6 Aralık 2024 Cuma

Allah’ın Rızâsı Mı, İnsanın Rızâsı Mı?

 

“Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetti. Allah’ın rızâsı (rıdvan) ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur” (Tevbe 72).

 

Şu kesin ki, Allah rızâsı için yapılmayan işler, nefsin, dolayısıyla insanın rızâsı için yapılır. Lâkin Allah, kişinin Allah rızâsı için ne yaptığına bakar. O’nun için önemli olan budur. O-hâlde Allah rızâsından başka hiç-bir şey “kesin amaç” ve “büyük hedef” olamaz. Bu nedenle de bir mü’minin Allah’ın rızâsından gayrı vazgeçemeyeceği bir şey yoktur, olamaz. Allah rızâsı dışındaki her-şey, mü’minlik önündeki engellerdir.

 

Bir şeyin “İslâmî” olması için, o şeyin “Allah rızâsı amacıyla” yapılması gerekir. Allah rızâsı dışındaki bir şeyin yada kişinin rızâsı için yapılanlar, Allah’ın râzı olmayacağı bir şey olacağından dolayı meşrû da değildir, makbûl de değildir. Allah rızâsı için yapılmayan işler Dünyâ’da sapkınlığa ve bozulmaya yol açtığı gibi âhirette kişiye hiç-bir faydası olmaz da boşa gider.

 

İnsanın bilgili olup-olmadığı yada bilgi seviyesinin ne kadar olduğu Allah için çok önemli değildir. Allah, insanın temiz bir kâlple Allah rızâsı için iyi şeyler (sâlih amel) yapıp-yapmadığına ve bu uğurda ne kadar azimli ve gayretli olduğuna bakar. Allah rızâsına uygun yapılan en küçük bir amel-eylem; aklın ortaya koyduğu en ileri bilgi ve teorilerden üstündür.

 

Müslümanlar da dâhil modern insan, değer ölçüsü olarak Allah rızâsının yerine, rasyonâlizm ve hümanizm bağlamında ilahlaştırdığı insanın rızâsını merkeze koymuştur. Bu yüzdendir ki modern hayat-tarzı, Allah’ın rızâsını kazanmayı kesin bir şekilde blôke ediyor ve onun yerine insanı râzı etmeye yöneliyor. Son 200 yıllık târih, Allah rızâsının en az gözetildiği ama insanı râzı etmek için her-şeyin yapıldığı zamandır.

 

Modern insana ve artık müslümanlara da, “Allah rızâsı için” bir şey yapmak, “bedâva ve değersiz bir iş” olarak görülüyor. Bu nedenle modern insan, “Allah’ı râzı etme”yi ve O’nun rızâsını merkeze almayı terk-edip, “insanın gönlünü yapma”nın peşine düşmüştür. “Yaratan”ın rızâsını kazanmak yerine “yaratılmış olan”ın rızasını kazanmaya çalışmak nasıl bir ahmaklıktır!.

 

En değerli şey olan “Allah’ın rızâsını kazanmak” modern insan için değersizleşince, artık modern insanın düşüncesi, söylemi ve eylemi, “insanın rızâsı için” oluyor. Bu yüzden de Allah’ın râzı olup-olmadığına değil, insanın râzı olup-olmadığına  bakıyor ve değerlendirmelerini ve ölçülerini ona göre belirliyor. Öyle ki modernleşmiş ve bu nedenle de İslâm’dan uzaklaşmış olan müslümanlar bile, -bir sapkınlık olarak- bir şeyde Allah’ın değil de insanın rızâsının olup-olmadığına bakıyor ve bunun önemli olduğunu düşünüyor.

 

Mistisizm, bâtınîlik, tasavvuf, felsefe, modern-bilim/teknoloji ve modern-beşerî düşünce, sistem ve ideolojiler, “Allah’ı râzı etmek” yerine “insanı râzı etmeyi” merkeze alan sapkınlıklardır.

 

Alanın ve satanın râzı olması, o şeyden Allah’ın da râzı olduğu anlamına gelmez. Allah’ın râzı olmadığı hiç-bir şey rızâya müstahak değildir.

 

Yanlış hattâ sapkınlık olarak; “İslâm’da serbest piyasa ekonomisi geçerlidir” diyenler vardır. Buna göre satıcı ve alıcı eğer yapılan alış-verişten râzı iseler, “malın kaça alınıp-satıldığının bir önemi yoktur ve önemli olan karşılıklı rızâdır” denir. Yâni “önemli olan Allah’ın o alış-verişten râzı olması değil, insanın râzı olup-olmamasıdır” demeye getirirler. Oysa Allah tam-aksini söyler ve şöyle der:

 

“Ey îman edenler!. Birbirinizin malını ‘karşılıklı rızâ ile yapılan ticâretle de olsa’ haksızlık ve hîle ile yemeyin (de) birbirinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhâmetlidir” (Nîsâ 29).

 

Bu âyette, tırnak içine alınan ve altı çizili olan yeri; “rızâya dayanan bir ticâret hâriç” diye çeviriyorlar. Fakat bu çeviride: “ticâretle olan bir rızâ varsa, o zaman haksızlık olabilir” gibi bir anlam ortaya çıkıyor. Hâlbuki burada, “birbirinizin mallarını, ne olursa-olsun (illâ=ne olursa-olsun, hangi şartta olursa-olsun, her hâlde) haksızlıkla yemeyin” anlamı vardır. Yâni bir tüccar-esnaf, 1 liraya aldığı malı 10 liraya satsa ve alıcı -ticâretten anlamadığı ve satın aldığı ürünün fiyatını bilmediği için- bu satıştan râzı olsa bile, o satış yine de Allah katında meşrû ve makbûl olmaz. Bir şeyin rızâya dayanması, sâdece satıcının ve alıcının rızâsına değil, Allah’ın da rızâsına dayanmalıdır. Allah’ın râzı olmadığı bir şeyden insanların râzı olmuş olması o şeyi meşrû kılmaz. Meselâ gönül rızâsıyla yada karşılıklı rızayla zînâ yapıldığında, zînâ, zînâ olmaktan çıkmaz. Aynen bunu gibi; bir satıcı, bir malı, tatlı dille ve müşterisini râzı ederek fâhiş bir fiyata, meselâ değerinden iki kat fazla bir fiyata satsa, o satış meşrû olmaz. Çünkü haksız kazançtır. Ne yâni; müşteri malı yüksek fiyata aldığını anlamadığında fakat satıştan râzı olduğunda o satış meşrû mu olacak?. O hâlde, “tüccar ağzı ile ve esnaf kurnazlığı ile yapılan satış-şekli İslâm’da câizdir” mi diyeceğiz?. Tabî ki değildir. Zâten ilk başta, vicdan-sâhibi bir mü’min tüccar-esnafın böyle bir satışa râzı olmaması gerekir. İslâm’da ticâret, vicdan-merkezli olmalıdır. İnsan kendisine yapılmasından hoşlanmayacağı şeyi başkasına yapmamalıdır. Siz hiç, gerçek fiyatını bilmediğiniz bir malı iki kat fiyata almaktan râzı olur musunuz?.

 

Bir keresinde tanıdığım toptancı bir esnaf bana; “eğer karşı tarafı râzı edersem, 1 liraya aldığım şeyi 10 liraya, hattâ 20 liraya satsam da sorun olmaz, o ticâret meşrûdur, çünkü alan da satan da râzıdır” demişti. Tabi bunu söylerken İslâm’da fuhşiyâtın yâni “ölçüyü aşan bir işin yapılmasının haram ve yasak” olduğunu düşünmemişti. O-günden îtibâren onunla ilişkimi kesmiştim. Çünkü bana da mal satıyordu. İslâm’da sâdece alan değil, satan da râzı olacak. Fakat hepsinden önemlisi “Allah’ın râzı olması”dır. Kişilerin râzı olması önemlidir fakat “belirleyici” değildir. Belirleyici olan, Allah’ın hükmü ve rızâsıdır. Fâhiş bir ticâretten, mü’min bir esnaf nasıl râzı olabilir?. Allah’ın râzı olmadığı şeyden râzı olan insan hem vicdan ve merhâmetten yâni İslâm’dan hem de şereften yoksundur. Bir mü’minin vicdânı buna nasıl elverir?. Kendisi böyle bir şeye mâruz kalsa râzı olur mu?. Bu, insanları “keriz” durumuna düşürmek demek değil midir?. O-hâlde yapılan bir işten insanın râzı olması yetmez, ilk önce Allah râzı olmalıdır.

 

“Kur’ân’da her-şey var” demek; “Kur’ân’da, şeytanın-tâğutların-kâfirlerin zırvalıkları da var” demek değildir. “Kur’ân’da her-şey var” demek, “Kur’ân’da, Allah’ın insandan râzı olacağı ve insanı cennete götürecek her-şey var” demektir. Mutluluk bir amaç ve hedef değil, bir sonuçtur. Amaç ve hedef, Allah’ın rızâsını kazanmaktır. Allah’ın rızâsını kazananlar Dünyâ’da olmasa da âhirette-cennette ebedî mutluluğa ulaşacaklardır.

 

Gayri İslâmî siyâset ve siyâsetçiler; küresel sermâyedarları, tâğutları ve dolayısı ile “şeytanı râzı etmek” ile görevlidirler. Tüm çabaları bunun içindir. O-hâlde seküler siyâset, Allah’ı değil, “tüm insanları” da değil, “sâdece bâzı insanları” râzı etmek için kurulmuş şeytânî bir sistemdir. 

 

Seçim ve rızâ kelimeleri yan-yana kullanılamaz. Zîrâ seçmenin en az %49’u sonuçtan râzı değildir. O-hâlde demokrasilerde herkesin râzı olması imkânsızdır. Buna göre demokrasi, -bırakın Allah’ı râzı etmeyi-, insanların tümünü râzı etmeyi düşünmez ve hedeflemez. Demokrasi, köşe-başlarını tutmuş olanların, kendi rızâlarına ve çıkarlına yönelik olarak kurulmuş şeytân-işi pislik bir sistemdir. Bu sistemin devâmını sağlayan şey de, Allah’ın râzı olmadığı seküler eğitim-sistemidir. Köşe-başlarını tutmuş olanların yada onarla uşaklık yapanların, modern eğitim-sistemini desteklemeleri “Allah rızâsı” için değil, kurdukları sistemin devâmını sağlamak içindir. Dolayısıyla şeytanın, nefsin ve tâğutun/insanın rızâsı içindir.

 

İnsanlar, kendi sevdikleri ve yaptıkları şeyleri Allah’ın da sevdiğini, beğendiğini, râzı olduğunu ve desteklediğini zannederler, oysa Allah Kur’ân’da kimden-neyden râzı olduğunu ve kimi-neyi destekleyeceğini açıkça söylemiştir:

 

Allah dedi ki: Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan râzı oldu, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur” (Mâide 119).

 

Müslümanlar dâhil modern insan zannediyor ki, Allah, aynen bu mevcut Dünyâ’yı hayâl ediyordu ve her yönüyle aynen böyle bir Dünyâ inşâ etmelerini istiyordu insanlardan. Şimdi böyle bir dünyâ bulunduğuna göre Allah mevcut durumdan çok memnun ve râzıdır. Allah’ın her-şeyi biliyor olması, “her-şeyden râzı olduğu” anlamına gelmez.

 

“Zaman, mekân ve koşullar değiştiği için artık İslâm’ın günümüzde uygulanamayacağı” söyleniyor. İyi de zamânı ve mekânı Allah mı değiştirdi?. Hayır!, tam-aksine; mekân, zaman ve koşullar, Allah’ın emir-yasaklarına ve rızâsına aykırı olarak değiştirilmiştir. Eğer ortada Allah’ın râzı olmadığı bir değişme-dönüşme ve başkalaşma varsa, o zaman o değişen-dönüşen ve başkalaşan şeyi yeniden Kur’ân’a göre değiştirmek gerekir. Zîrâ değişen şey sapıklığa doğru ve bâtıla göre değişmiştir.

 

Kendini/kendilerini paralayan birisi/birileri olmadıkça Dünyâ ve insanlık, maddi yada mânevî olarak olumlu anlamda değişmez. İşte bu yüzden mesele, “kendini paralayacak birilerinin olması yada olmaması” meselesidir. Îman etmek, “Allah rızâsı için paralanmayı göze alabilmek” demektir.

 

Dünyâ’yı İslâmî yönde değiştirmek çok zor bir şeydir. Fakat bunun bir kısa-yolu da vardır: “Allah’ı râzı ederek O’nun yardımını celb-etmek”. İşte ancak O’nun yardımı ile başarabilirsiniz bu işi. O yardım ederse mutlakâ olur. Aksi-hâlde aslâ!.

 

Müslüman olmanın yâni İslâm’a inanmanın ve onun kabûl etmenin bâzı sonuçları ve bedelleri vardır. İnananlar, bu sonuçlara katlanmaya hazır ve râzı olmalıdırlar.

 

Tesettür, “Allah rızâsı için giyinmek”tir. Çıplaklık ise “insan rızâsı için soyunmak”tır.

 

Modern, layt, gevşek ve yavşak erkekler de, Dünyâ’ya sanki Allah’ı değil de “kadınları râzı etmek için” gelmişiz gibi davranıyor. Kadınların-kızların rızâsı da önemlidir elbet. Fakat kadınların-kızların rızâsını merkeze almak, “insanın rızâsı için yapmak” demektir. Rızâda merkeze neyin alındığı önemli ve belirleyicidir. Merkeze Allah’ın değil de -kadın yada erkek- “insanın rızâsı”nın alınması küfrü ve şirki başlatır ki bunun sonu kaçınılmaz olarak zulümdür. 

 

Modern müslümanlar, “dikey İslâm”dan vazgeçip, “yatay İslâm”a râzı” olmuşlardır. Lâkin unuttukları şey şudur ki, bu durumdan Allah râzı değildir. Zîrâ İslâm hiç-bir şey yada kişi karşısında nesneleştirilip yatay duruma getirilemez.

 

Sağlık konusunda da insan-rızası merkeze alınıyor. Fakat insanlar Allah’ın belirlediğine değil de insanların belirlediğine göre hareket ettikleri için sağlıkları adam-akıllı bozulmuş durumdadır ve sonuçta bu nedenle köşe-başlarını tutmuş olanlar tarafından alabildiğine sömürülmektedirler. İnsanlar, modern tıbbın sunduğu “hastalıkların kontrôl altında sürdürülmesi” tuzağına düştüler ve artık sesleri iyice kısılmış ve de sindirilip korkutulmuş oldukları için bu duruma seve-seve râzı oluyorlar.

 

Tabi bâzen Allah’ın rızâsından sonra ve Allah’ın emrine göre bâzı insanların rızâsını almak çok önemlidir. Bu insanlar elbette anne ve babalardır. Hattâ “Allah’a îman”dan sonra ikinci sırada “ana-babaya itaat” gelir. Kur’ân; “onlara öf bile demeyin” derken, Peygamberimiz ise; “cennet annelerin ayakları altındadır” diyor. Lâkin modern insan Allah’ın rızâsını ve emirlerini değil de şeytanın fısıldamaları, nefsin kışkırtması ve tâğutların yönlendirmesi altındaki insanın rızâsını merkeze aldığı için anneliği değersizleştirmiştir. Annelik zamanla ötelenip iptâl ediliyor. Bu da cennete gidecek olan yolları kapatıyor yada daraltıyor. Zîrâ cennet annelerin ayakları altındadır. Ne kadar az sayıda “anne” olursa, cennete giden yollar da o oranda daralır. O-hâlde anneleriniz ölmeden önce onların rızâsını kazanarak cennetin yolunu açın ve cenneti hak etmeye bakın.

 

Allah rızâsı kaybolmaz ve fânî olmaz. Her-şeyden geriye bir-tek Allah rızâsı kalır. O-hâlde ey mü’minler!; Allah rızâsı için, Allah’ın rızâsını kazanmaya bakın. Çünkü Allah râzı olursa, ne olursa-olsun kazançlı olmuş olursunuz. “Allah râzı olsun da, ne olursa-olsun” sözü şiarımız olmalıdır. Öyleyse şu âyeti baş-tâcı etmek şarttır:

 

“Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis!; dön Rabbine, O’ndan râzı olarak ve rızâsını kazanmış bulunarak” (İrci’î, ilâ rabbiki râdiyeten mardiye) (Fecr 27-28).

 

“İnsanı râzı etmek” dâhil bütün hedefler, “Allah’ı râzı etme hedefi”ne göre “tâli hedefler”dir vesselam..

 

En doğrusunu sâdece Allah bilir.

 

Hârûn Görmüş

Aralık 2024

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder