“Allah’tan ‘içi titreyerek korkan’ öğüt
alır-düşünür” (A’lâ 10).
Korku, sevgiden daha önde, daha
önemli, daha güçlü ve daha dehşetli bir duygudur. Zîrâ Dünyâ cennet değildir ve
“imtihan dünyâsı”dır. İmtihanın olduğu yerde bir ürkeklik olur ve orada sevgi
daha siliktir. Yine, korku sevgiye göre daha etkileyicidir. Fıtratı daha çok
etkileyen şey sevgiden ziyâde korkudur. İnsana; “anne-babanı, eşini ve
çocuklarını yâni âileni, evini-arabanı ve sevdiğin her-şeyi sevme duygun mu?,
yoksa onları kaybetme korkun mu daha fazla?” diye sorulsa, elbette kaybetme
korkusu daha ağır basar. Dünyâ’nın formatı böyledir ve bu durum korkunun
olmadığı ve sevginin mutlak anlamda üstün olduğu cenneti farklı ve anlamlı
kılar. Dünyâ’da ise insan, bildikçe yâni âlim oldukça Allah’tan daha çok
korkar. Çünkü Allah’tan en çok korkanlar âlimlerdir. Buna rağmen modernizm ise,
“Allah’tan korkmak” yerine, “Allah’ı -sözde- sevme”nin ikâme edilmesidir.
Post-modern insan, korkuyu merkeze
almıştır ve her-şeyden korkmayı bir hayat-tarzı hâline getirmiştir. Bu, “sâdece
Allah’tan korkma” düşüncesi ve inancından vazgeçmenin bir karşılığı ve cezâsıdır.
İnsan bir şeylerden korkmadan
yapamaz. Doğal korku hem iyidir hem de normâldir. Fakat her-şeyden çok korkmak
bir sorundur. Doğal ve normâl olmayan bir şekilde her-şeyden çok korkmanın
panzehiri ve ilacı ise, “sâdece Allah’tan korkmak”tır. O-hâlde fâni olanlardan korkmaktansa, Bâkî
olan Allah’tan korkmak en doğrusu ve iyisidir.
Allah’tan korkmak, “sâdece Allah’tan korkmak” şeklinde olunca, -bir
şeylerden ürkülse de-, hiç-bir şeyden dehşete düşecek kadar çok korkulmaz. İnsanlar “sâdece Allah’tan” korkmadığında,
korkmadığı bir şey kalmaz ve her-şeyden çok korkar hâle gelirler.
Peki
Allah’tan korkmak ne demektir?.
Kur’ân
ile sâbittir ki Allah’tan sâdece hayır ve iyilikler gelir ama şer ve kötülük
gelmez. Başımıza gelen ve bizi korkutup üzen şeyler, bizim kendi ellerimizle
yaptıklarımızın bir sonucudur:
“Sana
iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da
kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şâhid olarak Allah
yeter” (Nîsâ 79).
“Size
isâbet eden her musîbet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır. (Allah,)
Çoğunu da affeder” (Şûrâ
30).
Görüldüğü
gibi Allah’tan bir kötülük ve şer gelmiyor ki, “başımıza musîbet gönderir” diyerek
O’ndan korkalım. İnsanların Allah korkusu çoğunlukla bunu bilmedikleri ve
yanlış kader inancından dolayıdır. “Eğer alnımıza yazılmışsa bir musîbet
mutlakâ başımıza gelir” düşüncesiyle korkuluyor Allah’tan ama bu korku
yersizdir. Çünkü Allah’ın insanlara zulmetmesi söz-konusu değildir:
“Şüphesiz Allah, insanlara hiç-bir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar,
kendi nefislerine zulmediyorlar” (Yûnus
44).
“Bu, ellerinizin önceden takdim ettiği işler yüzündendir. Yoksa
şüphesiz Allah kullara zulmedici değildir” (Enfâl 51).
Fakat
Dünyâ bir imtihan dünyâsıdır ve imtihan “kendi yaptıklarımızın kötü sonuçları”
da dâhil “her-şey ile imtihan” şeklindedir:
“Andolsun,
biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden
eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele” (Bakara 155).
“Her
nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan
ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz” (Enbiyâ 35).
Demek
ki Allah insanı, insanın kendi yaptıklarının bir sonucu olarak ortaya çıkan
şerlerle de imtihan ediyor. O-hâlde Allah’tan korkmak demek, “Allah’ın bizi,
ellerimizin işledikleriyle de imtihan etmesi ve bu imtihanı geçememek korkusu”
anlamına gelir.
Allah,
tüm kâinâta yasalar, kânunlar ve kurallar koymuştur. Her-şey bu kânunlara göre
hareket eder ki buna “sünnetullah” denir. Sünnetullahta hiç-bir zaman hiç-bir
değişlik olmaz. İşte Allah’tan korkmanın bir nedeni de, “değişmeyen
sünnetullahın işlemesinden korkmak”tır. Şöyle ki; sünnetullah denen, Allah’ın
kâinâtın işlemesi için koyduğu kurallara göre hareket edildiğinde insanın
başına iyilik ve hayır, edilmediğinde ve aykırı davranıldığında ise mutlakâ
kötülük ve musîbet gelir. Meselâ kendimize dikkat etmediğimizde veyâ
kötü-zararlı alışkanlıklar nedeniyle hastalanmamız, yine dikkatli olmadığımızda
ve kurallara uymadığımızda kazâ yapıp yaralanmamız ve ölmemiz yada birilerinin
ölümüne neden olmamız ve sonuçta mezara veyâ hepse girmemiz, işimizi iyi
yapmadığımızda işten çıkarılmamız ve işsiz kalmamız, savaş, kıtlık yangın vs.
nedeni ile yada hakkını vermeden yaptıklarımız işlerin kötü sonuçlarının cezâsı
olarak deprem, sel, heyelan, olması ve can-mal kaybına uğramak vs. gibi
sünnetullaha göre gerçekleşebilecek şeylerden korkmak, bütün kânun ve kuralları
Allah koyduğu için “Allah’tan korkmak” anlamına gelir. Demek ki Dünyâ’da
Allah’tan korkmak demek, “yanlışlarımızın sonucunda ortaya çıkacak ve bize
zarar verecek olan Allah’ın yasalarından korkmak” demektir. Allah’ın zâtından
değil, sünnetullah denen yasalarından korkmak. Yoksa Allah “öcü” değildir ki
korkalım.
Yine
Dünyâ’da Allah’tan korkmak demek, “Allah’ın emir-yasaklarına ve sünnetullah
denen kânunlarına uymamanın sonucu olarak yanlışlara düşmek, haram, günah, ayıp
ve suç içinde boğularak Allah’ı unutarak uzak kalmak ve O’nun sevgi ve ilgisini
kaybetmekten korkmak” demektir:
“Onlar, dinlerini bir
eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünyâ-hayâtı onları aldatmıştı. Onlar,
bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve bizim âyetlerimizi yok sayarak
tanımadıkları gibi, biz de bugün onları unutacağız” (A’raf 51).
Allah’tan
korkmak demek, hem Dünyâ’da hem de âhirette O’nun rahmetinden uzak kalmak ve
“adâletinden korkmak” demektir. Allah’tan korkmak aslında daha ziyâde
“âhiretten korkmak” demektir ki bu, hakkıyla mü’min olamayan insanların
günahlarının ağır basması sonucunda cehenneme gitme riskidir:
“Adaklarını yerine getirirler ve şerri
(kötülüğü) yaygın olan bir günden korkarlar” (İnsan 7).
“Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün
nedeniyle Rabbimizden korkuyoruz” (İnsan
10).
Demek ki Allah’tan korkmak, “âhiretten
korkmak” demektir. Âhiret bilinci ve korkusu
olmadığında, insanın yapmayacağı pislik, işlemeyeceği günah olmaz. O-hâlde
Allah’tan korkmak “günaha girmekten korkmak” anlamına gelir-gelmelidir. Zîrâ
kişiyi kötü olmaktan gerçekten engelleyecek şey, “devlete hesap vermek” değil,
“Allah’a hesap vermek” korkusudur. Allah’tan korkmak, Allah’a hesap vermekten
yada verememekten doğan korkudur.
Cennete girmek, bahsettiğimiz anlamda, Allah’tan
yeterince korkarak yaşamanın sonucunda verilen bir ödül olacaktır:
“Cennet de,
muttakîler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır. Bu, size vâd-olunandır;
(gönülden Allah’a) yönelip-dönen (İslâm’ın hükümlerini) koruyan, görmediği
hâlde Rahmân’a karşı içi titreyerek korku duyan ve içten Allah’a yönelmiş bir
kâlp ile gelen içindir. Ona esenlik ve barış (selam)la girin. Bu, ebedîlik
günüdür” (Kâf 31-34).
Evet; Allah’tan korkmak demek,
Allah’ın zâtından, yüzünden, yâni varlığından korkmak demek değildir. Allah’tan
korkmak demek, O’nun sünnetullah denen yasalarının hiç şakasının olmaması,
âhiret endişesi ve korkusu, Allah’ın sevgi, ilgi ve rahmetini kaybetme yada
uzak kalma tedirginliği ve böylece günah, haram, ayıp ve suç içinde yaşamak
korkusudur.
Allah’tan korkmak demek, “O’nun emir
ve yasaklarına göre hakkıyla yaşayamamak” korkusudur. Allah’a inanmayanların ve
O’ndan korkmayanların bu tür endişeleri olmaz yada bu tür endişeleri olmayan
câhiller Allah’tan korkmazlar. Fakat bu durumun kaçınılmaz sonucu şudur ki,
Allah’tan korkmayanlar, Dünyâ’da her-şeyden ve herkesten korkmakla
cezâlandırılacaklarken, âhirette ise korkuları onların azâbı olacaktır.
Şunu söyleyelim ki, gerçek iyilik,
ahlâk ve adâlete sonuçta da cennete ancak, Allah korkusu ve âhiret endişesi ile
yaşanınca ulaşılabilir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder