9 Aralık 2024 Pazartesi

Hakîkati Kim Belirler?

 

“Hak/Hakîkat (el-hakku) Rabbinden (gelen)dir. Şu-hâlde sakın kuşkuya kapılanlardan olma! (Bakara 147).

 

Allah “mâliki yevmiddin” yâni din/hesap-gününün sâhibidir. Bu, “âhirette (hiç kimsenin karşı çıkamayacağı şekilde) hakîkatin tek belirleyicisi” olması demektir. Tabi bu, “sâdece âhiret-gününde sözünün geçmesi ve -hâşâ- hakîkati sâdece âhirette belirleme yetkisi olması” demek değildir. Allah âhirette olduğu gibi Dünyâ’da da hesap-görücüdür ve bu nedenle Dünyâ-gününün de mâliki olduğu gibi, (birileri bâtıl ve çatlak sesler çıkarıp dursa da) Dünyâ’da da hakîkati sâdece Allah belirler.

 

Allah’ın hakîkati belirlemesi “Allah’ın bildirdikleri ile olur ki bu da insanlık-târihi boyunca indirilmiş olan tüm vahiylerin özünü içinde barındıran Kur’ân ile olur. Tabi hakîkati belirlemek sâdece söz ile olmayacağı için ve hakîkat mutlakâ amel-eylem ile de ortaya konulması gerektiğinden dolayı, hakîkat Kur’ân ve Sünnet bütünlüğü ile belirlenmiş ve ortaya konulmuş olur. O-hâlde hakîkat “Hak’tan gelen”dir, “insanın bildiğinden ve yaptığından” değil.

 

İnsanın hakîkati belirleyebilmek gibi bir gücü ve yeteneği yoktur. O hakîkati sâdece bilir, idrâk eder, kabûl eder ve sonunda da hakîkate ya uyar ve uygular yada uymaz ve uygulamaz. İnsan hakîkate uymadığında ve uygulamadığında hakîkat yerine (başka bir seçenek olmadığı için) mutlakâ bâtıl ortaya çıkar ve sünnetullah ve imtihan gereğince bâtıl çabucak yaygınlaşır.

 

Peki insanlar bâtılı neden hemen kabûl edip desteklemeye başlarlar?. Çünkü bâtıl, hakîkatin karşısına her zaman “hak ile karışmış şekilde” çıkar. Yâni ortada her zaman “hak” ve “hak-bâtıl sentezi” vardır ki zâten tüm mücâdele bunlar arasında olur. İnsanlar “saf bâtıl”ı kabûl etmeyecekleri için, bâtıl mecbûren her zaman hak ile karışmış olarak sunulduğu için, insanların yaptığı belirlemelerin “hakîkat” olduğu zannedilir. Oysa hakîkati belirleyebilecek olan tek şey “katıksız hakîkattir” ki o da ancak Hak’tan gelendir. Hakîkat, bâtıl karıştırılarak parçalandığında, her parça bâtıl bir düşünceye ve inanışa döner. Bu da her zaman bâtılın yaygın ve hâkim olması anlamına gelir. Bu nedenle insanlık-târihi, bâtılın “hakîkat” diye gösterilmesinin ve mü’minlerin buna karşı çıkmasının târihi olmuştur.

 

Hak olanı “halk” değil, “Hak” tâyin eder ve belirler. Bu yüzden hakîkat, reytinglerin gösterdiğine göre belirlenemez. Yine hakîkat, “çoğunluğun belirlediği” de olmaz. Tüm insanlar hep bir-ağızdan Kur’ân’da Allah’ın belirlediği bir hakîkate aykırı bir şeyi seslendirse de yine de hakîkati belirlemiş olmazlar ve hakka ve hakîkate karşı çıkmış olarak kâfir ve müşrik olurlar. 

 

Hakîkat insanın sınırlı gücü ile belirleyebileceği bir şey değildir. Hakîkat ancak “kudreti sonsuz Olan”ın belirleyebileceği şeydir.

 

Hakîkati insanın belirlemeyecek olması, hakîkatin felsefe, tasavvuf, modern-bilim, teknoloji, beşerî sistem ve ideolojilerin belirleyemeyecek olması demektir. Bu-bağlamda hakîkati bilgisayarlar, yazılımlar ve yapay zekâ da belirleyemez. Hattâ bunlar hakîkatin ne demek olduğunu bilinçli bir şekilde bilemezler de. Zîrâ hakîkati bilmek için beyinden başka bir de sâdece insanda bulunan rûh ve kâlbe ihtiyaç vardır. Zâten modern insanın haktan ve dolayısı ile hakîkatten uzaklaşıp-kopmasının nedeni, kâlpsizleşmesi ve ruhsuzlaşmasından dolayıdır.  

 

Hakîkat, “Hak’kın indirdikleri”dir ve apaçıktır. Hakîkati bilip-idrâk edebilmek için uzmanlaşmak gerekmez. Felsefenin, kelâmın ve tasavvufun zor anlaşılmasının nedeni, “hakîkati ifâde etmedikleri için”dir. Hakîkat “apaçık olan”dır ve bu nedenle de çok kolay anlaşılır. Kolay anlaşılmayan şey ya hakîkat değildir yada hak ile bâtılın karıştırıldığı bir şeydir.

 

Gerçekleşmiş olan her-şey hakîkat değildir ve çoğunlukla bâtıldır. Hakîkat, Hak’tan gelen ve Hakka bağlı ve Hak ile bağlantılı olandır.

 

Hakîkati bilmek “İslâm’ı bilmek ve ona göre yaşamakla” olur. İslâm’a göre yaşamayan insanlar ve toplumlar hakîkati bilmedikleri, dolayısıyla hakîkate göre yaşamadıkları için onların kaderlerini hep,  köşe-başlarını tutmuş olan “küresel sermâyedarlar (bankalar)” belirler. Bu elbette hakîkati bilmemenin ve hakîkate göre yaşamamanın bir karşılığı ve câzasıdır.

 

Kur’ân bir “hakîkat kitabı”dır. Adâletsizliğe-eşitsizliğe, haksızlığa-ahlâksızlığa, takvâsızlığa-kötülüğe, şirke-küfre, günaha-harama, ayıba-suça ve zulme karşı hakkı-hakîkati, adâleti-eşitliği, ahlâkı-takvâyı, iyiliği-tevhidi belirler. Cennetlikleri ve cehennemlikleri belirler. Hakka ve hakîkate uyanlar cennete, uymayanlar ise cehenneme gider.

 

Hakîkat, “Kur’ân’dan çıkarılan”dır, “Kur’ân’a giydirilen” değil. Bu nedenle müslümanın gündemini güncel olan değil, vahiy belirler. İnsan değil Allah belirler. Kırmızı, kara, beyaz, sarı vs: kitaplar değil, vahiy kitabı olan Kur’ân belirler. 

 

İnsanlık-târihi boyunca hakka dayalı eşitlikçi yapılanmanın bayraktarlığını hep peygamberler yapmıştır ve “gücün haklı ve belirleyici olmasına” yâni “gücün sözü”nü üstün tutanlara karşı, Allah’ın sözünün güçlü ve belirleyici olmasını öne çıkarmışlardır.

 

Herkesin “kendi doğrusu”nun olduğu ve hakîkati herkesin kendisinin belirlediği bâtıl ve câhil toplumlar, sünnetullah gereğince her zaman rezillik içinde kalırlar.

 

Hakîkati; mezhepler, meşrepler, tasavvuf, târikatlar, cemaatler, hizipler, partiler, gruplar, akımlar, şeyhler, gavslar, kutuplar, efendiler, (klâsik yada modern anlamda) Firavunlar, atalar, dedeler, babalar, lîderler, devletler, imparatorluklar, ordular, silahlar, bankalar, fabrikalar, iş-hanları ve iş-adamları, sermâyedarlar, topçular, popçular, servet, şehvet, şöhret ve siyâset peşinde koşanlar, felsefe, beşerî ideolojiler, modern-bilim, bilim-adamları ve teknoloji, televizyon, bilgisayar, telefon, internet, sosyâl medya, yapay zekâ, akıl, beyin, bilgi vs. insan-ürünü olan şeyler değil, yalnızca ve yalnızca, Yaratan ve yaşatan, kudreti sonsuz, âlemlerin Rabbi olan Allah belirler. Bu belirleme kıyâmete kadar tüm zamanlar ve tüm mekânlar için eksiksiz ve apaçık bir şekilde Kur’ân’da sâbittir:    

 

“Şüphesiz, Allah’ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitab’ı hak olarak indirdik. (Sakın) hâinlerin savunucusu olma!” (Nîsâ 105).

 

Evet; Dünyâ’da hak-hakîkat ve adâlet-eşitlik ancak, Allah’ın emir ve yasaklarını içeren Kur’ân belirlendiğinde ve hayâtın her alanında Kur’ân ile hükmedildiğinde hâkim olur.

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2024

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder