9 Aralık 2024 Pazartesi

Sihir, Bilim ve Mûcize

 

“Mûsâ: ‘Size hak geldiğinde (böyle) mi söylersiniz?. Bu bir sihir midir?. Oysa sihirbazlar, kurtuluşa ermezler’ dedi” (Yûnus 77).

 

“Onların çoğunluğu zandan (kuruntu) başkasına uymaz. Gerçekten zan ise, haktan hiç-bir şeyi sağlayamaz. Şüphesiz Allah, onların işlemekte olduklarını bilendir” (Yûnus 36).

 

“Onlar, ‘ona Rabbinden mûcizevî bir belge indirilmesi gerekmez miydi?’ derler. De ki: Allah her türlü mûcizevî belgeyi indirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu bunun bilincinde değildirler” (En-âm 37).

 

Sihir: Büyü. Sebebi ve kaynağı gizli durum, göz-bağcılık. Arapça shr kökünden gelen sihr, “büyü, sihir” demektir. Bu sözcük Akatça sâ’iru; “büyücü, sihirbaz” sözcüğü ile eş-kökenlidir.

 

Bilim: “Evrenin bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi”.

 

Mûcize: “İnsanları hayrân bırakan, tabiat-üstü sayılan olay. İnsan-aklının alamayacağı olay”. Arapça acz kökünden gelen mu’ciza(t), “âciz bırakan şey” demektir. İslâm inancında “peygamberlere mahsus olan doğa-üstü eylem”. Bu sözcük Arapça “âciza”, “âciz idi” demektir. Mûcize “aklı âciz bırakan” demektir. Zîrâ mûcizeler, aklın değil, îmânın konusudur.

 

Bugün bilim yada modern-bilim denilen şeye eskiden sihir denirdi. Sihirbazlar bugünün bilim-adamlarıdırlar. Meselâ Firavun’un sihirbazları, Firavun’un isteğine göre iş yapan, o’nun pagan sistemini meşrûlaştırmak için işler yapan bilim-adamlarıydılar. Zâten Hz. Mûsâ’ya karşı oraya koydukları sihir de, şimdiki illüzyonistlerin yaptığı gibi, ilk bakışta anlaşılamayan ve bu yüzden halkın gözünü boyayan teknolojik îcatlardır. Günümüzün sihirbazları olan bilim-adamları bunu bugün, bilgisayarlar ve modern teknik cihazlarla yapmaktadırlar.

 

Sihirbazların yaptıkları ile bilim-adamlarının yaptıkları arasında fark yoktur. İkisi kesim de aynı yöntemi kullanırlar. İkisi de maddenin özelliklerini kullanarak yeni teknolojik şeyler îcât ederler. Bilim-adamlarının sihirbazlardan farkları, daha geniş alanda çalışırlar ve çok daha fazla açıklamalar yaparlar. Modernizm ile birlikte modern insan, günümüzde meta-fizikten, mânevî olandan ve gaybtan uzaklaşıp kopmuş olduğu için, bir şeyin açıklamasının ancak madde ve eşyâ ile, insan ve akıl tarafından yapıldığında iknâ olup kabûl edebildiği için, bilim-adamlarının açıklamalarını kesin gerçek olarak görürken, üretilen teknolojik ürünleri de gelişmişlik olarak kabûl eder. Oysa modern-bilimin ve bilim-adamlarının yaptığı açıklamalar bugün başka bir şeyken, kısa-süre sonra ise bambaşka olur ve ortaya atılan teoriler de kısa-zaman sonra, yerine yenisi üretilip-konulduğu için çöpe gider. Çünkü aynen Firavun’un sihirbazlarının ortaya attıkları şeyler gibi, mûcizeler karşısında yenilip-yutulur ve yok-olup gider. Zîrâ yaratılmış olan tüm kâinât ve madde/eşyâ mûcizedir ve içinde sihir yada bilim adına ortaya konan sahtelikleri hemen ifşâ eder ve eritip yok eder.

 

Sihirbazlarla bilim-adamlarının ortak yanları, ikisinin de tâğutların açtığı alanda ve onlar için çalışmaları ve insanları hakîkatten uzak tutarak tâğutun yoluna sokarak, geçici, eksik ve yanlış olana dayanmalarını sağlamaktır. Çünkü hakîkatin karşısında ancak zan ve sahtelikler vardır ki, Firavun ve “kendilerinde Allah gibi güç olduğunu zanneden” tüm tâğutlar, hakîkate değil de bâtıla, cehâlete ve sahteliklere dayanırlar. Zîrâ varlıklarını ve hayâtiyetlerini “hakîkate karşı bâtılı ve sahteyi ortaya koymakla ve hâkim kılmakla” sağlarlar ve sürdürürler. Halkın bunu kabûl edebilmesi ve bu yolda kalabilmesi için ise, bâtıl olan şeyi hakîkate karşı kullanırlar ve bâtılı hep hak ile karıştırdıkları için, küçük ve geçici bâzı başarılar da elde edebildiklerinden dolayı, ortaya koydukları bâtılın hakîkatten daha doğru, güçlü ve sütün olduğunu söyleyerek ve -sözde- kanıtlayarak insanları aldatırlar. Bu günümüzde de modern-bilim ve teknoloji ile yapılmaktadır.

 

Firavun dönemindeki halkın hemen tamâmı, sihirbazlar ve Hz. Hârûn ile Mûsâ kapışmasında, çok üstün tutukları sihirbazlardan yanaydılar ve sihirbazların bâriz şekilde üstün geleceğine istisnâsız bir şekilde inanıyorlardı. Çünkü mûcizeyi bilmiyorlardı. Günümüzde de modern-bilim ve teknoloji ile bilim-adamları, Firavun’un sihirbazlarından çok daha üstün tutulmaktadır. Çünkü modern insan da mûcizeyi bilmemekte, meta-fiziği, gaybı ve mânevî olanı hem bilmemekte hem de ona inanmamaktadır.

 

Firavun’un sihirbazları ile Hz Mûsâ ve Hârûn’un kapışması hikâyesi kısaca şöyledir:

 

Ey Mûsâ! dediler. ‘Ya sen (âsânı) at veyâ önce biz atalım’. Dedi ki: ‘Hayır, siz atın’. Sonra hemen (ne görsün), sihirlerinden dolayı ipleri ve âsâları kendisine gerçekten koşuyormuş gibi göründü. Mûsâ, bu yüzden kendi içinde bir tür korku duymaya başladı. Korkma dedik. ‘Muhakkak sen üstün geleceksin’. Sağ elindekini atıver, onların yaptıklarını yutacaktır; çünkü onların yaptıkları yalnızca bir sihirbaz hîlesidir. Sihirbazlar ise nereye varsa kurtulamaz. Bunun üzerine büyücüler, secdeye kapandılar: ‘Hârûn’un ve Mûsâ’nın Rabbine îman ettik’ dediler. (Firavun) dedi ki: ‘Ben size izin vermeden önce O’na inandınız öyle mi?. Şüphesiz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür. O-hâlde ben de ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz olarak keseceğim ve sizi hurma dallarında sallandıracağım. Siz de elbette, hangimizin azâbı daha şiddetliymiş ve daha sürekliymiş öğrenmiş olacaksınız’. Dediler ki: Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni aslâ tercih edip-seçmeyiz. Neyde hükmünü yürütebileceksen, durmaksızın hükmünü yürüt; sen, yalnızca bu dünyâ-hayâtında hükmünü yürütebilirsin. Gerçekten biz Rabbimize îman ettik; günahlarımızı ve sihir dolayısıyla bizi kendisine karşı zorlayarak-sürüklediğin (suçumuzu) bağışlasın. Allah, daha hayırlıdır ve daha süreklidir” (Tâ-hâ 65-73).

Başka bir pasajda olay bâzı ilâvelerle şöyle anlatılır:

 

“Dediler ki: ‘Ey Mûsâ (ilkin) sen mi atmak istersin, yoksa biz mi atalım?’. (Mûsâ:) ‘Siz atın’ dedi. (Âsâlarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular. Biz de Mûsâ’ya: ‘âsânı fırlat’ diye vahyettik. (O da fırlatınca) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını toplayıp yutuyor. Böylece hak yerini buldu, onların bütün yaptıkları geçersiz kaldı. Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak ters-yüz çevrildiler. Ve sihirbazlar secdeye kapandılar. ‘Âlemlerin Rabbine îman ettik’ dediler. ‘Mûsâ’nın ve Hârûn’un Rabbine…’. Firavun: ‘Ben size izin vermeden önce O’na îman ettiniz, öyle mi?. Mutlakâ bu, halkı burdan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde plânladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz’. Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi îdam edeceğim’.  (Onlar da:) ‘biz de şüphesiz Rabbimize döneceğiz’ dediler” (A’raf 115-125).

 

Görüldüğü gibi, kapışma için halk büyük bir kalabalık ile toplanmıştır ve hem halkın hem de Firavun’un, o dönemin bilim-adamları olan sihirbazların yaptığı bilimin yada diğer adıyla sihrin üstün geleceğine inançları kesin ve tamdır. Tabi sünnetullah ve imtihan gereğince bâtılın daha doğrusu hak karıştırılmış bâtılın da bir etkisi ve gücü vardır ve de insanları büyüleyebilmekte ve etkileyebilmektedir. Bu nedenle sihirbazlar, söylendiğine göre içine civa koyulmuş olan ustaca yaptıkları yılan görünümündeki iplerini ortaya attıklarında, sıcak ve ısı nedeniyle genişleyen civanın etkisiyle ipler harekete geçmiş ve sanki yılanlar karşıdaki insanlara doğru koşuyor gibi bir görüntü ortaya çıkmıştır. Bu yapılan şey çok ustaca yapıldığı için Hz. Mûsâ bile bundan bir-anlığına ve geçici olarak etkilenmiş ve içinde bir ürperti duymuştur. Bu günümüzde bilim-adamlarının yaptığı, gerçekçi teknolojik ürünler ile de yapılmaktadır.

 

Tam o-anda Allah, Hz. Mûsâ’ya “âsânı fırlat” deyince ve o da bırakınca, bakıldığında kuru bir değnek olduğundan hiç kuşku duyulmayacak olan âsânın, mûcize nedeniyle büyük ve gerçek bir yılana dönerek sihirbazların sahte yılanlarını yâni hîlelerini yutuverdiği görüldü. Tabi tüm halk ve Firavun dehşete düştüler ve çok büyük bir şaşkınlık yaşadılar. Fakat en büyük şaşkınlığı sihirbazlar yâni o dönmemin bilim-adamları yaşadı. Çünkü âsâ ile ortaya konanın sihir yada bilim olmadığını ve çok daha üstün bir şey olduğunu hemen anlayıverdiler. Tabi bunu oradaki tüm sihirbazlar anlasa da, herek Firavun’un korkusundan gerekse inat nedeniyle hepsi aynı tepkiyi göstermedi ve îmân yanaşmadı. Zâten Firavun da, îman eden sihirbazları tehdit etti ve iftirâ atarak “Şüphesiz o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür” dedi. Firavun’un böyle demesi, meydanda Hz. Mûsâ ve Hârûn’un ortaya koyduğu şeyin, îmânı gerektiren olağan-üstü bir şey değil de, “daha üstün bir sihir yâni üst-düzey bilim ve teknoloji” olduğunu göstermekti. Çünkü aksi-hâlde ortaya konulan şeyin bir mûcize olduğunu kabûl edip îman etmesi gerekecekti. Üstelik kendisinden başkasına edilecek îmânı engellemek için işkence ve ölüm tehditleri savurdu. Fakat Hz. Mûsâ ve Hârûn’un gösterdikleri şeyin sihir yâni bilim-teknoloji olmadığını ve îmânı gerektiren olağan-üstü bir şey olduğunu hemen anlayarak îman eden sihirbazlar yâni bilim-adamları geri-adım atmadılar ve îmanlarında sâbit ve kararlı durdular.

 

İşte sihir yada bilim karşısında mûcizenin durumu budur. Mûcize de Allah’ın bir yasasıdır fakat bu yasanın neliği ve nasıllığı bilinemez. Zîrâ mûcizenin belgesi olmaz. Mûcizenin neliği ve nasıllığı sâdece Allah’a mâlûmdur.

 

Şunu da söylemeden geçmeyelim ki, nasıl ki Firavun’un sihirbazları o zamânın pagan dînin din-adamları ise, günümüzde de bilim-adamları, modern Firavunların pagan dinlerinin din-adamlarıdırlar ve -istisnâlar hâriç-sürekli olarak şirk ve küfür sistemini ayakta tutmak için çalışırlar. Firavun’un sihirbazları yâni bilim-adamları nasıl ki yapacaklarını Firavun adına yapmışlar ve iplerini atarken “Firavun’un izzeti” adına atmışlarsa, günümüzde de bilim-adamları yâni modern sihirbazlar, yapacakları şeyleri “bismillah” diyerek Allah adına değil de, modern tâğut ve firavunlar adına yapmakta ve onların adını anmaktadırlar.

 

Mûcize, olağan-dışı bir şeydir. Olağan olsaydı anlam verebilirdik. Fakat biz çapımızın ve aklımızın yetersizliğinden dolayı mûcizelere anlam veremiyoruz ve hiç-bir zaman da veremeyeceğiz. Çünkü mûcize “âciz bırakan” demek olup, olağan olduğu hâlde görkem ve ihtişâmı karşısında âciz kalınan şeydir/olaydır. Esâsında mûcize, olağan şeyin şiddetli oluş hâlidir. Olanın, şiddetli bir şekilde olmasıdır. Olanın şiddetli oluşunu daha önce hiç görmediğimiz için (çünkü oluşta tekrar yoktur) o oluşa anlam veremiyoruz. “Oluşuna anlam verilemeyen/verilemeyecek olan şey” demektir mûcize. “Aklımızın ermediği ve hiç-bir zaman da ermeyeceği şey” demektir. Bundan dolayıdır ki felsefe târihi; filozofların “bir mûcize olarak” yaratılmış olan varlığı net olarak açıklayamayınca, (çünkü en doğrusunu sâdece Allah bilir) varlığı ya “mutlak varlık” olarak görmeleri, yada varlığı yok saymalarının târihidir. Aynı şey modern-bilim ve teknoloji için de geçerlidir. Bilemediği-bulamadığı şeyi yok sayarlar.

 

Şüphesiz âsâ aracılığı ile hem Hz. Mûsâ ve Hârûn ile sihirbazlar arasındaki kapışma he de denizin yarılması mûcizesi yeryüzünde meydana gelmiştir ve tabiatta vukû bulmuş bir tabiat-üstü olaydır. Kur’ân’ın belirttiği gibi, Allah’ın vahyi ve emri üzerine Hz. Mûsâ’nın âsâsını denize vurması ile birlikte deniz iki tarafta koca dağlar büyüklüğünde ayrılmış ve isrâiloğulları tamâmen karşıya geçinceye kadar kupkuru bir yol olma hâlini muhâfaza etmiştir. Bu îtibarla olayın bir tesâdüfe bağlanarak, o-anda o mahâlde meydana gelen volkanik bir hadiseyle îzâhı mümkün görülemez.

 

Mûcizeler anlık ve tekrarlanmayacak olan olağan-üstü olaylardır. Bu nedenle mûcizeler hiç-bir zaman tekrar etmez ve insanlar tarafından taklit edilemez. Meselâ Hz. Îsâ’nın, körü mûcizeyle iyileştirmesi gibi, gelişen tıp yoluyla bir körün de iyileştirilmesi hiç-bir zaman mümkün olmayacaktır. Bu nedenle “bilim ve teknoloji geliştikçe mûcizeler tekrarlanabilir hâle gelecektir” sözü boş bir temenniden öteye gidemez. Çünkü böyle bir şey  mûcizeyi anlamsızlaştırır, mûcizeyi “mûcize” olmaktan çıkarır ki bâzıları bilim ile mûcize benzeri şeyler yapılabildiği için mûcizeyi inkâr etmektedir. Bilimin yaptıkları ile sihirin yaptıkları şeyler, illüzyon olmak bakımından aynıdır ve bâzen sihir-bilim-teknoloji ile yapılan şeyler insanı hayrete düşürüp bir süreliğine ortaya konan şeyi olağan-üstü gibi gösterebilir. Fakat dikkatle bakıldığında ve araştırıldığında “açıklaması yapılabilecek basit bir şey olduğu kısa zamanda anlaşılır ve görülür. Oysa mûcizeler öyle değildir ve hiç-bir zaman açıklaması yapılamaz ve zâten binlerce yıldır mûcizelerin neliği ve nasıllığı hakkında iknâ edici bir açıklamanın yapılamamasının ve mûcizenin ne olduğunun anlaşılamamasının nedeni budur. Mûcizelerin ne olduğunun bir açıklaması yapılmaya kalkıldığında ise, ancak komik, gülünç ve absürt açıklamaların yapıldığı görülür.

 

Sihire ve bilime olan güvende telkinin çok etkisi de vardır. İnsanlar ön-yargı ile sihre ve bilime o kadar inanıp-güvenirler ki, onları yanılmaz ve şaşmaz doğrular ve kesinlikler olarak kabûl ederler. Tâ ki karşılarına bir “mûcize” çıkana kadar. Bu mûcize günümüzde, kıyâmete kadar geçerli olan Kur’ân-ı Kerîm’dir. Zîrâ Kur’ân da gayb olduğu için, içeriği anlaşılabilir ve uygulanabilir olsa da neliği idrâk edilemeyen ve edilemeyecek olan şeydir.

 

Sihir-bilim ve mûcize ayrımı yapamayanlar mûcizeyi inkâr ederler. Çünkü mûcizeden sonra da îman gerçekleşemeyebilir. Bir yazıda bu konuda şunlar söylenir:

 

“Zîrâ, getirilen yeni prensipler olan hakîki îman-esasları karşısında; yaşanan hayat ve onun dayandığı prensipler vardır. Bunlar küfre ve zulme dayalı olsa da, mevcut hayâtın yürümesini sağlamaktadırlar. Ayrıca bunlara karşı çıkmanın çok sert müeyyideleri vardır. Bu-bakımdan, çoğu-kez bir tebliğ hareketinde bu merhâlenin tüm toplum bakımından aşılması çok uzun süre almakta, yahut da aşılması mümkün olamamaktadır. Bu durumda hakka dayalı fakat henüz hayatta tümüyle geçerlilik kazanamamış esaslara bağlananların oradan hicretleri, kalanların ise kendi problemleri içerisinde yok olmaları süreci yaşanmaktadır.

 

Hz. Mûsâ’nın (as) ortaya koydukları hakkında da bu mekanizmanın çalıştığı görülüyor. Getirdiği esaslar ve delillerinin son derece açık ve gerçek olmaları hem mukallitler ve hem de muhakkikler nazarında tebellür etmesine rağmen, fiil anlamda Hz. Mûsâ’ya (as) ancak az bir topluluğun îman ettiği biliniyor. Kur’ân’da, ‘Hz. Mûsâ’ya ancak, Firavun ve yanındakilerden sâdece az bir kesimin îman ettiği söylenir.

 

Sonuç olarak ortaya konulmak istenen husus ise; insanların kral, Firavun yâhut sihirbaz olsalar da güçlerinin sınırlı olduğunun tebellür etmesidir. Bu yolla, bunların güçlerinin sınırsız olduğunu zannederek onları rab edinenlere boyun eğerek onlardan gelen her türlü zulüm ve zorbalığa râzı olanlara, hakîkatin gösterilmesi hedeflenir”.

 

Hem sihirbazların yâni o zamanki bilim-adamlarının teknolojik üretimlerinin sergilenmesi hem de Hz. Mûsâ’nın gösterdiği mûcize binlerce kişinin karşısında ve apaçık görecekleri şekilde yapılmıştı ama çok az kişi hâriç toplu îman etmeler görülmedi.

 

Benzer bir mûcize günümüzde Gazze’de yaşanmaktadır ama müslüman coğrafya dâhil Dünyâ’da toplu îman etmeler yaşanmamaktadır. Modern-bilim ve teknolojinin yâni modern sihrin “en üstün” silahlarına karşı, görünüşte basit yapılar olan tüneller mûcizenin ta kendisidir. Tüneller, modern dünyânın en üstün silahlarına ve ordularına karşı gâlip gelmiştir ve tüneller, onların modern-bilim ve teknolojik üstün silahlarını ve bombalarını yutuvermiştir. .

 

Tâğutlar ve modern firavunlar, mûcizeler karşısında yenildiklerinde Firavun gibi hep vatan-hainliğini öne sürmüşlerdir.

 

Şu da var ki, peygamberlerin her yaptıklarını “mûcize” zannedenler, onların gösterdiği “üstün gayret”i yok sayıyorlar demektir.

 

Evet; teslimiyetten (îman) doğan basit araçlar, teknolojinin üstün araçlarını alt edebilir. Bunun en iyi örneği, Firavun’un sihirbazlarının yâni bilim-adamlarının üstün teknolojik araçlarının, Hz. Mûsâ’nın “âsâ”sı tarafından yok edilmesidir. Şu da unutulmamalıdır ki, basit araçlarla gâlip gelmek târihte kalmış şeyler değildir. Önemli olan Allah’ın rızâsını kazanmak ve O’nun yardımını celb-edebilmektir. Zîrâ Allah’ın yardım ettikleri mutlakâ gâlip gelirler. 

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2024

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder