“Şüphesiz îman edip sâlih amellerde bulunanlara gelince;
onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş ve
mutluluk budur” (Burûc 11).
Îman edip sâlih amellerde bulunmak, kurtuluşu “içeriden”
başlatıp “dışarıya” taşımak demektir ki gerçek kurtuluşa ancak bu yolla
ulaşılabilir. Çünkü kendisini kurtar(a)mayanlar, hiç-kimseyi kurtaramazlar.
Zîrâ kurtarmak, “kurtulmakla” başlar ve kurtarıcılar ilk önce kendilerini
kurtarmalıdırlar. İslâm’ın, beşer-merkezli olanlardan farkı, “kurtarma”yı, “kurtulmaktan
sonra kurtarmak” şeklinde yapmasıdır.
Kurtulmak “iç”ten başlar ve “dış”a
doğru gider. Bu nedenle insan ilk önce iç-âleminde kendisini kurtarmalıdır ki
dış-âlemde de başkasını kurtarabilsin. İç-âleminde kurtulmamış olanların
dış-âlemde birilerini kurtarması mümkün değildir. O-hâlde “kurtarmak” isteyen
bir insanın ilk önce kendini iç-âleminde kurtarmış olması gerekir.
Peki insan iç-âlemde kendini neyden
nasıl kurtaracaktır?. İnsan sünnetullah ve imtihan nedeniyle sürekli olarak
şeytanın fısıldamalarına ve nefsin kışkırtmalarına ve ayartmalarına mâruz
kalmaktadır. İmtihanı kazanmak ve iç-âlemde kurtulmak işte bu fısıldama ve
kışkırtmalardan kurtulmak demektir. Bu kurtulmayı sağlayabilecek olan tek şey
ise, İslâm/vahiy-merkezli bilgi ve bilinçlenmedir. Vahyin kazandırmış olduğu
hakîki ve hakka götüren bilgi ve bilinç ve ibâdetler, insanı her türlü şirkten,
küfürden ve cehâletten gayrete ve samîmiyete bağlı olarak belli bir sürede
temizleyince ve arındırınca, kişi iç-âleminde kurtulmuş olur. Zâten ancak böyle
bir süreçten geçerek temizlenip-arınmış olanlar dış-âlemde “kurtarıcı”
olabilirler.
Vahyin kazandırmış olduğu bilgi ve
bilinç sâyesinde iç-âleminde temizlenerek kurtulmuş olanlar dış-âlem yönelmekle
yükümlüdürler. Kendini kurtarmış, dolayısıyla sağlam bir îman, güven ve
kararlılık-sâhibi olmuş olanların kurtarıcılığa soyunması gerekir. Bu yolda
vahiy yine her zaman kişinin yoldaşı olacaktır ama dış-âlemde özellikle
Peygamberimiz’in vahiy-merkezli ideâl yaşama ve mücâdele tarzı ve Sünnet
denilen güzel örnekliği kurtarıcının kılavuzu olacaktır.
Şu kesin ki, önce iç-âlemde kurtulmak
sonra da dış-âlemde kurtarmak için sorumluluklar almak şarttır. Modern insan
ise, îmandan kaçmak ve sorumluluktan kurtulmak için kendini paralıyor. Üstelik
yine de kurtarmaktan bahsedebiliyor.
Cehâletten
kurtulmadan küfür ve şirkten kurtulmak mümkün değildir. Küfürden ve şirkten ise
sâdece “küfrü ve şirki bilmek”le kurtulmak mümkün değildir. Amel-eylem olarak
da küfürden-şirkten vazgeçip tevhide dönmedikçe küfürden ve şirkten kurtulmuş
olunmaz. Bataklığın içindeyken “sinekler”le mücâdele etmek hem çok anlamsızdır
hem de sineklerden mümkün değildir. O bataklıktan kurtulmadan ne bataklık
kurutulabilir ne de sineklerden kurtulunabilir. O bataklık küfür, şirk ve
cehâlet bataklığıdır. Küfürden, şirkten ve cehâletten önce iç-âlemde
kurtulamayanların dış-âlemde birilerini kurtarmaları söz-konusu bile olmaz.
Bir kişi;
“Allah’tan başka Allah gibi güçler vardır ve ben de onlardan birine tapıyorum”
diyerek apaçık bir şirki dillendirse ve sonra da, meselâ Dünyâ’ya doğru hızla
gelen ve Dünyâ’yı, insanları ve tüm canlılığı yok edecek bir gök-taşını
durdurarak tüm insanları, tüm canlıları ve Dünyâ’yı kurtarsa bile, yine de kurtulmuş
ve kurtarmış olmazlar da cehennemi boylarlar.
Din,
insanları günahtan, haramdan, ayıptan ve suçtan kurtarmak ve korumak ister.
Çünkü insan ancak kendini bu yolla kurtarabilir ki birilerini kurtarması da
buna bağlıdır. Günah haram, ayıp ve suç içinde yaşayanların birlerini
kurtarmasından bahsedilemez.
Din,
insanların sâdece rûhu için değildir. İnsanın sâdece rûhunu değil, bedenini de
kurtarmayı hedefler. Böylece hem ruhlar hem de bedenler kölelikten kurtulur.
Ruhlarını kurtaramamış olanlar ise bedenlerini de kurtaramazlar ve kendileri
kurtulmadan başkasını kurtaramazlar.
İnsanlar
şeytanın, nefsin, hazzın, zevkin, keyfin, rahatın, konforun ve eğlencenin kölesi
olmuş durumdadır. Her-şeyin kölesi oldukları için Allah’a kul olamamakta yada
hakkıyla kulluk yapamamaktadırlar. Çünkü insanlar ancak “kul” olduklarında
“köle”likten kurtulurlar ve başkalarını da kurtarma yoluna girebilirler.
İç-âleminde kurtulmak, takvâya
ulaşmakla olur. Takvâ ise “sorumluluk bilinci ve Allah korkusu” demektir.
Allah’tan korkmayan ve sorumluluk almayanlar yâni takvâlı olmayanlar
iç-âlemlerinde kurtulmamışlardır ki başkalarını kurtarabilsinler: “Gerçek şu ki, muttakîler için ‘bir
kurtuluş ve mutluluk’ vardır” (Nebe’
31).
İslâm “kurtarmak” için vardır. İnsanları cehâletten, bâtıldan,
adâletsizlikten, eşitsizlikten, şirkten, küfürden, zulümden, günahtan, haramdan,
ayıptan, suçtan, eziklikten, zayıflıktan, pasiflikten, tembellikten, kısaca ne
kadar insana yakışmayacak olumsuzluklar varsa onlardan kurtarmaktan, Allah’tan
başkasına tapmaktan yâni zulmetmekten kurtarmak için vardır. Fakat İslâm’daki
kurtulmak ve kurtarmanın diğer din ve öğretilerden farkı, kurtulmanın ilk önce
iç-âlemde kişinin kendini kurtarmasıyla başlaması, sonra dış-âlemin kurtulması,
dolayısıyla kişinin ilk önce kendini sonra başkasını kurtarması şeklindedir. Çünkü
kendini kurtaramamış olanların başaksını kurtarmasını beklemek boş bir bekleyiştir.
Meselâ Hz. Mûsâ, isrâiloğullarını Firavun’un zulmünden,
hem de bir mûcize eseri olarak denizin yarılmasıyla kurtarmıştı ama,
isrâiloğulları ilk önce iç-âlemlerinde kurtulmamış oldukları için Hz. Mûsâ’ya
bi türlü tam güvenip de îman edemediler ve buzağıdan put yaparak ona tapmaya
başladırlar. Çünkü kurtuluşu ilk önce kendi içlerinde başlatıp da gerçekleştirememişlerdi.
Hz. Mûsâ bunun için çok çalıştı ama istediği oranda bu gerçekleşmedi. Kanımca
hâlen de gerçekleşmiş değildir.
Kendi içlerinde şeytandan, nefsten ve cehâletten
kurtulamamış olanların, dışarıda kendilerini de başkalarını da tâğutlardan kurtarmaları
mümkün değildir.
Kurtulmanın ve kurtarmanın, ölmeden önce Dünyâ’da ve azap
gelmeden önce olması gerekir. Çünkü her-şey bittikten sonra kıyâmette ve
âhirette bir kurtuluş söz-konusu değildir:
“Gökyüzünün erimiş mâden gibi olacağı gün; dağlar da
(etrâfa uçuşmuş) rengârenk yün gibi olacak. (Böyle bir günde) hiç-bir yakın
dost bir yakın dostu sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkâr,
o günün azâbına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister;
Kendi eşini ve kardeşini, Ve onu barındıran aşîretini de; Yeryüzünde
bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiç-biri kabûl
edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır-cayır yanmakta olan ateştir” (Meâric
8-15).
“O gün tartı haktır. Kimin tartıları ağır basarsa, işte
kurtulanlar onlardır” (A’raf 8).
İnsanın
“kalıcı” eserler bırakması güzel bir şeydir. Fakat onu kurtaracak olan şey
“geride bıraktıkları” değil, “âhirete yâni ileriye taşıdıkları” olacaktır.
Kırmızı ışıkta geçmeyi bile göze
alamayan insan, kendini, başkasını ve Dünyâ’yı kurtarma hayâlleri kurmasın
boşuna. Çünkü seküler kurallara uyularak kurtulma ve kurtarma mümkün değildir.
İnsanı; okunmuş pirinç, okunmuş su,
okunmuş sakal, okunmuş muskalar vs. değil; “okunmuş ve yaşanmış Kur’ân”
kurtarır ancak.
“Şüphesiz, bu, asıl büyük ‘kurtuluş ve mutluluğun’ ta kendisidir.
Böylece çalışanlar da bunun bir benzeri için çalışmalıdır” (Sâffat
60-61).
İnsanlık, yeniden Kur’ân ile
yapılandırılıp güncellenmedikçe, insan ne iç-âlemlerinde ne de dış-âlemde zilletten
kurtulamayacaktır.
İslâm hayâta hâkim
kılındığında, her tarafa: “İnsanlık, ilâhî sistemden ayrılmanın bir sonucu
olarak çok ciddî bir sapmadan kurtarıldı” diye yazılacaktır.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder