“Hiç
şüphesiz, biz her-şeyi bir kader ile yarattık” (Kamer 49).
Kader, insanların çoğunun yanış bildiği
şekilde; “Allah’ın, her bir kişinin hayâtı boyunca karşılaşacağı iyilikleri,
kötülükleri, musîbetleri vs. kısaca insanın karşılaşacağı her-şeyi, varlığı
yaratmadan önce yazıp belirlemiş olması ve ne olursa-olsun ve kişi ne
yaparsa-yapsın, o yazılanların başa gelmesini önleyememesi ve değiştirememesi
durumu” değildir. Kader, “yasa ve kânun” demektir. Dünyâ ve insanlar dâhil,
Allah’ın tüm kâinâta koyduğu şaşmaz ölçü, yasa, kânun ve kurallar “sünnetullah”
adı altında kader denilen şeyi belirler her-şey işte bu kadere göre olur.
Meselâ kadere göre, havadan daha ağır olan cisimler yere düşer, su yaklaşık 100
derece kaynar, aşırı soğuğa mâruz kalanlar üşütüp hasta olur vs. gibi.
Allah meselâ; “şu kişi şu gün şu zamanda
hasta olsun” diye yazmaz ve kişinin hasta olması böyle bir yazgının sonucunda
gerçekleşmez, Allah; “soğuğa, bakterilere, virüslere ve mantarlara mâruz
kalırsa hasta olur yada olabilir” diye yazar. Kader budur. Bu-bağlamda: “De ki: Allah’ın bizim için yazdığından
(yasasından) başkası başımıza gelmez…” (Tevbe 51) âyetinde yazılan şey
kânun ve yasa anlamında ölçüyü belirleyen kurallardır. Kânun ve yasalara göre
olmak bakımından elbette Allah’ın yazdığından başkası başımıza gelmez ve
her-şey Allah’ın tüm kâinâta koyduğu yasa ve kânunlara göre olur. Allah’ın
yazdığı şey “insanlara yazdığı yaşam senaryosu” değil, tüm kâinata koyduğu
yasalar, kânunlar, kurallar ve ölçülerdir. “Yazılmış kader” budur.
Allah ezelî ve ebedî ilmiyle elbette her-şeyi
bilir. Fakat bunu önceden her kişi için belli bir zamanda belirlememiş ve
yazmamıştır. Zâten Allah’tan sâdece iyilik ve hayır gelir ve kötülükler
Allah’tan değil, sünnetullah denilen yasalar gereği, insanın kendi
yaptıklarının sonucunda açığa çıkar. Bu nedenle insanın başına gelen her-şeyi
Allah önceden yazıp belirlemiş olmaz. Zâten Allah için önce ve sonra diye bir
şey yoktur. O, zamânı da yaratandır ve zamanla kayıtlı ve zamâna bağlı da değildir.
İnsnaın başına gelen kötülükler ve musîbetler, insanın ısrarla yaptıkları
yanlışların sonucunda başına gelir. Israrla yapmadıklarını ise Allah affeder ve
böylece kötü şey insanın karşısına çıkmaz:
“Sana
iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da
kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şâhid olarak Allah
yeter” (Nîsâ 79).
“Size isâbet
eden her musîbet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu
da affeder” (Şûrâ 30).
Demek ki Kur’ân’da, klâsik anlamda yanlış
olarak bilinen ve inanılan, “hayrın ve şerrin Allah’tan geldiği” yâni “kadere
îman” diye bir emir, tavsiye ve söz yoktur. Kur’ân’a göre ana îman maddeleri
beştir:
“Yüzlerinizi
doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, (1) Allah’a, (2)
âhiret gününe, (3) meleklere, (4) Kitaba ve (5) peygamberlere îman eden; mala
olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa,
isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan,
zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefâ gösterenler ile zorda,
hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve
davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttakî olanlar da
bunlardır” (Bakara 177).
“Ey îman
edenler, Allah’a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği
kitaba îman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve âhiret
gününü inkâr ederse, şüphesiz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır” (Nîsâ 136).
Demek ki insanların zannettiği gibi her bir
kişi için önceden “yazılmış bir kader” yoktur ve insanın başına gelen şey,
Allah’ın tüm kâinâta koyduğu kânun ve yasaların sonucunda açığa çıkan ve başına
gelen şeylerdir. Kader, önceden yazılıp belirlenmiş “hayat senaryomuz” değil,
“kânun ve yasalar”dır.
Fakat bir de “biçilmiş kader” vardır ki
biçilmiş kaderde ise insanın başına genelde kötülükler, zorluklar ve her türlü
musîbetler gelir. Allah’tan kötülük gelmeyeceğine göre, biçilmiş kader, şeytan,
nefs ve tâğutlar tarafında belirlenen şeytânî plân ve projelerin sonucunda
açığa çıkan ve insanlara görece ve geçici bâzı faydalarının genelde zarar veren
şeylerdir. Zîrâ biçilen kader şeytan, nefs ve tâğutlara dayanır. Şeytan bizim
baş düşmanımızdır, nefs alabildiğine kötülüğü ister ve tâğutlar ise kendilerini
ilah gibi görürler ve görülmesini isteyerek insanların kaderini yâni
yaşam-şekillerini kendilerine belirlemeye çalışırlar.
Peki bunu nasıl yaparlar?. Meselâ en bâriz
şekilde, şeytanın vahyettiği ve nefsin kışkırttığı ve ayarttığı köşe-başlarını
tutmuş olan tâğutlar, adâletsiz, eşitsiz, keyfî ve bencil bir şekilde
insanların maaşlarını belirleyerek aslında alım-güçlerini belirlemiş olurlar.
Aslında önemli olan şeyin “verilen emek” olması gerekmesine rağmen başka
şeyleri ölçü alırlar ve bunun sonucunda birilerine meselâ 100 lira verirken,
diğerine meselâ 10 lira vererek, 100 lira geliri olan kişinin istediğini yiyip-içip,
giyip-gezebilmesini sağlarlarken, 10 lira geliri olanların ise çok kısıtlı
şeyleri yiyip-içip içmelerine ve giymelerine izin vermiş olurlar. Yâni insana
bir hayat-tarzı biçerler ve belirlerler. Peki neye göre?. Tamâmıyla
keyiflerine, bencilliklerine, Allahsız akıllarına ve şerefsizliklerine göre.
Başka bir açıklaması yoktur. “Millî gelir daha fazlasını vermeye yeterli değil”
demek bir sorunu çözmüyor ki!. Eğer millî gelir yeterli değilse o zaman en
alttakilerle en üsttekilerin farkı bu kadar açılmasın ve artışlar herkese eşit
şekilde yapılsın.
Yavşağın biri, “tamam ama herkesin bir
yaşam-standardı var, kişiyi o standardın altına düşüremezsin” demişti. Peki o
standardı kim belirliyor?. Niçin herkesin yaşam-standardı eşit yada birbirine
yakın değil de aralarında uçurumlar var?. Câhillerin zannettiği ve “sabret,
nasîbin bu kadarmış” diyerek -sözde- “yazdığı kaderle” Allah mı belirliyor bu
farklı yaşam-standartlarını?. Birilerinin standardı yüksek iken diğerlerininki
niçin düşük oluyor?. Hayır!; bu “yazılmış kader” değildir, “biçilmiş kader”dir.
“Allah’ın yazdığı” değil, “insanların yaptığı”dır. Tâğutlar ve köşe-başlarını
tutmuş olanlar, en çok işine yarayanlara alan açıyor ve onlara pozitif
ayrımcılık yapıyor, olan şey budur. Çünkü tâğutlar ve onların şerefsiz yandaşları,
Allah’ı hesâba katmadıkları ve bu nedenle de adâleti, eşitliği, hakkı, hakîkati,
ahlâkı, dürüstlüğü vs. bilmedikleri ve çok da takmadıkları için insanlar
arasında ücretler ve gelirler yönünden olsun, makam-mevkî yönünden olsun,
kayırmacılık nedeniyle olsun büyük uçurumlar oluşmakta, mutlu azınlık her zaman
mutlu olmaya devâm ederken, olan mutsuz çoğunluğa olmakta ve onlar her zaman
mutsuz olmaya ve ezik kalmaya mahkûm olmaktadırlar. Bunu yapan ve belirleyen
Allah değil, şeytanın ve nefsin kontrôlünde hareket eden tâğutlar ve onların
destekçileridir. Yoksa Allah’ın “yazılmış kaderi”nde herkese ancak “emeğinin
karşılığı” vardır ve adâlet ve eşitlik esastır:
“Şüphesiz
insana kendi emeğinden başkası yoktur” (Necm 39).
“Yoksa
insana her dileyip arzu ettiği şey mi var (zannediyor)?” (Necm 24).
Allah’ın ve İslâm’ın gelir, ücret ve servet
hakkındaki hükmü adâlete ve eşitliğe dayanır:
“Orada
(yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar vâr etti, onda bereketler yarattı ve
isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere oradaki rızıkları dört günde
takdir etti”
(Fussilet 10).
Allah adâletin bozulmaması için eşitliğin
bozulmasının önüne geçer. Böylece arada farklar olmaz ve uçurumlar oluşmaz.
Bunu ise, elinde fazla mal-mülk ve servet olanın, az olanlarla paylaşmasını
emrederek yapar:
“Sana
içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için
(bâzı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür. Ve sana
neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyaçtan artakalanı. Böylece
Allah, size âyetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz” (Bakara 219).
“Allah
rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin
altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler.
Şimdi Allah'ın nîmetini inkâr mı ediyorlar?” (Nâhl 71).
“Yazılmış
kader” Allah’a, âhiret bilinicine, vahye/Kur’ân’a, Peygamber’e, dîne yâni
İslâm’a dayanır. Biçilmiş kader” ise şeytana, nefse ve beşere dayanır.
“Yazılmış kader” adâlete, eşitliğe, hakka, hakîkate, ahlâka ve dürüstlüğe
dayanırken, “biçilmiş kader” ise adâletsizliğe, eşitsizliğe, haksızlığa,
ahlâksızlığa, hakîkâtsizliğe ve yalana-dolana dayanır.
İnsanların başlarına gelen tüm iyilik, hayır ve
güzellikler “yazılmış kader”e bağlı olarak Allah’tan gelirken; insanların
başlarına gelen tüm kötülük, şer ve çirkinlikler ise “biçilmiş kader”e bağlı
olarak şeytanın ve nefsin kontrôlünde ve yönlendirmesinde olan tâğutlar ve onların
destekçilerinden yüzünden gelir. İnsanların çoğu ise, ilginçtir, Allah’ın
“yazılmış kaderi”ne değil de, şeytanın ve nefsin itleri olan tâğutların
“biçilmiş kaderi”ne uyarlar. Şu da var ki, “biçilmiş kader”e uymak yada mâruz
kalmak da “yazılmış kader”in hakkını vermemenin kötü bir sonucudur.
“Yazılmış kader”e göre hareket etmeyenler, “biçilmiş
kader”e göre yaşamak zorunda kalırlar ki, böyle bir yaşan Dünyâ’da rezillik,
âhirette ise acı azaptan başkasını getirmez.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Eylül 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder