28 Eylül 2024 Cumartesi

Yazılmış Kader, Biçilmiş Kader

 

“Hiç şüphesiz, biz her-şeyi bir kader ile yarattık” (Kamer 49).

 

Kader, insanların çoğunun yanış bildiği şekilde; “Allah’ın, her bir kişinin hayâtı boyunca karşılaşacağı iyilikleri, kötülükleri, musîbetleri vs. kısaca insanın karşılaşacağı her-şeyi, varlığı yaratmadan önce yazıp belirlemiş olması ve ne olursa-olsun ve kişi ne yaparsa-yapsın, o yazılanların başa gelmesini önleyememesi ve değiştirememesi durumu” değildir. Kader, “yasa ve kânun” demektir. Dünyâ ve insanlar dâhil, Allah’ın tüm kâinâta koyduğu şaşmaz ölçü, yasa, kânun ve kurallar “sünnetullah” adı altında kader denilen şeyi belirler her-şey işte bu kadere göre olur. Meselâ kadere göre, havadan daha ağır olan cisimler yere düşer, su yaklaşık 100 derece kaynar, aşırı soğuğa mâruz kalanlar üşütüp hasta olur vs. gibi.

 

Allah meselâ; “şu kişi şu gün şu zamanda hasta olsun” diye yazmaz ve kişinin hasta olması böyle bir yazgının sonucunda gerçekleşmez, Allah; “soğuğa, bakterilere, virüslere ve mantarlara mâruz kalırsa hasta olur yada olabilir” diye yazar. Kader budur. Bu-bağlamda: “De ki: Allah’ın bizim için yazdığından (yasasından) başkası başımıza gelmez…” (Tevbe 51) âyetinde yazılan şey kânun ve yasa anlamında ölçüyü belirleyen kurallardır. Kânun ve yasalara göre olmak bakımından elbette Allah’ın yazdığından başkası başımıza gelmez ve her-şey Allah’ın tüm kâinâta koyduğu yasa ve kânunlara göre olur. Allah’ın yazdığı şey “insanlara yazdığı yaşam senaryosu” değil, tüm kâinata koyduğu yasalar, kânunlar, kurallar ve ölçülerdir. “Yazılmış kader” budur.

 

Allah ezelî ve ebedî ilmiyle elbette her-şeyi bilir. Fakat bunu önceden her kişi için belli bir zamanda belirlememiş ve yazmamıştır. Zâten Allah’tan sâdece iyilik ve hayır gelir ve kötülükler Allah’tan değil, sünnetullah denilen yasalar gereği, insanın kendi yaptıklarının sonucunda açığa çıkar. Bu nedenle insanın başına gelen her-şeyi Allah önceden yazıp belirlemiş olmaz. Zâten Allah için önce ve sonra diye bir şey yoktur. O, zamânı da yaratandır ve zamanla kayıtlı ve zamâna bağlı da değildir. İnsnaın başına gelen kötülükler ve musîbetler, insanın ısrarla yaptıkları yanlışların sonucunda başına gelir. Israrla yapmadıklarını ise Allah affeder ve böylece kötü şey insanın karşısına çıkmaz:     

 

“Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şâhid olarak Allah yeter” (Nîsâ 79).

 

“Size isâbet eden her musîbet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,) Çoğunu da affeder” (Şûrâ 30).

 

Demek ki Kur’ân’da, klâsik anlamda yanlış olarak bilinen ve inanılan, “hayrın ve şerrin Allah’tan geldiği” yâni “kadere îman” diye bir emir, tavsiye ve söz yoktur. Kur’ân’a göre ana îman maddeleri beştir:

 

“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, (1) Allah’a, (2) âhiret gününe, (3) meleklere, (4) Kitaba ve (5) peygamberlere îman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefâ gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttakî olanlar da bunlardır” (Bakara 177).

 

“Ey îman edenler, Allah’a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba îman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve âhiret gününü inkâr ederse, şüphesiz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır” (Nîsâ 136).

 

Demek ki insanların zannettiği gibi her bir kişi için önceden “yazılmış bir kader” yoktur ve insanın başına gelen şey, Allah’ın tüm kâinâta koyduğu kânun ve yasaların sonucunda açığa çıkan ve başına gelen şeylerdir. Kader, önceden yazılıp belirlenmiş “hayat senaryomuz” değil, “kânun ve yasalar”dır.

 

Fakat bir de “biçilmiş kader” vardır ki biçilmiş kaderde ise insanın başına genelde kötülükler, zorluklar ve her türlü musîbetler gelir. Allah’tan kötülük gelmeyeceğine göre, biçilmiş kader, şeytan, nefs ve tâğutlar tarafında belirlenen şeytânî plân ve projelerin sonucunda açığa çıkan ve insanlara görece ve geçici bâzı faydalarının genelde zarar veren şeylerdir. Zîrâ biçilen kader şeytan, nefs ve tâğutlara dayanır. Şeytan bizim baş düşmanımızdır, nefs alabildiğine kötülüğü ister ve tâğutlar ise kendilerini ilah gibi görürler ve görülmesini isteyerek insanların kaderini yâni yaşam-şekillerini kendilerine belirlemeye çalışırlar.

 

Peki bunu nasıl yaparlar?. Meselâ en bâriz şekilde, şeytanın vahyettiği ve nefsin kışkırttığı ve ayarttığı köşe-başlarını tutmuş olan tâğutlar, adâletsiz, eşitsiz, keyfî ve bencil bir şekilde insanların maaşlarını belirleyerek aslında alım-güçlerini belirlemiş olurlar. Aslında önemli olan şeyin “verilen emek” olması gerekmesine rağmen başka şeyleri ölçü alırlar ve bunun sonucunda birilerine meselâ 100 lira verirken, diğerine meselâ 10 lira vererek, 100 lira geliri olan kişinin istediğini yiyip-içip, giyip-gezebilmesini sağlarlarken, 10 lira geliri olanların ise çok kısıtlı şeyleri yiyip-içip içmelerine ve giymelerine izin vermiş olurlar. Yâni insana bir hayat-tarzı biçerler ve belirlerler. Peki neye göre?. Tamâmıyla keyiflerine, bencilliklerine, Allahsız akıllarına ve şerefsizliklerine göre. Başka bir açıklaması yoktur. “Millî gelir daha fazlasını vermeye yeterli değil” demek bir sorunu çözmüyor ki!. Eğer millî gelir yeterli değilse o zaman en alttakilerle en üsttekilerin farkı bu kadar açılmasın ve artışlar herkese eşit şekilde yapılsın.

 

Yavşağın biri, “tamam ama herkesin bir yaşam-standardı var, kişiyi o standardın altına düşüremezsin” demişti. Peki o standardı kim belirliyor?. Niçin herkesin yaşam-standardı eşit yada birbirine yakın değil de aralarında uçurumlar var?. Câhillerin zannettiği ve “sabret, nasîbin bu kadarmış” diyerek -sözde- “yazdığı kaderle” Allah mı belirliyor bu farklı yaşam-standartlarını?. Birilerinin standardı yüksek iken diğerlerininki niçin düşük oluyor?. Hayır!; bu “yazılmış kader” değildir, “biçilmiş kader”dir. “Allah’ın yazdığı” değil, “insanların yaptığı”dır. Tâğutlar ve köşe-başlarını tutmuş olanlar, en çok işine yarayanlara alan açıyor ve onlara pozitif ayrımcılık yapıyor, olan şey budur. Çünkü tâğutlar ve onların şerefsiz yandaşları, Allah’ı hesâba katmadıkları ve bu nedenle de adâleti, eşitliği, hakkı, hakîkati, ahlâkı, dürüstlüğü vs. bilmedikleri ve çok da takmadıkları için insanlar arasında ücretler ve gelirler yönünden olsun, makam-mevkî yönünden olsun, kayırmacılık nedeniyle olsun büyük uçurumlar oluşmakta, mutlu azınlık her zaman mutlu olmaya devâm ederken, olan mutsuz çoğunluğa olmakta ve onlar her zaman mutsuz olmaya ve ezik kalmaya mahkûm olmaktadırlar. Bunu yapan ve belirleyen Allah değil, şeytanın ve nefsin kontrôlünde hareket eden tâğutlar ve onların destekçileridir. Yoksa Allah’ın “yazılmış kaderi”nde herkese ancak “emeğinin karşılığı” vardır ve adâlet ve eşitlik esastır:      

 

Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur” (Necm 39).

 

“Yoksa insana her dileyip arzu ettiği şey mi var (zannediyor)?” (Necm 24).

 

Allah’ın ve İslâm’ın gelir, ücret ve servet hakkındaki hükmü adâlete ve eşitliğe dayanır:

 

“Orada (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar vâr etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere oradaki rızıkları dört günde takdir etti” (Fussilet 10).

 

Allah adâletin bozulmaması için eşitliğin bozulmasının önüne geçer. Böylece arada farklar olmaz ve uçurumlar oluşmaz. Bunu ise, elinde fazla mal-mülk ve servet olanın, az olanlarla paylaşmasını emrederek yapar:

 

“Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bâzı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür. Ve sana neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyaçtan artakalanı. Böylece Allah, size âyetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz” (Bakara 219).

 

“Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah'ın nîmetini inkâr mı ediyorlar?” (Nâhl 71).

 

  “Yazılmış kader” Allah’a, âhiret bilinicine, vahye/Kur’ân’a, Peygamber’e, dîne yâni İslâm’a dayanır. Biçilmiş kader” ise şeytana, nefse ve beşere dayanır. “Yazılmış kader” adâlete, eşitliğe, hakka, hakîkate, ahlâka ve dürüstlüğe dayanırken, “biçilmiş kader” ise adâletsizliğe, eşitsizliğe, haksızlığa, ahlâksızlığa, hakîkâtsizliğe ve yalana-dolana dayanır.

 

İnsanların başlarına gelen tüm iyilik, hayır ve güzellikler “yazılmış kader”e bağlı olarak Allah’tan gelirken; insanların başlarına gelen tüm kötülük, şer ve çirkinlikler ise “biçilmiş kader”e bağlı olarak şeytanın ve nefsin kontrôlünde ve yönlendirmesinde olan tâğutlar ve onların destekçilerinden yüzünden gelir. İnsanların çoğu ise, ilginçtir, Allah’ın “yazılmış kaderi”ne değil de, şeytanın ve nefsin itleri olan tâğutların “biçilmiş kaderi”ne uyarlar. Şu da var ki, “biçilmiş kader”e uymak yada mâruz kalmak da “yazılmış kader”in hakkını vermemenin kötü bir sonucudur.

 

“Yazılmış kader”e göre hareket etmeyenler, “biçilmiş kader”e göre yaşamak zorunda kalırlar ki, böyle bir yaşan Dünyâ’da rezillik, âhirette ise acı azaptan başkasını getirmez.   

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Eylül 2024

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder