17 Ekim 2015 Cumartesi
Ölüm Düşüncesi ve Bâtınilik
İslâm’da Sünnet Olmak (Hitan) Var Mı
Bir
şeyin dinde bulunup-bulunmadığı, o dînin ana-kaynağında o şeyin
bulunup-bulunmadığı ile ilgilidir. İslâm’da bir şeyin olup-olmadığını sorgulamak,
-İslâm demek Kur’ân demek olacağı için- o şeyin Kur’ân’da olup-olmadığı sorgulanmak
demektir ilk başta. İslâm’da sünnet olmanın olup-olmadığı, Kur’ân’da sünnet
olmanın olup-olmadığı ile alâkalı bir sorudur. Fakat bu soruda bir farklılık
var. Sorulan şey, farz olan bir konunun olup-olmadığı sorusu değildir. Adı
üstünde; “sünnetin (hitan) vâr olup-olmadığı” sorusudur buradaki soru.
İslâm
bir istibdat dîni değildir. Bir şeyin İslâm’da olması, ilk başta o şeyin Kur’ân’da
olup-olmadığı konusuyla ilgili olsa da, İslâm’da sünnet de vardır ve sünnet,
uygulamanın kaynağıdır. Bu uygulamalardan bir tânesi de sünnet (hitan) olmaktır.
Bu nedenle düğünlerle-törenlerle kutlayarak yaptığımız sünnet olma etkinliği, İslâm’da
farz olarak değil, fakat sünnet olarak vardır. Çünkü İslâm’da sünnet vardır.
Kur’ân’da
sünnet olmayı emreden bir âyet yoktur. Fakat vahye uyan ve bize tâkip etmemiz tavsiye
ve emredilen peygamberlerden Hz. İbrâhim’in bir tavrı-uygulaması olarak yahudiler,
müslümanlar ve bâzı hristiyanlar bunu devâm ettirmişlerdir ve hâlen de
ettiriyorlar. Kutsal Kitap, Tekvin (17:9) bölümüne baktığımızda: “Ve Allah İbrâhim’e dedi: Ve sen ise, sen
ve senden sonra zürriyetin, nesillerince ahdimi tutacaksınız. Sizinle ve senden
sonra zürriyetinle benim aramda tutacağınız ahdim şudur: Aranızda her erkek
sünnet olunacaktır”.
Bir yazıda şöyle bir bilgi
aktarılır: “Eskiden erkek çocuklar Tanrıya kurban olarak sunulurdu. İbrâhim’in rüyâsında oğlunu kurban ettiğini görmesi de bu
uygulamanın işâreti sayılmaktadır. Zamanla insan
kurbanı terk edilmiş, vücûdun tamâmını kurban etmek
yerine onu simgeleyen bir parça (sünnet derisi) kesilmeye başlanmıştır”.
Sünnet
kelimesi, “âdet, yol, davranış” anlamlarına gelen arapça kökenli bir sözcüktür.
Bu yol Hz. İbrâhim’den çok önce başlamış olmasına rağmen, müslümanlar olarak
biz, Hz. İbrâhim’i ve onun oğlu Hz. İsmâil’in soyundan gelen Peygamberimiz Hz.
Muhammed’i örnek alarak bu uygulamayı devâm ettiriyoruz. Sünnet olmayanlar dîni
açıdan sorumlu tutulmayacaklardır. Çünkü bu, adı üstünde “sünnet”tir. Tabi
gelenek ve coğrafya sünnet olma baskısı yapabilir. O ayrı bir konu.
Peki
sünnet olmak tıbbi olarak yararlı mı zararlı mı?. Bir-kaç örnek vererek konuyu
anlamaya çalışalım..
Yararları
“Aslında
tıbben her-hangi bir zorunluluğu yoktur” dense de, yapılan araştırmalar, sünnetin
başta idrar-yolları enfeksiyonunun azaltılması olmak üzere bir-çok yarârının
bulunduğunu ortaya koyuyor.
Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Alper Soysal, sünnetin 1 yaşındaki bir
çocukta meydana gelebilecek idrar-yolları enfeksiyonunu 10 kat azalttığını
söyleyerek şu bilgileri verir:
“Genitâl hijyen de sünnet
sâyesinde daha kolay sağlanıyor. Sünnet işleminin faydaları çeşitli
araştırmalarda belirtilmiştir. Bu faydalardan en önemlisi ise penis kanseri ve
cinsel yolla hastalık bulaşma riskini azaltmasıdır.
Sünnetsizlerde sünnet derisi
ile kamış-başı arasında “smegna” ismi verilen bir salgı birikir. Bu birikim mikropların
da işe karışmasıyla çok acı veren iltihaplara yol açabilmektedir. Ayrıca,
sünnet olmuş erkeklerin hemen hiç-birinin penis kanserine yakalanmadıkları
kanıtlanmıştır. Bâzen de sünnet derilerinde darlık olur. Bu durum, ameliyatla
giderilmediği, yâni bildiğimiz “sünnet” ameliyesi gerçekleşmediği takdirde,
peniste “fimosiz” dediğimiz bir rahatsızlık ortaya çıkarır. Bu da penis sertleşmesi
veya idrar boşalımı esnâsında acı duyulmasına sebep olur.
Diğer taraftan, sünnetli
erkeklerde penisin kıyâfetlere sürtünmesi sonucunda hassâsiyetinin giderek
azaldığı, böylece sünnetin erkeklerin korkulu rüyâsı olan erken boşalma gibi
bir problemin de ortadan kalkmasını sağladığı bilinmektedir. Amerikan tıp
dergisi New England Journal of Medicine’ın Nîsan ayında açıkladığı, yirmiye
yakın doktorun iştirâkiyle hazırlanmış araştırma raporuna göre, kişiye bir-çok
fayda verdiği zâten bilinen sünnet, sünnetli erkeğin hanımı için de bir-çok
kritik hastalıklara karşı korunum sağlıyor.
Dergide yer alan
araştırma raporuna göre, rahim kanseri vak’alarının yüzde 99’undan sorumlu
tutulan popilmavirus (hpv) sünnetli erkeklerde daha az görülüyor. Çünkü,
sünnetsizlerin sünnet derisinin iç kısmına virüs daha kolay yerleşiyor ve
smegna’ya bulaşarak bu kısmı zedeliyor.
Ayrıca idrar
yapmayı engelleyen ve bu yüzden ağrı ve çeşitli sıkıntılar oluşturan “bitik”
denilen yapışıklık, sünnetlilerde doğal olarak görülmez”.
Zararları
Sünnet
olmanın zarârından da bahsedenler vardır fakat savundukları tezlerin hayatta
bir karşılığı olmadığı için “tez” olarak kalmaya mahkûmdur. Şöyle derler:
“4-6 yaş arasındaki erkek
çocukları, “psiko-dinamik” olarak özel bir döneme girer. Babalarının
kendilerine zarar vereceği, pipilerini keseceği türünde kaygıları vardır. Tam
da bu süreçteyken sünnet edilmeleri, ileri yaşlarda cinsel hayatlarını olumsuz
etkiler.
Kesilen deri miktârına
bağlı olarak, sünnet, erkeği penis derisinin %80 kadar veya daha fazlasından(?)
mahrum bırakır. Sünnet derisinin uzunluğuna bağlı olarak, onu kesmek, penisi
%25 veya daha fazla kısa yapar. Özenli anatomik araştırmalar göstermiştir ki,
sünnet bir metreden fazla damar, arter ve kılcal damarları, 80 metreye yakın
sinir uzunluğunu ve 20,000'den fazla sinir-ucunu yok eder. Üst-derinin kasları,
bezleri, mukoz tabakası ve epitelyal dokusu da bunların yanında tabî ki yok
olmuştur.
Sünnet, penis derisindeki
ve penis başındaki normâl kan dolaşımını bozar. Ana penis arterlerine akmak
isteyen kan, yarma noktasındaki yara dokusu ile engellenir, bu da kanın daha
ilerdeki diğer kılcal damarları beslemek yerine geri doğru akmasına neden olur.
Kandan yoksun olan meatus büzülüp yara oluşturabilir, bu da idrar akışını
engeller. Meatal Stenosis denen bu durum, genellikle düzeltici cerrâhi müdâhale
gerektirir. Bu hastalık neredeyse tamâmen sünnetli çocuklara özeldir.
Sünnet hakkında en yaygın
olan efsânelerden biri, sünnetin penisi daha temiz ve bakımı daha kolay
yaptığıdır. Bu doğru değildir. Gözkapakları olmadan gözler daha temiz olmaz,
penis de üst-deri olmadan daha temiz olmaz. (Tabi hiç kimse penisi açık olarak dolaşmıyor. H.G.) Yapay olarak
dış organ hâline getirilen glans (penis başı) ve meatus, kire ve aşınmaya
sürekli açık hâldedir, bu da sünnetli penisi daha kirli yapar. Koruyucu
üstderinin kaybolması, üriner yolu bakteri ve virâl patojenlere karşı korumasız
bırakır”.
Temizlik önemlidir ve cinsel
organ temizliği de çok önemlidir. Sünnet derisi elbette bakteri, mikrop ve
virüslerin yerleşmesi ve yayılması için çok elverişli bir ortam sağlar. Sünnet
dersinin altı bunlar için çok uygun bir yaşam-alanıdır. Sünnet derisi,
temizliğin iyi yapılmasını engelleyeceğinden dolayı hastalık yapıcı etkenlerin
oluşması çok kolay olur. Sünnetsiz penisin temizliği elbette sünnetliye göre
çok daha zordur. Sünnetli penis ise kolayca temizlenecek ve hijyenik olacaktır.
İşin bir de psikolojik
yönünden söz ederek, sünneti karalamak ve kötü göstermek için, sünnet
olacak-olan-olmuş çocukların bu yüzden depresyona girdiğinden söz ediliyor.
Oysa asıl, sünnet olmayan çocuklar giriyor depresyona, “sen daha sünnet olmadın
mı?” sorusundan dolayı. Yine; âilelerin sünnet düğünü yapmak için aldıkları
kredileri ve taksitleri öderken girdikleri depresyon bahsediyorlar. Peki
âileler bir-tek sünnet düğününde mi depresyona giriyor?. Söz, nişan, düğün ve
balayı gibi şeyler için alınan kredileri ödemek depresyona sokmuyor mu?.
Açıkçası
sünnetli olmayı savunan biri olarak sünnetin zararları konusunda söylenenleri
çok iknâ edici bulmuyorum. Çok-çok nâdir vâkâları “yaygın vâkâlar” gibi
sunuyorlar. Bâzı psikolojik etkileri olabilir, fakat sünnet olmamanın da
psikolojik-toplumsal kötü etkileri-sonuçları vardır ve bu etkiler daha büyük
oluyor. Aslında sünnetin geçerli olduğu bir toplumda sünnet olmamak psikolojik
bozukluk yapar. Sünnet olan bir toplumda olumsuz psikolojik etkiler ise uzun
zaman sürmez.
Hristiyanlık târihinde, Petrus’un önderlik ettiği
Yahudi-Hristiyanlar’la, Pavlus’un önderlik ettiği, Helenizm’in etkisinde kalmış
bir grup arasında çatışma olmuştur. Petrus’un grubu, sünnet edilme ve yasanın
diğer uygulamalarına ve âdetlerine sıkıca bağlıyken, Pavlus’un grubu bütün
bunları reddediyordu. Çünkü Helenizm ve Roma dîni bunlara geçit vermiyordu.
Dolayısı ile “doğu hristiyanları” sünnet olurlar. İlk hristiyanlar sünnet
oluyorlardı. Roma, bunu kabûl etmeyince Pavlus’un gereksiz görmesiyle birlikte
batı hristiyanlığında sünnet olmak kalktı.
Peki
Hz. Îsâ sünnet olduğu hâlde, hristiyanların büyük çoğunluğu neden sünnet
olmamaktadırlar?. Hz. Îsâ sünnetli olmasına rağmen (çünkü yahudi olarak
doğmuştu ve sekiz günlükken sünnet olmuştu) hristiyanların çoğu olmuyor, çünkü
onlar Hz. Îsâ’yı değil, eski pagan yeni hristiyan Pavlus’u izliyorlar ve Pavlus,
sünnetin olmadığı pagan bir toplumda doğduğu, yetiştiği ve yaşadığı için bunu
gereksiz bulmuş ve sünnetsizlik sürüp gitmiş.
Aslında
sünnet hristiyanlıkta yasak değil ve Coptic hristiyanlarda bu gelenek var ve
uygulanıyordu. Îsâ’nın doğumundan sonraki yıllarda sünnet konusunda bir
karışıklık çıkmış. MS. 50 yılında yahudi hristiyanları için sünnetin zorunlu
olmadığı karârı verilmiş. Saint Paul bu fikrin önde gelen savunucularından biri
olmuş. Daha sonra bu hristiyanlık âleminin geri kalanında da yaygın bir olay hâline
gelmiş ve sünnet olmamış hristiyanlar.
Pavlus
ağırlıklı olarak, sünnet geleneğinin olmadığı bir coğrafyada ve kültürde
faaliyette bulunmuş, insanlara kendi sunduğu öğretinin önünde sünnetin engel
teşkil ettiğini görünce, sünneti tamâmen reddetmemekle birlikte, “kâlbî
sünnetin” üzerinde durup, sünnet olmanın şart olmadığı görüşünü dile
getirmiştir. Şimdi aşağıda vereceğimiz İncil âyetlerinde, Pavlus’un bu
görüşlerini okuyalım:
“Romalılara
Mektup 2: 25-Kutsal Yasa’yı yerine getirirsen, sünnetin elbet yararı vardır.
Ama Yasa’ya karşı gelirsen, sünnetli olmanın hiç-bir anlamı kalmaz. 26-Bu
nedenle, sünnetsizler Yasa’nın buyruklarına uyarsa, sünnetli sayılmayacak mı?.
27-Sen Kutsal Yazılar’a ve sünnete sâhip olduğun hâlde Yasa’yı çiğnersen,
bedence sünnetli olmayan ama Yasa’ya uyan kişi seni yargılamayacak mı?. 28-Çünkü
ne dıştan Yahudi olan gerçek Yahudi’dir, ne de görünüşte, bedensel olan sünnet
gerçek sünnettir. 30-Çünkü sünnetlileri îmanları sâyesinde, sünnetsizleri de
aynı îmanla aklayacak olan Tanrı tektir.
Romalılara
Mektup 4: 9-Bu mutluluk yalnız sünnetliler için mi, yoksa aynı zamanda
sünnetsizler için midir?. Diyoruz ki, “İbrâhim, îmânı sâyesinde aklanmış
sayıldı”. 10-Hangi durumda aklanmış sayıldı?. Sünnet olduktan sonra mı,
sünnetsizken mi?. Sünnetliyken değil, sünnetsizken… 11-İbrâhim daha sünnetsizken
îmanla aklandığının kanıtı olarak sünnet işâretini aldı. Öyle ki, sünnetsiz
oldukları hâlde îman edenlerin hepsinin babası olsun, böylece onlar da aklanmış
sayılsın. 12-Böylelikle atamız İbrâhim, yalnız sünnetli olmakla kalmayan, ama
kendisi sünnetsizken sâhip olduğu îmânın izinden yürüyen sünnetlilerin de
babası oldu.
Korintoslulara
Mektup 7: 18-Biri sünnetliyken mi çağrıldı, sünnetsiz olmasın. Bir başkası
sünnetsizken mi çağrıldı, sünnet olmasın.
Galatyalılara
Mektup 5: 2-Bakın, ben Pavlus size diyorum ki, sünnet olursanız Mesih’in
size hiç yararı olmaz. 6-Mesih Îsa’da ne sünnetliliğin ne de sünnetsizliğin
yararı vardır; yararlı olan, sevgiyle etkisini gösteren îmandır.
Galatyalılara
Mektup 5: 11-Bana gelince, kardeşler, eğer hâlâ sünneti savunuyor olsaydım, bu-güne
dek baskı görür müydüm?. Öyle olsaydı, çarmıh engeli ortadan kalkardı. 12-Bedende
gösterişe önem verenler, yalnız Mesih’in çarmıhı uğruna zulüm görmemek için
sizi sünnet olmaya zorluyorlar.
Filipililere
Mektup 3: 2-Kötülük yapan o adamlardan, o köpeklerden sakının; o sünnet
bağnazlarından sakının!”.
Sizlerin
de okuduğu gibi, Pavlus Kutsal Yasada yer alan ve devamlı bir yasa olarak ortaya
konan sünnetin yalnızca kâlbî boyutu üzerinde durmuş, fizîki sünnetin
olmayabileceği karârına varmıştır”.
Paulus, Helenleri uydurduğu
dîne sokmak için “sünnet olmaya gerek olmadığını” söylemiştir. Zîrâ
Yunanistan’lılar sünnet olmak istemiyorlardı. Hristiyanlıktaki sünnetsizliğin
sebeplerinden biri de budur. Sünnetsizlik, Paulus’un Helenlere verdiği bir
tâviz idi.
Bar Kohba
İsyânı, Roma İmparatoru Hadrianus’un, İslâm’ın da tevârüs ettiği bir yahudi âdetini
yasaklamasıyla başlar. Helenistik kültüre olan
hayranlığıyla bilinen Hadrianus, yahudi erkelerin dînî bir vecîbe olarak kabûl ettiği sünnet olmayı “insan
vücûdudnun bir mutilasyonu” (Mutilasyon veyâ
sakatlama, bâzen ölüme neden olan, herhangi
bir canlı vücûdunun görünümünü veyâ işlevini
bozan fiziksel yaralanma eylemidir) olarak
görür ve bunun “barbarca bir eylem” olduğu sonucuna varır. Sünnet
olmak “kadim olan”ın yücelttiği “insan
vücûdunun mükemmelliği” ilkesine ters düşer. Yasak, yahudilerin üç yıl boyunca büyük bir isyân hereketi
başlatmalarına neden olur.
Şimdi;
tüm bunlar tartışılabilir ama konu hiç-bir zaman bir nihâyete bağlanamaz. Biz
konuyu farklı bir açıdan ele almak istiyoruz…
İslâm’a
göre yapılan işler 3 maslahat nedeniyle yapılır-istenir. Şâtıbi, dînin
amaçlarını, zarûriyyat, haciyyat ve tahsiniyat olarak önem sırasına göre
sıralamıştır.
1-Zarûriyyat:
Mecbûri işler. İster-istemez olan işler. Kaçınılması imkânsız durum. Bunlar, têmin
edilmediği takdirde toplumda bozulma ve dağılmalar başlayabilir. Dînin, canın,
aklın, neslin ve malın korunması, bunların zâyi olmasına yol açacak şeylerin
giderilmesi zarûridir. Sosyâl adâlet, düşünce ve düşünceyi ifâde hakkı, seçme
ve seçilme hakkı, haber alma hakkı, barınma ve çalışma hakkı, seyahat etme
hakkı gibi haklar zarûriyyata âittir.
2-Haciyyat:
Zorunluluk derecesi zarûriyyat seviyesinde olmayıp, normâl ihtiyaç seviyesinde
korunması hedeflenen maslahatları ifâde eder. Tedbirli olmak haciyyattandır. Haciyyattan
kavram olarak ilk defâ bahseden Cüveyni ise haciyyatı, zarûret derecesine ulaşmamış
genel ihtiyaçlar diye târif eder. Hâciyyât, dînin, canın, aklın, neslin ve
malın korunması için tedbir alınması, zorluğun giderilmesi ve genişliğin têmin
edilmesi ile ilgili insanların muhtâç olduğu maslahatlardır. Bu maslahatlar
gözetilmediğinde sıkıntıya düşülür veya zarûri maslahatların korunması
tehlikeye düşer. Öğrenim, sağlık, trafik gibi gereksinimler de haciyyata dâhil
edilebilir.
3-Tahsiniyyat:
Güzel elbiselerin giyilmesi, nâfile ibâdetlerle, gönüllü yapılan sadaka ve
benzeri şeylerle AIIah’a yaklaşılmaya çalışılması gibi şeyler tahsîniyyât
türündendir. Beşeri davranışlarda (âdât) yeme ve içme kuralları, pis ve iğrenç
şeyleri yeme ve içmeden uzak durma, israf ve pintilikten kaçınma gibi şeyler
örnek olarak zikredilebilir. Müzik, tiyatro, resim, sinema gibi plastik ve
görsel sanatlar ve tüm estetik değerler de tahsiniyyata dâhil edilebilir.
Şimdi;
sünnet zarûri bir ihtiyaç mıdır?. Yâni zarûriyattan mıdır?. Kimilerine ve kimi
durumlara göre zarûri olsa da genel olarak illâ ki zarûridir diyemeyiz. Peki
haciyyattan mıdır?. Sünnet olmak haciyyata daha yakın dursa da haciyyatın
kapsamına girdiğini de net olarak söyleyemeyiz. Peki tahsiniyyattan mıdır?.
Yâni hasen=güzellik için midir?. İşte bizim konuyu çekmek ve sünnet olunması
gerektiği yönündeki inancımızı dayandırdığımız nokta burasıdır: Tahsiniyyat.
Yâni güzellik.
Basit,
sağduyulu, normâl ve tarafsız bir bakışla baktığımızda, sünnetli olan erkek
cinsel organının, sünnetsiz olan erkek cinsel organına göre; hem küçük abdesti
yapmada daha pratik, hem de cinsellik ve görünüş açısından daha normâl, tahrik
edici ve şehvetli durduğu çok nettir. İşte sâdece bu nedenden dolayı bile
sünnet savunulabilir ve sünnet olmak tavsiye edilebilir. Çünkü şehvet de bizim
hayâtımızın bir parçasıdır ve insanlığın devâm etmesini sağlayan cinsel ilişkinin
daha kaliteli olması için (tahsiniyyat), sünnetli erkeklik organı daha
uygundur. Hiç şüphe yoktur ki cinsel ilişkide görüntü en önemli etkendir. İşte biraz
da bu nedenden dolayı sünnetli olmayı daha iyi ve doğru buluyoruz.
Şu da var ki, sünnet derisi
sâbit değildir. Bu da onun “geçici” olduğunu düşündürür. Sâbit olsa; “kardeşim
niye kesiyorsunuz?” sorusu anlamlı olurdu, ama zâten hareketli ve geriye
çekildiğinde “glans” denilen penis-başı ortaya çıkmaktadır. Peki sünnetsiz
organın başı ne zaman açığa çıkar?. Çünkü deride bir hareketlilik var ve geriye
doğru çekince penis-başı açığa çıkıyor. O-hâlde penis-başının açığa çıkması gereken
durumlar var. Bu eğer cinsel ilişki sırasında olacak bir şey ise, en kullanışlı
ve işlevsel olanı elbette sünnetli penistir. Sünnetsiz peniste, cinsel ilişki
sırasında zâten deri geriye doğru gidiyorsa, o zaman da cinsel ilişki için
işlevsel olan şeyin, penis-başının açık olduğu şekil olduğu anlaşılır. Zâten
sünnet de, ergenliğe doğru yapılan bir işlemdir ki bu yaş, cinselliğin
aktifleşmeye başladığı zamanlardır. Sünnet derisi, bebeklerin ve küçük
çocukların çok hassas olan penis-başlarını bir zaman için sürtünme ve tahrişten
korumak nedeniyle yaratılmış olabilir. Çünkü sünnet derisinin başka bir işlevi
yoktur ve zâten eksikliğinde de bir sorun oluşmamaktadır. Hattâ tam tersine, deri
alınıp penis serbest kalınca daha işlevsel olmaktadır.
Sünnet işlemi sırasında yada
sonrasında bâzı sorunlar yaşanıyor olabilir ama modern tıbbın yaptığı cerrâhi
işlemlere oranla bunlar binde-bir bile değildir. Çok gereksiz şeyler için
yapılan onca cerrâhi operasyonlar sonucunda ortaya çıkan hatâlar gündem edilmezken,
iş sünnete gelince, -Sünnet’i ve dîni çağrıştırdığı için- büyük gürültüler
koparılıyor. Peki neden burun, yüz, göğüs, kaş, göz, dudak, diş, kalça, derinin
rengi, dövme, piercing (pirsing), hattâ sâdece görünüm için yapılan cinsel
organların sünnet dışındaki operasyonları konu edilmiyor?. Peki kürtaja niye
bir şey denmiyor?. Şu âyeti, sünnet için kesilen deri için kullanıyorlar: “Ki Allah onu (şeytanı) lânetledi, o da şöyle dedi:
Celâlin hakkı için kullarından belirli bir pay alacağım” (Nîsâ 118). Peki şeytan sâdece sünnet için kesilen
derilerden mi pay alıyor?, estetik için kesilen derilerden pay almıyor mu?.
Estetik için kesilen derilere ses çıkar(a)mıyorlar. Çünkü estetik modernlik
için yapılan bir şeydir, sünnet ise büyük oranda dînî bir telâkkiyle yapılıyor.
Sünnete laf edenler, hayvanların kısırlaştırılmasına da ses
çıkar(a)mıyorlar. Çünkü estetikte modernizme göre hareket eden kalabalık
kitlelerden, kısırlaştırmada ise yine kalabalık hayvan-severler insanlardan
tepki alacaklarından çok korkmaktadırlar. Dindarlar ise hiç-bir şeye ses
çıkar(a)madıkları için herkes dîne yada din ile alâkası olan şeylere laf
atıyor.
Sünnet,
cinsel organın şeklini bozmak değil, tam aksine ona şekil vermektir. Özellikle
kadınlar olmak üzere insanların estetik ameliyatlarla genellikle gereksiz yere
vücutlarının çeşitli yerlerini kestirip biçmesine sesini çıkarmayanlar, iş “dînî
dayanağı olan sünnet” olmaya gelince başlıyorlar îtirâza. Îtirazlarının
ana-nedeni tıbbi kaygılar değil, dîne olan gıcıklıklarıdır. Dînî nedenlerden
dolayı burun estetiği yaptırılsa ona da karşı çıkarlardı büyük ihtimâlle. Kadınlar
için ise sünnet olmak zarûri hâller dışında gereksizdir. Zâten İslâm’da da buna
gerek görülmemiş ve -uygulamayı âdet edinmiş bâzı yöreler hâriç- yapılmamıştır. Fakat şu da var ki, kadınlar estetik nedeniyle
vajina ameliyatı da oluyorlar ki o da bir çeşit sünnettir.
Allah, kızları “kızlık zarı”
ile birlikte yaratmıştır ve bunun ömür-boyunca bozulmadan durmasının yâni delinip
yırtılmadan durmasının hiç-bir zararı yoktur. Fakat “bu böyledir” diye cinsel
birleşme iptâl mi edilmelidir?. Hem ne de olsa kızlık zarının gerdek gecesinde
yırtılması da kadın-kız için bir zorlanma, kanama ve psikolojik bir travma
sebebidir. Çünkü bu nedenle hastaneye gitmek zorunda olanlar da oluyor. O-hâlde
neslin devâmı için ne yapmak gerekir?. El ile boşaltılmış meniyi bir iğne ile
kadının vajinasının içine zerk ederek boşaltmak ve doğumu da kızlık zarının
yırtılmaması için “normâl doğum” ile değil de sezaryenle mi yapmak gerekir?.
Fakat bu sefer de kızlık zarı yırtılmasın diye çocuğu çıkarmak için bütün kadınların
karınlarını kesmek zorunda kalınacaktır. Demek ki ille de bir yerlerin kesilmesi
gerekiyor.
Bir
de derler ki: “Sünnetsiz bir şekilde doğduk, doğal olan bir şeyi niçin keserek
şeklini değiştiriyoruz?”. O zaman biz de: “Doğduğumuzda göbek-kordonuyla
birlikte doğduk, doğal olan budur. Doğal olan göbek-kordonunu niçin hemen keserek
değiştiriyoruz?” diye sorarız. Göbek-kordonunun hemen kesilmesi şart değildir
ve kordon, sıkıştırılıp kan akışı kesildiği için kısa zamanda kuruyup düşer. Zâten
göbek-kordonun hemen kesilmemesini tavsiye edenler de vardır: “Kordonun geç
kesilmesi anemiyi engeller, kanlanmayı arttırdığı için demiri arttırır ve böylece
bir-çok hastalığı önler” denir. “Lotus
Doğum” (doğumdan sonra bebeğin göbek-bağını kesmemek ve bir süre plâsentaya
bağlı kalmasını sağlamak) denilen doğum şeklinde göbek-kordonu belli bir süre
plasentaya bağlı olarak kalabiliyor. Böylece kordonun belli bir süre sonra
doğal yollarla kuruyup düşmesi beklenir. Bu süreç doğumdan sonra 3 ilâ 10 gün
arasında değişir. Evet; göbek-kordonu
kendisinin belli bir süreliğine bulunması gerekli olup, zamânı gelince
kesilmesi gereken bir parçadır. Zâten kesildiğinde estetik bir görünüme
kavuşur. Aynen erkeklik organının ucundaki deri parçasının da, zamânı geldiğinde
kesilip estetik bir görünüme kavuşturulmasında olduğu gibi.
“Bizim kâlplerimiz kılıflıdır” dediler. Öyle
değil! Allah onları kâfirlikleri sebebiyle lânetledi; onun için çok az îmâna
gelirler” (Bakara 88). Âyet “kılıflı
(sünnetsiz) kâlp”ten söz ediyor. Kâlp kılıflı olunca fıtratına uygun
davranamıyor. Bir şey kılıfının içindeyken fıtratına/doğasına tam olarak uygun
davranamaz çünkü. Kılıç, kılıfındayken (kın) ne işe yarasın ki?. Kılıfı ile de
karşı tarafa bir “darbe” vurulabilir belki ama, etkili ve doğasına uygun
kullanmak için onun kılıfından çıkarılması gerekir ki, görevini tam olarak
yerine getirsin.
Son
söz: Sünnet olmak farz değildir, adı üstünde sünnettir. Zarûriyyattan olmasa da
tahsiniyyattandır ve yapılması bir-çok açıdan iyidir. Kur’ân’da sünnet emredilmez ama yasaklanmaz da.
Sünnet
olmak, İslâm’ın farzı değildir, müslümanın tarzıdır.
En
doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2015
Atalar Dîni (Ata-izm=Atavizm) ve Animizm
Atalar
Dîni
Atalar dîni
aslen tanrı-tanımaz bir din değildir. Allah’ı bilip ona inanırlar ve en yüce
kudretin O olduğuna îtirâz etmezler. Atalar dîni, “Allah’a ya da iyiye ulaşmak
için ataların yolundan gitmeyi doğru olarak görmek” demektir. Atalarının taptığı
gibi tapmak, onların yaşadığı gibi yaşamak/davranmak genel görüşleridir.
Ataların durumu bir tecrübeyi de yansıttığı ve ataların hayâtı geçmiş bir konu
olduğu için değerlendirme kolay yapılabilmekte ve ataların yaptıkları iyilik ve
kötülüklerin sonuçları günlük hayâta bakınca bile kolayca görülebilen bir durum
mevcuttur atalar dîninde.
Atalara uymanın-tapmanın
ardındaki neden; “ataların tutum ve davranışlarında bir hikmet gizlidir, çünkü
onlar topluluğun bekâsını sağlayacak bilgileri ellerinde tutmaktadırlar”
düşüncesidir.
Atalar dîni
mensupları sâdece müşriklerden oluşmaz. Gizli müşriklerden de oluşur (gizli
şirk). Somut putlara tapmadan da atalar dîni takip edilebilir ve insanlık
târihinin her döneminde ve şu-anda da atalar dîni mevcuttur ve hattâ halkın
geneli bu dindendir.
Atalar dîninin
gerçekten de bâzı pozitif yönleri vardır. Bir kere çok büyük bir tecrübeye
sâhiptir. Bu tecrübenin değerlendirmesi ile hayâta yön verilebilir. Fakat
atalar dîni nefsi kontrol altına almada başarılı olamaz. Çünkü insan genelde
nefsine göre davranır ve atalar da nefsine göre davranmıştır. Bunu gören ataların
izleyicileri de nefs sâhibi oldukları için ve nefse hoş gelen şeyi “iyi”
görmeleri sebebiyle ataların bu yanlış tutumlarını kolayca kendi hayatlarına
aktarabilirler. Günlük işlerde ataların yaptıkları şeylerde bâzı güzellikler
vardır. Meselâ şimdiki zamâna göre de yeme-içme-giyinme-yaşama alanları gibi
konularda, atalarının yaşayışlarının bizimkilerden daha iyi ve doğal olduğunu
gözlemleyebiliyoruz. Netîcede onlar bizden daha sağlıklı yaşamışlar, daha
düzgün hayatları olmuştur. Genel davranışları, saygıları ve ahlâkları da çok
açıktır ki bizden daha üstündür. Hattâ anlayış ve olayları değerlendirme
bakımından da bir-çok konuda üstünlükleri vardır. Ata-sözlerini hayranlıkla
dinler/okur ve söyleriz.
Aslında
yasaklanan şey “ataları izlemek” değil, “ataları körü-körüne izlemek”tir. Çünkü
atalar körü-körüne izlendiğinde insan olmanın ayırıcı vasfı olan akıl bloke
oluyor ve ataların yaptıkları dinleştiriliyor. Kur’ân da zâten ataları izlemeyi
değil, onları körü-körüne izlemeyi, onlar gibi şirk içinde yaşamayı yasaklıyor
ve kınıyor: “Onlara: "Allah'ın
indirdiğine ve elçiye gelin" denildiğinde, "Atalarımızı üzerinde
bulduğumuz şey bize yeter" derler. (Peki,) Ya ataları bir şey bilmiyor ve
hidâyete ermiyor idilerse?” (Mâide 104). Ataları körü-körüne izlemek, aklı,
düşünceyi ve davranışı yozlaştırıyor, donuklaştırıyor, durağanlaştırıyor ve onların
yanlışını sürdürüyor. İyi yönlerini izlemekte tabî ki sorun yok ama, iyi
yönleri var diye kötü yönlerini izlemeyi sürdürmek de doğru değildir.
Atalar dîni,
eğer vahiy/Kur’ân olmasaydı izlenebilecek ve kabûl edilebilecek bir din
olabilirdi. Fakat vahyin olması, Kur’ân’ın inmiş olması, atalar dînini şirk hâline
getiriyor ve şiddetle yasaklanıyor.
Atalar dîni
modern anlamda da geçerliliğini sürdürüyor. “Biz babamızdan böyle gördük”
derken, görülen şeyler sağduyuya aykırı değilse sorun yok, fakat Allah herkese
akıl verdiği için kişinin ciddî konularda aklını kullanarak ve vahyi izleyerek
atalarının yolunu bırakmasını ya da onlardan daha iyi yorumlamalar
yapabilmesini ister. Modern atalar dîni modern ideolojilerdir de. İdeolojileri körü-körüne
tâkip etmek, ataları tâkip etmek anlamına da gelebilir. Hiç sorgulamadan
ana-babadan gördüğü gibi mevcut ideolojileri tâkip etmek, atalar dîninin modern
çeşididir. Allah, ataları tâkip etmeyi tüm zamanlar için eleştirmiş ve yasaklamıştır.
Dinde evrensel değerleri gözeten örfün yeri de vardır. Bu nedenle de ataların
yaptığı şeyleri sorgulayarak iyi yönlerini kullanmalı, kötü yönlerini ise eleştirmeli,
yasaklamalı ve hattâ yok etmelidir.
Animizm
Çok acâyibimize
gittiğini her zaman konuştuğumuz animizm dîni de modern çağlarda devâm ediyor
aslında. Canlıcılık da denen animizmde rüyâlarla iş yapmak, her varlığın bir
rûhu olduğunu söylemek gibi düşüncelere sâhip bir ruhçuluktur/gizemciliktir
animizm. Meselâ mutfaktaki bir tencereye bile ruh/akıl yükler ve onlara
bir-nevi taparlar. Onları kutsallaştırırlar. Tencerenin herhangi bir hareketine
ve çıkardığı seslere bile anlamlar yükleyerek bildiğimiz yemek pişirdiğimiz
tencereyi kutsallaştırırlar.
Peki günümüzde
de benzer şeyler yapılmıyor mu? Tabî ki de yapılıyor. Modern bir hâle bürünmüş
bu tapınma şeklinde, rüyâlara çeşitli olur-olmadık yorumlar yaparak ve anlamlar
yükleyerek hareket edenler, ruh ile ilgili çeşitli inançları olanlar, rûhun gezdiğini
söyleyenler, rûhun hayattan-hayata geçeceğine inananlar vs. modern
animistlerdir. Her şeyde mânâyı/kutsalı (Allah’ı) gören animizm, modern çağda
tasavvuf/bâtınilik adı altında yaşıyor.
Modern
zamanlarda en çok yapılan animist tapınmalar ise modern teknolojik cihazlara
karşı yapılanlardır. Yeni çıkan cihazlar karşısında âdeta büyülenmiş bir hâlde,
o cihazlara aslında onlarda olmayan özellikler yüklemek, onlara anlamlar
vermek, onları âdeta taparcasına sevmek ve sâhip olmak gibi davranışlar, modern
animist tapınış şekilleridir. Günümüzde aynen animizde olduğu ve animistleri
kıskandıracak ölçüde dindar bir animist gibi “eşyâya akıl yüklemek” zirve
yapmış durumdadır. Meselâ cep telefonlarına “akıllı” demek, onlarda akıl vehmetmek
en başta gelenidir. Hâlbuki cep telefonu insanların ona yükledikleri kadar iş
yapabilen şuursuz parçalardan yapılmış yine şuursuz cihazlardır ve yaptıkları
şeyleri de kesinlikle şuurlu bir şekilde yapmazlar/yapamazlar. Meselâ en
akıllısının, üstüne sıçsan bile bir şey diyemez. Aynı şey bilgisayarlar ve
diğer elektronik cihazlar, motorlu taşıtlar, kıyâfetler, evler ve diğer eşyâlar
için de geçerlidir. Modern eşyalar üzerinden animizm diriltilmiştir.
“Fakat bu cihazları kullanarak
yararlı işler de yapabiliyoruz ve bu sâyede meselâ Allah’ı daha iyi
bilebiliyoruz, dolayısı ile O’na daha yakın oluyoruz” diyenler şu âyeti
akıllarında tutmalıdırlar: “Haberin
olsun; hâlis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler
edinenler (şöyle derler:) “Biz,
bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyoruz”. (Hayâtımızı
şekillendiriyoruz). Elbette Allah, kendi
aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten
Allah, yalancı, kâfir olan kimseyi hidâyete erdirmez” (Zümer 3). Allah bu
cihazları kullanmayı değil, insanların o cihazların hakîkati gösterdiğini,
onları aşırı ölçüde sevip onsuz yapamayacak duruma gelmelerini eleştiriyor ve
bunu istemiyor. O ruhsuz cihazların hayatlarına yön vermesini istemiyor. Çünkü
Allah’tan başka neye olursa-olsun sıkı bağlılık gösterenler, en sonunda o
bağlandıkları şeyleri ilahlaştırırlar. Aşırı bağlılığı neye gösterirseniz onun
kulu olursunuz. Artık (şimdilerde olduğu gibi) onsuz yapamazlar. Ahlâklarını,
fikirlerini, düşüncelerini ve nihâyet ibâdetlerini (eylemlerini) o eşyalara
göre belirlerler ve şekillendirirler. En sonunda da o şey din olup çıkar. Aynen
animizmde olduğu gibi.
Saadettin Merdin:
“Animizm’i; kısaca “ruhlara tapma inancı”
diye niteleyebiliriz. Tevhid dîni olan İslâm’ı en çok bu rûha tapma inancı
bozmuştur. Bu-gün uluların, erenlerin ruhlarından medet ve bereket dilemek
şeklinde Animizm tekrar hortlamıştır. Evliyâyı aşırı yüceltmenin nedeni de
budur. Meselâ bu animistlere göre; Abdulkadir Geylânî’nin rûhu aynı-anda
binlerce müridinin yardımına koşabilmektedir(!). Bırakın câhil halk tabakasını,
apaçık şirk ve küfür olan bu inanca inanan pek-çok âlim bile vardır. Hattâ ömrü
boyunca onun ruhâniyetinden yardım istediğini ve yardım da gördüğünü Sâid Nursi
iftiharla söyleyebilmiştir.
“Peygamberimizin
ruhâniyeti Çanakkale savaşlarında en önde savaşmıştır” derler. Anlaşılan
Türkler eski dinleri Animizm’in tesirinden hâlâ kurtulamamışlar.
Din denilince Türklerin aklına cin, sihir,
büyü, nazar, muska gibi şeyler gelir. Hâlâ halk İslâm’ında cinler, periler çok
önemli bir yer işgâl eder. “Ecdâdın ruhları” fikri hâlâ çok canlıdır! Bu
Animizm’den geçmiş olan “ataların ruhlarıyla temâsa geçme” inancı en çok şeyh,
veli kabûl edilen kimselerin yatırlarını, mezarlarını, onlardan yardım görme
ümidiyle ziyâret etmede görülür. Türklerin hâlâ büyük çoğunluğunun
Kur’ân’dan haberi yoktur. Onun anlamını merâk etmezler, daha çok ölülerine
okurlar. Onu, sihirli güçleri olan kutsal bir kitap olarak görürler.
Câhiliye Araplarının inançları; totemizm,
animizm merhâlelerinden geçerek putperestliğe dönüşmüştür. Animizm safhasındaki
Araplar, kâinatın ruhlarla dolu olduğuna ve bütün doğal hâdiselerin bu ruhların
eseri olduğuna inanıyorlardı. Eşyâya can veren ve onlarda bir-takım
değişikliklere sebep olan ruhlara hürmet ve itaat etmeye başladılar. Bir-takım
âyinlerle ruhlara ibâdet etmeye başladılar. Totemciliğin yerini daha sonra “ruhçuluk”
aldı. Onlar ölen bir adamın rûhunun cesedini terk ederek kabirden çıktığına
inanıyorlardı. Bu ruhların bir kısmı ervah-ı latîfe, diğerleri ervah-ı hâbise
idi. Çöller, vâdiler bu ruhlarla dolu idi. Bu ruhlara Allah’ın ulûhiyetinden
hisse verirlerdi. Câhiliye müşrikleri
arasında çok yaygın olan kehânet/kâhinlik işi, işte bu ruhlarla irtibat kurma
üzerinedir. Şâirler şiirlerini bu ruhların ilhâmıyla yazarlardı. İlham perileri
bu ruhlardı. Peygamberimizi bu yüzden şâirlikle itham ettiler. Mekke müşriklerinde,
mâbetler sâdece tapınma yeri değil, aynı-zamanda ruhânî varlıklarla temâsa
geçme, gaybten haber alma yeridir. Bizim klâsik eserlerde çok sık geçen
“hatiften (Sesi işitilen fakat kendisi görülmeyen) gelen sesleri” kâhin ve
falcılar duyuyorlar ve bunları müşriklere aktarıyorlardı.
Ayrıca Arapların taştan bir fetişleri
vardı. Fetiş bizâtihi mâbud değildi, daha çok bu taptıkları ruhların
makarr’ı/içine yerleştiği, bulunduğu yerdi. Bu fetiş/sanem sihirli bir mâhiyete
sâhipti. Sefere çıkan, seferden dönen kimse, ilk iş olarak bunu meshediyordu.
Daha sonraları bunlar yontularak insan şekline sokulacaktır. Özetle; câhiliyye
arapları bu heykelleri makarr edinmiş, ruhlardan istiâne’de bulunuyor,
isteklerini, en yüce İlaha iletmesi için onlara arzediyorlardı.
Fethullah Gülen; “Benim Küçük Dünyâm” adlı
kitabında şöyle der; “Büyük ve mukaddes ruhlar ceset kafesinden kurtuldukları
vakit âdetâ bir melek hâline gelirler ve her zaman kendileriyle aynı düşünceyi
paylaşanları desteklerler”. Pek Muhterem Hoca Efendimiz, gittim, gördüm, test
ettim, onaylıyorum edâsıyla konuşsa da, resmen sunuhat nev’inden konuşuyor”
der.
“Allah’tan başkasına yalvarıp duâ edenden
daha sapık kim vardır? Yalvardıkları o kimseler kıyâmet gününe kadar onlara
cevap veremez ve onların duâlarından/çağırmalarından habersizdirler” (Ahkâf 5).
Evet artık
animist dinlere gerek yok ve onların ritüellerine şaşmak asıl şaşılması gereken
bir şeydir. Çünkü âlâsı şimdi yapılıyor. Klâsik animistler, günümüzde olduğu
kadar anlam, akıl, ruh, yükleyip eşyâyı bu derece ilahlaştırmamışlardı. Vahiy-merkezli
olmayan hayatlarda eski dinler çığırından çıkacak şekilde yeniden üretilip
diriltildiği gibi, Şeytan’ın bile aklına gelmeyeceği derecede yeni tapınış
şekilleri ortaya çıkacaktır.
En doğrusunu sâdece
Allah bilir.
Hârûn
Görmüş
Ekim 2015