“Hak/Hakîkat (el-hakku)
Rabbinden (gelen)dir. Şu-hâlde sakın kuşkuya kapılanlardan olma! (Bakara 147).
Allah “mâliki yevmiddin” yâni din/hesap-gününün
sâhibidir. Bu, “âhirette (hiç kimsenin karşı çıkamayacağı şekilde) hakîkatin
tek belirleyicisi” olması demektir. Tabi bu, “sâdece âhiret-gününde sözünün
geçmesi ve -hâşâ- hakîkati sâdece âhirette belirleme yetkisi olması” demek
değildir. Allah âhirette olduğu gibi Dünyâ’da da hesap-görücüdür ve bu nedenle
Dünyâ-gününün de mâliki olduğu gibi, (birileri bâtıl ve çatlak sesler çıkarıp
dursa da) Dünyâ’da da hakîkati sâdece Allah belirler.
Allah’ın hakîkati belirlemesi “Allah’ın bildirdikleri ile
olur ki bu da insanlık-târihi boyunca indirilmiş olan tüm vahiylerin özünü
içinde barındıran Kur’ân ile olur. Tabi hakîkati belirlemek sâdece söz ile
olmayacağı için ve hakîkat mutlakâ amel-eylem ile de ortaya konulması
gerektiğinden dolayı, hakîkat Kur’ân ve Sünnet bütünlüğü ile belirlenmiş ve
ortaya konulmuş olur. O-hâlde hakîkat “Hak’tan gelen”dir, “insanın bildiğinden ve
yaptığından” değil.
İnsanın hakîkati belirleyebilmek gibi bir gücü ve
yeteneği yoktur. O hakîkati sâdece bilir, idrâk eder, kabûl eder ve sonunda da
hakîkate ya uyar ve uygular yada uymaz ve uygulamaz. İnsan hakîkate uymadığında
ve uygulamadığında hakîkat yerine (başka bir seçenek olmadığı için) mutlakâ
bâtıl ortaya çıkar ve sünnetullah ve imtihan gereğince bâtıl çabucak
yaygınlaşır.
Peki insanlar bâtılı neden hemen kabûl edip desteklemeye
başlarlar?. Çünkü bâtıl, hakîkatin karşısına her zaman “hak ile karışmış
şekilde” çıkar. Yâni ortada her zaman “hak” ve “hak-bâtıl sentezi” vardır ki
zâten tüm mücâdele bunlar arasında olur. İnsanlar “saf bâtıl”ı kabûl
etmeyecekleri için, bâtıl mecbûren her zaman hak ile karışmış olarak sunulduğu
için, insanların yaptığı belirlemelerin “hakîkat” olduğu zannedilir. Oysa hakîkati
belirleyebilecek olan tek şey “katıksız hakîkattir” ki o da ancak Hak’tan
gelendir. Hakîkat, bâtıl karıştırılarak parçalandığında, her parça bâtıl bir düşünceye
ve inanışa döner. Bu da her zaman bâtılın yaygın ve hâkim olması anlamına
gelir. Bu nedenle insanlık-târihi, bâtılın “hakîkat” diye gösterilmesinin ve mü’minlerin
buna karşı çıkmasının târihi olmuştur.
Hak olanı “halk” değil, “Hak” tâyin
eder ve belirler. Bu yüzden hakîkat, reytinglerin
gösterdiğine göre belirlenemez. Yine hakîkat, “çoğunluğun belirlediği” de
olmaz. Tüm insanlar hep bir-ağızdan Kur’ân’da Allah’ın belirlediği bir hakîkate
aykırı bir şeyi seslendirse de yine de hakîkati belirlemiş olmazlar ve hakka ve
hakîkate karşı çıkmış olarak kâfir ve müşrik olurlar.
Hakîkat insanın sınırlı gücü ile belirleyebileceği bir
şey değildir. Hakîkat ancak “kudreti sonsuz Olan”ın belirleyebileceği şeydir.
Hakîkati insanın belirlemeyecek olması, hakîkatin
felsefe, tasavvuf, modern-bilim, teknoloji, beşerî sistem ve ideolojilerin
belirleyemeyecek olması demektir. Bu-bağlamda hakîkati bilgisayarlar,
yazılımlar ve yapay zekâ da belirleyemez. Hattâ bunlar hakîkatin ne demek olduğunu
bilinçli bir şekilde bilemezler de. Zîrâ hakîkati bilmek için beyinden başka
bir de sâdece insanda bulunan rûh ve kâlbe ihtiyaç vardır. Zâten modern insanın
haktan ve dolayısı ile hakîkatten uzaklaşıp-kopmasının nedeni, kâlpsizleşmesi
ve ruhsuzlaşmasından dolayıdır.
Hakîkat, “Hak’kın indirdikleri”dir ve
apaçıktır. Hakîkati bilip-idrâk edebilmek için uzmanlaşmak gerekmez. Felsefenin,
kelâmın ve tasavvufun zor anlaşılmasının nedeni, “hakîkati ifâde etmedikleri
için”dir. Hakîkat “apaçık olan”dır ve bu nedenle de çok kolay anlaşılır. Kolay
anlaşılmayan şey ya hakîkat değildir yada hak ile bâtılın karıştırıldığı bir
şeydir.
Gerçekleşmiş olan her-şey hakîkat değildir ve
çoğunlukla bâtıldır. Hakîkat, Hak’tan gelen ve Hakka bağlı ve Hak ile
bağlantılı olandır.
Hakîkati bilmek “İslâm’ı bilmek ve
ona göre yaşamakla” olur. İslâm’a göre yaşamayan insanlar ve toplumlar hakîkati
bilmedikleri, dolayısıyla hakîkate göre yaşamadıkları için onların kaderlerini
hep, köşe-başlarını tutmuş olan “küresel
sermâyedarlar (bankalar)” belirler. Bu elbette hakîkati bilmemenin ve hakîkate
göre yaşamamanın bir karşılığı ve câzasıdır.
Kur’ân bir
“hakîkat kitabı”dır. Adâletsizliğe-eşitsizliğe, haksızlığa-ahlâksızlığa,
takvâsızlığa-kötülüğe, şirke-küfre, günaha-harama, ayıba-suça ve zulme karşı hakkı-hakîkati,
adâleti-eşitliği, ahlâkı-takvâyı, iyiliği-tevhidi belirler. Cennetlikleri ve
cehennemlikleri belirler. Hakka ve hakîkate uyanlar cennete, uymayanlar ise cehenneme
gider.
Hakîkat, “Kur’ân’dan çıkarılan”dır, “Kur’ân’a
giydirilen” değil. Bu nedenle müslümanın gündemini güncel olan değil, vahiy belirler.
İnsan değil Allah belirler. Kırmızı, kara, beyaz, sarı vs: kitaplar değil,
vahiy kitabı olan Kur’ân belirler.
İnsanlık-târihi boyunca
hakka dayalı eşitlikçi yapılanmanın bayraktarlığını hep peygamberler yapmıştır
ve “gücün haklı ve belirleyici olmasına” yâni “gücün sözü”nü üstün tutanlara
karşı, Allah’ın sözünün güçlü ve belirleyici olmasını öne çıkarmışlardır.
Herkesin “kendi
doğrusu”nun olduğu ve hakîkati herkesin kendisinin belirlediği bâtıl ve câhil
toplumlar, sünnetullah gereğince her zaman rezillik içinde kalırlar.
Hakîkati; mezhepler, meşrepler, tasavvuf, târikatlar,
cemaatler, hizipler, partiler, gruplar, akımlar, şeyhler, gavslar, kutuplar,
efendiler, (klâsik yada modern anlamda) Firavunlar, atalar, dedeler, babalar,
lîderler, devletler, imparatorluklar, ordular, silahlar, bankalar, fabrikalar,
iş-hanları ve iş-adamları, sermâyedarlar, topçular, popçular, servet, şehvet,
şöhret ve siyâset peşinde koşanlar, felsefe, beşerî ideolojiler, modern-bilim,
bilim-adamları ve teknoloji, televizyon, bilgisayar, telefon, internet, sosyâl
medya, yapay zekâ, akıl, beyin, bilgi vs. insan-ürünü olan şeyler değil,
yalnızca ve yalnızca, Yaratan ve yaşatan, kudreti sonsuz, âlemlerin Rabbi olan
Allah belirler. Bu belirleme kıyâmete kadar tüm zamanlar ve tüm mekânlar için
eksiksiz ve apaçık bir şekilde Kur’ân’da sâbittir:
“Şüphesiz, Allah’ın sana gösterdiği gibi insanlar
arasında hükmetmen için biz sana Kitab’ı hak olarak indirdik. (Sakın) hâinlerin
savunucusu olma!” (Nîsâ 105).
Evet; Dünyâ’da hak-hakîkat ve
adâlet-eşitlik ancak, Allah’ın emir ve yasaklarını içeren Kur’ân belirlendiğinde
ve hayâtın her alanında Kur’ân ile hükmedildiğinde hâkim olur.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder