7 Aralık 2024 Cumartesi

İlim-İrfan Sâhibi Olmak

 

“Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz de -onun ardından yedi deniz daha eklenerek- (mürekkep) olsa, yine de Allah'ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphesiz Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sâhibidir” (Lokmân 27)

 

“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resûlü’nde ‘güzel bir örnek’ vardır” (Ahzâb 21).

 

İlim: Arapça “alama”, “bildi, anladı, iz ve işâretleri yorumlayarak bilgiye ulaştı” anlamındadır.

 

İrfan: “Hem öğrenerek hem de yaşayarak bilme ve idrâk etme” demektir. İslâm’ın ilim ve kültürü içinde yaşamanın sonucunda kazanılan sezgi-gücü.

 

Arapça “arf” kökünden gelen irfan, “bilme, bilgi, özellikle pratik bilgi” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça “arafa”, “bildi, tanıdı, ayırt etti” demektir.

 

İlim ile bilim aynı şey değildir. İlim de bilmek demektir ama ilim “sâdece bilmek” demek değildir. İlim, hem rûhun hem de bedenin yâni “maddî olanın bilgisi” demektir. Bilim ise, sâdece maddî olanı bilip kabûl eder ve sâdece maddî olan üzerinde çalışır. Zâten maddî olmayan meta-fizik alanı yok sayar. Tabi modern-bilimin meta-fizik alanı yok sayması, mânevî olanın yok olduğu anlamına gelmez. Mânevi olan, hakîkatin ta kendisidir ve hattâ mânevi olan, maddî olana göre daha gerçektir. Bu gerçeklik, ilim-irfan sâhipleri için çok açıktır.

 

Bahsettiğimiz ilim “vahiy-merkezli idrâk” demek olduğu gibi, irfan da yine “vahiy-merkezli idrâk ile yaşamak” demektir. Yoksa “ilim” derken modern-seküler modern-bilimden ve irfan derken de tasavvufun tanımladığı fanteziden bahsetmiyoruz. Tasavvufun tanımına göre irfan; “Allah ve O’nun sıfatları, fiilleri, isimleri ve tecellileri hakkında mânevî tecrübeyle doğrudan elde edilen bilgi” demektir ama bu tanım kesin olarak yanlıştır. Hattâ irfan, bu tanımın dediğin tam-aksine, doğrudan elde edilen değil, çaba ve gayretle zaman içinde elde edilen idrâk ve sezgi gücüdür. Tasavvufçular her-şeyi bedâvadan elde etme isteğinde oldukları için, irfâna da bir-anda ve hiç-bir çaba göstermeden sâhip olunacağını zannetmektedir.   

 

İlim olmadan irfan olmaz, irfan olmadıkça da ilim tamamlanmaz ve anlamını bulmaz. İlim ve irfan, Kur’ân ve Sünnet gibidir yada tam da odur. Buna göre ilim-irfan sâhibi olmak, “bilgi-bilinç ve amel-eylem hâlinde olmak” demektir. İlim nasıl ki oturup durulan yerde elde edilmiyorsa, irfan da öyledir.

 

Mistikler ve tasavvufçular hep irfancı çizgiden bahsederler. Meselâ Endülüs’te Pisagor’cu hermetik irfan okulunun hocaları elinde yetişmiş olan Muhyiddin-i Arâbi irfandan bahseder (Mîr’at’ül-İrfan) ama İslâm’daki irfan o değildir. Zâten kitapta bahsedilenler de zırvalıktan başka bir şey değildir. Kanımca tasavvufun bahsettiği ve tanımladığı irfan, İslâm’daki irfanı blôke edip yok etmek için uydurulmuş bir zırvalıktır.

 

Bâzı haklı nedenlerle yapılan eleştirilerin sonucunda ortaya çıkan irfan bilgi-sistemi ise, bâzı doğruları ve iyilikleri olmasına rağmen genelde İslâm anlayışına uzak bir sistemdir ve daha çok tahrif olmuş gayr-ı İslâmî dinlere yakındır. Yâni küçük bâzı yararlarından çok genelde bozucu, zarar verici olmuştur.

 

Bu-bağlamda “Anadolu İrfanı” gibi tanımlamalar ve yönlendirmeler de bâtıldır. İslâm’da bir irfan varsa bu Kur’ân irfânıdır ki Peygamberimiz ve sahabe, ilim-irfan-sâhibi insanlardır. Tasavvuf-öncesi bir irfan-kuşağı vardı ve bu kuşak tamâmıyla Kur’ân’dan besleniyordu, mistisizm ile alâkası yoktu. Sonradan başka-başka irfanlar ortaya çıktı. Temelde ise iki çeşit irfâniyet vardır. Biri Mısır din ve öğretileri başta olmak çeşitli din ve öğretilerden alınmış ve sentezlenmiş irfâniyet ve ikincisi ise İslâm irfâniyetidir ki Sünnet ile tezâhür eder. Zîrâ Sünnet aslında, sâdece okuyarak değil, “okuyarak ve yaşayarak öğrenmek” demektir. Allah bu örnekliğe “güzel örneklik” der. Zâten peygamberler böyle örneklikler ortaya koysunlar diye gönderilmişlerdir.

 

Anadolu İrfânı diyerek “yeniden Anadolu İrfânına dönmek”ten bahsediyorlar. Bu-bağlamda Mevlana, Yesevi, Yûnus Emre Hacı Bektaş vs. gündeme getiriliyor ve onlardan çokça bahsediliyor. Bu, “Türkiye’nin yüzünü batı’ya ve kendi millî özlerine dönmesinin” sonucunda, doğu’dan, Îran’dan ve Araplardan uzaklaşmak ve kopmanın sonucunda, kendisinden söz edilecek, örnek gösterilecek ve dayanılacak dayanaklar ortaya koyma çabasından başkası değildir. Zâten Yesevi, Yûnus Emre falan Cumhûriyetten önce pek bilinen ve tanınan kişiler değildi ve yalnızca uzmanlar bilip-tanıyorlardı. Bu kişilerin divanlarının yayınlanmasından sonra tanınmaya başladılar ve zamanla çokça bahsedildiği ve övüldüğü için herkes tarafından tanınması sağlandı. Bu bir noktadan sonra Mevlana ve Hacı Bektaş için bile geçerlidir.   

 

Mü’minler için yeniden dönülmesi gereken şey Kur’ân ve Sünnet’tir. Yoksa yeniden dönülmesi gereken nokta Mevlâna, Yûnus, Yesevi vs. değildir. İslâm’ın irfânı Sünnet ile açığa çıkar, tasavvufla değil. Tasavvuf, belli bir seviyede ve belli bir süreliğine irfânı açığa çıkarsa da, en sonunda bâtıla kayma potansiyeli nedeniyle tasavvuf irfânı da ifsâd edicidir. Sünnet ise “güzel örnekliği” ile tüm zamanlarda ve mekânlarda örnekliğini yeniler.

 

Tasavvufta ve târikatta bahsedilen irfan İslâm irfânı değildir. Çünkü bu irfâniyette “hiç-bir çaba göstermeden bilme” vardır. Oysa İslâm irfâniyeti büyük bir gayret ver çabanın sonucunda ulaşılan ve elde edilen bilgidir ki kişiye hem sorumluluk ve yük yükler hem de mutlakâ amel ve eyleme döner, İşte ilim ve amel yada ilim ve irfan bu noktada birleşir ve billurlaşır.

 

Tek-başına ne ilim ne de irfan yeterlidir, çünkü tek-başına bunlar eksiktir. Önemli olan ilim-irfan sahibi olmaktır. İslâm işte o zaman tamamlanır ve görünmeye ve hâkim olmaya başlar.   

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder