“Her nerede
olursanız (olun), ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda
olsanız bile…” (Nîsâ 78).
“Filozofun hayâtı ölüm üzerine düşünmekle
geçer. Felsefe yapmak nasıl ölüneceğini öğrenmektir” Çiçero.
Bâtınîlik, öz-hakîki dînin aşırı
yorumlanmasıyla bozularak ortaya çıkmasından oluşmuş bir düşüncedir. Bu
düşüncenin yâni aşırı yorumlamanın nedeni ise genelde “kötü yönetimler”dir.
Kötü yönetimler, öz din yerine ikâme edilen ve halkın bâzılarının işine gelecek
şekilde yeniden düzenlenişinden doğan yönetimlerdir. Bu dînin genel kabûlleri
dayatmaları nedeniyle, çoğu insanın doğal ve temel nîmetlerden-haklardan mahrum
kalması ve bu durumu düzeltmek için kötü yönetimin dayanağı olan dîni, aşırı
yorumlamaya tâbi tutmaları, sonuçta da ortaya gerçek dîne uygun olmayan, hattâ
aykırı olan bir düşüncenin çıkmasıdır. Nefse aşırı hitâp eden bu düşüncenin
tabî ki de doğal olarak tâkipçileri de bir hayli çok olmuştur. Bâtınîliğin târih
boyunca ortaya çıkmasının ana nedeni bu olsa da, bir nedeni daha vardır: Ölüm
düşüncesi..
Ölüm düşüncesi ve korkusunu doğuran şey
esâsen, Peygamberimizin de buyurduğu gibi “vehn”dir. Bu konuda şöyle der:
“Sevban'dan (r.a) rivâyet edildiğine göre
Resûlullah (asm) şöyle buyurmuştur:
“Yakında milletler, yemek yiyenlerin
(başkalarını) çanaklarına (sofralarına) dâvet ettikleri gibi size karşı
(savaşmak için) bir-birlerini dâvet edecekler”. Birisi: “Bu o gün bizim
azlığımızdan dolayı mı olacak?” dedi. Resûlullah (asm), “Hayır, aksine siz o
gün kalabalık fakat selin önündeki çör-çöp gibi zayıf olacaksınız. Allah
düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüze
de vehn atacak” buyurdu. Yine bir adam: “Vehn nedir? ya Resûlullah” diye
sorunca: “Vehn, Dünyâ’yı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir” buyurdu” (bk.
Ebu Davud, Melahim, 5).
Bâtınîlik yada müslüman diyarlarda tanınan
adıyla tasavvuf, dîni kılıf geçirilmiş felsefî bir düşünce sistemidir ve dînin
özüne net bir şekilde aykırıdır. Çünkü dînin özü olan Kur’ân’a aykırıdır. Zâten
adını da her ne kadar; “suf giyenler”, “suffa da oturanlar” gibi ifâdelerle
İslâm’a bağlamak isteseler de, aslında tasavvuf kelimesi Theosophy=teo-sofi kelimesinden gelir ki; “bireyle
Allah veya melekler arasında doğrudan bağlantı kurmayı amaçlayan dîni sistem”
anlamındadır. “Bâtınîlik-Tasavvuf-Hermetizm denen bu düşünce sistemi, kötü ve
bozuk zamanlarda, yönetimlerin siyâsetlerine karşı koymak için dînin sözlerini
aşırı yoruma tâbi tutarak ve bu yorumları çoğaltarak bir felsefe oluşmasına neden
olmuştur fakat buna neden olan bir de başka bir şey vardır” dedik ve bunun “ölüm
düşüncesi” olduğunu söyledik. Peki ölüm düşüncesi tasavvufî düşünceyi nasıl
doğuruyor?. Şöyle:
Bâtınîler, gerek eski
dinlerinden kopmuş olmanın verdiği kompleksle, gerek diğer dinlerin öğretilerinin
etkileri ile, gerek kötü yönetimler yüzünden, gerek kafalarının görece iyi
çalışması, gerek yeni fikirler üretebilmeleri ve gerekse îman zaafiyeti
nedeniyle kendilerine aşırı önem vermişlerdir. Kendilerine aşırı önem
verenler doğal olarak ölümden çok fazla korkarlar. Hayâtın her alanında ölümü
sürekli gözlemleyen ve ölüm-ötesi hayat için sağlam bir inancı olmayanlar, ölüm
fikrinden ve duygusundan uzaklaşmak için ölümü blôke ve ber-tarâf eden fikirler
ortaya koymuşlardır.
Bilindiği gibi bâtınîlikte
-genellemeden söylüyorum- Allah’ın “dışarıda” bir varlığı yoktur. Bu nedenle
Allah’ın dışında bir varlık da yoktur. Çünkü Allah içeride ise, içerideki
hiç-bir şeyin Allah olmaması olmaz, zîrâ o zaman eksiklik olacaktır ki bu
Allah’a yakışmaz. Allah, -bir çoklarının da ifâde ettikleri gibi- bizzat
kendileridir. Hattâ Panteizm-Vahdet-i Vücut felsefesinin de söylediği gibi, Allah
her-şeydir. Böyle olunca yâni kendileri her-şey=Allah olunca ve Allah da bâki
olduğundan, geriye “ölecek” kimse kalmıyor ve bu fikir onları kısmen yada tamâmen
ölüm gerçeğinden uzaklaştırıyor ve rahatlatıyor. Çünkü Allah hiç-bir zaman
ölmeyeceği için kendileri de -hâşâ- Allah oldukları için ölmeleri söz-konusu
olmayacaktır, yâni ölümsüz olacaklardır. Böyle olunca da ölümün alttan-alta
vicdanlara yaptığı baskıyı hafifleterek yada yok ederek rahatlayacaklardır.
Bâzı bâtınî-tasavvufçular
da, dîni inkâr etmeseler de ateistler gibi ölüm-ötesini inkâr ederek ölümden
kurtulmak isterler. Fakat insan ister kabûl etsin, ister inkar etsin, kendisi
de çok-çok iyi biliyor ki, sürekli ensesinde hissettiği ölüm, kendisini bir-gün
mutlakâ bulacaktır ve ona “âciz bir kuldan başka bir şey olmadığını”
gösterecektir.
Zâten bâtınîlerin reenkarnasyon inancına
sıcak bakmaları da bu yüzdendir. Bir-türlü ölmeyi kabûllenemezler. Bu nedenle
tasavvufta ölüme rastlayamazsınız. “Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez” derler.
Allah’ta yok olurlar, fenâ-bekâ bulurlar. Yâni bedenleri yok olsa da -hâşâ- “Allah
olarak” ebedî yaşama başlarlar.
Yunus Emre’ye göre de; ölüm diye bir şey yoktur.
“Allah olan ölmez” der:
“Koğıl (kov gitsin) ölüm endişesin, Âşıklar ölmez bâkidir,
Ölüm âşıkın nesidir, can nûr-u ilâhidir,
Ölümden ne korkarsın, çünkü hakka yararsın,
Bil ki ebedî varsın, ölmek fâsid işidir.
“Âşık öldü deyü salâ verirler,
Ölen hayvandır, âşıklar ölmez”.
Bâtınîler Peygamberin beşer yâni ölümlü
olmasını da kabûl edemezler ve derler ki: -hâşâ- “Muhammed cenâb-ı haktır”.
Bâtınîliğin kaynağı yada benzeri olan
gnostisizimde “daemon” adında ölümsüz bir üst-benlik vardır. Bu öğretide kişi
tanrı olduğunun bilincine varır ki bu, ölümsüzlük demektir. Tasavvuf-bâtınîlik
de aynı yönde bir ilerleme öğretisidir. Saadettin Merdin “gnostizim” yazısında:
“Hristiyan gnostiklere göre de tanrı-insan Îsa; “Daemon”u,
yâni “ölümsüz benlik”i sembolize eder. Acı çeken ve ölen “eidolon”dur. Daemon
ise acı çekmez ve ölmez. Yaşam aslında geçici bir illizyon olup, ölüm; kişinin
Daemon olduğunu fark etmesini ve tüm acılardan kurtulması demektir” der.
Yine bâtınîlerin olmazsa-olmaz kavramı rûhtur
ve bu rûhun ölümsüzlüğü kabûl edilir. Hâlbuki Kur’ân’da, “O’nun yüzünden başka
her-şey yok olucudur” denir:
“Ve Allah
ile berâber başka bir ilaha tapma!. O’ndan başka ilah yoktur. O’nun yüzünden
(zâtından) başka her-şey helâk olucudur. Hüküm O’nundur ve siz O’na
döndürüleceksiniz” (Kasas 88).
“De ki: Hak
geldi, bâtıl yok oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur” (İsrâ 81).
“Yeryüzünde
bulunan her-şey fânidir; Celâl ve ikram sâhibi olan Rabbinin yüzü (kendisi)
bâki kalacaktır” (Rahmân 26-27).
Bâtınîlerde reenkarnasyon inancı olduğu
gibi, bâtınîliğin kollarından biri olan alevi-bektâşilerde de “dona girme” denen
bir inanç vardır ki bu inanca göre meselâ Hz. Ali, Hacı Bektaş’ın bedenine girmiştir
(hulûl). Hacı Bektaş Hz. Ali’nin donudur yâni. Hacı Bektaş Veli bu nedenle: “Biz
ölmeyiz, sûret değiştiririz” der.
Ölüm, varlık için en büyük çâresizliktir.
Sözde hani “kâinâtı ellerinde tesbih gibi çevirenler”in böyle bir çâresizliğe
düşmeleri normâl görülmeyeceği için ve bu kişiler de ölümden çok fazla
korktukları için böyle palavralar uydurmuşlardır. Evet; insan ve tüm varlık,
ölüm karşısında bir eziktir.
Orhun Âbideleri’nde Türk Bilge Kağan: “İnsan
ölmek için yaratılmış. Sonsuzu Tanrı yaşar” denir.
Ölümü kabûllenmemesi gereken insanlara
onun yaklaşmakta olduğunu hissettirmeyecek formüller sunmak, cilâlamak ve
boyamaktır bâtınîlik. Ateist olsalar ölümü yok edemeyecekler. Çünkü ateistler ölümsüz
değillerdir. Bir ateist olan Sigmund Freud: “Hayâtın bütün gâyesi ölümdür” der,
biraz da çâresizlik içinde.
Saidî Nursî “Ölümü öldüremezsiniz” der.
Evet; ölüm öldürülemez. Çünkü en büyük ve herkes tarafından kabûl edilen ölüm,
kesin bir gerçekliktir.
“Nasıl öldüğümüz kim olduğumuzu gösterir”.
Bu keskin cümleyle sivriltiyor düşüncesini Octavio Paze ve şöyle devâm ediyor:
“Ölümlerimiz hayatlarımızı aydınlatır. Ölümlerimiz anlamdan yoksunsa,
hayatlarımız da (anlamdan) yoksun demektir”.
Ramazan Kayan:
“Doğrusu hepimiz ölüme ayarlı bir hayâtın sâhipleriyiz.
Çünkü hayat saatimiz ölüme kurulu. Ölüme ayarlı hayatlar anlamlıdır. Emeller
eceli bastıramaz. Arzular ölümü susturamaz. Ecel konusunda ne uzatma, ne de
unutma söz-konusu değildir. Bir de bakarsınız, henüz siz işinizi bitirmeden,
ölüm meleği işinizi bitirmiş bile. Şüphesiz Dünyâ âhiretin tarlası, ölümün
arenasıdır. Bu-güne kadar “ölüm”ü öldürme girişimleri hep hüsranla sonuçlandı.
Ölümün ilacı da yok, ancak ölümün kendisi bir ilaçtır. Hedonizme, konformizme,
sekülerizme ölümden daha etkili bir ilaç düşünemiyorum. O hâlde, şimdi biz
susalım “ölüm” konuşsun!” der.
Peygamberimiz: “Lezzetleri kesen şeyi
(ölümü) çokça hatırlayınız” der.
Yapılması gereken en iyi şey şu âyetle
açıklanmıştır:
“Ve
yakîn (ölüm) sana gelinceye kadar Rabbine ibâdet et” (Hicr 99).
Tabi bu âyeti de aşırı yoruma tâbi
tutmada gecikmeyecektir bâtınîler. Zâten onların “ölümlerinin” belgesi budur. İnsanı
diriltecek olan âyetleri aşırı yoruma tâbi tutarak anlamını kaydırmak, “diriltilmekten
mahrum olmak” anlamına geleceği için “ölmek” demektir.
Son söz olarak bâtınîlere bir müjde
verelim: Ölüm bir yok oluş değil, yeni bir hayâta başlama olayı yada ânıdır. Bu
nedenle sâdece tadılacak bir şeydir. Ne var ki bu tad kimine çok acı
gelecektir.
“Her
nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz
ve siz bize döndürüleceksiniz” (Enbiyâ 35).
Tasavvuf bir felsefedir ve filozofların bütün hayâtı
ölüm üstüne düşünmekle geçer-geçmiştir.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Ekim 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder