“Mûsâ: ‘Size hak geldiğinde (böyle) mi söylersiniz?. Bu
bir sihir midir?. Oysa sihirbazlar, kurtuluşa ermezler’ dedi” (Yûnus 77).
“Onların çoğunluğu zandan (kuruntu) başkasına uymaz.
Gerçekten zan ise, haktan hiç-bir şeyi sağlayamaz. Şüphesiz Allah, onların
işlemekte olduklarını bilendir” (Yûnus 36).
“Onlar, ‘ona Rabbinden mûcizevî bir belge indirilmesi
gerekmez miydi?’ derler. De ki: Allah her türlü mûcizevî belgeyi indirmeye
kadirdir. Fakat onların çoğu bunun bilincinde değildirler” (En-âm 37).
Sihir: Büyü. Sebebi ve
kaynağı gizli durum, göz-bağcılık. Arapça
shr kökünden gelen sihr, “büyü, sihir” demektir. Bu sözcük Akatça sâ’iru; “büyücü,
sihirbaz” sözcüğü ile eş-kökenlidir.
Bilim:
“Evrenin bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe
dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi”.
Mûcize:
“İnsanları hayrân bırakan, tabiat-üstü sayılan olay. İnsan-aklının
alamayacağı olay”. Arapça acz kökünden gelen mu’ciza(t), “âciz bırakan
şey” demektir. İslâm inancında “peygamberlere mahsus olan doğa-üstü eylem”. Bu
sözcük Arapça “âciza”, “âciz idi” demektir. Mûcize “aklı âciz bırakan” demektir. Zîrâ
mûcizeler, aklın değil, îmânın konusudur.
Bugün bilim yada modern-bilim denilen şeye eskiden sihir denirdi.
Sihirbazlar bugünün bilim-adamlarıdırlar. Meselâ Firavun’un sihirbazları,
Firavun’un isteğine göre iş yapan, o’nun pagan sistemini meşrûlaştırmak için
işler yapan bilim-adamlarıydılar. Zâten Hz. Mûsâ’ya karşı oraya koydukları
sihir de, şimdiki illüzyonistlerin yaptığı gibi, ilk bakışta anlaşılamayan ve
bu yüzden halkın gözünü boyayan teknolojik îcatlardır. Günümüzün sihirbazları
olan bilim-adamları bunu bugün, bilgisayarlar ve modern teknik cihazlarla
yapmaktadırlar.
Sihirbazların yaptıkları ile bilim-adamlarının yaptıkları
arasında fark yoktur. İkisi kesim de aynı yöntemi kullanırlar. İkisi de maddenin
özelliklerini kullanarak yeni teknolojik şeyler îcât ederler. Bilim-adamlarının
sihirbazlardan farkları, daha geniş alanda çalışırlar ve çok daha fazla
açıklamalar yaparlar. Modernizm ile birlikte modern insan, günümüzde meta-fizikten,
mânevî olandan ve gaybtan uzaklaşıp kopmuş olduğu için, bir şeyin açıklamasının
ancak madde ve eşyâ ile, insan ve akıl tarafından yapıldığında iknâ olup kabûl
edebildiği için, bilim-adamlarının açıklamalarını kesin gerçek olarak görürken,
üretilen teknolojik ürünleri de gelişmişlik olarak kabûl eder. Oysa
modern-bilimin ve bilim-adamlarının yaptığı açıklamalar bugün başka bir şeyken,
kısa-süre sonra ise bambaşka olur ve ortaya atılan teoriler de kısa-zaman sonra,
yerine yenisi üretilip-konulduğu için çöpe gider. Çünkü aynen Firavun’un sihirbazlarının
ortaya attıkları şeyler gibi, mûcizeler karşısında yenilip-yutulur ve yok-olup
gider. Zîrâ yaratılmış olan tüm kâinât ve madde/eşyâ mûcizedir ve içinde sihir
yada bilim adına ortaya konan sahtelikleri hemen ifşâ eder ve eritip yok eder.
Sihirbazlarla bilim-adamlarının ortak yanları, ikisinin
de tâğutların açtığı alanda ve onlar için çalışmaları ve insanları hakîkatten
uzak tutarak tâğutun yoluna sokarak, geçici, eksik ve yanlış olana dayanmalarını
sağlamaktır. Çünkü hakîkatin karşısında ancak zan ve sahtelikler vardır ki,
Firavun ve “kendilerinde Allah gibi güç olduğunu zanneden” tüm tâğutlar,
hakîkate değil de bâtıla, cehâlete ve sahteliklere dayanırlar. Zîrâ
varlıklarını ve hayâtiyetlerini “hakîkate karşı bâtılı ve sahteyi ortaya
koymakla ve hâkim kılmakla” sağlarlar ve sürdürürler. Halkın bunu kabûl
edebilmesi ve bu yolda kalabilmesi için ise, bâtıl olan şeyi hakîkate karşı
kullanırlar ve bâtılı hep hak ile karıştırdıkları için, küçük ve geçici bâzı
başarılar da elde edebildiklerinden dolayı, ortaya koydukları bâtılın hakîkatten
daha doğru, güçlü ve sütün olduğunu söyleyerek ve -sözde- kanıtlayarak insanları
aldatırlar. Bu günümüzde de modern-bilim ve teknoloji ile yapılmaktadır.
Firavun dönemindeki halkın hemen tamâmı, sihirbazlar ve
Hz. Hârûn ile Mûsâ kapışmasında, çok üstün tutukları sihirbazlardan yanaydılar
ve sihirbazların bâriz şekilde üstün geleceğine istisnâsız bir şekilde
inanıyorlardı. Çünkü mûcizeyi bilmiyorlardı. Günümüzde de modern-bilim ve
teknoloji ile bilim-adamları, Firavun’un sihirbazlarından çok daha üstün
tutulmaktadır. Çünkü modern insan da mûcizeyi bilmemekte, meta-fiziği, gaybı ve
mânevî olanı hem bilmemekte hem de ona inanmamaktadır.
Firavun’un sihirbazları ile Hz Mûsâ ve Hârûn’un kapışması
hikâyesi kısaca şöyledir:
“Ey Mûsâ! dediler. ‘Ya sen (âsânı) at veyâ önce
biz atalım’. Dedi ki: ‘Hayır, siz atın’. Sonra hemen (ne görsün), sihirlerinden
dolayı ipleri ve âsâları kendisine gerçekten koşuyormuş gibi göründü. Mûsâ, bu
yüzden kendi içinde bir tür korku duymaya başladı. Korkma dedik. ‘Muhakkak sen
üstün geleceksin’. Sağ elindekini atıver, onların yaptıklarını yutacaktır;
çünkü onların yaptıkları yalnızca bir sihirbaz hîlesidir. Sihirbazlar ise
nereye varsa kurtulamaz. Bunun üzerine büyücüler, secdeye kapandılar: ‘Hârûn’un ve Mûsâ’nın
Rabbine îman ettik’ dediler. (Firavun) dedi ki: ‘Ben size izin vermeden önce O’na
inandınız öyle mi?. Şüphesiz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. O-hâlde ben
de ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarında
sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin azâbı daha şiddetliymiş ve daha
sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız’. Dediler ki: Bize gelen apaçık delillere ve
bizi yaratana seni aslâ tercih edip-seçmeyiz. Neyde hükmünü yürütebileceksen,
durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünyâ-hayâtında hükmünü
yürütebilirsin. Gerçekten biz Rabbimize îman ettik; günahlarımızı ve sihir
dolayısıyla bizi kendisine karşı zorlayarak-sürüklediğin (suçumuzu) bağışlasın.
Allah, daha hayırlıdır ve daha süreklidir” (Tâ-hâ 65-73).
Başka bir pasajda olay bâzı ilâvelerle
şöyle anlatılır:
“Dediler ki: ‘Ey Mûsâ (ilkin) sen mi atmak
istersin, yoksa biz mi atalım?’. (Mûsâ:) ‘Siz atın’ dedi. (Âsâlarını)
atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve
(ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular. Biz de Mûsâ’ya: ‘âsânı fırlat’ diye
vahyettik. (O da fırlatınca) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını
toplayıp yutuyor. Böylece hak yerini buldu, onların bütün yaptıkları geçersiz
kaldı. Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak ters-yüz çevrildiler. Ve
sihirbazlar secdeye kapandılar. ‘Âlemlerin Rabbine îman ettik’ dediler. ‘Mûsâ’nın
ve Hârûn’un Rabbine…’. Firavun: ‘Ben size izin vermeden önce O’na îman ettiniz,
öyle mi?. Mutlakâ bu, halkı burdan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde
plânladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz’.
Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi îdam
edeceğim’. (Onlar da:) ‘biz de şüphesiz
Rabbimize döneceğiz’ dediler” (A’raf
115-125).
Görüldüğü gibi, kapışma için halk
büyük bir kalabalık ile toplanmıştır ve hem halkın hem de Firavun’un, o dönemin
bilim-adamları olan sihirbazların yaptığı bilimin yada diğer adıyla sihrin
üstün geleceğine inançları kesin ve tamdır. Tabi sünnetullah ve imtihan
gereğince bâtılın daha doğrusu hak karıştırılmış bâtılın da bir etkisi ve gücü
vardır ve de insanları büyüleyebilmekte ve etkileyebilmektedir. Bu nedenle
sihirbazlar, söylendiğine göre içine civa koyulmuş olan ustaca yaptıkları yılan
görünümündeki iplerini ortaya attıklarında, sıcak ve ısı nedeniyle genişleyen
civanın etkisiyle ipler harekete geçmiş ve sanki yılanlar karşıdaki insanlara
doğru koşuyor gibi bir görüntü ortaya çıkmıştır. Bu yapılan şey çok ustaca
yapıldığı için Hz. Mûsâ bile bundan bir-anlığına ve geçici olarak etkilenmiş ve
içinde bir ürperti duymuştur. Bu günümüzde bilim-adamlarının yaptığı, gerçekçi
teknolojik ürünler ile de yapılmaktadır.
Tam o-anda Allah, Hz. Mûsâ’ya “âsânı
fırlat” deyince ve o da bırakınca, bakıldığında kuru bir değnek olduğundan hiç
kuşku duyulmayacak olan âsânın, mûcize nedeniyle büyük ve gerçek bir yılana
dönerek sihirbazların sahte yılanlarını yâni hîlelerini yutuverdiği görüldü.
Tabi tüm halk ve Firavun dehşete düştüler ve çok büyük bir şaşkınlık yaşadılar.
Fakat en büyük şaşkınlığı sihirbazlar yâni o dönmemin bilim-adamları yaşadı. Çünkü
âsâ ile ortaya konanın sihir yada bilim olmadığını ve çok daha üstün bir şey
olduğunu hemen anlayıverdiler. Tabi bunu oradaki tüm sihirbazlar anlasa da,
herek Firavun’un korkusundan gerekse inat nedeniyle hepsi aynı tepkiyi
göstermedi ve îmân yanaşmadı. Zâten Firavun da, îman eden sihirbazları tehdit
etti ve iftirâ atarak “Şüphesiz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür”
dedi. Firavun’un böyle
demesi, meydanda Hz. Mûsâ ve Hârûn’un ortaya koyduğu şeyin, îmânı gerektiren
olağan-üstü bir şey değil de, “daha üstün bir sihir yâni üst-düzey bilim ve
teknoloji” olduğunu göstermekti. Çünkü aksi-hâlde ortaya konulan şeyin bir mûcize
olduğunu kabûl edip îman etmesi gerekecekti. Üstelik kendisinden başkasına
edilecek îmânı engellemek için işkence ve ölüm tehditleri savurdu. Fakat Hz.
Mûsâ ve Hârûn’un gösterdikleri şeyin sihir yâni bilim-teknoloji olmadığını ve
îmânı gerektiren olağan-üstü bir şey olduğunu hemen anlayarak îman eden
sihirbazlar yâni bilim-adamları geri-adım atmadılar ve îmanlarında sâbit ve
kararlı durdular.
İşte
sihir yada bilim karşısında mûcizenin durumu budur. Mûcize de Allah’ın bir yasasıdır
fakat bu yasanın neliği ve nasıllığı bilinemez. Zîrâ mûcizenin belgesi olmaz.
Mûcizenin neliği ve nasıllığı sâdece Allah’a mâlûmdur.
Şunu da söylemeden
geçmeyelim ki, nasıl ki Firavun’un sihirbazları o zamânın pagan dînin
din-adamları ise, günümüzde de bilim-adamları, modern Firavunların pagan
dinlerinin din-adamlarıdırlar ve -istisnâlar hâriç-sürekli olarak şirk ve küfür
sistemini ayakta tutmak için çalışırlar. Firavun’un sihirbazları yâni
bilim-adamları nasıl ki yapacaklarını Firavun adına yapmışlar ve iplerini
atarken “Firavun’un izzeti” adına atmışlarsa, günümüzde de bilim-adamları yâni
modern sihirbazlar, yapacakları şeyleri “bismillah” diyerek Allah adına değil
de, modern tâğut ve firavunlar adına yapmakta ve onların adını anmaktadırlar.
Mûcize, olağan-dışı bir şeydir. Olağan olsaydı anlam
verebilirdik. Fakat biz çapımızın ve aklımızın yetersizliğinden dolayı
mûcizelere anlam veremiyoruz ve hiç-bir zaman da veremeyeceğiz. Çünkü mûcize “âciz
bırakan” demek olup, olağan olduğu hâlde görkem ve ihtişâmı karşısında âciz
kalınan şeydir/olaydır. Esâsında mûcize, olağan şeyin şiddetli oluş hâlidir.
Olanın, şiddetli bir şekilde olmasıdır. Olanın şiddetli oluşunu daha önce hiç
görmediğimiz için (çünkü oluşta tekrar yoktur) o oluşa anlam veremiyoruz.
“Oluşuna anlam verilemeyen/verilemeyecek olan şey” demektir mûcize. “Aklımızın
ermediği ve hiç-bir zaman da ermeyeceği şey” demektir. Bundan dolayıdır ki
felsefe târihi; filozofların “bir mûcize olarak” yaratılmış olan varlığı net
olarak açıklayamayınca, (çünkü en doğrusunu sâdece Allah bilir) varlığı ya
“mutlak varlık” olarak görmeleri, yada varlığı yok saymalarının târihidir. Aynı
şey modern-bilim ve teknoloji için de geçerlidir. Bilemediği-bulamadığı şeyi
yok sayarlar.
Şüphesiz âsâ aracılığı
ile hem Hz. Mûsâ ve Hârûn ile sihirbazlar arasındaki kapışma he de denizin
yarılması mûcizesi yeryüzünde meydana gelmiştir ve tabiatta vukû bulmuş bir
tabiat-üstü olaydır. Kur’ân’ın belirttiği gibi, Allah’ın vahyi ve emri üzerine
Hz. Mûsâ’nın âsâsını denize vurması ile birlikte deniz iki tarafta koca dağlar
büyüklüğünde ayrılmış ve isrâiloğulları tamâmen karşıya geçinceye kadar kupkuru
bir yol olma hâlini muhâfaza etmiştir. Bu îtibarla olayın bir tesâdüfe
bağlanarak, o-anda o mahâlde meydana gelen volkanik bir hadiseyle îzâhı mümkün
görülemez.
Mûcizeler anlık ve tekrarlanmayacak olan olağan-üstü olaylardır.
Bu nedenle mûcizeler hiç-bir zaman tekrar etmez ve insanlar
tarafından taklit edilemez. Meselâ Hz. Îsâ’nın, körü mûcizeyle iyileştirmesi
gibi, gelişen tıp yoluyla bir körün de iyileştirilmesi hiç-bir zaman mümkün olmayacaktır.
Bu nedenle “bilim ve teknoloji geliştikçe mûcizeler tekrarlanabilir hâle
gelecektir” sözü boş bir temenniden öteye gidemez. Çünkü böyle bir şey mûcizeyi anlamsızlaştırır, mûcizeyi “mûcize”
olmaktan çıkarır ki bâzıları bilim ile mûcize benzeri şeyler yapılabildiği için
mûcizeyi inkâr etmektedir. Bilimin yaptıkları ile sihirin yaptıkları şeyler,
illüzyon olmak bakımından aynıdır ve bâzen sihir-bilim-teknoloji ile yapılan
şeyler insanı hayrete düşürüp bir süreliğine ortaya konan şeyi olağan-üstü gibi
gösterebilir. Fakat dikkatle bakıldığında ve araştırıldığında “açıklaması
yapılabilecek basit bir şey olduğu kısa zamanda anlaşılır ve görülür. Oysa
mûcizeler öyle değildir ve hiç-bir zaman açıklaması yapılamaz ve zâten binlerce
yıldır mûcizelerin neliği ve nasıllığı hakkında iknâ edici bir açıklamanın
yapılamamasının ve mûcizenin ne olduğunun anlaşılamamasının nedeni budur.
Mûcizelerin ne olduğunun bir açıklaması yapılmaya kalkıldığında ise, ancak
komik, gülünç ve absürt açıklamaların yapıldığı görülür.
Sihire ve bilime olan güvende telkinin çok etkisi de
vardır. İnsanlar ön-yargı ile sihre ve bilime o kadar inanıp-güvenirler ki,
onları yanılmaz ve şaşmaz doğrular ve kesinlikler olarak kabûl ederler. Tâ ki
karşılarına bir “mûcize” çıkana kadar. Bu mûcize günümüzde, kıyâmete kadar
geçerli olan Kur’ân-ı Kerîm’dir. Zîrâ Kur’ân da gayb olduğu için, içeriği
anlaşılabilir ve uygulanabilir olsa da neliği idrâk edilemeyen ve edilemeyecek
olan şeydir.
Sihir-bilim ve mûcize
ayrımı yapamayanlar mûcizeyi inkâr ederler. Çünkü mûcizeden sonra da îman
gerçekleşemeyebilir. Bir yazıda bu konuda şunlar söylenir:
“Zîrâ, getirilen yeni prensipler olan hakîki îman-esasları karşısında;
yaşanan hayat ve onun dayandığı prensipler vardır. Bunlar küfre ve zulme dayalı
olsa da, mevcut hayâtın yürümesini sağlamaktadırlar. Ayrıca bunlara karşı
çıkmanın çok sert müeyyideleri vardır. Bu-bakımdan, çoğu-kez bir tebliğ
hareketinde bu merhâlenin tüm toplum bakımından aşılması çok uzun süre almakta,
yahut da aşılması mümkün olamamaktadır. Bu durumda hakka dayalı fakat henüz
hayatta tümüyle geçerlilik kazanamamış esaslara bağlananların oradan
hicretleri, kalanların ise kendi problemleri içerisinde yok olmaları süreci
yaşanmaktadır.
Hz. Mûsâ’nın (as) ortaya koydukları hakkında da bu mekanizmanın
çalıştığı görülüyor. Getirdiği esaslar ve delillerinin son derece açık ve
gerçek olmaları hem mukallitler ve hem de muhakkikler nazarında tebellür
etmesine rağmen, fiil anlamda Hz. Mûsâ’ya (as) ancak az bir topluluğun îman
ettiği biliniyor. Kur’ân’da, ‘Hz. Mûsâ’ya ancak, Firavun ve yanındakilerden
sâdece az bir kesimin îman ettiği söylenir.
Sonuç olarak ortaya konulmak istenen husus ise; insanların kral, Firavun
yâhut sihirbaz olsalar da güçlerinin sınırlı olduğunun tebellür etmesidir. Bu
yolla, bunların güçlerinin sınırsız olduğunu zannederek onları rab edinenlere
boyun eğerek onlardan gelen her türlü zulüm ve zorbalığa râzı olanlara,
hakîkatin gösterilmesi hedeflenir”.
Hem sihirbazların yâni o zamanki bilim-adamlarının teknolojik
üretimlerinin sergilenmesi hem de Hz. Mûsâ’nın gösterdiği mûcize binlerce
kişinin karşısında ve apaçık görecekleri şekilde yapılmıştı ama çok az kişi
hâriç toplu îman etmeler görülmedi.
Benzer bir mûcize günümüzde Gazze’de yaşanmaktadır ama
müslüman coğrafya dâhil Dünyâ’da toplu îman etmeler yaşanmamaktadır.
Modern-bilim ve teknolojinin yâni modern sihrin “en üstün” silahlarına karşı,
görünüşte basit yapılar olan tüneller mûcizenin ta kendisidir. Tüneller, modern
dünyânın en üstün silahlarına ve ordularına karşı gâlip gelmiştir ve tüneller,
onların modern-bilim ve teknolojik üstün silahlarını ve bombalarını
yutuvermiştir. .
Tâğutlar ve modern
firavunlar, mûcizeler karşısında yenildiklerinde Firavun gibi hep vatan-hainliğini
öne sürmüşlerdir.
Şu da var ki, peygamberlerin her
yaptıklarını “mûcize” zannedenler, onların gösterdiği “üstün gayret”i yok
sayıyorlar demektir.
Evet; teslimiyetten (îman) doğan basit araçlar, teknolojinin
üstün araçlarını alt edebilir. Bunun en iyi örneği, Firavun’un sihirbazlarının yâni
bilim-adamlarının üstün teknolojik araçlarının, Hz. Mûsâ’nın “âsâ”sı tarafından
yok edilmesidir. Şu da unutulmamalıdır ki, basit araçlarla gâlip gelmek târihte
kalmış şeyler değildir. Önemli olan Allah’ın rızâsını kazanmak ve O’nun
yardımını celb-edebilmektir. Zîrâ Allah’ın yardım ettikleri mutlakâ gâlip
gelirler.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder