22 Ekim 2024 Salı

Ciddîyet Üzerine

 

“Kim âhireti ister ve bir mü’min olarak ciddî bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır” (İsrâ 19).

 

Ciddî kelimesi Arapça “cdd” kökünden gelir ve: “Keskinlik, enerji, gayret, çaba” sözcüğünden türetilmiştir. Bu sözcük Arapça cadda; “biçti, dalından meyve kesti, yeniledi, keskin idi, canlı idi” anlamlarındadır. Görüldüğü gibi “ciddî” kelimesi amel-eyleme dönük ve yönelik bir kelimedir ve bu yüzden de bir kişiye “ciddî misin?” diye sorulduğunda, “söylediğini yaptın mı?, yapıyor musun?, yada yapacak mısın?” sorusu sormak anlamına gelir. Çünkü ciddîyet ancak, söylenenin yada iddiâ edilenin yapılıp-yapılmaması ile belli olan bir şeydir.  

 

Ne, çok okuma-yazma, ne, çok ibâdet, ne de çok bilme.. Müslümanın en değerlisi, en ciddî olanıdır. Îmânında ve amelinde ciddî olanlar en önde olanlardır. Îmânın ve amelin sağlamlığı ve ciddîyeti ise, birbirleri ile belli olur. Sağlam ve ciddî bir îman, sağlam ve ciddî amel-eyleme sevk-eder kişiyi. Sağlam ve ciddî yâni sâlih olan amel-eylem ise, îmânın sağlam ve ciddî bir îman olduğunun en bâriz göstergesidir. O-hâlde İslâm’da ciddîyet, “îman etmek ve îmânın gereğini (icâbında gözü-kara bir şekilde) hakkıyla yapmak” demektir. 

 

Allah; kuru-kuruya “îman ettim” demeye de bakmaz (Ankebût 2), içerikten yoksun olarak yapılanlara da bakmaz. Allah değerlendirmesini, samîmiyete, ciddîyete ve gayrete bakarak yapar. Lâyık bulduğu kişilere hem Dünyâ’da hem de âhirette yardım eder ve hesapsız rızıklar bağışlar. Yardım ettikleri ise elbette gâlip gelir.

 

Modern müslümanlar, “dil”i (söz), “el”e (eylem) üstün tutuyorlar. Oysa “dil” ve “el” birliği olmadıkça samîmiyet ve ciddîyet hem  ispatlanamaz hem de görünür olmaz. Bu da sözün lafta kalmasına neden olur ki, lafta kalan sözlerin hiç-bir faydası olmaz. Çünkü lafta kalan ve amel-eyleme geçmeyen sözler ciddî sözler değildir ki kanımca zâten ciddî olmadığı için amele-eyleme geçmiyor.   

 

“Müslümanım” (daha doğrusu müslim ve mü’minim) demek çok ciddî bir iddiâdır. Bu nedenle tüm iddiâlar gibi ispât ister. Bu nedenle “müslümanım” diyene “ciddî misin?” diye sormak gerekir.

 

Ciddî olanlar, söylediklerini hayatlarıyla ispatlarlar. Çünkü onların söylemleri ile eylemleri arasında çelişki olmaz. Esâsen İslâm bir söylem-eylem bütünlüğüdür ki Kur’ân’da mü’minlerin îman ve itaatlerini şu şekilde ifâde ettikleri görülür:

 

Aralarında hükmetmesi için, Allah’a ve elçisine çağrıldıkları zaman mü’min olanların sözü: ‘İşittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte felâha kavuşanlar bunlardır” (Nûr 51).

 

Bir de münâfıklar vardır ki, onlar ciddî olmadıkları için söylem ve eylemleri birbirini tutmaz:

 

Ey îman edenler!; yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz?. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında bir gazap (konusu olması) bakımından büyüdü (büyük bir suç teşkil etti)” (Saff 2-3).

 

Îman iddiâsında bulunmalarına rağmen yapmayacakları şeyleri söylüyorlar ve sonunda da yapmıyorlar. Çünkü ciddî değiller. Söylemlerinde ciddî değiller ki ciddîyetlerini eylemleriyle ispatlasınlar.

 

Amel-eylemler ve her konudaki davranışlar ne kadar ciddîyse, îman ve inançlar da o kadar sağlam ve ciddî olur. Îman ve amel-eylem birbirlerini destekleyip kuvvetlendirdikleri için, sonuçta ciddî olanlarda güçlü bir îman ve sâlih amel gayreti olur.  Bu gayret de bir şeylerin İslâmî anlamda değişmesinin başlangıcıdır.   

 

Beşer-merkezli olan her-şey mecbûren şeytana, nefse ve tâğutlara dayandığı için söylendiği gibi olmaz. Beşer-merkezlilikte ciddîyetsizlikten dolayı tüm söylemler havada kalır ve bir türlü amel-eyleme dönmez yada olması gerektiği gibi olmaz. Zîrâ beşer-merkezlilikte Allah ve âhiret bilinci ve endişesi olmadığı için hesap verme sorumluluğu ya hiç yoktur yada çok zayıftır ki işte ciddîyetsizliği doğuran ana-neden budur. Bundan dolayı beşer-merkezli düşünce, sistem ve ideolojiler ciddîyetsizdir. Bundan dolayı Sakallı Celâl: “Tanzimat îlân ettik, olmadı. Meşrûtiyet îlân ettik, olmadı. Cumhûriyet îlân ettik, olmadı. Yâhu, biraz da ciddiyet îlân etsek” demiştir.

 

Kur’ân’ı kavrama seviyesi kişinin bilgisiyle, aklıyla ve zekâsıyla değil, ciddîyetiyle alâkalıdır. Ciddîyet kişiyi, Kur’ân’ı okuduktan sonra emir ve yasaklara harfiyen uyarak işin gereğini yapmaya sevk-eder. Zâten Kur’ân amele-eyleme dönük bir “hayat kitabı” olduğu için, ancak hayatla buluştuğunda doğru ve kesin olarak idrâk edilip uygulanabilir. Anlamak uygulamakla tamamlanır. En iyi anlayanlar, en ciddî bir şekilde yapması gerekenleri yapanlardır. Yoksa masa-başında yapılan okuma ve araştırmalar ancak yeni ve farklı düşünceler ve görüşler açığa çıkarır ve fitne üretip ifsâd eder. Müslüman coğrafyanın hâl-i pür melâlinin nedeni budur.

 

Kur’ân’ı anlayarak okumak, elbette onu anladığın dilden okumakla olur. Fakat kişi anladığı dilden okuduğunda anlamıyorsa yada anladığı şeyi uygulamaya koymuyorsa, -Kitap’ta anlaşılmazlık olmadığına göre- okuyan kişi “Kitab’ı ciddî ve istikrarlı olarak okumuyor” demektir.

 

Modern zamanlarda çok fazla kullanılan “yapacak bir şey yok” sözü hem yanlıştır hem de samîmi-ciddî bir söz değildir. Yapacak bir-çok şey var fakat yapacak kişi/adam yok. Zîrâ insanlar İslâm’a ciddî anlamda inanmış, güvenmiş ve sarılmış değildirler. Bu yüzden müslümanların ciddî bir “İslâmlaşma”ya ihtiyâçları vardır.

 

Günümüzde İslâm bâriz bir şekilde îmandan imaja indirgenmiştir. Bunun suçluları ciddîyetsiz müslümanlardır.

 

İslâm, bir insanın hayatında hiç-bir yaptırıma sebep olmuyorsa, o kişinin din ile alâkası azalmış ve kopmuştur. Çünkü İslâm ile ciddî bir şekilde ilgilenmeyen müslümanların îmânı, güveni ve bağlılığı gevşemiş yada kopmuştur. Amel-eylem noktasında bir şey yapılmamasının ve yapmaya gerek olmadığının düşünülmesinin nedeni budur.

 

Özellikle yeni nesil genç kuşak, “ânı yaşa” sözünü fazla ciddîye aldı. Zîrâ hiç-bir şeyin önünü-arkasını düşünmeden konuşuyor ve davranıyor. Bu nedenle sonuçta ciddîyetsiz bir nesil ve toplum ortaya çıkmış bulunuyor.

 

Îman; Allah’a, âhirete, gayba, Kur’ân’a ve Peygamber’e îman ettikten sonra, “tâğutu reddetmeyi de şart koşar. Îman iddiâsı ancak o zaman tamamlanır. Tâğutâ küfretmeden (bit-tâğûti küfri) ciddîyet ispatlanamaz. Olmazsa-olmaz olan tâğutu inkâr hiç söz-konusu edilmeyip de sâdece kuru-kuruya “îman ediyorum” dedikten sonra Dünyâ’da ve âhirette kurtuluşu garanti göstermek büyük bir ciddîyetsizliktir.

 

“Peygamberimiz ve sahabeler nasıl insanlardı da bizim yapamadığımızı yapabildiler?” diye sorulursa cevap şu olur: “Onlar ciddî idi, biz ciddî değiliz”.

 

İslâm demek ciddîyet demektir. İslâm geçici bir heves, zihinlerin orgazm nesnesi, boş zaman eğlencesi ve beyin fırtınası aracı vs. değildir. İslâm sağlam ve ciddî bir îman-güven ve de sâlih bir amel-eylemdir.

 

İslâm’sız bir dünyâ ciddîyetsiz bir dünyâdır ki insanın başına gelen tüm kötülükler ve zorlukların nedeni ciddî olması gerekenlerin lakayt bir yaşam içinde olmasıdır. Eğer ciddîyet yeniden ele alınarak İslâm’ı hayâta hâkim kılma ülküsü yeniden gündeme gelmezse ve bunun için gayret gösterilmezse, insanlık Dünyâ’da rezil olacağı gibi âhirette de acı azapla karşılaşacaktır.   

 

İslâm gün gelip hayâta hâkim kılındığında ise, her tarafa: “İnsanlık, ilâhi sistemden ayrılmanın bir sonucu olarak ciddî bir sapmadan kurtarıldı” diye yazılacaktır.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Ekim 2024

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder