“Allah, mü’min erkeklere ve mü’min
kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn
cennetlerinde güzel meskenler vâdetti. Allah’ın rızâsı (rıdvan) ise
hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur” (Tevbe 72).
Şu kesin ki, Allah rızâsı için yapılmayan işler, nefsin,
dolayısıyla insanın rızâsı için yapılır. Lâkin
Allah,
kişinin Allah rızâsı için ne yaptığına bakar. O’nun için önemli olan budur.
O-hâlde Allah rızâsından başka hiç-bir şey “kesin amaç” ve “büyük hedef”
olamaz. Bu nedenle de bir mü’minin Allah’ın rızâsından gayrı vazgeçemeyeceği bir
şey yoktur, olamaz. Allah rızâsı dışındaki her-şey, mü’minlik önündeki
engellerdir.
Bir şeyin “İslâmî” olması için, o
şeyin “Allah rızâsı amacıyla” yapılması gerekir. Allah rızâsı dışındaki bir
şeyin yada kişinin rızâsı için yapılanlar, Allah’ın râzı olmayacağı bir şey
olacağından dolayı meşrû da değildir, makbûl de değildir. Allah rızâsı için yapılmayan işler Dünyâ’da sapkınlığa ve
bozulmaya yol açtığı gibi âhirette kişiye hiç-bir faydası olmaz da boşa gider.
İnsanın bilgili olup-olmadığı yada
bilgi seviyesinin ne kadar olduğu Allah için çok önemli değildir. Allah,
insanın temiz bir kâlple Allah rızâsı için iyi şeyler (sâlih amel)
yapıp-yapmadığına ve bu uğurda ne kadar azimli ve gayretli olduğuna bakar. Allah
rızâsına uygun yapılan en küçük bir amel-eylem; aklın ortaya koyduğu en ileri
bilgi ve teorilerden üstündür.
Müslümanlar da dâhil modern insan, değer ölçüsü olarak Allah rızâsının
yerine, rasyonâlizm ve hümanizm bağlamında ilahlaştırdığı insanın rızâsını
merkeze koymuştur. Bu yüzdendir ki modern hayat-tarzı, Allah’ın rızâsını
kazanmayı kesin bir şekilde blôke ediyor ve onun yerine insanı râzı etmeye
yöneliyor. Son 200 yıllık târih, Allah rızâsının en az gözetildiği ama insanı râzı etmek için her-şeyin yapıldığı zamandır.
Modern insana ve artık müslümanlara
da, “Allah rızâsı için” bir şey yapmak, “bedâva ve
değersiz bir iş” olarak
görülüyor. Bu nedenle modern insan, “Allah’ı râzı etme”yi ve O’nun rızâsını
merkeze almayı terk-edip, “insanın gönlünü yapma”nın peşine düşmüştür.
“Yaratan”ın rızâsını kazanmak yerine “yaratılmış olan”ın rızasını kazanmaya
çalışmak nasıl bir ahmaklıktır!.
En değerli şey olan “Allah’ın rızâsını kazanmak” modern
insan için değersizleşince, artık modern insanın düşüncesi, söylemi ve eylemi,
“insanın rızâsı için” oluyor. Bu yüzden de Allah’ın râzı olup-olmadığına değil,
insanın râzı olup-olmadığına bakıyor ve
değerlendirmelerini ve ölçülerini ona göre belirliyor. Öyle ki modernleşmiş ve
bu nedenle de İslâm’dan uzaklaşmış olan müslümanlar bile, -bir sapkınlık
olarak- bir şeyde Allah’ın değil de insanın rızâsının olup-olmadığına bakıyor
ve bunun önemli olduğunu düşünüyor.
Mistisizm, bâtınîlik, tasavvuf, felsefe, modern-bilim/teknoloji ve
modern-beşerî düşünce, sistem ve ideolojiler, “Allah’ı râzı etmek” yerine
“insanı râzı etmeyi” merkeze alan sapkınlıklardır.
Alanın ve satanın
râzı olması, o şeyden Allah’ın da râzı olduğu anlamına gelmez. Allah’ın râzı
olmadığı hiç-bir şey rızâya müstahak değildir.
Yanlış hattâ sapkınlık olarak; “İslâm’da serbest piyasa
ekonomisi geçerlidir” diyenler vardır. Buna göre satıcı ve alıcı eğer yapılan
alış-verişten râzı iseler, “malın kaça alınıp-satıldığının bir önemi yoktur ve
önemli olan karşılıklı rızâdır” denir. Yâni “önemli olan Allah’ın o
alış-verişten râzı olması değil, insanın râzı olup-olmamasıdır” demeye
getirirler. Oysa Allah tam-aksini söyler ve şöyle der:
“Ey îman edenler!. Birbirinizin malını ‘karşılıklı
rızâ ile yapılan ticâretle de olsa’ haksızlık ve hîle ile yemeyin (de)
birbirinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhâmetlidir” (Nîsâ 29).
Bu âyette, tırnak içine alınan ve altı
çizili olan yeri; “rızâya dayanan bir ticâret hâriç” diye çeviriyorlar. Fakat
bu çeviride: “ticâretle olan bir rızâ varsa, o zaman haksızlık olabilir” gibi
bir anlam ortaya çıkıyor. Hâlbuki burada, “birbirinizin mallarını, ne
olursa-olsun (illâ=ne olursa-olsun, hangi şartta
olursa-olsun, her hâlde) haksızlıkla yemeyin” anlamı vardır. Yâni bir
tüccar-esnaf, 1 liraya aldığı malı 10 liraya satsa ve alıcı -ticâretten
anlamadığı ve satın aldığı ürünün fiyatını bilmediği için- bu satıştan râzı
olsa bile, o satış yine de Allah katında meşrû ve makbûl olmaz. Bir şeyin
rızâya dayanması, sâdece satıcının ve alıcının rızâsına değil, Allah’ın da
rızâsına dayanmalıdır. Allah’ın râzı olmadığı bir şeyden insanların râzı olmuş
olması o şeyi meşrû kılmaz. Meselâ gönül rızâsıyla yada karşılıklı rızayla zînâ
yapıldığında, zînâ, zînâ olmaktan çıkmaz. Aynen bunu gibi; bir satıcı, bir
malı, tatlı dille ve müşterisini râzı ederek fâhiş bir fiyata, meselâ değerinden
iki kat fazla bir fiyata satsa, o satış meşrû olmaz. Çünkü haksız kazançtır. Ne
yâni; müşteri malı yüksek fiyata aldığını anlamadığında fakat satıştan râzı
olduğunda o satış meşrû mu olacak?. O hâlde, “tüccar ağzı ile ve esnaf
kurnazlığı ile yapılan satış-şekli İslâm’da câizdir” mi diyeceğiz?. Tabî ki
değildir. Zâten ilk başta, vicdan-sâhibi bir mü’min tüccar-esnafın böyle bir
satışa râzı olmaması gerekir. İslâm’da ticâret, vicdan-merkezli olmalıdır.
İnsan kendisine yapılmasından hoşlanmayacağı şeyi başkasına yapmamalıdır. Siz
hiç, gerçek fiyatını bilmediğiniz bir malı iki kat fiyata almaktan râzı olur
musunuz?.
Bir keresinde tanıdığım toptancı bir
esnaf bana; “eğer karşı tarafı râzı edersem, 1 liraya aldığım şeyi 10 liraya,
hattâ 20 liraya satsam da sorun olmaz, o ticâret meşrûdur, çünkü alan da satan
da râzıdır” demişti. Tabi bunu söylerken İslâm’da fuhşiyâtın yâni “ölçüyü aşan
bir işin yapılmasının haram ve yasak” olduğunu düşünmemişti. O-günden îtibâren
onunla ilişkimi kesmiştim. Çünkü bana da mal satıyordu. İslâm’da sâdece alan
değil, satan da râzı olacak. Fakat hepsinden önemlisi “Allah’ın râzı olması”dır.
Kişilerin râzı olması önemlidir fakat “belirleyici” değildir. Belirleyici olan,
Allah’ın hükmü ve rızâsıdır. Fâhiş bir ticâretten, mü’min bir esnaf nasıl râzı
olabilir?. Allah’ın râzı olmadığı şeyden râzı olan insan hem vicdan ve
merhâmetten yâni İslâm’dan hem de şereften yoksundur. Bir mü’minin vicdânı buna
nasıl elverir?. Kendisi böyle bir şeye mâruz kalsa râzı olur mu?. Bu, insanları
“keriz” durumuna düşürmek demek değil midir?. O-hâlde yapılan bir işten insanın
râzı olması yetmez, ilk önce Allah râzı olmalıdır.
“Kur’ân’da her-şey var” demek;
“Kur’ân’da, şeytanın-tâğutların-kâfirlerin zırvalıkları da var” demek değildir.
“Kur’ân’da her-şey var” demek, “Kur’ân’da, Allah’ın insandan râzı olacağı ve
insanı cennete götürecek her-şey var” demektir. Mutluluk
bir amaç ve hedef değil, bir sonuçtur. Amaç ve hedef, Allah’ın rızâsını
kazanmaktır. Allah’ın rızâsını kazananlar Dünyâ’da olmasa da âhirette-cennette ebedî
mutluluğa ulaşacaklardır.
Gayri İslâmî
siyâset ve siyâsetçiler; küresel sermâyedarları, tâğutları ve dolayısı ile
“şeytanı râzı etmek” ile görevlidirler. Tüm çabaları bunun içindir. O-hâlde
seküler siyâset, Allah’ı değil, “tüm insanları” da değil, “sâdece bâzı
insanları” râzı etmek için kurulmuş şeytânî bir sistemdir.
Seçim ve rızâ kelimeleri yan-yana
kullanılamaz. Zîrâ seçmenin en az %49’u sonuçtan râzı değildir. O-hâlde
demokrasilerde herkesin râzı olması imkânsızdır. Buna göre demokrasi, -bırakın
Allah’ı râzı etmeyi-, insanların tümünü râzı etmeyi düşünmez ve hedeflemez. Demokrasi,
köşe-başlarını tutmuş olanların, kendi rızâlarına ve çıkarlına yönelik olarak
kurulmuş şeytân-işi pislik bir sistemdir. Bu sistemin devâmını sağlayan şey de,
Allah’ın râzı olmadığı seküler eğitim-sistemidir. Köşe-başlarını tutmuş
olanların yada onarla uşaklık yapanların, modern eğitim-sistemini
desteklemeleri “Allah rızâsı” için değil, kurdukları sistemin devâmını sağlamak
içindir. Dolayısıyla şeytanın, nefsin ve
tâğutun/insanın rızâsı içindir.
İnsanlar, kendi sevdikleri ve
yaptıkları şeyleri Allah’ın da sevdiğini, beğendiğini, râzı olduğunu ve
desteklediğini zannederler, oysa Allah Kur’ân’da kimden-neyden râzı olduğunu ve
kimi-neyi destekleyeceğini açıkça söylemiştir:
“Allah
dedi ki: Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar
için, içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah
onlardan râzı oldu, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. İşte büyük ‘kurtuluş ve
mutluluk’ budur” (Mâide 119).
Müslümanlar
dâhil modern insan zannediyor ki, Allah, aynen bu mevcut Dünyâ’yı hayâl
ediyordu ve her yönüyle aynen böyle bir Dünyâ inşâ etmelerini istiyordu
insanlardan. Şimdi böyle bir dünyâ bulunduğuna göre Allah mevcut durumdan çok
memnun ve râzıdır. Allah’ın her-şeyi biliyor olması, “her-şeyden râzı olduğu”
anlamına gelmez.
“Zaman, mekân
ve koşullar değiştiği için artık İslâm’ın günümüzde uygulanamayacağı”
söyleniyor. İyi de zamânı ve mekânı Allah mı değiştirdi?. Hayır!, tam-aksine;
mekân, zaman ve koşullar, Allah’ın emir-yasaklarına ve rızâsına aykırı olarak
değiştirilmiştir. Eğer ortada Allah’ın râzı olmadığı bir değişme-dönüşme ve
başkalaşma varsa, o zaman o değişen-dönüşen ve başkalaşan şeyi yeniden Kur’ân’a
göre değiştirmek gerekir. Zîrâ değişen şey sapıklığa doğru ve bâtıla göre
değişmiştir.
Kendini/kendilerini
paralayan birisi/birileri olmadıkça Dünyâ ve insanlık, maddi yada mânevî olarak
olumlu anlamda değişmez. İşte bu yüzden mesele, “kendini paralayacak birilerinin
olması yada olmaması” meselesidir. Îman etmek, “Allah rızâsı için paralanmayı
göze alabilmek” demektir.
Dünyâ’yı İslâmî yönde değiştirmek çok
zor bir şeydir. Fakat bunun bir kısa-yolu da vardır: “Allah’ı râzı ederek O’nun
yardımını celb-etmek”. İşte ancak O’nun yardımı ile başarabilirsiniz bu işi. O
yardım ederse mutlakâ olur. Aksi-hâlde aslâ!.
Müslüman olmanın yâni İslâm’a
inanmanın ve onun kabûl etmenin bâzı sonuçları ve bedelleri vardır. İnananlar,
bu sonuçlara katlanmaya hazır ve râzı olmalıdırlar.
Tesettür,
“Allah rızâsı için giyinmek”tir. Çıplaklık ise “insan rızâsı için soyunmak”tır.
Modern, layt,
gevşek ve yavşak erkekler de, Dünyâ’ya sanki Allah’ı değil de “kadınları râzı
etmek için” gelmişiz gibi davranıyor. Kadınların-kızların rızâsı da önemlidir
elbet. Fakat kadınların-kızların rızâsını merkeze almak, “insanın rızâsı için
yapmak” demektir. Rızâda merkeze neyin alındığı önemli ve belirleyicidir.
Merkeze Allah’ın değil de -kadın yada erkek- “insanın rızâsı”nın alınması küfrü
ve şirki başlatır ki bunun sonu kaçınılmaz olarak zulümdür.
Modern müslümanlar, “dikey İslâm”dan
vazgeçip, “yatay İslâm”a râzı” olmuşlardır. Lâkin unuttukları şey şudur ki, bu
durumdan Allah râzı değildir. Zîrâ İslâm hiç-bir şey yada kişi karşısında
nesneleştirilip yatay duruma getirilemez.
Sağlık konusunda da
insan-rızası merkeze alınıyor. Fakat insanlar Allah’ın belirlediğine değil de
insanların belirlediğine göre hareket ettikleri için sağlıkları adam-akıllı
bozulmuş durumdadır ve sonuçta bu nedenle köşe-başlarını tutmuş olanlar
tarafından alabildiğine sömürülmektedirler. İnsanlar, modern tıbbın sunduğu
“hastalıkların kontrôl altında sürdürülmesi” tuzağına düştüler ve artık sesleri
iyice kısılmış ve de sindirilip korkutulmuş oldukları için bu duruma seve-seve
râzı oluyorlar.
Tabi bâzen
Allah’ın rızâsından sonra ve Allah’ın emrine göre bâzı insanların rızâsını
almak çok önemlidir. Bu insanlar elbette anne ve babalardır. Hattâ “Allah’a
îman”dan sonra ikinci sırada “ana-babaya itaat” gelir. Kur’ân; “onlara öf bile
demeyin” derken, Peygamberimiz ise; “cennet annelerin ayakları altındadır”
diyor. Lâkin modern insan Allah’ın rızâsını ve emirlerini değil de şeytanın
fısıldamaları, nefsin kışkırtması ve tâğutların yönlendirmesi altındaki insanın
rızâsını merkeze aldığı için anneliği değersizleştirmiştir. Annelik zamanla
ötelenip iptâl ediliyor. Bu da cennete gidecek olan yolları kapatıyor yada
daraltıyor. Zîrâ cennet annelerin ayakları altındadır. Ne kadar az sayıda
“anne” olursa, cennete giden yollar da o oranda daralır. O-hâlde anneleriniz
ölmeden önce onların rızâsını kazanarak cennetin yolunu açın ve cenneti hak
etmeye bakın.
Allah rızâsı
kaybolmaz ve fânî olmaz. Her-şeyden geriye bir-tek Allah rızâsı kalır. O-hâlde
ey mü’minler!; Allah rızâsı için, Allah’ın rızâsını kazanmaya bakın. Çünkü
Allah râzı olursa, ne olursa-olsun kazançlı olmuş olursunuz. “Allah râzı olsun
da, ne olursa-olsun” sözü şiarımız olmalıdır. Öyleyse şu âyeti baş-tâcı etmek
şarttır:
“Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis!; dön Rabbine, O’ndan râzı olarak ve rızâsını kazanmış
bulunarak” (İrci’î, ilâ
rabbiki râdiyeten mardiye) (Fecr 27-28).
“İnsanı râzı
etmek” dâhil bütün hedefler, “Allah’ı râzı etme hedefi”ne göre “tâli
hedefler”dir vesselam..
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
Hârûn Görmüş
Aralık 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder