“Asra andolsun!. Gerçekten insan,
ziyandadır. Ancak ‘îman edip sâlih amellerde bulunanlar’, birbirlerine hakkı
tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka” (Asr Sûresi).
Îman: “Güvenmek ve samîmiyetle
inanmak” anlamlarına gelir. Kur’ân’da “sâdece bir olan Allah’a ve O’nun indirdiği vahiylere ve
gönderdiği peygamberlere inanıp-güvenmek” anlamına gelmektedir. Genel anlamda “bir dîne yada yaşam-tarzına gönülden
bağlanmak” anlamı taşır. Dînin ortaya koyduğu
kâidelere tereddütsüz inanma, din inancı, kutsal inanç, inanç, îtikat. İçten ve yürekten bağlanmak ve inanmak.
Fazla dikkat ve ihtimam. Bir şeyde çok ileri gitmek.
Arapça “emn” kökünden gelen
îman, “dîne inanma, inançlı olma” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça “amana”,
“inandı” fiilinin if’al vezninde IV. masdarıdır. Bu fiil Arâmice/Süryânice ve
İbrânice “amen”, “emin ve sâdık olma, âmin deme” sözcüğü ile eş-kökenlidir.
İbrânice amonah, “emniyet, güvenilirlik, sağlamlık” demektir.
Îmânın şartı herkesin “ezbere” bildiği
gibi “altı” değil, “beş”tir: (Bakara 177, Nîsâ 136). “Hayrın ve şerrin
Allah’tan geldiğine inanma” maddesi, “şer Allah’tan gelmediği-olmadığı ve
insanın kendi yaptıklarının bir sonucu olduğu için” (Nîsâ 79, Şûrâ 30). Kur’ân’da yoktur. Buna göre îman en
kısa tanımla; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, peygamberlere-peygamberliğe ve
kitaplara-vahye inanmaktır. Fakat en genelde îman; “Allah’ın indirdiklerine,
gönderdiklerine ve bildirdiklerine sorgusuz-suâlsiz, koşulsuz-şartsız ve tam
bir teslîmiyetle inanmak” demektir.
Îman, “gayba îman”dır. Gözle
görülen, kulakla işitilen, burun ile koklanan, el ile dokunulan ve dil ile
tadılan şeye îman olmaz. Gözüyle gördüğüne inanmayan kişi zâten psikolojik bir
vâkâdır. Îman, görünmeyene ve neliği ve nasıllığı bilinmeyene olur. Fakat îman
edilen şeyler hem vahiy-merkezli inşâ olmuş akıl ile hem de his ile belli
ölçüde idrâk edilebilir. Meselâ benim Allah’a, dolayısı ile O’nun
indirdiklerine, gönderdiklerine ve bildirdiklerine olan îmânımın nedeni,
“varlığı başka bir şeye dayandırarak açıklayamamak ve Allah dışındaki bir açıklamayla
iknâ ve tatmin olmamam”dır.
Îman, söz ile başlayan
ama söz ile bitmeyen şeydir. Kur’ân, söz ile başlayan îmânı yeterli görmez ve: “İnsanlar, (sâdece) ‘îman ettik’ diyerek, sınanmadan
bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebût 2) diyerek îmânın ispâtını da ister ki bu ispat
ancak amel-eylem ile yapılabilir. Zâten yazının baştaki âyetlerde de
bildirildiği gibi, “ancak îman eden ve sâlih amel işleyenler”in zarar ve
ziyandan kurtulacağı söylenir.
Îman; kâlp ile tasdik,
dil ile ikrar ve amel-eylem ile icrâ”dır. Fakat kâlp ile tasdiğin ve dil ile
ikrârın bile ispâtı gerekir ki bu yine ancak sâlih amel-eylemler ile olabilir.
Îman; baskı ve zorlama
altında, bir zorluk ânında ve ölmeden önce son-dakîkada yapılan şey değildir.
Çünkü îman hem “gönülden” olacağı için baskı ve zorlama altında yapıldığında
makbûl değildir, hem zor bir durumda kalınca ve sığınılacak başka bir şey
olmadığında ve kalmadığında “bâri îman edeyim” diyerek yapıldığında makbûl değildir,
hem de ölmeden önce son-anda yapıldığında makbûl değildir. Îman, zorluk ânında
yada son dakîkada yapılan kabûl ve ikrar edilen şey değildir. Bu-bağlamda Firavun’un
îmânı geçerli değildir. Zîrâ dediğimiz gibi; îman “îman ettim” demekle bitmez,
“îman ettim” demekle başlar ve sâlih amel-eylemlerle ispatlanarak tamlanır.
Îman boş bir laf değildir ki “îman ettim” demekle başlasın ve bitsin.
Îman, Dünyâ’da yada âhirette
azap karşısında yapılan şey değildir: “Ama
Bizim dayanılmaz-azâbımızı gördükleri zaman, îmanları kendilerine hiç-bir yarar
sağlamadı. (Bu,) Allah’ın kulları arasında sürüp-giden sünnetidir. İşte
kâfirler burada hüsrâna uğramışlardır” (Mü’min 85).
Îman, tevbeye yönelten
şeydir. İnsanı günahtan, haramdan, ayıptan ve suçtan uzak tutan şeydir. Çünkü
îman ile günah, haram, ayıp ve suç bir-arada olamaz.
İrâdenin devre-dışı
kaldığı anda yapılan tasdik îman değildir. Zîrâ îman, sağlam bir irâde ister.
Çünkü îman sözde kalacak bir şey değildir ve ancak sağlam bir irâde ve kabûl
ile yapıldığında kişiyi ibâdete, amele-eyleme sevk edebilir.
Îman, bir risk karşısında
ertelenecek yada tümden vazgeçilecek şey değildir, olamaz.
Îman sâdece söz değil,
fiildir de. Söz-fiil bütünlüğüdür fakat daha ziyâde fiil ile tezâhür eder. Zîrâ
îman eden kişi konuşamayan biri de olabilir.
Îmânın tamamlanabilmesi
için hem Allah’a hem de peygambere îman etmek gerekir ki kanımca bu, bilgi-bilince
ve amel-eyleme birlikte îman etmek anlamına gelir. O-hâlde mü’minler için îman,
Kur’ân’a ve Sünnet’e birlikte îman etmek demektir.
Îman, sorumluluk yükleyen ve sorumluluk almayı sevdiren
şeydir. Zîrâ îman, takvâ yâni sorumluluk-bilinci ve Allah korkusu ile başlayan
ve devâm eden şeydir.
Îman, mutlakâ amele-eyleme yönlendiren şeydir. Îman,
dört-duvar arası ve masa-başı işi değildir.
Îman, “fazlası
dert olmayacak olan tek şey”dir.
Îman,
“bâzı şeyleri idrâk edebilmek için” olmazsa-olmaz şeydir.
Îman “gayba îman”dır. Gaybı ise sâdece
Allah bilir. Gayb bu nedenle sorgulanamaz. O-hâlde îman, “sorgusuz-suâlsiz ve
koşulsuz-şartsız olan bir teslîmiyet”tir; “sâdece Allah’a” olan bir teslîmiyet.
Îman etmek, “âhiret kaygısı duymak”
demektir.
Îman etmek, “îmâna göre yaşamak”
demektir. Neye/kime/nasıl îman ediyorsanız, ona ve o şeye göre yaşarsınız.
Îman etmek, “îmânın gereğini yapmak” fakat
“îman etmekten dolayı uzak durulması gereken şeylerden uzak durmak” demektir.
Îman etmek, yapılması gereken şeyleri
mutlakâ yapmak, yapılamaması gerekenleri ise zinhar yapmamak demektir.
Îman, “imtihanı kabûl etmek” demektir.
Îman, “uğruna çaba harcana ve yaşanan şey”dir.
Îman, bedel ödemeye ve yük almaya zorlayan
şeydir. Seni bedel ödemeye ve harekete geçmeye zorlamıyorsa, îmânında bir sorun
var demektir.
Îman, bilişsel bir mesele değil,
eylemsel bir dinamiktir.
Îman, gerekçelenmeye ihtiyaç duymayan
şeydir. Çünkü o, koşulsuz-şartsız ve sorgusuz-suâlsiz olan bir tasdik ve kabûldür. Fakat îman,
pasif bir kabûlden ibâret bir şey değildir, aktiftir ve kişiyi aktif olmaya
zorlar.
Îman, riske girmektir. Zîrâ îman, tüm
hayâtın Allah’a adanmasıdır. Îman tüm hayâtın îman uğruna adanmasıdır: “De
ki: Şüphesiz benim namazım, ibâdetlerim, dirimim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan
Allah’ındır. O’nun hiç-bir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben müslüman
olanların ilkiyim” (En-âm
162-163).
Îman; “Allah’a, meleklere, kitaplara,
peygamberlere ve âhiret gününe kayıtsız-şartsız teslim olmak ve hayatta da bu
teslîmiyet bilincine göre amelde-eylemde bulunmak” demektir.
Îmânın ne olup ne olmadığını anlatmaya
sayfalar ve kitaplar yetmez. Çünkü o ancak yaşanarak idrâk edilen ve tadılan
şeydir.
Îman kısaca; her-şeyiniz elinizden
alındığında geriye kalan şeydir vesselam..
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık
2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder