“Kim âhireti ister ve bir mü’min olarak ciddî bir çaba
göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır” (İsrâ
19).
Ciddî kelimesi Arapça “cdd” kökünden
gelir ve: “Keskinlik, enerji, gayret, çaba” sözcüğünden türetilmiştir. Bu
sözcük Arapça cadda; “biçti, dalından meyve kesti, yeniledi, keskin idi, canlı idi”
anlamlarındadır. Görüldüğü gibi “ciddî” kelimesi amel-eyleme dönük ve yönelik
bir kelimedir ve bu yüzden de bir kişiye “ciddî misin?” diye sorulduğunda, “söylediğini
yaptın mı?, yapıyor musun?, yada yapacak mısın?” sorusu sormak anlamına gelir.
Çünkü ciddîyet ancak, söylenenin yada iddiâ edilenin yapılıp-yapılmaması ile
belli olan bir şeydir.
Ne, çok okuma-yazma,
ne, çok ibâdet, ne de çok bilme.. Müslümanın en değerlisi, en ciddî olanıdır.
Îmânında ve amelinde ciddî olanlar en önde olanlardır. Îmânın ve amelin
sağlamlığı ve ciddîyeti ise, birbirleri ile belli olur. Sağlam ve ciddî bir îman,
sağlam ve ciddî amel-eyleme sevk-eder kişiyi. Sağlam ve ciddî yâni sâlih olan
amel-eylem ise, îmânın sağlam ve ciddî bir îman olduğunun en bâriz
göstergesidir. O-hâlde İslâm’da ciddîyet, “îman etmek ve îmânın gereğini
(icâbında gözü-kara bir şekilde) hakkıyla yapmak” demektir.
Allah; kuru-kuruya “îman ettim”
demeye de bakmaz (Ankebût 2), içerikten yoksun olarak yapılanlara da bakmaz.
Allah değerlendirmesini, samîmiyete, ciddîyete ve gayrete bakarak yapar. Lâyık
bulduğu kişilere hem Dünyâ’da hem de âhirette yardım eder ve hesapsız rızıklar
bağışlar. Yardım ettikleri ise elbette gâlip gelir.
Modern müslümanlar, “dil”i (söz),
“el”e (eylem) üstün tutuyorlar. Oysa “dil” ve “el” birliği olmadıkça samîmiyet
ve ciddîyet hem ispatlanamaz hem de
görünür olmaz. Bu da sözün lafta kalmasına neden olur ki, lafta kalan sözlerin
hiç-bir faydası olmaz. Çünkü lafta kalan ve amel-eyleme geçmeyen sözler ciddî
sözler değildir ki kanımca zâten ciddî olmadığı için amele-eyleme
geçmiyor.
“Müslümanım” (daha doğrusu müslim ve
mü’minim) demek çok ciddî bir iddiâdır. Bu nedenle tüm iddiâlar gibi ispât
ister. Bu nedenle “müslümanım” diyene “ciddî misin?” diye sormak gerekir.
Ciddî olanlar,
söylediklerini hayatlarıyla ispatlarlar. Çünkü onların söylemleri ile eylemleri
arasında çelişki olmaz. Esâsen İslâm bir söylem-eylem bütünlüğüdür ki Kur’ân’da
mü’minlerin îman ve itaatlerini şu şekilde ifâde ettikleri görülür:
“Aralarında
hükmetmesi için, Allah’a ve elçisine çağrıldıkları zaman mü’min olanların sözü:
‘İşittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte felâha kavuşanlar bunlardır” (Nûr 51).
Bir de münâfıklar vardır
ki, onlar ciddî olmadıkları için söylem ve eylemleri birbirini tutmaz:
“Ey
îman edenler!;
yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz?. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında bir gazap (konusu olması) bakımından büyüdü
(büyük bir suç teşkil etti)”
(Saff 2-3).
Îman iddiâsında
bulunmalarına rağmen yapmayacakları şeyleri söylüyorlar ve sonunda da
yapmıyorlar. Çünkü ciddî değiller. Söylemlerinde ciddî değiller ki
ciddîyetlerini eylemleriyle ispatlasınlar.
Amel-eylemler
ve her konudaki davranışlar ne kadar ciddîyse, îman ve inançlar da o kadar sağlam
ve ciddî olur. Îman ve amel-eylem birbirlerini destekleyip kuvvetlendirdikleri
için, sonuçta ciddî olanlarda güçlü bir îman ve sâlih amel gayreti olur. Bu gayret de bir şeylerin İslâmî anlamda
değişmesinin başlangıcıdır.
Beşer-merkezli olan her-şey mecbûren şeytana,
nefse ve tâğutlara dayandığı için söylendiği gibi olmaz. Beşer-merkezlilikte
ciddîyetsizlikten dolayı tüm söylemler havada kalır ve bir türlü amel-eyleme
dönmez yada olması gerektiği gibi olmaz. Zîrâ beşer-merkezlilikte Allah ve
âhiret bilinci ve endişesi olmadığı için hesap verme sorumluluğu ya hiç yoktur
yada çok zayıftır ki işte ciddîyetsizliği doğuran ana-neden budur. Bundan
dolayı beşer-merkezli düşünce, sistem ve ideolojiler ciddîyetsizdir. Bundan dolayı
Sakallı Celâl: “Tanzimat îlân ettik, olmadı. Meşrûtiyet îlân ettik, olmadı.
Cumhûriyet îlân ettik, olmadı. Yâhu, biraz da ciddiyet îlân etsek” demiştir.
Kur’ân’ı kavrama seviyesi kişinin
bilgisiyle, aklıyla ve zekâsıyla değil, ciddîyetiyle alâkalıdır. Ciddîyet
kişiyi, Kur’ân’ı okuduktan sonra emir ve yasaklara harfiyen uyarak işin
gereğini yapmaya sevk-eder. Zâten Kur’ân amele-eyleme dönük bir “hayat kitabı”
olduğu için, ancak hayatla buluştuğunda doğru ve kesin olarak idrâk edilip uygulanabilir.
Anlamak uygulamakla tamamlanır. En iyi anlayanlar, en ciddî bir şekilde yapması
gerekenleri yapanlardır. Yoksa masa-başında yapılan okuma ve araştırmalar ancak
yeni ve farklı düşünceler ve görüşler açığa çıkarır ve fitne üretip ifsâd eder.
Müslüman coğrafyanın hâl-i pür melâlinin nedeni budur.
Kur’ân’ı anlayarak okumak, elbette onu
anladığın dilden okumakla olur. Fakat kişi anladığı dilden okuduğunda
anlamıyorsa yada anladığı şeyi uygulamaya koymuyorsa, -Kitap’ta anlaşılmazlık
olmadığına göre- okuyan kişi “Kitab’ı ciddî ve istikrarlı olarak okumuyor”
demektir.
Modern zamanlarda çok fazla
kullanılan “yapacak bir şey yok” sözü hem yanlıştır hem de samîmi-ciddî bir söz
değildir. Yapacak bir-çok şey var fakat yapacak kişi/adam yok. Zîrâ insanlar
İslâm’a ciddî anlamda inanmış, güvenmiş ve sarılmış değildirler. Bu yüzden müslümanların
ciddî bir “İslâmlaşma”ya ihtiyâçları vardır.
Günümüzde İslâm bâriz bir şekilde îmandan imaja indirgenmiştir.
Bunun suçluları ciddîyetsiz müslümanlardır.
İslâm, bir insanın hayatında hiç-bir yaptırıma sebep
olmuyorsa, o kişinin din ile alâkası azalmış ve kopmuştur. Çünkü İslâm ile
ciddî bir şekilde ilgilenmeyen müslümanların îmânı, güveni ve bağlılığı
gevşemiş yada kopmuştur. Amel-eylem noktasında bir şey yapılmamasının ve
yapmaya gerek olmadığının düşünülmesinin nedeni budur.
Özellikle yeni
nesil genç kuşak, “ânı yaşa” sözünü fazla ciddîye aldı. Zîrâ hiç-bir şeyin
önünü-arkasını düşünmeden konuşuyor ve davranıyor. Bu nedenle sonuçta ciddîyetsiz bir nesil ve toplum ortaya
çıkmış bulunuyor.
Îman;
Allah’a, âhirete, gayba, Kur’ân’a ve Peygamber’e îman ettikten sonra, “tâğutu
reddetmeyi de şart koşar. Îman iddiâsı ancak o zaman tamamlanır. Tâğutâ
küfretmeden (bit-tâğûti küfri) ciddîyet ispatlanamaz. Olmazsa-olmaz olan tâğutu
inkâr hiç söz-konusu edilmeyip de sâdece kuru-kuruya “îman ediyorum” dedikten
sonra Dünyâ’da ve âhirette kurtuluşu garanti göstermek büyük bir
ciddîyetsizliktir.
“Peygamberimiz ve sahabeler nasıl insanlardı da bizim
yapamadığımızı yapabildiler?” diye sorulursa cevap şu olur: “Onlar ciddî idi,
biz ciddî değiliz”.
İslâm demek ciddîyet
demektir. İslâm geçici bir heves, zihinlerin orgazm nesnesi, boş zaman
eğlencesi ve beyin fırtınası aracı vs. değildir. İslâm sağlam ve ciddî bir
îman-güven ve de sâlih bir amel-eylemdir.
İslâm’sız bir dünyâ
ciddîyetsiz bir dünyâdır ki insanın başına gelen tüm kötülükler ve zorlukların
nedeni ciddî olması gerekenlerin lakayt bir yaşam içinde olmasıdır. Eğer
ciddîyet yeniden ele alınarak İslâm’ı hayâta hâkim kılma ülküsü yeniden gündeme
gelmezse ve bunun için gayret gösterilmezse, insanlık Dünyâ’da rezil olacağı
gibi âhirette de acı azapla karşılaşacaktır.
İslâm gün gelip hayâta
hâkim kılındığında ise, her tarafa: “İnsanlık, ilâhi sistemden ayrılmanın bir
sonucu olarak ciddî bir sapmadan kurtarıldı” diye yazılacaktır.
En doğrusunu sâdece
Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder