah’ın işledikleriyse, O’ndan bir kötülük, yanlışlık, çirkinlik ve zulüm
gelmeyeceğine göre Mevlâ tabi ki hep
güzeli eyler ve yaratır, bunda sorun yok. Fakat sözden kasıt, insanların
ellerinin işledikleri ve yaptıkları yüzünden ortaya çıkan kötülükler,
musîbetler, çirkinlikler ve zulümler ise iş değişir. Çünkü bunları yapıp-eden
Allah değil, insandır ve insanlar Allah’ı hesâba katmadan yaptıkları ve kendi
ellerinin işlediklerinin sonucunu görmektedirler. Tasavvuf-târikat düşüncesinde
“kadere îman” bağlamında her-şeyi yapıp-edenin Allah olduğu düşünüldüğünden ve
yanlış olarak buna inanıldığından dolayı, insan başına gelen her kötülüğü ve
musîbeti ve ortaya çıkan her şerefsizliği bile Allah’a bağlarlar. Kendi yaptıklarının
kötü sonuçlarından, acısından ve pişmanlığından bir nebze olsun kurtulmak için
suçu kadere, feleğe yada Allah’a atarlar. Oysa kendileri yapmıştır, kendileri
bulmuştur ve bulmaktadırlar.
Olan her-şey elbette Allah’ın kânun ve yasalarına uygun
olarak ortaya çıkar ki zâten kader denilen şey “Allah’ın yaratmadan önce
yazdığı senaryo” değil, “sünnetullah” denilen, Allah’ın kânun ve yasalarıdır.
Meselâ kadere göre havadan daha ağır olan cisimler aşağıya düşerler, işte kader
budur. Yoksa “şu cisim şu gün şu saatte havadan aşağıya düşsün” diye bir yazı
yoktur. Eğer insanların çoğunun zannettikleri gibi, her tezâhür eden ve ortaya
çıkan şey Allah’ın yazdığı kaderden dolayı olmuş olsaydı, Mekke müşrikleri şu
söylediklerinde haklı olurlardı:
“Şirk koşanlar diyecekler ki: ‘Allah dileseydi
ne biz şirk koşardık, ne atalarımız ve hiç-bir şeyi de haram kılmazdık’.
Onlardan öncekiler de, bizim zorlu-azâbımızı tadıncaya kadar böyle
yalanladılar. De ki: Sizin yanınızda, bize çıkarabileceğiniz bir ilim mi var?.
Siz ancak zanna uymaktasınız ve siz ancak zan ve tahminle yalan söylersiniz” (En-âm 148).
Demek ki insan kendi eder ve kendi bulur.
“Allah’ın yazdığı” kaderde Allah’ın emir ve yasaklarına
uyduğumuz, sünnetullaha aykırı davranmadığımız
ve aklımızı vahiy-merkezli olarak kullanmadığımız müddetçe başımıza bir
musîbet, kötülük, çirkinlik, zorluk ve zulüm gelmez. Fakat bir de şeytanın
fısıldaması ve nefsin kışkırtması nedeniyle tâğutların “biçtiği kader” vardır
ki bunların hemen her yaptığı bize kötülük, zorluk, çirkinlik, musîbet vs. olarak
yansır. Sünnetullah ve imtihan gereğince Dünyâ’da genelde bu olumsuzluklar hâkim
olduğu için bize sürekli olarak, “Allah’ın yazdığı kader”e aykırı olarak
adâletsiz bir kader biçerler. Biz “Allah’ın yazdığı kader”e tam bir
teslîmiyetle teslim olmadığımız için tâğutlar ve onların uşakları “biçilmiş
kader” ile bize bir tasma takarlar. Tasma sıkı değildir ve gevşektir ama yine
de hareket alanımızı kısıtlar. Taktıkları bu tasmayla bizi istedikleri gibi
yönlendirirler ve yönetirler. İnsanlar tasmanın gevşek oluşuna “özgürlük” diye-dursun,
bu tasma bizim için “biçilen bir kader” olur. Bu tasmadan ve “biçilmiş kader”den
kurtulup “yazılmış kader”e ve sünnetullaha göre yaşamanın çâresi, tam da Allah’ın
emir ve yasaklarına göre hareket etmekle yâni Kur’ân’ı ve Sünnet’i merkeze almakla
olur ki bunun başka da bir yolu yoktur. Bunu yapmayanlar ve yapamayanlar “yazılmış
kader”e değil, “biçilmiş kader”e göre yaşarlar ve başlarına sürekli olarak musîbetler ve kötülükler gelir durur.
Bu-bağlamda, yanlış kader inancı ve biçilmiş kader
düşüncesine uygun olarak şunlar söylenmiştir: “Bizler ne yöne gideceği belli
olmayan bir arabaya bağlı köpekler gibiydik. Tasmamız bize bir miktar hareket
olanağı sağlayacak kadar uzundu ama her gitmek istediğimiz yere gidebileceğimiz
kadar da uzun değildi. Bir köpek bir arabaya bağlandığı zaman, eğer arabanın
peşinden gitmek isterse zâten tasması onu çekecek ve köpek arabanın peşinden
gidecektir. Burada, köpeğin bu anlık hareketi rastlantısal
olarak kaçınılmaz
olanla örtüşecektir. Ancak köpek arabanın peşinden gitmek istemezse bile her durumda
bunu yapmaya mecbur kalacaktır, insanlar için de durum aynıdır: İsteseler de
istemeseler de kaderin kendilerine çizdiği yoldan ilerleyeceklerdir”.
Yanlış kader anlayışlında insanların istekleriyle meydana
gelen şeyler bâzen örtüşür ki bu, insanların yanlış kader düşünce ve inancına
daha çok inanmalarına ve bağlanmalarına neden olur. Bâtıl her zaman “hak ile
karıştırılmış bâtıl” olduğu için, bâtıl içindeki hak hemen göze batar ve olanın
ve yapılanın iyi bir şey olduğu zannedilir. Oysa bâtılın çok da uzun olmayan
bir vâdede mutlakâ kötü sonuçları ortaya
çıkar ve insanlar iyi olduğunu düşündükleri şeyden dolayı zarar görürler. Fakat
bunu “yanlış kader” inancı bağlamında Allah’tan bilmeye devâm ederler. Zîrâ
çoğunluk dînî bilgi ve inancını İslâm’ın kaynağı olan Kur’ân ve onun hayattaki
en güzel örnekliği olan Sünnet’ten değil, gelenekten, âdetlerden ve tâğut denen
dînî ve dünyevî kişilerden öğrenmişlerdir.
İslâm, “biçilmiş kader”e karşı “yazılmış kader”i hâkim kılmak
için indirilmiş olan vahiyler ve seçilmiş peygamberlerin örnek uygulamalarından
oluşan “tek hak din” ve “tek âdil sistem”in adıdır.
Evet; insan ne ederse kendi eder, ettiklerinin kötü
sonuçları hem kendini hem de başkalarını bulur. Çünkü insanın başına gelen tüm
iyilikler-güzellikler Allah’tan gelirken, başına gelen musîbetler-kötülükler
ise Allah’tan değil, kendi ellerinin işledikleri yüzünden gelir ve bunu
Dünyâ’da olmasa da âhirette mecbûren anladığında “kendim ettim kendim buldum”
demeye başlar. Lâkin artık iş işten geçmiştir.
Yaptıklarının kötü sonuçları nedeniyle “kendim ettim
kendim buldum” türküsünü söylemeye başlayanlar, Dünyâ’da “gül gibi sararıp
soldukları” gibi, -maazallah- âhirette de al-kızıla boyanırlar.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder